“Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen
söz, sorumluluğu gerektirir” (İsrâ
34).
“Ahidleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine
getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Allah’ı üzerinize kefil
kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir” (Nâhl 91).
Modern zamanlarda, artık
sözlerin bir kıymetinin kalmadığı, “söz” ile bir işin yapılmadığı ve zâten
sözün resmen de bir geçerliliği olmadığı için, insanlar artık birbirlerine
güvenmez olmuşlar, çek-senet-noter-imzâ vs. gibi çeşitli şekillerde işlerini
sağlama almaya(!) çalışmaktadırlar. Fakat bu kadar önleme rağmen bunlar da işe
yaramamakta, mahkemeler; karşılıksız çekler, ödenmemiş senetler, kredi-kartı
borçları dâvâları ile neredeyse kilitlenmiş ve tıkanmış hâle gelmiştir. O kadar
modern ve resmî “garantiye alma” yöntemleri beş para etmiyor ve bu önlemler sağlam
bir sözün yerini zinhar tutmuyor.
Sözün bir değerinin
kalmaması 1950’li yıllarla birlikte başlamış olsa da, etkisi daha çok 1980’li yılların
sonunda çift-blôklu yapı dağılıp kapitâlizmin egemen olduğu dünyâda görüldü ve yaygınlaştı.
Özellikle belli bir yaşın üstündekiler bu durumdan dolayı çok sıkıntı
çekmektedirler. Zîrâ onlar gençliklerinde ve orta yaşlarda işlerini yaparken -her
ne kadar senet yapılsa da- söze bakıyorlardı ve sözün o dönemlerde bir geçerliliği
vardı. Fakat artık deverân dönmüş ve söz etkisini yitirmiştir. Belli bir yaşın
üstündeki insanlar, bir zaman önce alış-veriş yada anlaşmada söz ile
birbirlerini bağlamışlar ama aradan uzun yıllar geçip sözün bir hükmü
kalmayınca ve “öyle konuşmamış mıydık?”, “şöyle-şöyle demiştik ya” gibi
sözlerin bir işe yaramadığı görünce hem çok kızıyorlar hem de üzülüyorlar.
Hikâyeye göre; “bir adam yaşlı
birisinden borç para istemiş. O da vermiş fakat yaşlı adam; ‘bir sâniye’ demiş,
‘inancınız var mı, inanır mısınız?’. Borç isteyen kişi; ‘evet, inanırım’ demiş.
Yaşlı adam da ‘tamam’ demiş adam. Borç isteyen adam; “peki, niye sordun?’
deyince, yaşlı adam ‘senin parayı geri getirmen için garanti arıyorum’ demiş”.
Banka sisteminden önce durum böyleydi. Yâni bir inancın varsa aldığın borç
parayı geri getirebilirsin.
Evet, bu durumun ağır
mağdurları 2. dünyâ savaşı öncesi ve 1950’li yıllardan önce doğanlardır. Çünkü
onlar çocukluklarında, atalarından hep böyle görmüşler, gençliklerinde ve hattâ
kısmen 80’lere kadar hayatlarında hep sözlerle işlerini yürütmüşleridir. Artık
sözün para etmediğini görmeye anlam veremiyorlar ve bunu çok abes
karşılıyorlar. “Öyle konuşmuştuk ve söz vermiştik ya” sözünün bir geçerliliği
olmaması onlar için çok anlamsız oluyor ve bu durum onlarda büyük bir sıkıntı
yapıyor. Zâten yaşlıların çabuk dolandırılması, hâlen devâm eden “söze olan
güven”lerindendir. Yaşlılar sözün hâlâ geçerli olduğunu düşünerek dolandırıcı şerefsizlere
güvenmektedirler. Tabi bu durum artık sözün değerini yaşlılar nezdinde de
düşürmekte ve yok etmektedir.
Söz vermek ve sözü yerine
getirme şuuru öylesine derin ve sağlam olmalıdır ki kişi verdiği sözü yerine
getiremeyeceği endişesiyle tir-tir titremeli ve geceleri uyuyamamalıdır.
Hâlbuki insanlar artık verdiği sözü hiç tınlamamakta fakat iş kredi-kartı
ekstresini ödemeye gelince, bir yerlerini yırtmaktadırlar ve zâten çoğu kişi de
gününden önce öder kredi-kartı borcunu. İmzâlanan senet, yada “kart geçmek, verilen
söz Allah adına olsa da Allah’ın dediğini yaparak söz vermekten daha üstün
duruma gelmiştir. Tabi alış-veriş için verilen sözün bir değeri olmayınca,
zamanla “sözün en büyüğü” olan “Lâilâheillâllah” sözünün de bir değeri olmamaya
başlıyor. Bu durumda Lâilâheillâllah sözü bir klişe, bir gelenek olarak
söylenmeye devâm ediyor. Bu nedenle “lâilâhe” demeden “illâllah” deniyor ve kelimenin
ilk bölümü çıkartılıyor. Böylece “lâ” denilmesi gerekenlerin tamâmı orta yerde
iktidârını kurmuş oluyor. Sözün bir değerinin kalmamış olması, en büyük söz
olan Lâilâheillâllah sözünün ve “gâlû belâ” sözünün de bir değeri olmuyor ve
îmanlar flûlaşıp kayboluyor. Sözün değerinin düşmesi yada kalmaması, îmânın değerinin
düşmesi yada kalmaması anlamına geliyor.
Hâlbuki verilen söz “îman”
içeren bir söz ise, bu, kredi-kartından, çekten, senetten çok daha sağlamdır.
Zîrâ verilen söz “Allah adına” verilmiş olduğundan, îmânın verdiği söz çok
sağlam olur ve bu sözden hiç kimse dönemez. Kredi-kartı, çek ve senetlere
bir-sürü hîle karıştırılır ama bir mü’minin Allah adına verdiği söze hiç-bir zaman
hîle karıştırılamaz.
Peygamberler sözü tutmada
örnek şahsiyetlerdir. Onlar söze sadık kalmada zirve şahsiyetlerdir:
“Hani biz peygamberlerden kesin sözlerini almıştık;
senden, Nûh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem oğlu Îsâ’dan. Biz onlardan
sapasağlam bir söz almıştık” (Ahzab
7).
Mü’min demek, “verdiği sözü
yerine getiren” demektir ve Allah sözlerine sâdık olanları çok sever:
“Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri
kesin sözü (mîsâkı) bozmazlar” (Ra’d
20).
“Hayır; kim ahdine vefâ eder ve sakınırsa şüphesiz
Allah da sakınanları sever” (Âl-i İmran
76).
Çek-senet yüzünden hapse
girenlerin sayısı o kadar artmıştır ki, devlet artık çek-senetten dolayı hapse
girmeyi iptâl etmiştir. Hattâ icrâ nedeniyle dağılan yuvalar o kadar
çoğalmıştır ki, artık evdeki değerli olmayan eşyâların alınması yasaklanmak
zorunda kalınmıştır.
Allah ahidlerini-sözlerini
bozanların îman etmemiş olduğunu söyler:
“Ne zaman bir ahidde bulundularsa, içlerinden bir
bölümü onu bozmadı mı?. Hayır, onların çoğu îman etmezler” (Bakara 100).
Kur’ân’a göre, verilen söze
sadâkat göstermemek yeryüzünde bozgunculuk çıkartmak anlamına gelir:
“Ki (bunlar) Allah’ın ahdini, onu kesin olarak
onayladıktan sonra bozarlar. Allah’ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği
şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte
bunlardır” (Bakara 27).
Mü’minler yapmayacakları
şeyin sözünü vermedikleri gibi, yapmayacakları şeyleri konuşmaktan bile men
edilmişlerdir:
“Ey îman edenler, yapmayacağınız şeyi neden
söylersiniz?. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazap (konusu
olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti)” (Saff 2-3).
Verilen sözün yerine getirilmemesi
ve sözün tutulmaması fâsıklık (yoldan çıkma) olarak gösterilir Kur’ân’da:
“Onların çoğunda ‘verdikleri söze bağlılık’ görmedik,
ama onların çoğunu fâsıklar (yoldan çıkanlar) olarak gördük” (A’raf 102).
“Sözleşmeler sözlü değil,
kesinlikle yazılı olmalıdır, sözlü anlaşmaların bir değeri yoktur” düşüncesine
karşı şunu söylemek istiyoruz; Bu denilen şey modern zamanlarda doğru ve
geçerli olsa da, İslâm devleti-ülkesi-medeniyeti için mecbûri bir geçerliliği
yoktur. Bilindiği gibi Allah’a da söz verilir. Fakat Allah ile yazılı
sözleşmeler yapılamayacağına göre, Allah’a nasıl söz verilecek ve bu söz nasıl
bağlayıcı olacak?. Demek ki yazılı sözleşme şart değilmiş. Evet, gerçek
sözleşme “söz” ile olandır. Kur’ân’da “ticâretinizi, anlaşmalarınızı yazıya geçirin”
diyor fakat, bunu mü’minler arasında
olası bir anlaşmazlık çıkmasın diye söylüyor. Yoksa mü’minlere yakışan, unutmaya
karşı önlem olarak bir-iki şâhidin de bulunduğu bir ortamda verilen sözdür.
Lâkin; artık günümüzde
özellikle belli yaşın üstündekilere (üzülerek) anlaşmalarını-sözleşmelerini
yazılı olarak yapmalarını tavsiye ediyoruz. Böylece olası kötü durumlarla
karşılaşılmamış olacaktır. Zîrâ modern zamanlarda söz geçersizdir. Fakat
birbirlerine çok güvenen insanlar olursa o zaman başkadır tabi.
Peygamberimiz, sözünde
durmayanları münâfık olarak îlân etmiştir. Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine
göre Resûlullah şöyle buyurdu:
“Münâfığın
alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler. Söz
verince sözünde durmaz. Kendisine
bir şey emânet edilince hıyânet eder” (Buhârî, Îmân 24, Şehâdât 28,
Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, Îmân 107-108. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 14; Nesâî,
Îmân 20).
Mehmet Âkif Ersoy söze büyük
kıymet veren biriydi. Hattâ sözünü tutmayana insan nazarıyla bakmazmış. Şöyle
bir olay yaşanmış:
Üsküdar’da ikâmet ederken,
Çengelköy’de oturan bir arkadaşıyla Pazar günü buluşmak üzere sözleşmişler. Ama
Pazar günü İstanbul’da öyle bir ayaz olmuştu ki, yer-gök donmuş sanki. Ulaşım
araçlarının hiç-biri çalışmıyormuş. Ama Âkif söz vermiş bir kere. Arkadaşından
emânet aldığı bineğe biner ve Çengelköy’ün yolunu tutar. Yağmur ve fırtınaya
rağmen Çengelköy’e varır, sırılsıklamdır. Kapıyı çalar, karşısına evin
hizmetçisi çıkar. Hizmetçi, ev-sâhibinin komşuya gittiğini söyler. Âkif’i
içeriye alıp efendiye haber verecektir. Âkif kabûl etmez. “Havanın biraz soğuk
olmasına bakarak benim sözümü tutmayacağımı düşünen bir insanın evine misâfir
olamam” der. Tekrar o yağmur ve fırtınada Üsküdar’a döner. “Benim verdiğim
sözde durmamam için, ya ayağa kalkamayacak kadar hasta olmam, yada ölmem
gerekir” diyen biridir Âkif.
Hâlâ insanlar “söz-leşme”
yaparlar, yaptıkları anlaşmaya “sözleşme” derler. Bu, sözün sağlamlığını
gösterir.
Sözün bir değerinin kalmaması,
insanlar arasındaki güvenin de bitmesine neden oldu-oluyor. Öyle ki ana, baba
ve kardeşler arasında bile artık birbirlerine güven kalmadı. Birbirlerine senet
imzâlatanlar var. Sözün değerini yitirmesinden kaynaklanan nedenlerle
birbirlerini öldürenler ayyuka çıktı.
Modern zamanlarda “üstün”
kabûl edilen insan, “sözüne sâdık olan” değil, “kredi-kartı limiti yüksek olan
insan”dır. Eğer kredi-kartı limitiniz yeterliyse yada sınırsızsa “üstün insan”
oluyorsunuz. Hâlbuki üstünlük sâdece takvâdadır. Takvâlı olmak ise, kredi-kartı
limitinin yüksek olması ile değil, sadâkat ile kazanılır. Sadâkatin ilk
göstergesi de “doğru sözlü olmak” ve “sözünü tutmak”tır.
Sözün mü yoksa kredi kartının mı üstün olduğu, insanların
hangisine önem verdiği ve hangisini üstün tuttuğu ile alâkalıdır. Mü’minlerin
sözü, âmentüleri gibidir., sözlerinin arkasında dururlar. Modernizmde ise
kredi-kartı âmentü ve îman unsuru hâline getirilerek üstün tutulup
güvenilmektedir. Kredi kelimesi “credo”dan gelir ve “dinlerin inanç esaslarının
kalıp hâle getirilip anlatıldığı küçük eserlere” Credo=Amentü denir.
Evet; artık kredi-kartına
olan güven, -hâşâ- Allah’a olan güvenden daha etkili hâle geldi. Allah’ı şâhit
tutarak; “vallâhi bir hafta sonra vereceğim” sözünün bir önemi olmazken; “post
makinesi”nden onay alan kredi-kartı, olması gerekenden çok daha fazla değer
kazandı. Hâlbuki söz Allah’ın sözü iken, kredi-kartı -tâbir-i câizse- tâğutun
sözüdür. O hâlde sözün gücü karşısında gücün sözü (kredi-kartı) arasında olan
bir mücâdele vardır. Modern zamanlarda “sözün gücü” kaybolmaya yüz tutmuş ve “gücün
sözü” ise aşırı değer kazanmıştır. Mü’minlerin görevi bunu tersine çevirerek sözün
gücünü gücün sözünün üstüne çıkartmaktır. Yada şöyle de diyebiliriz: “Sahte
güç” sâhibi olanların sözünü değil, Gerçek Güç Sâhibi Olan’ın sözünü üstün
görmeliyiz.
Vel hâsıl kelâm; kredi
kartları, modernizmin muskalarıdır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Eylül 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder