“Onların çoğu Allah’a îman etmezler de ancak şirk
katıp-dururlar” (Yûsuf 106).
Bahâiliğin “ılımlı” olması;
küresel güçlerin “ılımlı dîn”e ihtiyaçları oluşu; Fethullah Gülen’in hem Bahâi
olduğu iddiaları, hem de küresel Ilımlı İslâm Projesi’nin baş temsilciliğini
yapması; Bahâilerle aynı görüş olarak Îran düşmanlığı; Fethullah’ın Türkiye’de
darbe girişimi ile yönetimi ele geçirerek, küresel güçlerin isteği
doğrultusunda Türkiye üzerinden tüm Ortadoğu ve Afrika’ya Ilımlı İslâm
kapsamında demokrasi ihrâç etme projesine destek vermesi, Ilımlı İslâm ile Bahâiliğin
örtüştüğü ve benzediği yerlerdir. Bütün bunlar İslâm’ın altını oyma
girişimleridir. İslâm’ı “içeriden yıkma” girişimleridir. Zîrâ İslâm’ı hiç-bir
güç dışarıdan yıkamaz-yıkamıyor.
Dinler-arası diyalogcuların felsefeleri
Bahâilik dîninin düşünceleri ile çok benzerdir. Çünkü bâtıl hep aynı kafadadır
ve zâten insanlar yâ İslâm yada câhiliye toplumu olarak ikiye ayrılır:
“Îman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler
ise tâğut yolunda savaşırlar; öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç
şüphesiz, şeytanın hîleli-düzeni pek zayıftır” (Nîsâ 76)
Bahâilik ile Ilımlı İslâm
yada modernizm, tâğutun yolunda “câhili toplum olmak” anlamında birleşirler.
Zâten söylemleri ile eylemleri de çok benzerdir. Aralarındaki benzerlikler
şunlardır..
İkisi de kâfir-mü’min,
haram-helâl ayrımı yapmamakta birleşirler.
Erkek ile kadını mutlak
anlamda eşit görmekle kadına zulmederler. Zîrâ kadın erkekle eşit olunca aynı
yada benzer sorumluluklar almak zorunda kalır fakat yapı gereği nârin olan
kadınlar bundan zarar görür ve yeni sorumluluklar kadına artı bir yük getirir.
Hak katında tek geçerli din
İslâm olmasına rağmen ve en son olarak da Peygamberimiz Hz. Muhammed’in
temsilciliğini yaptığı İslâm dîni ile, yolunda gittikleri tahrif edilip
bozulmuş ve yozlaşmış olan bâtıl dinleri aynı kefeye koyarlar ve “hak ve bâtıl
din” ayırımını yapmayarak “tek hak din” olan İslâm’a zulmetmiş olurlar ve şirke
düşerler. Fakat ilginç bir durum vardır ki, diğer dinlere gösterdikleri
hoşgörüyü bir-tek İslâm’a göstermezler. Çünkü İslâm’ı “bütünüyle” kabûl
edemezler. Bunun nedeni, İslâm’ın, çıkarlarına çomak sokmasıdır. Bu nedenle
İslâm’ı bâtıl dinler ile, düşünceler ile ve Bahâilikle aynı paralelde ılımlaştırarak
İslâm’ın kesin-radikâl hükümlerini yumuşatmaya çalışırlar.
“Din, bilim ile uyum içinde olmalıdır”
derler fakat bunu din lehine değil de bilim lehine yaparlar ve modern-bilim ile
uyuşmayan âyetleri ya iftirâ atarak inkâr ederler, ya göz-ardı ederek istinkâf
ederler, yâni o âyetlere karşı soğuk davranarak uzak dururlar, yada âyetleri
aşırı yorumlamayla zorlayarak ve anlam kaymasına uğratarak bilimsel teorilere
uydurmaya çalışırlar.
Eğitime çok önem verirler
fakat bu eğitim lâik/seküler-merkezlidir. İslâm-merkezli eğitime ise
karşıdırlar ve zinhar sözünü bile etmezler bunun. Bu nedenle din konusunda
bir-çok tâvizler verirler ve dîni modernizme uydurmaya çalışırlar. Meselâ
Ilımlı İslâm ve Bahâilikte tesettüre çok önem verilmez ve zâten küresel tâğutların
Ilımlı İslâm Projesi’nin baş-taşeronu olan Fethullah Gülen de baş-örtüsünü teferruat
yada fürûat sayar ki, aslında her ikisi de aynı anlamdadır. Böylece daha ilk
baştan îtibâren dîni ılımlılaştırıp tahrif etmeye yönelirler.
Bahaullah
denilen kişi ve Bahailer ile Fethullah Gülen’in yollarının kesişmesi ve
hayatlarının bir döneminde aynı yerleşim yerlerinde yaşamış olmaları da
ilginçtir. Şöyle ki; Şiiler, Bahaullah Mirza Hüseyin Ali Nuri’ye de büyük tepki
gösterdi. Bunun üzerine o ve yakınları Osmanlı Devleti’nden yardım ve sığınma
istediler. Önce Bağdat’a sürgün geldiler; orada Mirza Hüseyin Ali, mehdiliği
bırakıp 21 Nisan 1863’te peygamberliğini îlan etti. Bu gelişmeler üzerine Bağdat’ta
da tepkiler başlayınca, Osmanlı otoriteleri onları Erzurum bölgesine getirdi.
Daha sonra da, Erzurum’un Îran’a yakın olmasından dolayı Bahaullah ve yakınları
Edirne’ye nakledildi. Nihâyet 1868 yılında Akka’ya sürgün edildiler. Bahaullah
ölümüne kadar orada yaşadı. Ölümünden sonra büyük oğlu Abbas, Mısır, Avrupa ve
Amerika’yı dolaşarak gezdiği yerlerde Bahailiği yaymaya çalıştı.
Hem Bahâilik hem de Ilımlı
İslâm düşüncesinin modernizme aykırı bir düşüncesi yoktur, olamaz ve benimsenmez
de. Dînin sâdece kâlplerde-gönüllerde-vicdanlarda kalması yâni hapsedilmesi
gerektiğini söylerler ve din deyince insanların akınla “sevgi”, “aşk” gibi
sözler gelir.
Tüm Dünyâ’da ortak bir dilin
olmasını isterler ama nedense bu dilin İngilizce’den başka bir dil olmasını
düşün(e)mezler. Bahâiliğe göre ortak dil İngilizce olmalıdır. Semih Tufan
Gülaltay; “Fethullah’ın Orta Asya’daki misyonundan biri de İngilizce’nin
yaygınlaştırılmasıdır. Bahâiler dünyâ-çapındaki iktidarlarında İngilizce’yi
resmî dil olarak îlân edeceklerdir. Fethullah’ın okullarının tümünde de
İngilizce’nin öğretilmesinin nedeni budur” der.
Dilin tüm Dünyâ’da İngilizce
olması zâten küresel tâğutların da isteğidir. Böylece tüm dünyâ-insanları aynı
dile sâhip olunca aynı düşünceye ve kültüre de sâhip olacaklardır. Böylece herkes
aynı şekilde tüketecek ve “üretici” olan tâğutlar servetlerine servet katacaklar,
tâğutların uşakları da bundan pay alacaklardır. Şeytan ise iktidârının keyfini
çıkaracaktır.
Birliği savunmalarına rağmen
bu birlik seküler anlamda bir birliktir. İslâm’i anlamda bir birliği (ümmet) zinhar
istemezler ve zâten amaçları böyle bir birliği önlemektir. Bunu,
destekledikleri kimselere bakarak anlayabilirsiniz. Bahâilikte, yürürlükte olan
mevcut siyâsete karşı alternatif bir düşünce oluşturmak ve o düşüncede hareket
etmek olmadığı gibi, Ilımlı İslâm Düşüncesi’nde de bu böyledir. Mevcut düzeni
hiç yorumlamadan ve eleştirmeden olduğu gibi kabûl ederler ve ona destek
olurlar. Çünkü “güç”ten yanadırlar.
Bahâiliğin olumlu yanı,
aşırı zenginliğin ve aşırı fakirliğin olmamasını istemesidir. Fakat bu
düşüncede olmalarına rağmen bu sâdece düşüncede kalır ve pratikte bırakın bu
aşırı farklılığı, kendileri zenginlik anlamında aşırı farklılaşırlar.
Hem Bahâilikte hem de Ilımlı
İslâm’da din, vicdanlara hapsedilmiş ve sâdece araştırmanın-incelemenin konusu
olmuştur. Hayatta geçerli olarak kabûl ettikleri ideoloji ise pozitivizmdir.
Bahâilik ile Ilımlı İslâm,
siyâsete zinhar karışmazlar. Bahâilikte “siyâsete karışmama” vardır. İkisinde
de din vicdanlara hapsedilir ve dînin bir devlet talebinin olmadığı söylenir.
Allah’ın “gökte ilah” olmasına mecbûren ses çıkar(a)mazlar fakat yerde de ilah
olmasına kat’iyen izin vermezler. Bu nedenle de lâik-seküler-demokratik-liberâl-kapitâlist
ne kadar değer varsa baş-tâcı edilir.
“Bahâiliğin amacı Amerika’yı
“dünyâ imparatorluğu” yapmaktır” denir. Ilımlı İslâm söylemleri de, batı’ya ve
ABD’ye karşı çıkacak tek güç olan İslâm’ı laytlaştırarak, İslâm’ın bu gücünü
kırmakla ABD’ye alan açmaya çalışır. Ilımlı İslâm’ın baş taşeronu Fethullah
Gülen de, “ABD’den ve İsrâil’den izin alınmadan bir iş yapılmamasını”
söyleyerek onların uşağı olduğunu îlân eder.
Aslında tüm modernlerin
söylemi aynı ve benzerdir. Bahâilik, tüm din ve düşüncelerin birliğinden ve
aynılığında söz ettiği için ve Ilımlı İslâm ise İslâm’ın siyâsette ve
sosyâl-kamusal alanda görünür olmakla değil de, dîni vicdanlara hapsetme ve “olur
efendim”ci olduğundan, Ilımlı İslâm söylemleri bâtıniliğin ve dolayısı ile Bahâiliğin
söylemleri ile örtüşmektedir. Tasavvufa göre de İslâm, sâdece gönüllere hitâp
eden bir dindir ve tasavvufun müntesipleri de bu doğrultuda düşünerek tâğutlara
alan açmış olurlar.
Peki Bahâiliğin ve Ilımlı İslâm’ın,
dînin hayâta hâkim olması inancına ve emrine düşmanlıkları nereden geliyor?.
Çünkü ikisi de modernizm kökenlidir ve modernizm, bilindiği gibi; “küçük bir
grubun çıkarlarına uygun olmak” demektir. Bu düşmanlık İslâm’ın Îran’ı
fethettiği zamanlarda da olmuştu ve İslâm, Îran’ı fethedince oranın nüfuzlu
kimseleri İslâm’ın içine onu içeriden yıkmak için katılmışlardı. İslâm’ı tam
anlamıyla benimseyemediler. Zîrâ çıkarlarını kaybetmelerine neden olan İslâm’ı
affedemezlerdi. Bernard Lewis:
“Bir fetih ve yeni bir devlet
düzeninin, önceden iktidâr ve servet tekeline sâhip olan önemli grupları
yerlerinden etmesi kaçınılmazdır. Herhâlde böyle bir değişikliğin etkisi
doğudaki eski Pers eyâletlerinde, batı’daki eski Bizans eyâletlerinden daha
fazla görülmüştür. Mısır ve Sûriye’deki yerlerinden olan Bizanslı iş-adamları
eski topraklarıyla halklarını yeni efendilerine bırakarak Bizans başkentine
çekilebilirlerdi. Ancak Pers iş-adamlarının kaçacak yerleri yoktu.
İmparatorluklarının başkentini Araplar ellerine geçirmişti ve bir-kaçı
dışındakiler oldukları yerde kalarak yeni devlet düzeninde kendilerine bir yer
bulmaya çalışmak zorundaydılar” der.
Tabi, Îran’lılar içinde, İslâm’ı yıkmak için
uğraşanlar olduğu gibi, ona değerli katkılar yapanlar da vardı.
İşte modernizm ve onun
uşaklığını yapan Bahâilik ve Ilımlı İslâm’cılar ve Ilımlı İslâm’ın baş
temsilcisi olan Fethullah Gülen, küresel tâğutların kontrôlünde olduklarından
dolayı onlar gibi düşünmekte, onların düşman olduklarına düşman olmakta ve İslâm’ın
hayâta hâkim olmasına karşı çıkmaktadırlar. Zîrâ aksi-takdirde çıkarları zarar
görecektir.
Fakat… İslâm; küresel tâğutların
ve Bahâiliğin istediği gibi ve Ilımlı İslâm’cıların zannettiği gibi sâdece
vicdanlarda kalacak ve oraya hapsedilecek bir din değil; hayâtın tam ortasında
hâkim olmak isteyen, bunu bir inkılâp ve ihtilâl süreciyle tamamlamayı hedefleyen
bir dindir. Böylece daha önce yaptığı gibi; şeytanı, tâğutları ve onların
uşaklarını bertarâf edip, hak-hakîkat, adâlet ve eşitliği Dünyâ’da hâkim kılmak
ister:
“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde
bulunanlara vâdetmiştir: Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl “güç ve
iktidâr sâhibi” kıldıysa, onları da yeryüzünde “güç ve iktidâr sâhibi” kılacak,
kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp
sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar,
yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan
sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).
Târih boyunca İslâm’ı
yıkmanın çeşitli yolları denenmiş ve ancak son iki yüzyılda başarılı
olunabilmiştir. Lâkin yıkılan İslâm değil, müslümanlardır ve İslâm her dâim
yeniden hayâta hâkim olma potansiyeline sâhip olarak dipdiri bir şekilde
müslümanları beklemektedir. Zâten İslâm’ı hayâta hâkim kılmak isteyen bir damar
da alttan-alttan akmakta ve yol alıp durmaktadır. Allah’ın istediği ve
dilediği, yâni müslümanları bu işe lâyık bulup hâkimiyetlerini onayladığı bir
zamanda yeniden hayâta yâni Dünyâ’ya hâkim olacak ve hakîki İslâm’dan gayrisi
ya mahvolup yok olacak ve silinip gidecek, yada küçük düşürülüp ezilmiş bir hâlde
belki de kıyâmete kadar yeniden yer-altına çekilmek zorunda kalacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Eylül 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder