17 Eylül 2016 Cumartesi

Modern Çelişki


“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 3-4).

“Modernizm insanı refah içinde yaşatmak için gelmiştir” deniyor ama tam tersi bir durum var. Eskiden insanlar açlıktan-susuzluktan, doğal bir âfetten dolayı olmadıktan sonra ölmüyorlardı. Meselâ açlıktan-susuzluktan ölümlerin en çok yaşandığı Afrika, kendi-kendine yeten bir kıtaydı. O kadar büyük arâzisi olan bir yerde açlıktan ölmek çok zordur. Fakat büyük düzlük (serengeti) alanlar tarıma kapatılıp oraları belgesel çekilen yerler hâline getirdiler ve tarımı kendi tekellerine alarak (Mosanto), tarım yapmak için Dünyâ’nın en ideâl büyük düzlüklerini tarıma kapatmışlardır. Oranın insanları da bu nedenle açlık çekmektedirler. Tarımın ve hayvancılığın zirve yapacağı yerlerde insanlar açlıktan-susuzluktan ölüyor. Büyük düzlüklerde belgeseller çekerek oranın her türlü hayvanının normâlden çok daha fazla çoğalmasına neden oluyorlar ve buraları kendi halkının kullanımına kapatıyorlar. Oraları “tarıma yasak bölge”ler îlan ediyorlar. Güyâ belgesellerle de bu durumu meşrûlaştırıyor. Oysa oralarda eti yenebilecek milyonlarca hayvan var. O kadar çok hayvanın olması neye yarıyor?. Gerek av olan, gerekse de avcı olan hayvanların %90’ı olmasa da bir zarârı olmaz ve zâten doğal olanı da budur. Bir de “nesli tükendi-tükenecek” diye yalan söylüyorlar. Afrika kıtası belki de dünyâ-târihinde görülmemiş sayıda hayvana sâhip durumdadır. O hayvanların etlerini âcil olarak aç insanlar yemeli, onları evcilleştirip beslemeli onlarla geçinmelidirler. Hayvanlara ve belgeselcilere tahsis edilmiş yerler tarıma açılmalı ve insanlara hem tarım araçları sağlanmalı, hem de tarım öğretilmelidir ki kendilerine bakabilsinler ve Dünyâ’ya ayak uydurabilsinler. Fakat şerefsizlerin türlü şekilde yaptıkları sömürüler nedeniyle buna izin verilmemekte. Modernizm mâdem insanların refahını sağlamayı ve arttırmayı hedefliyor, o hâlde insanlar açlıktan-susuzluktan ölmemelidir. Çünkü bu durum büyük bir çelişkidir. Modernizm geleli insanlar açlıktan-susuzluktan ölmeye başladılar. İnsanların açlıktan-susuzluktan ölmemeleri ve yoksulluk içinde yaşamaktan kurtulmaları için, bu durma sebep olan modernizm bertarâf edilmelidir.

Yine modernizmin geliştirdiği teknolojiler de insanları açlıktan kurtarmadı ve daha aç bıraktı. Zîrâ, insanları açlıktan kurtarmak için geliştirilen GDO’lu buğdaylar, besleyiciliğini yitirdikleri için eskiden tek bir ekmekle doyabilen insanlar, artık besin değeri azaltılan ekmelerden en az üç tânesini yemek zorunda doymak için. Gerçi üç ekmek yese bile besleyiciliği bozulmuş olan ekmekler yine de gerçek bir beslenmeye olmuyor. Fakat bu-arada, doyduğu bir ekmeğe meselâ 1 lira verirken, artık üç ekmeğe gereksinimi olduğu için üç lira vermesi gerekiyor ki bu para onlarda yok. Bu durum dolayısıyla açlık çoğalıyor ve açlık ve açlığa bağlı olan ölümler meydana geliyor. Modern çelişki burada da kendini gösteriyor böylece. Hâlbuki ekmeğe dokunulmasa insanlar yiyecekleri tek bir ekmekle doyabiliyorlardı. “aman buğday tükeniyor, yetmeyecek” diye buğday üzerinde oynamayı meşrûlaştırdılar.

“O, iş-başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).

Modernizm nedeniyle insanların bir kısmı aşırı yemekten-içmekten dolayı aşırı bir şekilde semirip şişmanlarken ve “obez” olurken, sömürdükleri diğer coğrafyaların halkı da açlıktan-susuzluktan kırılıyor. Hâlbuki eşit bir paylaşım olsa hiç kimse açlıktan-susuzluktan ve ona bağlı sebeplerden dolayı ölmeyecektir. Fakat birilerinin doymak bilmez iştahları, birilerinin ölmesine neden oluyor. Birilerinin aşırı tokluğu, diğerlerinin açlığına sebep oluyor. Birileri pastırmalı yumurtasını pişirmek için Dünyâ’yı yakıyor.  

Râsim Özdenören, Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler’inde, Dünyâ’nın hâline ve Dünyâ’yı bu hâle getirenlere isyân ederken şöyle der:

“Dünyadaki mevcut nüfûsun şu-an bile on katını besleyebilecek seviyede bir üretim yapıldığı hâlde, milyonlarca insan açlıkla pençeleşiyorsa, bunun nedeninin sorgulanması gerekmektedir. Afrika’da, Hindistan’da, Güneydoğu Asya’da, Güney Amerika’da açlıktan kemikleri çıkmış bebeklerin resmini çekmek için yarışa giren ve bu yarışta milyonlarca dolar parayı bir çırpıda harcayan gazete ve dergilerin bulunduğu bir dünyâda, en aç insanın fotoğrafını çeken foto muhâbiri altın madalya ile ödüllendirilirken, fotoğrafı çekilen aç insanın sırtından para kazanabilen becerikli gazeteciler tebriklere boğulurken, aç insanları kendi hâlleriyle baş-başa bırakılmasında bir bozukluk olsa gerek. Yoksul çocukları esirgeyip korumak adına düzenlenen balolarda, göbekleri yeterince şişmiş adamların sabahlara kadar “vur patlasın çal oynasın” vakit geçirirlerken, bu çocukların eğitimlerinin nasıl sağlanacağının hesâbının yapıldığı bir dünyada bir bozukluk var demektir.

Aç kalma tehlikesiyle nüfus plânlaması yapmak için teşkil edilen ekiplere milyonlarca dolar ödenekler ayrılırken, bir o kadar doktor ve hastâne masrafına katlanılırken, doğmamış çocukların rızıkları yüzünden uykuların kaçtığı bir dünyâda bozukluk var demektir. Doğmuş çocuğu beslemek için sarf-edilecek paranın ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarf-edildiği bir dünyâda, bir bozukluk bir terslik var demektir” der.

Şöyle bir çelişki var: İnsanların, şiddetin olmadığını düşündüğü süper güç devletler, aslında kişilerin tasavvurlarında askerî gücü yâni şiddet potansiyeli yüksek olan devletlerdir. Zâten en çok şiddeti de bu devletler yapmaktadırlar. Bu devletler bunu modernizm adına yapmaktalar. Modernizm adına yapılınca meşrû gözüken şiddet, mazlumun kendini savunması adına yapılınca “terör” olarak görülüyor-gösteriliyor-kabûl ediliyor.

Hak-hukuk konusunda da modern bir çelişki yaşanmaktadır. Hukukta “avukat-avukatlık” denilen bir kişi ve meslek vardır ve avukatların işi “kânun boşluklarından yararlanmak”tır büyük ölçüde. Şimdi; hem kânun olacak ve bu kânunlar açık olacak; hem hâkimler işlerini doğru-dürüst yapacak, hem de avukatlar olacak. Bu büyük bir çelişkidir. Avukatlar ve avukatlık, adâletsizliği de yanında getirir. Zîrâ avukat tutacak parası olanlar haksız da olsalar dâvâya 1-0 önde başlayacaklardır. İslâm’da 19. yüzyıla kadar avukatlık diye bir meslek yoktu. Hattâ böyle bir meslekten kimsenin haberi bile yoktu. Olamaz da zâten. Çünkü İslâm’ın kânunları-yasaları çok nettir ve hâkimler bu kânunları hem iyi bilirler, hem de yapacağı bir kânunsuzluktan durumunda alacağı “ağır cezâ”yı bildiğinden dolayı bir yolsuzluk yapamazlar. Öyleyse avukata neden gerek olsun ki?. Fakat şeytanın-tağutların sistemlerinde kânunlar Allah’a göre değil de keyfe ve çıkara göre belirlendiği için bir-çok yanlışlıklar-eksiklikler-boşluklar olur. Bu durumda net bir hukuk olmaz. Bu netsizliği tamamlamak için de avukatlık diye bir meslek çıkar ortaya. Siz hem aklın dinden daha iyi-doğru-güzel olacağını söyleyeceksiniz, hem de yaptığınız kânunların yetersizliğinden dolayı avukatlık denen bir meslek ortaya çıkaracaksınız. Bu modernizmin büyük bir çelişkisidir.

Modernizmin daha saymakla bitmeyecek çelişkileri vardır ve zâten modernizm bir çelişkiler uygarlığıdır. Hattâ çelişkilerden beslenir. Bu çelişkilerden doğan hatâları ha bire değişim yaparak düzeltmeye çalışır fakat bir-türlü düzeltemez. Çâreyi sürekli değişiklik yapmakta bulur ve zâten modernizm bir değişiklikler uygarlığıdır. Hayâtiyetini değişiklikten alır. Sürekli değişim yaparak en ideâl hâle geleceğini zannetmektedir. Aslında bu durum netsizlik demektir. Modernizmde değişmeyen tek şey değişimdir. Modernizm demek değişim demektir. Modernizm, değişim yapmadığında çöker.  

Müslümanlar Dünyâ’daki bu kötü duruma kayıtsız kalmaktalar ve onlar da modernizme ayak uydurmaktalar. Hâlbuki ona karşı çıkmakla yükümlüdürler. Çünkü İslâm’da netlik vardır ve bu netlik Allah tarafından vahiyle belirlenen bir netlik olduğundan dolayı teoride değişimler olmaz. Kânunlar kıyâmete kadar geçerli olan kânunlar ve kurallardır. Sâdece uygulamada duruma göre vahye aykırı olmayan farklılıklar olabilir. Fakat bu, “ille ki olur” anlamına gelmez. Müslümanlar modernizme destek oluyorlar ve meclislerde sürekli yaptıkları zikirler, okumalar, dersler ve “lâilâheillallah=Tek İlah Allah’tır” diyerek yaptıkları sohbetler-zikirler, hayâtın tam ortasında gözükmüyor da, bir tek Allah’ı ilah edinmiyorlar ve modernizmin onlarca sahte ilahlarına destek olarak büyük bir çelişki yaşıyorlar

İslâm modernizme tepki olarak değil, modernizm İslâm’a tepki olarak doğmuştur. Artık modern müslümanın düşünce şekli ve tarzı, modernizmin düşünce şekli ve tarzı hâline gelmiştir. Öyle ki, artık modernizme aykırı bir düşünüş yapmıyorlar ve de yapamıyorlar. Bu düşünce-şekli aslında çok kısır ve dardır. Hâlbuki İslâm düşüncesi velûddur. Müslümanlar bu düşünce yerine modernist kısır düşünceye göre düşünmekle kendilerine yazık ettiler/ediyorlar.

Modernizm, bilerek bir güvensizlik ortamı oluşturur. Böylece insanlar kendilerini güvensiz hissedeceklerinden bencilleşirler ve bencil hedefleri peşinde koşmaya başlarlar. Fakat bu hedefleri yakalamakla bir güvenliğe ve tatmine ulaşamazlar. Modernizmde güvenlik ve tatmin, sürekli olarak peşinden koşulacak bir şeydir. İsl3am ise kâlplere huzur verir ve kişiyi tam olarak tatmin eder. Zâten kâlpler ancak vahiy ile tatmin olur:

“Bunlar, îman edenler ve kâlpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kâlbler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Ra’d 28).

Modernizm, devletleri bölüp parçalar ki daha iyi yönetsin; işte insanı da bireyselleştirerek parçalar ki insanı da daha kolay yönetebilsin. Fakat bu durum insanı korkaklaştırır ve mutsuz eder. Hâlbuki modernizm, insanı bireyselleştirerek mutlu edeceğini zannediyordu. Bu öngörü gerçekleşmediği gibi, tam tersine dönmüş ve modernizm bir kez daha çelişki yaşamıştır-yaşamaktadır.

Modernizm, teknolojiyi üretip yaygınlaştırarak insana hizmet ettiğini söylüyor ve insanların işlerini kolaylaştıracağını ve böylece insanın kendine daha fazla zaman ayırabileceğini söyleyerek teknolojiyi kutsadı-kutsuyor. Fakat teknoloji insanın ve kâinâtın büyüsünü bozdu-bozuyor. Teknoloji çıkalı insanlar kendilerine ve sevdiklerine zaman ayıramıyor. Teknoloji, insanları kendine bağladı ve esir etti. Yüz-yüze, kâlp-kâlbe görüşüp konuşmanın yerini bir “kısa mesaj”ın alması, zannedildiği gibi bir ilerleme değil, büyük bir gerilemedir ve insanı insanlığından aşağı indirir. İnsanlar teknoloji yüzünden aşağıların aşağısına doğru düşmekteler. Modernizm teknoloji konusunda da büyük çelişkiler yaşamaktadır. Zîrâ teknoloji insanları mutlu değil, çok daha mutsuz ediyor. Çünkü teknoloji, rûhu blôke etti-ediyor.

Modernizm en çok da İslâm ile çelişir. Zâten İslâm ile modernizmin uzlaşması imkânsızdır. Mustafa İslamoğlu:

“Modernizm kadınları köleleştirmiştir, hem de özgürleştirme adına köleleştirmiştir. İslâm kadını aşağılamamıştır, modernizm “Anne”yi aşağılamıştır. Modernizmin sorunu eşyâ iledir. Eşyânın doğal hâlini bir-türlü sevememişlerdir, eşyâya hak-ettiği değeri verememişlerdir, Modernizm doğallıktan nefret eder, sûniliğe hayrandırlar. Modernizm bize, “açlık evrenseldir” diyor, oysa biz “gıdâ evrenseldir” diyoruz. Modernizmin istediği insanların devleti korumasıdır. İslâm’a göre bir tek insan bile devletten önemlidir. Modernizm, “tekrâr olan yerde çürüme olur” der, İslâm ise bunun tam zıddını söyler. Modernizm, “kendini tutma!”, der, İslâm ise “kendini tut” der, zâten İslâm hep “tutma”dan bahseder, oruç tutma, yemîni tutma vs. Modernizmin “özgürlük” dediğine İslâm “küfür” der. İslâm’a göre özgürlük, bütün tutkuların serbestçe yapılması değil, tutkularından arınmakla olur. Tesettür kadın ve erkek ilişkisini kesmez, sürdürür, ilişkiyi esas modernizm kesmiştir. Modernizm her-şeyi yarım yapar ve yaptırır. İslâm ise eksiksizdir ve mü’minlerden “tam yapma”larını ister ve bir şeyin yarım bırakılmasına râzı değildir. Modernizmin sunduğu özgürlük, İslâm’a göre esârettir” der.

Modernizm: “Zulmettiğin kadar refaha ulaşırsın”, “tükettiğin kadar insansın” der. Modernizm, çıkarların hüküm sürdüğü bir Dünyâ arzular ve ister. Modernizmde adâlet zenginler içindir, fakirler için değil. Vel hâsıl kelam; modernizm şeytanın uygarlığıdır. Bir çelişkiler uygarlığı.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Eylül 2016






















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder