“O, iş-başına geçti mi yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise,
bozgunculuğu sevmez” (Bakara
205).
Âyetin “o”
dediği kim yada kimlerdir?. Elbette fıtrata, doğaya ve normâle aykırı davranan
kişi-kişiler. Bunlar Allah’ı, âhireti, gaybı, vahyi, peygamberleri ve İslâm’ı
hesâba katmadıkları için, düşündükleri, konuştukları, plânladıkları ve
yaptıklarına mutlakâ şeytan, nefs ve tâğutlar karışacaktır. İşe Allah’ı
karıştırmayıp da şeytanı, nefsi ve tâğutları karıştıranlar ise mutlakâ eksik ve
yanlış işler yapacaklar, sonuçta da çok da uzun olmayan bir vâdede ekini ve
nesli ifsâd edeceklerdir ki insanlık-târihi de işte genelde bunun yaşandığı
süreçtir.
Hayır!; başlığı
yanlış yazmadım; “dîni siyâsete âlet etmek”ten değil, “siyâseti dîne âlet
etmek”ten bahsedeceğim. Çünkü din dünyevî hiç-bir şeyin âleti olamaz. O sâdece
Dünyâ’da da âhirette de iyilerden olma ve iyiyle karşılaşma kılavuzudur. Şu da
var ki, siyâsete âlet edilen şey din değil, din adına uydurulan ve “din” diye
ortaya atılan bâtıllardır.
Din bir nesne
değildir ve öznedir. Her-şeyin öznesi. Zîrâ Allah’ın vahiylerinden oluşan din
“Allah’ın dîni”dir. Bu nedenle onu bir şeye âlet edemezsiniz. Aksine din, özne
olduğu için her-şeyi kendine âlet eder ve böylece her-şey dîne göre olur. Allah
katındaki tek hak din olan İslâm da zâten, her-şeyi dîne yâni İslâm’a göre belirlemek
ve ikâme etmek için indirilmiş bir din’dir. Peygamberimiz’in
imamlığı ve devlet-başkanlığı döneminde siyâset “dînin kontrôlü”nde ve
yönlendirmesinde idi. Hz. Osman zamânında işler tersine döndü ve tam-aksine din
siyâsetin kontrôlüne girmeye başladı. Daha sonra ise iş zıvanadan çıktı ki
hâlen de aynı-şekilde devâm etmektedir ve din yâni İslâm, siyâsetin sıkı
kontrôlü ve denetiminde bulunmakta, lâiklik denilen dinsizlik de buna kılıf
yapılmaktadır.
İslâm
her-şeye karışabilir ve “Allah’ın sözünü Dünyâ’da da hâkim kılmak için”
her-şeyi dîne âlet eder ki bu en çok da siyâset alanında böyle olmalıdır. Zîrâ
her-şeyi seküler siyâset belirliyorken, seküler siyâseti ise Allah’ı ve dîni
hesâba katmayanlar belirliyor. Böyle olunca da insanların çoğunluğu zor bir
hayat yaşarken, siyâseti belirleyen “mutlu azınlık çarkı” dönüp duruyor.
Sosyâli,
kültürel, âilevî, ahlâkî, ekonomik, asgarî, kânûnî, siyâsî her-şeyi ancak Allah
belirlediğinde ve her-şey İslâm’a göre olunca ancak, aynen göklerdeki gibi bir
düzen kurulabilir ve gerçek adâlet, eşitlik, hak-hakîkat ve ahlâk ikâme
edilebilir. Bunun başka da bir yolu yoktur. Hani bir türlü adâlet-eşitlik,
hak-hakîkat ve düzen-intizam sağlanamıyor da, tüm Dünyâ’da adâletsizliğin,
eşitsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın, açlığın-susuzluğun, şirkin-küfrün ve
zulmün hâkim olduğu bir yer hâline geliyor. İşte tüm bunların nedeni, Allah’ın,
âhiretin, gaybın, vahyin, peygamberlerin yân kısaca İslâm’ın her alanda hâkim
olmasının önlenmesi, özellikle de siyâsetin dîne âlet edilmemesi ve tam-aksine,
birilerinin, her-şeyde olduğu gibi, dîni siyâsetten de uzak tutmak için ellerinden
gelen her-şeyi yapıyor olmalarıdır. “Din siyâsete âlet edilemez” diyorlar ama
sürekli olarak “dinsizliği siyâsete âlet” ediyorlar.
Her-şey dînin
âleti olmadığında yâni her-şey dîne göre olmadığında, din “her-şeye göre”
olmaya başlar ki tüm zamanların asıl sorunu budur. Tüm vahiylerin ve peygamberlerin
gönderiliş nedeni, “her-şeyi dîne göre yapmak” yâni her-şeyi ama özellikle de
siyâseti dînin âleti kılmak”tır. Târih, dînin siyâsete âlet mi olacağı yoksa
siyâseti ve her-şeyi dînin âleti mi edineceğinin savaşımının târihidir.
Siyâset dîne
âlet edilmezse, din siyâsete âlet edilmeye başlar. Siyâset dîne âlet
edilmediğinde, din, her türlü siyâsete her zaman âlet edilmeye çalışılmıştır.
Zâten başka bir seçenek yoktur. O-hâlde ya -doğru olarak- “siyâset dîne” âlet
edilecek yada -yanlış olarak- “din siyâsete” âlet edilecektir. Bakmayın siz
modernlerin “dîni siyâsete âlet etmeyin” deyip durduklarına, onlar dîni
adamakıllı olarak siyâsete âlet edip durmaktadırlar. Çünkü dîni serbest
bıraksalar, din, siyâseti ele geçirecek ve siyâset dâhil her-şeyi kendine araç
edinecektir ki bu, “her-şeyin Allah’a ve dîne göre olması” demektir.
Siyâsete
dîni, imânı, kitabı, peygamberi, şeriatı yâni İslâm’ı, yâni Allah’ı
karıştırmamak, siyâsete; adâleti, eşitliği, ahlâkı, düzeni, intizâmı,
hakkı-hakîkati vs. karıştırmamak demektir. İşte seküler siyâset bununla
mâlûldür. O gidip diğeri gelirse, bu ideolojinin yerine diğer ideoloji hâkim
olursa, muâsır uygarlıklar gibi olursak vs. her-şeyin çok iyi olacağı vaâtleri
ve umutları her zaman boşa çıkmıştır ve bundan sonra da her zaman boşa
çıkacaktır. Çünkü Allah’ın, âhiretin, vahyin, dînin, peygamberlerin yâni
İslâm’ın işe karıştırılmaması tüm bu beklentileri boşa çıkaracak ve sonuç hep hüsrân olacaktır ki zâten hep
hüsrân olmaktadır. Sonuçta da umut, kitlelerin suyu-ekmeği olmaya devâm
edecektir.
Târih boyunca
tüm kâfir ve müşrik kavimler, dîni, putlar üzerinden siyâsetin âleti
yapmışlardır ki modern zamanlarda bu, “modern putlar” üzerinden yapılmaktadır.
Tüm peygamberler ve vahiyler ise işte bunu tersine çevirerek, “dîni siyâsete
âlet olmaktan” kurtarıp, tam-aksine, “siyâseti dînin âleti kılmak için”
gönderilmişlerdir. Zâten her-şey dînin âleti ve aracı olursa yâni her-şey dîne
göre olursa yerli-yerinde olur ve aynen göklerdeki bir düzen ve intizam Dünyâ’da
da kurulabilir. Aksi-hâlde herkes ve her-şey dîni âlet etmek isteyecek ve din
tahrif ve tahrip olmaya başlayacaktır.
Mezhep,
meşrep, târikat, tasavvuf vs. bunların ortaya çıkışı, din-kaynaklı değil,
siyâset-kaynaklıdır. Baktığınızda bu akımların, dîni hep siyâsetlerine âlet ettiklerini
ve dîni siyâsetlerine göre şekillendirdiklerini görürsünüz. İnsanlık târihi boyunca
bu hep böyle olduğu gibi, modern zamanlarda bu hâlen böyle olmaya devâm
etmektedir. Modern mezhep, meşrep, târikat, cemaatler, ideolojiler, inançlar,
felsefeler, düşünceler vs. şeytânî ve nefsi tüm akımlar, dîni hep siyâsetlerine
âlet etmeye çalışmakta ve dîni ifsâd ederek tahrif ve tahrip etmektedirler.
Bunlar, oluşturdukları siyâsetlerde hep dîni âlet olarak kullanmışlardır ve
kullanmaktadırlar.
“İslâm
siyasete âlet edilemez” diyenler, bâtıl dinler olan; lâik, seküler, demokratik,
komünist, sosyâlist, kapitâlist, feminist, sapık modern dinleri siyâsete âlet
etmekte bir sakınca görmezler. Evet; İslâm siyâsete âlet edilemez. Çünkü
siyâset “İslâm’ın âleti”dir.
Sosyâli,
kültürel, âilevî, ahlâkî, ekonomik, asgarî, kânûnî, siyâsî alanlara dîni yâni
Allah katındaki tek hak din olan İslâm’ı karıştırmayı büyük bir felâket olarak
görmek ya derin bir cehâlet yada ağır bir din-düşmanlığından başka bir şey
değildir. Buna müslümanların bir kısmının da katılıyor oluşu ahmaklık ve
budalalıktan başka bir şey olmaz. Zîrâ hem müslüman hem de lâik, demokratik,
seküler ve modern olmak absürdlükten başkası değildir. İnsanların çoğunluğu bu
absürdlükle mâlûldür. Lâkin İslâm’da çoğunluk her zaman olumsuzluk belirtir:
“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna
uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna
uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).
Dünyâ bir imtihan alanıdır ve bu imtihan kıyâmete kadar da bitecek
değildir. Bu da -sünnetullah gereğince- çeşitli zorlukların ortaya çıkmasına
neden olacaktır. Fakat niçin her-şeyi dînin âleti yaparak ve her-şeyi dîne göre
düzenleyerek Dünyâ’yı doğal, normâl ve fıtrî hâle getirip, sâdece “doğal
zorluklar”la imtihan olmak kolaylığı varken, dîn-İslâm hiç-bir şeye
karıştırılmadığı için ve seküler siyâsete âlet edilip durduğundan dolayı doğal
olmayan zorluklar içinde boğulup kalıyoruz ve imtihanları kaybederek hem
Dünyâ’da zor bir hayat yaşıyoruz hem de âhiretimizi de riske atıyoruz?. Çünkü
siyâseti dîne âlet edeceğimize, dîni siyâsete âlet ediyoruz ve böylece
sünnetullahın zoruyla karşılaşıp duruyoruz.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder