“Andolsun, sizin için,
Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın
Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır”
(Ahzâb 21).
Aslında, belli bir dönem
için Altın-Çağ ifâdesini kullanmak yerine, “hakkın, hakîkatin, ahlâkın,
adâletin, iyiliğin, paylaşımın ve tevhidin ikâme edilip hâkim olduğu zamanlar,
Allah’ın râzı olduğu zamanlardır” demek daha doğru olur. Çünkü bâtılın peşinde
gidenler de dâhil herksin bir “altın-çağ”ı vardır ve onu över durur. Kendisinin
en çok palazlandığı, Dünyâ’dan en çok yararlandığı, en güçlü olduğu, makam ve
mevkî sâhibi olduğu, bağlı olduğu ideolojinin en zirvesine çıktığı, bir ülkenin
ve devletin gücünün doruğuna çıktığı, topraklarını en çok genişlettiği, ilimde,
bilgide ve teknolojide en çok atılımın yapıldığı vs. zamanlar “altın-çağ” olarak
kabûl edilir. İslâm’ın altın-çağı ise, Allah’ın mü’minlerden râzı olduğu ve
yardımını ulaştırdığı ve böylece şirkin, küfrün ve zulmün ber-tarâf edildiği ve
hakkın-hakîkatin, adâletin-eşitliğin, ahlâkın ve tevhidin hâkim kılındığı zamanlardır.
Vahiy, Dünyâ’nın “altını
üstüne getirmek için” indirilmiştir. Kur’ân “kâlpler için” bir şifâdır; zihinleri
ise allak-bullak eder ve iç-âlemlerden sonra dış-âlemin yâni Dünyâ’nın altını
üstüne getirir. Zîrâ o “büyük bir haber (Nebe’)”dir.
Mevcut Dünyâ “anlamsız” bir
Dünyâ’dır. Mü’minlerin bu anlamsız dünyâya anlam katması zorunluluğu vardır.
Gerekirse bunu, Dünyâ’nın altını üstüne getirerek yapar. Bir müslümanın
Dünyâ’nın altını üstüne getirmek isteği, hedefi ve görevi, “Dünyâ’yı sükûnete
kavuşturmak” içindir. Mevcut kötü durum nedeniyle Dünyâ’nın altını üstüne
getirme hayâli kurmayan kişi peygamber seçilmez ve kendisine vahyedilmez. Allah, peygamberleri, Dünyâ’nın altını üstüne
getirsinler-çevirsinler diye gönderir. Dünyâ’nın altını üstüne getirmeye
cesâret edemeyenler, “altın”ı üstün hâle getirirler. Sonra da başlarlar ona
tapmaya. Lâilaheillallah sözü ise, “yeryüzünün altını üstüne getirmek” ve
“şirki mahvedip, tevhidi ikâme etme”nin sloganı ve startıdır. Bu startın
başladığı an İslâm’ın altın-çağı da başlamış demektir.
Altın-çağ, tabiatın -sözde-
hâkimiyet altına alındığı çağ değildir. Tam-tersine tabiat insanları hâkimiyeti
altına almıştır.
Altın-çağ, robotların değil,
İslâm’ın-tevhidin hâkim olduğu-olacağı çağdır.
İslâm’ın altın-çağı, şûrâ
sisteminin terk edilerek Emeviler ile birlikte saltanatın başladığı ve
müslümanların siyâsî, askerî ve ekonomik anlamda güçlenerek büyük bir devlet
olduğu zamanlar değildir. Yine; saltanatın ve -sözde- hilâfetin el değiştirerek
yönetimin Abbâsiler’e geçtiği ve gücünün zirvesine ulaştığı dönem de değildir.
Me’mun döneminde Dâr’ûl Hikmet’in kurulduğu ve pagan felsefesinin ve biliminin
temel alındığı ve sonuçta çeşitli sapkın düşüncelerin de ortaya çıktığı dönem
de değildir. Kayıp Aydınlanma denilen ve bâzılarının da batı modernizmine
meftûn ve râm olmasından dolayı çok övdüğü Îran ve Orta-Asya’da İbn-i Sinâ,
Birûni ve Farâbi gibi kişiler ile bilimde bir ilerlemenin olduğu ve adına
İslâm’ın Altın-Çağı denilen zaman da değildir. İslâm’ın altın-çağı, sınırların
Çin’den İspanya’ya kadar genişlediği zamanlar değildir. Selçuklular ve
Osmanlılar ile cihangir devletlerin ortaya çıkması ve Dünyâ’nın hâkimi
oldukları dönem de değildir. Türkler için birilerinin zannettiği gibi ,
köhnemiş hilâfetin (!) ve saltanâtın
kaldırılıp yüzlerin, ruhların ve kâlplerin batı’ya ve muâsır devletlere
dönüldüğü zamanlar da değildir. Özellikle 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra
modern-bilim ve teknolojinin çok geliştiği (yada değiştiği) böylece Dünyâ’nın
iletişimde ve ulaşımda bir köye döndüğü modern ve post-modern zamanlar da
değildir.
Altını da yaratan Allah’ın
hesâba katılmadığı yada merkeze alınmadığı bir çağ nasıl olur da altın-çağ
olarak anılabilir?. İbn-i Sinâ, Birûni ve Farâbi gibi kişiler iyi
bilim-adamları ve düşünürlerdir fakat onlar din konusunda zayıftırlar. Hattâ
sapkın düşünceleri vardır yada dîne ilgisizdirler. Üstelik hâlleri ve
davranışları İslâm’a çok da uygun olmayanlar vardır aralarında. Peki İslâm’ın
yâni dînin altın-çağından bahsediyorsak, dînin ifsâd edildiği yada pek de kâle
alınmadığı kişilerin yaşadığı çağ nasıl olacak da İslâm’ın altın-çağı olacak?.
Bu dönemler “müslümanların altın-çağı” olabilir ama “İslâm’ın altın-çağı”
olamaz. İslâm’ın altın-çağı olabilmesi için hayâtın merkezinde Allah, İslâm ve
vahiy olması gerekir ve kişilerin tasavvurlarının, düşüncelerinin,
konuşmalarının, yazdıklarının ve amel-eylemlerinin İslâm-merkezli olması
gerekir:
“De ki:
Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman
olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).
Altın-çağ, tevhidin hâkim
olduğu çağdır. Asr-ı saadet çağı gibi. Tevhidin hâkim olması ise, göklerdeki
gibi sâdece Allah’a göre olan bir düzenin Dünyâ’da da kurulmaya başlanması yada
buna niyetlenerek çalışılmasıdır.
İslâm’ın altın-çağı, 23
yıllık nübüvvet sürecinde her-şeyin vahiy-merkezli olarak tasavvur edilmesi,
vahiy-merkezli olarak düşünülmesi, konuşulması, yazılması ve amel-eylemde
bulunulmasıdır. Tüm bunlar vahyin canlı-canlı inerken olması buna ayrıca bir
değer katar. Zâten bu-bağlamda Allah’ın, Peygamberimiz’i ve o’nunla birlikte
olanları “örnek” göstermesi de anlamlıdır. Örnek gösterildikleri için de
yaşadıkları zamâna “asr-ı saâdet çağı” denilmiştir. Altın-çağ için asr-ı saadet
çağından yada sürecinden daha iyi bir örnek olamaz. Çünkü dediğimiz gibi,
İslâm’ın altın-çağı, Allah’ın râzı olduğu ve yardımını ulaştırarak şirkin,
küfrün ve zulmün ber-taraf edilerek hakkın ve hakîkatin hâkim kılındığı çağ ve
dönemdir. Bu dönem özelde 23 yıl, genelde ise 50-60 yıllık bir dönemdir.
Altının bir gücü vardır,
fakat çelik ondan daha güçlüdür. Lâkin çelik çağı da en ideâl çağ değildir.
İslâm’ın altın çağı; kitap mizan ve demirin dengede olduğu çağdır.
İslâm’ın tüm zamanlar için
altın-çağı, hayâtın vahiy-merkezli olarak okunduğu ve dokunduğu, îmânın,
sabrın, direnişin, paylaşmanın, hicretin, kardeşliğin, cihadın, şehâdetin,
devletin ve medeniyetin ikâme edildiği ve başlatıldığı, Allah’ın da râzı olarak
nîmetlerini indirdiği çağdır. Allah’ın, âhiretin, gaybın, vahyin, dînin,
İslâm’ın, peygamberliğin, imânın, ibâdetin ve teslîmiyetin hesâba katılmadığı
yada merkezde olmadığı hiç-bir çağ altın-çağ falan değildir vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder