“O, biri
diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan
Allah)ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt) göremezsin. İşte
gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor
musun?. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan)
umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 3-4).
“Modernizm insanı refah içinde yaşatmak için gelmiştir”
deniyor ama tam tersi bir durum var. Eskiden insanlar açlıktan-susuzluktan,
doğal bir âfetten dolayı olmadıktan sonra ölmüyorlardı. Meselâ
açlıktan-susuzluktan ölümlerin en çok yaşandığı Afrika, kendi-kendine yeten bir
kıtaydı. O kadar büyük arâzisi olan bir yerde açlıktan ölmek çok zordur. Fakat
büyük düzlük (serengeti) alanlar tarıma kapatılıp oraları belgesel çekilen
yerler hâline getirdiler ve tarımı kendi tekellerine alarak (Mosanto), tarım
yapmak için Dünyâ’nın en ideâl büyük düzlüklerini tarıma kapatmışlardır. Oranın
insanları da bu nedenle açlık çekmektedirler. Tarımın ve hayvancılığın zirve
yapacağı yerlerde insanlar açlıktan-susuzluktan ölüyor. Büyük düzlüklerde
belgeseller çekerek oranın her türlü hayvanının normâlden çok daha fazla
çoğalmasına neden oluyorlar ve buraları kendi halkının kullanımına
kapatıyorlar. Oraları “tarıma yasak bölge”ler îlan ediyorlar. Güyâ
belgesellerle de bu durumu meşrûlaştırıyor. Oysa oralarda eti yenebilecek
milyonlarca hayvan var. O kadar çok hayvanın olması neye yarıyor?. Gerek av olan,
gerekse de avcı olan hayvanların %90’ı olmasa da bir zarârı olmaz ve zâten
doğal olanı da budur. Bir de “nesli tükendi-tükenecek” diye yalan söylüyorlar.
Afrika kıtası belki de dünyâ-târihinde görülmemiş sayıda hayvana sâhip
durumdadır. O hayvanların etlerini âcil olarak aç insanlar yemeli, onları
evcilleştirip beslemeli onlarla geçinmelidirler. Hayvanlara ve belgeselcilere
tahsis edilmiş yerler tarıma açılmalı ve insanlara hem tarım araçları
sağlanmalı, hem de tarım öğretilmelidir ki kendilerine bakabilsinler ve Dünyâ’ya
ayak uydurabilsinler. Fakat şerefsizlerin türlü şekilde yaptıkları sömürüler
nedeniyle buna izin verilmemekte. Modernizm mâdem insanların refahını sağlamayı
ve arttırmayı hedefliyor, o hâlde insanlar açlıktan-susuzluktan ölmemelidir.
Çünkü bu durum büyük bir çelişkidir. Modernizm geleli insanlar açlıktan-susuzluktan
ölmeye başladılar. İnsanların açlıktan-susuzluktan ölmemeleri ve yoksulluk
içinde yaşamaktan kurtulmaları için, bu durma sebep olan modernizm bertarâf
edilmelidir.
Yine modernizmin geliştirdiği teknolojiler de insanları
açlıktan kurtarmadı ve daha aç bıraktı. Zîrâ, insanları açlıktan kurtarmak için
geliştirilen GDO’lu buğdaylar, besleyiciliğini yitirdikleri için eskiden tek
bir ekmekle doyabilen insanlar, artık besin değeri azaltılan ekmelerden en az
üç tânesini yemek zorunda doymak için. Gerçi üç ekmek yese bile besleyiciliği
bozulmuş olan ekmekler yine de gerçek bir beslenmeye olmuyor. Fakat bu-arada,
doyduğu bir ekmeğe meselâ 1 lira verirken, artık üç ekmeğe gereksinimi olduğu
için üç lira vermesi gerekiyor ki bu para onlarda yok. Bu durum dolayısıyla
açlık çoğalıyor ve açlık ve açlığa bağlı olan ölümler meydana geliyor. Modern
çelişki burada da kendini gösteriyor böylece. Hâlbuki ekmeğe dokunulmasa
insanlar yiyecekleri tek bir ekmekle doyabiliyorlardı. “aman buğday tükeniyor,
yetmeyecek” diye buğday üzerinde oynamayı meşrûlaştırdılar.
“O, iş-başına
geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba
harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).
Modernizm nedeniyle insanların bir kısmı aşırı
yemekten-içmekten dolayı aşırı bir şekilde semirip şişmanlarken ve “obez”
olurken, sömürdükleri diğer coğrafyaların halkı da açlıktan-susuzluktan
kırılıyor. Hâlbuki eşit bir paylaşım olsa hiç kimse açlıktan-susuzluktan ve ona
bağlı sebeplerden dolayı ölmeyecektir. Fakat birilerinin doymak bilmez
iştahları, birilerinin ölmesine neden oluyor. Birilerinin aşırı tokluğu,
diğerlerinin açlığına sebep oluyor. Birileri pastırmalı yumurtasını pişirmek
için Dünyâ’yı yakıyor.
Râsim Özdenören, Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler’inde,
Dünyâ’nın hâline ve Dünyâ’yı bu hâle getirenlere isyân ederken şöyle der:
“Dünyadaki mevcut nüfûsun şu-an bile on katını besleyebilecek seviyede
bir üretim yapıldığı hâlde, milyonlarca insan açlıkla pençeleşiyorsa, bunun
nedeninin sorgulanması gerekmektedir. Afrika’da, Hindistan’da, Güneydoğu Asya’da,
Güney Amerika’da açlıktan kemikleri çıkmış bebeklerin resmini çekmek için
yarışa giren ve bu yarışta milyonlarca dolar parayı bir çırpıda harcayan gazete
ve dergilerin bulunduğu bir dünyâda, en aç insanın fotoğrafını çeken foto muhâbiri
altın madalya ile ödüllendirilirken, fotoğrafı çekilen aç insanın sırtından
para kazanabilen becerikli gazeteciler tebriklere boğulurken, aç insanları
kendi hâlleriyle baş-başa bırakılmasında bir bozukluk olsa gerek. Yoksul
çocukları esirgeyip korumak adına düzenlenen balolarda, göbekleri yeterince
şişmiş adamların sabahlara kadar “vur patlasın çal oynasın” vakit
geçirirlerken, bu çocukların eğitimlerinin nasıl sağlanacağının hesâbının
yapıldığı bir dünyada bir bozukluk var demektir.
Aç kalma tehlikesiyle nüfus plânlaması yapmak için teşkil edilen
ekiplere milyonlarca dolar ödenekler ayrılırken, bir o kadar doktor ve hastâne
masrafına katlanılırken, doğmamış çocukların rızıkları yüzünden uykuların
kaçtığı bir dünyâda bozukluk var demektir. Doğmuş çocuğu beslemek için sarf-edilecek
paranın ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarf-edildiği bir dünyâda, bir
bozukluk bir terslik var demektir” der.
Şöyle bir çelişki var: İnsanların, şiddetin
olmadığını düşündüğü süper güç devletler, aslında kişilerin tasavvurlarında
askerî gücü yâni şiddet potansiyeli yüksek olan devletlerdir. Zâten en çok
şiddeti de bu devletler yapmaktadırlar. Bu devletler bunu modernizm adına
yapmaktalar. Modernizm adına yapılınca meşrû gözüken şiddet, mazlumun kendini
savunması adına yapılınca “terör” olarak görülüyor-gösteriliyor-kabûl ediliyor.
Hak-hukuk konusunda da modern bir çelişki
yaşanmaktadır. Hukukta “avukat-avukatlık” denilen bir kişi ve meslek vardır ve
avukatların işi “kânun boşluklarından yararlanmak”tır büyük ölçüde. Şimdi; hem
kânun olacak ve bu kânunlar açık olacak; hem hâkimler işlerini doğru-dürüst
yapacak, hem de avukatlar olacak. Bu büyük bir çelişkidir. Avukatlar ve
avukatlık, adâletsizliği de yanında getirir. Zîrâ avukat tutacak parası olanlar
haksız da olsalar dâvâya 1-0 önde başlayacaklardır. İslâm’da 19. yüzyıla kadar
avukatlık diye bir meslek yoktu. Hattâ böyle bir meslekten kimsenin haberi bile
yoktu. Olamaz da zâten. Çünkü İslâm’ın kânunları-yasaları çok nettir ve
hâkimler bu kânunları hem iyi bilirler, hem de yapacağı bir kânunsuzluktan
durumunda alacağı “ağır cezâ”yı bildiğinden dolayı bir yolsuzluk yapamazlar.
Öyleyse avukata neden gerek olsun ki?. Fakat şeytanın-tağutların sistemlerinde
kânunlar Allah’a göre değil de keyfe ve çıkara göre belirlendiği için bir-çok
yanlışlıklar-eksiklikler-boşluklar olur. Bu durumda net bir hukuk olmaz. Bu
netsizliği tamamlamak için de avukatlık diye bir meslek çıkar ortaya. Siz hem
aklın dinden daha iyi-doğru-güzel olacağını söyleyeceksiniz, hem de yaptığınız
kânunların yetersizliğinden dolayı avukatlık denen bir meslek ortaya
çıkaracaksınız. Bu modernizmin büyük bir çelişkisidir.
Modernizmin daha saymakla bitmeyecek çelişkileri
vardır ve zâten modernizm bir çelişkiler uygarlığıdır. Hattâ çelişkilerden
beslenir. Bu çelişkilerden doğan hatâları ha bire değişim yaparak düzeltmeye
çalışır fakat bir-türlü düzeltemez. Çâreyi sürekli değişiklik yapmakta bulur ve
zâten modernizm bir değişiklikler uygarlığıdır. Hayâtiyetini değişiklikten
alır. Sürekli değişim yaparak en ideâl hâle geleceğini zannetmektedir. Aslında
bu durum netsizlik demektir. Modernizmde değişmeyen tek şey değişimdir.
Modernizm demek değişim demektir. Modernizm, değişim yapmadığında çöker.
Müslümanlar Dünyâ’daki bu kötü duruma kayıtsız
kalmaktalar ve onlar da modernizme ayak uydurmaktalar. Hâlbuki ona karşı
çıkmakla yükümlüdürler. Çünkü İslâm’da netlik vardır ve bu netlik Allah
tarafından vahiyle belirlenen bir netlik olduğundan dolayı teoride değişimler
olmaz. Kânunlar kıyâmete kadar geçerli olan kânunlar ve kurallardır. Sâdece
uygulamada duruma göre vahye aykırı olmayan farklılıklar olabilir. Fakat bu,
“ille ki olur” anlamına gelmez. Müslümanlar modernizme destek oluyorlar ve
meclislerde sürekli yaptıkları zikirler, okumalar, dersler ve “lâilâheillallah=Tek
İlah Allah’tır” diyerek yaptıkları sohbetler-zikirler, hayâtın tam ortasında gözükmüyor
da, bir tek Allah’ı ilah edinmiyorlar ve modernizmin onlarca sahte ilahlarına
destek olarak büyük bir çelişki yaşıyorlar
İslâm modernizme tepki olarak değil, modernizm İslâm’a
tepki olarak doğmuştur. Artık modern müslümanın düşünce şekli ve tarzı, modernizmin
düşünce şekli ve tarzı hâline gelmiştir. Öyle ki, artık modernizme aykırı bir
düşünüş yapmıyorlar ve de yapamıyorlar. Bu düşünce-şekli aslında çok kısır ve
dardır. Hâlbuki İslâm düşüncesi velûddur. Müslümanlar bu düşünce yerine
modernist kısır düşünceye göre düşünmekle kendilerine yazık ettiler/ediyorlar.
Modernizm, bilerek bir güvensizlik ortamı oluşturur.
Böylece insanlar kendilerini güvensiz hissedeceklerinden bencilleşirler ve
bencil hedefleri peşinde koşmaya başlarlar. Fakat bu hedefleri yakalamakla bir
güvenliğe ve tatmine ulaşamazlar. Modernizmde güvenlik ve tatmin, sürekli
olarak peşinden koşulacak bir şeydir. İsl3am ise kâlplere huzur verir ve kişiyi
tam olarak tatmin eder. Zâten kâlpler ancak vahiy ile tatmin olur:
“Bunlar,
îman edenler ve kâlpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun;
kâlbler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Ra’d 28).
Modernizm, devletleri bölüp parçalar ki daha iyi
yönetsin; işte insanı da bireyselleştirerek parçalar ki insanı da daha kolay
yönetebilsin. Fakat bu durum insanı korkaklaştırır ve mutsuz eder. Hâlbuki
modernizm, insanı bireyselleştirerek mutlu edeceğini zannediyordu. Bu öngörü
gerçekleşmediği gibi, tam tersine dönmüş ve modernizm bir kez daha çelişki
yaşamıştır-yaşamaktadır.
Modernizm, teknolojiyi üretip yaygınlaştırarak insana
hizmet ettiğini söylüyor ve insanların işlerini kolaylaştıracağını ve böylece insanın
kendine daha fazla zaman ayırabileceğini söyleyerek teknolojiyi
kutsadı-kutsuyor. Fakat teknoloji insanın ve kâinâtın büyüsünü bozdu-bozuyor.
Teknoloji çıkalı insanlar kendilerine ve sevdiklerine zaman ayıramıyor. Teknoloji,
insanları kendine bağladı ve esir etti. Yüz-yüze, kâlp-kâlbe görüşüp konuşmanın
yerini bir “kısa mesaj”ın alması, zannedildiği gibi bir ilerleme değil, büyük
bir gerilemedir ve insanı insanlığından aşağı indirir. İnsanlar teknoloji
yüzünden aşağıların aşağısına doğru düşmekteler. Modernizm teknoloji konusunda
da büyük çelişkiler yaşamaktadır. Zîrâ teknoloji insanları mutlu değil, çok
daha mutsuz ediyor. Çünkü teknoloji, rûhu blôke etti-ediyor.
Modernizm en çok da İslâm ile çelişir. Zâten İslâm
ile modernizmin uzlaşması imkânsızdır. Mustafa İslamoğlu:
“Modernizm kadınları köleleştirmiştir, hem de özgürleştirme adına
köleleştirmiştir. İslâm kadını aşağılamamıştır, modernizm “Anne”yi aşağılamıştır.
Modernizmin sorunu eşyâ iledir. Eşyânın doğal hâlini bir-türlü sevememişlerdir,
eşyâya hak-ettiği değeri verememişlerdir, Modernizm doğallıktan nefret eder, sûniliğe
hayrandırlar. Modernizm bize, “açlık evrenseldir” diyor, oysa biz “gıdâ
evrenseldir” diyoruz. Modernizmin istediği insanların devleti korumasıdır.
İslâm’a göre bir tek insan bile devletten önemlidir. Modernizm, “tekrâr olan
yerde çürüme olur” der, İslâm ise bunun tam zıddını söyler. Modernizm, “kendini
tutma!”, der, İslâm ise “kendini tut” der, zâten İslâm hep “tutma”dan bahseder,
oruç tutma, yemîni tutma vs. Modernizmin “özgürlük” dediğine İslâm “küfür” der.
İslâm’a göre özgürlük, bütün tutkuların serbestçe yapılması değil,
tutkularından arınmakla olur. Tesettür kadın ve erkek ilişkisini kesmez,
sürdürür, ilişkiyi esas modernizm kesmiştir. Modernizm her-şeyi yarım yapar ve
yaptırır. İslâm ise eksiksizdir ve mü’minlerden “tam yapma”larını ister ve bir
şeyin yarım bırakılmasına râzı değildir. Modernizmin sunduğu özgürlük, İslâm’a
göre esârettir” der.
Modernizm: “Zulmettiğin kadar refaha ulaşırsın”, “tükettiğin kadar
insansın” der. Modernizm, çıkarların hüküm sürdüğü bir Dünyâ arzular ve ister.
Modernizmde adâlet zenginler içindir, fakirler için değil. Vel hâsıl kelam;
modernizm şeytanın uygarlığıdır. Bir çelişkiler uygarlığı.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder