17 Eylül 2016 Cumartesi

Bahâilik İle Ilımlı İslâm’ın Benzerliği


“Onların çoğu Allah’a îman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar” (Yûsuf 106).

 

Bahâiliğin “ılımlı” olması; küresel güçlerin “ılımlı dîn”e ihtiyaçları oluşu; Fethullah Gülen’in hem Bahâi olduğu iddiaları, hem de küresel Ilımlı İslâm Projesi’nin baş temsilciliğini yapması; Bahâilerle aynı görüş olarak Îran düşmanlığı; Fethullah’ın Türkiye’de darbe girişimi ile yönetimi ele geçirerek, küresel güçlerin isteği doğrultusunda Türkiye üzerinden tüm Ortadoğu ve Afrika’ya Ilımlı İslâm kapsamında demokrasi ihrâç etme projesine destek vermesi, Ilımlı İslâm ile Bahâiliğin örtüştüğü ve benzediği yerlerdir. Bütün bunlar İslâm’ın altını oyma girişimleridir. İslâm’ı “içeriden yıkma” girişimleridir. Zîrâ İslâm’ı hiç-bir güç dışarıdan yıkamaz-yıkamıyor.

 

Dinler-arası diyalogcuların felsefeleri Bahâilik dîninin düşünceleri ile çok benzerdir. Çünkü bâtıl hep aynı kafadadır ve zâten insanlar yâ İslâm yada câhiliye toplumu olarak ikiye ayrılır:

 

“Îman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tâğut yolunda savaşırlar; öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hîleli-düzeni pek zayıftır” (Nîsâ 76)

 

Bahâilik ile Ilımlı İslâm yada modernizm, tâğutun yolunda “câhili toplum olmak” anlamında birleşirler. Zâten söylemleri ile eylemleri de çok benzerdir. Aralarındaki benzerlikler şunlardır..

 

İkisi de kâfir-mü’min, haram-helâl ayrımı yapmamakta birleşirler.

 

Erkek ile kadını mutlak anlamda eşit görmekle kadına zulmederler. Zîrâ kadın erkekle eşit olunca aynı yada benzer sorumluluklar almak zorunda kalır fakat yapı gereği nârin olan kadınlar bundan zarar görür ve yeni sorumluluklar kadına artı bir yük getirir.

 

Hak katında tek geçerli din İslâm olmasına rağmen ve en son olarak da Peygamberimiz Hz. Muhammed’in temsilciliğini yaptığı İslâm dîni ile, yolunda gittikleri tahrif edilip bozulmuş ve yozlaşmış olan bâtıl dinleri aynı kefeye koyarlar ve “hak ve bâtıl din” ayırımını yapmayarak “tek hak din” olan İslâm’a zulmetmiş olurlar ve şirke düşerler. Fakat ilginç bir durum vardır ki, diğer dinlere gösterdikleri hoşgörüyü bir-tek İslâm’a göstermezler. Çünkü İslâm’ı “bütünüyle” kabûl edemezler. Bunun nedeni, İslâm’ın, çıkarlarına çomak sokmasıdır. Bu nedenle İslâm’ı bâtıl dinler ile, düşünceler ile ve Bahâilikle aynı paralelde ılımlaştırarak İslâm’ın kesin-radikâl hükümlerini yumuşatmaya çalışırlar.

 

“Din, bilim ile uyum içinde olmalıdır” derler fakat bunu din lehine değil de bilim lehine yaparlar ve modern-bilim ile uyuşmayan âyetleri ya iftirâ atarak inkâr ederler, ya göz-ardı ederek istinkâf ederler, yâni o âyetlere karşı soğuk davranarak uzak dururlar, yada âyetleri aşırı yorumlamayla zorlayarak ve anlam kaymasına uğratarak bilimsel teorilere uydurmaya çalışırlar.

 

Eğitime çok önem verirler fakat bu eğitim lâik/seküler-merkezlidir. İslâm-merkezli eğitime ise karşıdırlar ve zinhar sözünü bile etmezler bunun. Bu nedenle din konusunda bir-çok tâvizler verirler ve dîni modernizme uydurmaya çalışırlar. Meselâ Ilımlı İslâm ve Bahâilikte tesettüre çok önem verilmez ve zâten küresel tâğutların Ilımlı İslâm Projesi’nin baş-taşeronu olan Fethullah Gülen de baş-örtüsünü teferruat yada fürûat sayar ki, aslında her ikisi de aynı anlamdadır. Böylece daha ilk baştan îtibâren dîni ılımlılaştırıp tahrif etmeye yönelirler.

 

Bahaullah denilen kişi ve Bahailer ile Fethullah Gülen’in yollarının kesişmesi ve hayatlarının bir döneminde aynı yerleşim yerlerinde yaşamış olmaları da ilginçtir. Şöyle ki; Şiiler, Bahaullah Mirza Hüseyin Ali Nuri’ye de büyük tepki gösterdi. Bunun üzerine o ve yakınları Osmanlı Devleti’nden yardım ve sığınma istediler. Önce Bağdat’a sürgün geldiler; orada Mirza Hüseyin Ali, mehdiliği bırakıp 21 Nisan 1863’te peygamberliğini îlan etti. Bu gelişmeler üzerine Bağdat’ta da tepkiler başlayınca, Osmanlı otoriteleri onları Erzurum bölgesine getirdi. Daha sonra da, Erzurum’un Îran’a yakın olmasından dolayı Bahaullah ve yakınları Edirne’ye nakledildi. Nihâyet 1868 yılında Akka’ya sürgün edildiler. Bahaullah ölümüne kadar orada yaşadı. Ölümünden sonra büyük oğlu Abbas, Mısır, Avrupa ve Amerika’yı dolaşarak gezdiği yerlerde Bahailiği yaymaya çalıştı.

 

Hem Bahâilik hem de Ilımlı İslâm düşüncesinin modernizme aykırı bir düşüncesi yoktur, olamaz ve benimsenmez de. Dînin sâdece kâlplerde-gönüllerde-vicdanlarda kalması yâni hapsedilmesi gerektiğini söylerler ve din deyince insanların akınla “sevgi”, “aşk” gibi sözler gelir.

 

Tüm Dünyâ’da ortak bir dilin olmasını isterler ama nedense bu dilin İngilizce’den başka bir dil olmasını düşün(e)mezler. Bahâiliğe göre ortak dil İngilizce olmalıdır. Semih Tufan Gülaltay; “Fethullah’ın Orta Asya’daki misyonundan biri de İngilizce’nin yaygınlaştırılmasıdır. Bahâiler dünyâ-çapındaki iktidarlarında İngilizce’yi resmî dil olarak îlân edeceklerdir. Fethullah’ın okullarının tümünde de İngilizce’nin öğretilmesinin nedeni budur” der.

 

Dilin tüm Dünyâ’da İngilizce olması zâten küresel tâğutların da isteğidir. Böylece tüm dünyâ-insanları aynı dile sâhip olunca aynı düşünceye ve kültüre de sâhip olacaklardır. Böylece herkes aynı şekilde tüketecek ve “üretici” olan tâğutlar servetlerine servet katacaklar, tâğutların uşakları da bundan pay alacaklardır. Şeytan ise iktidârının keyfini çıkaracaktır.

 

Birliği savunmalarına rağmen bu birlik seküler anlamda bir birliktir. İslâm’i anlamda bir birliği (ümmet) zinhar istemezler ve zâten amaçları böyle bir birliği önlemektir. Bunu, destekledikleri kimselere bakarak anlayabilirsiniz. Bahâilikte, yürürlükte olan mevcut siyâsete karşı alternatif bir düşünce oluşturmak ve o düşüncede hareket etmek olmadığı gibi, Ilımlı İslâm Düşüncesi’nde de bu böyledir. Mevcut düzeni hiç yorumlamadan ve eleştirmeden olduğu gibi kabûl ederler ve ona destek olurlar. Çünkü “güç”ten yanadırlar.

 

Bahâiliğin olumlu yanı, aşırı zenginliğin ve aşırı fakirliğin olmamasını istemesidir. Fakat bu düşüncede olmalarına rağmen bu sâdece düşüncede kalır ve pratikte bırakın bu aşırı farklılığı, kendileri zenginlik anlamında aşırı farklılaşırlar.

 

Hem Bahâilikte hem de Ilımlı İslâm’da din, vicdanlara hapsedilmiş ve sâdece araştırmanın-incelemenin konusu olmuştur. Hayatta geçerli olarak kabûl ettikleri ideoloji ise pozitivizmdir.

 

Bahâilik ile Ilımlı İslâm, siyâsete zinhar karışmazlar. Bahâilikte “siyâsete karışmama” vardır. İkisinde de din vicdanlara hapsedilir ve dînin bir devlet talebinin olmadığı söylenir. Allah’ın “gökte ilah” olmasına mecbûren ses çıkar(a)mazlar fakat yerde de ilah olmasına kat’iyen izin vermezler. Bu nedenle de lâik-seküler-demokratik-liberâl-kapitâlist ne kadar değer varsa baş-tâcı edilir.

 

“Bahâiliğin amacı Amerika’yı “dünyâ imparatorluğu” yapmaktır” denir. Ilımlı İslâm söylemleri de, batı’ya ve ABD’ye karşı çıkacak tek güç olan İslâm’ı laytlaştırarak, İslâm’ın bu gücünü kırmakla ABD’ye alan açmaya çalışır. Ilımlı İslâm’ın baş taşeronu Fethullah Gülen de, “ABD’den ve İsrâil’den izin alınmadan bir iş yapılmamasını” söyleyerek onların uşağı olduğunu îlân eder.

 

Aslında tüm modernlerin söylemi aynı ve benzerdir. Bahâilik, tüm din ve düşüncelerin birliğinden ve aynılığında söz ettiği için ve Ilımlı İslâm ise İslâm’ın siyâsette ve sosyâl-kamusal alanda görünür olmakla değil de, dîni vicdanlara hapsetme ve “olur efendim”ci olduğundan, Ilımlı İslâm söylemleri bâtıniliğin ve dolayısı ile Bahâiliğin söylemleri ile örtüşmektedir. Tasavvufa göre de İslâm, sâdece gönüllere hitâp eden bir dindir ve tasavvufun müntesipleri de bu doğrultuda düşünerek tâğutlara alan açmış olurlar.

 

Peki Bahâiliğin ve Ilımlı İslâm’ın, dînin hayâta hâkim olması inancına ve emrine düşmanlıkları nereden geliyor?. Çünkü ikisi de modernizm kökenlidir ve modernizm, bilindiği gibi; “küçük bir grubun çıkarlarına uygun olmak” demektir. Bu düşmanlık İslâm’ın Îran’ı fethettiği zamanlarda da olmuştu ve İslâm, Îran’ı fethedince oranın nüfuzlu kimseleri İslâm’ın içine onu içeriden yıkmak için katılmışlardı. İslâm’ı tam anlamıyla benimseyemediler. Zîrâ çıkarlarını kaybetmelerine neden olan İslâm’ı affedemezlerdi. Bernard Lewis:

 

Bir fetih ve yeni bir devlet düzeninin, önceden iktidâr ve servet tekeline sâhip olan önemli grupları yerlerinden etmesi kaçınılmazdır. Herhâlde böyle bir değişikliğin etkisi doğudaki eski Pers eyâletlerinde, batı’daki eski Bizans eyâletlerinden daha fazla görülmüştür. Mısır ve Sûriye’deki yerlerinden olan Bizanslı iş-adamları eski topraklarıyla halklarını yeni efendilerine bırakarak Bizans başkentine çekilebilirlerdi. Ancak Pers iş-adamlarının kaçacak yerleri yoktu. İmparatorluklarının başkentini Araplar ellerine geçirmişti ve bir-kaçı dışındakiler oldukları yerde kalarak yeni devlet düzeninde kendilerine bir yer bulmaya çalışmak zorundaydılar” der.

 

Tabi, Îran’lılar içinde, İslâm’ı yıkmak için uğraşanlar olduğu gibi, ona değerli katkılar yapanlar da vardı.

 

İşte modernizm ve onun uşaklığını yapan Bahâilik ve Ilımlı İslâm’cılar ve Ilımlı İslâm’ın baş temsilcisi olan Fethullah Gülen, küresel tâğutların kontrôlünde olduklarından dolayı onlar gibi düşünmekte, onların düşman olduklarına düşman olmakta ve İslâm’ın hayâta hâkim olmasına karşı çıkmaktadırlar. Zîrâ aksi-takdirde çıkarları zarar görecektir.

 

Fakat… İslâm; küresel tâğutların ve Bahâiliğin istediği gibi ve Ilımlı İslâm’cıların zannettiği gibi sâdece vicdanlarda kalacak ve oraya hapsedilecek bir din değil; hayâtın tam ortasında hâkim olmak isteyen, bunu bir inkılâp ve ihtilâl süreciyle tamamlamayı hedefleyen bir dindir. Böylece daha önce yaptığı gibi; şeytanı, tâğutları ve onların uşaklarını bertarâf edip, hak-hakîkat, adâlet ve eşitliği Dünyâ’da hâkim kılmak ister:

 

“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl “güç ve iktidâr sâhibi” kıldıysa, onları da yeryüzünde “güç ve iktidâr sâhibi” kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).

 

Târih boyunca İslâm’ı yıkmanın çeşitli yolları denenmiş ve ancak son iki yüzyılda başarılı olunabilmiştir. Lâkin yıkılan İslâm değil, müslümanlardır ve İslâm her dâim yeniden hayâta hâkim olma potansiyeline sâhip olarak dipdiri bir şekilde müslümanları beklemektedir. Zâten İslâm’ı hayâta hâkim kılmak isteyen bir damar da alttan-alttan akmakta ve yol alıp durmaktadır. Allah’ın istediği ve dilediği, yâni müslümanları bu işe lâyık bulup hâkimiyetlerini onayladığı bir zamanda yeniden hayâta yâni Dünyâ’ya hâkim olacak ve hakîki İslâm’dan gayrisi ya mahvolup yok olacak ve silinip gidecek, yada küçük düşürülüp ezilmiş bir hâlde belki de kıyâmete kadar yeniden yer-altına çekilmek zorunda kalacaktır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2016

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder