11 Ocak 2023 Çarşamba

İhtiyaçlara Tapmak

 

“Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Andolsun, biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: ‘Allah’tan korkup-sakının’ diye tavsiye ettik. Eğer inkâra saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah, hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayandır, hamde lâyık olandır” (Nîsâ 131).

 

İhtiyaç duymayan tek varlık Allah’tır. O’nun dışında tüm varlık mutlakâ bir şeylere ihtiyaç duyar. Zîrâ bir şeye ihtiyaç duymayacak olan, Bakî ve Yaratıcı olandır. İhtiyaç sâhipleri ise fânidir, ölümlüdür, yaratılmıştır. Zâten ihtiyaç sâhipleri, fâni, ölümlü ve yaratılmış olduğu için bir şeylere ihtiyaç duyar. Ne ki Yaratıcı’dır, ihtiyaç duymaz; ne ki yaratılmıştır, o ihtiyaç sâhibidir.

 

Belki de yaratılmış varlık içinde en çok şeye ihtiyaç duyan varlık insandır. Allah, insanın gerekli tüm ihtiyaçlarını karşılar. Hem de doğal, fıtrî ve normâl yollardan. Bu durum son 150-200 yıl önce bozulmaya başladı ve 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra doğal, normâl ve fıtrî ihtiyaçlar yerine, sûnî, a-normâl ve fıtrata aykırı şeyler üretildi ve insanlara “bunlar sizin temel ihtiyaçlarınızdır” diye yutturuldu ve yutturuluyor. Öyle ki, tam da nefse uygun olarak üretilen bu ürünlere insanlar kolay alıştı ve onları temel ihtiyaçlar olarak kabûl etti.

 

Aslında zinhar ihtiyâcımız olmayan şeyler bize olmazsa-olmaz ihtiyaçlarımız gibi gösterilmektedir. Meselâ şöyle bir örnek vereyim.. Bir keresinde markette bulunuyorken biri geldi ve 2,5 litrelik kola, bir tâne büyük boy 2 tâne de küçük boy cips, bir tâne büyük ve bir tâne de küçük çikolata ve 2 paket de sigara aldı ve aldıklarına baya yüksek bir rakam ödeyip çıktı gitti. Sonra market sâhibine, “deminki müşterinin aldığı şeylerin hangileri gerçekten ihtiyaç?” diye sordum, o da “hiç-biri” dedi. Modern-sûnî üretimler gerçek ihtiyaçlar hâline getirilince insanlar da artık gerçek ihtiyaçların değil sahtelerin peşine düşmeye başladılar. Üstelik bu ihtiyaçlara tapar hâle geldiler. Zîrâ bu ürünlere sâhip olmak için kendilerini paralıyorlar. Öyle ki bu durum daha çocuk yaşta başlıyor. Sabah kahvaltısında sofrada; doğal ev yapımı peynir-zeytin, pekmez, kaymak, bal, reçel, yumurta, tereyağı vs. varken, çocuklar gidip-gidip krem çikolata yiyorlar. Bu nasıl oluyor?. İnsanlar buna nasıl iknâ oluyor yada ediliyor?. Kanımca bunun cevâbı, bu ürünlerin bedenin ve nefsin haz merkezini tetiklemesinden dolayı bağımlılık yapmasıdır. Alışkanlık yapıyor, bağımlılık yapıyor ve sürekli olarak aynı şeyi istetiyor. Doğal olanda böyle bir şey olmuyor.

 

Modernizm, bir “sûnî ihtiyaçlar ortaya çıkarma uygarlığı”dır. İhtiraslar arttıkça ihtiyaçlar fazlalaşır ve gerçek olmayan ihtiyaçlar ortaya çıkar. Çünkü normâlde insanın o kadar da çok şeye ihtiyâcı yoktur. Ama doğal olmayan ihtiyaçlar bitmiyor ve almanın sonu bir türlü gelmiyor.  

 

Gerçek olmayan ihtiyaçlar insanı yozlaştırır. Yozlaşan insan, gerçekten ihtiyaç olmayan şeyleri arzulamaya başlar, bu arzu tapınmaya döner. Bizzat ihtiyaç duymak haz vermeye başlar. Bu durum yozlaşmayı daha da fazlalaştırır. Ne kadar çok şeye ihtiyaç duyarsanız o kadar çok yozlaşırsınız. Modern dünyânın hâl-i pür melâli işte bu yozlaşmadan ve gerçek olmayan ihtiyaçların peşinde koşmaktan dolayıdır.

 

Temel ihtiyaçlarımız Allah’tan gelir, sûnî ihtiyaçları ortaya çıkaran ve üretenler ise endüstridir, fabrikalardır. Buralarda üretilen ürünler sanki bir mârifetmiş gibi “el değmeden” üretilir. Fakat el değmeyince tadı-tuzu kaçar ve insanı tatmin etmez, doyurmaz ve iknâ etmez. El değmeden üretilen şeyler ancak tapınmanın aracı olurlar.  

 

Modern insan artık ihtiyaçlarının değil, ihtiraslarının peşinde koşan ve ihtiraslarını ihtiyaç zanneden ve de bunlara tapan bir varlık hâline gelmiştir. Oysa ihtiraslar ihtiyaç değildir. Modernizm tarafından üretilen sûni ürünler gerçek ihtiyaçlar olarak gösterilmekte ve alınmaya zorlanmaktadır. Öyle ki, modernizmin ürettiği bir ürün eğer bir toplumda, kültürde beğenilmeyen ve îtibâr edilmeyen bir şeyse, o toplumun kültürü ve yapısı bile değiştirilmek istenir. Sûnî ürünlere pazar açmak için her-şey yapılır ki sanal olan ürünleri kullanmak istemeyen toplumların zihniyetleri, zorlanarak da olsa bâtıl ideolojilerle-fikirlerle değiştirilmeye çalışılır ve o ülkelerde çeşitli izmler hâkim kılınır. Her-şey bu izmlere göre olunca doğal olana karşı bir gevşeme ve isteksizlik ortaya çıkar ve sûnî olana yönelme başlar. Zîrâ bu modern ürünlere pazar açabilmek ancak, o ürünlere tapılacak oranda arzu duyulduğunda gerçekleşir.     

 

Doğal, fıtrî ve normâl ihtiyaçlar Allah garantilidir. Güneş doğuyorsa, yağmur yağıyorsa sorun yoktur. Allah’ın rızk garantisi böyle olur. Her doğan rızkıyla gelir ve rızkı garantilidir. Lâkin modern ürünler bu garantiyi bozar. Doğal üretimde insanlar Allah’ın yarattıkları üzerinde çalışarak rızıklarını sağlarlar. Modern üretimde ise üretmek için doğal ve meşrû olmayan yollar kullanılır. Sûnî gübre, çeşitli kimyâsal maddeler ve şeytânî yöntemler kullanılır ve Dünyâ’nın çeşitli yerlerinden doğal kaynaklar sömürülür. Üstelik bunları üretmek için insanlar köle gibi çalıştırılır.

 

Tüm bunlar niçin yapılır?. İnsanların çok büyük çoğunluğu kendi ürettiklerini yiyip-içiyorsa, giyiyorsa ve kullanıyorsa sorun olmazken, modern üretimlerde ortaya çıkarılan ürünlerle birlikte iş değişir ve insanlar, ihtiyaç zannettiği bu şeylere ulaşmak için olmadık şeyler bile yaparlar. Çünkü doğal, normâl ve fıtrî olmayan bu ürünler olmazsa-olmaz ihtiyaç olarak görülür. Öyle ki bu ihtiyaç zannedilen şeylere âdetâ tapılmaya başlanır. Tabi doğal, normâl ve fıtrî olan şeylere de tapılmıştır. Çünkü bu ihtiyaçlara sâhip olmak için târih boyunca insana yakışmayacak şeyler yapılmıştır. 

 

Tapılmayı hak eden tak varlık, hiç-bir şeye ihtiyaç duymayan Allah’tır. Çünkü: “Allah, Samed’dir (her-şey O’na muhtâçtır, dâimdir, hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayandır)” (İhlâs 2). “Rabbin, hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayan rahmet sâhibidir” (En-âm 133).

 

İşte bunu bilen ve bu bilinçle düşünen ve yaşayan kişiler ihtiyaçlarına sınır koydukları için ihtiyaçlarına tapmazlar ve hattâ bu zihniyet ve yaşayış nedeniyle kendi ihtiyaçları olsa bile onu başkaları için verebilirler:

 

“Kendilerinden önce o yurdu (Medîne’yi) hazırlayıp îmânı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar felâh (kurtuluş) bulanlardır” (Haşr 9).

 

Zâten mü’minler ihtiyaçtan arta kalanı tez-elden çıkarmakla ve infâk etmekle emrolunmuşlardır:

 

“Ve sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: ‘İhtiyaçtan artakalanı’. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).

 

İnsan, infâk edemediği ve vazgeçemediği şeyin kölesi olur. Şeytan, Hz. Âdem ve Havvâ’yı, o kadar nîmetlerle dolu olan koca cennette, aslında ihtiyaçları olmayan tek bir ağaç ile kandırmıştı. Allah’ın kesin emrine rağmen Âdem ve Havvâ, o ağacı olmazsa-olmaz bir ihtiyaç olarak görmüşlerdi de ondan yemişlerdi. Çünkü şeytan onları ayartmıştı ve o ağaca karşı bir arzu uyandırmıştı. Hâlbuki cennette yasak olmayan başka ağaç mı yoktu. Her yer ağaç zâten. Çünkü cennet, “ağaçtan dibi görünmeyen yer” demektir. Ama şeytan o yasak ağacı Âdem ve Havvâ’ya “ihtiyaç” olarak gösterdi ve Allah’ın yasaklamasına rağmen yine de o ağaçtan yediler. Çünkü artık o ağacı ihtiyaç olarak görüyorlardı ve âdetâ o ihtiyâcı tabulaştırmışlardı. Zîrâ şeytan o ağacı onlara “kaybolmayacak bir mülk” (mülkü lâ yebla) olarak göstermişti.  

 

İnsan en çok neye ihtiyaç duyarsa, en çok o şey için çabalar. Âdem ve Havvâ onca nîmeti bırakıp o ağaçtan tatmak için çabaladılar ve Allah’ın emrini çiğnediler. Tabi sonra bundan pişmân oldular da tevbe ettiler. Allah da tevbelerini kabûl etti. Bu olayın izdüşümü olarak şeytan modern insanı da kandırıp durmakta ve yasak olan ne kadar “ağaç” varsa oraya yönlendirmektedir. Modern insanın tatmadığı yasak ağaç kalmamıştır. Yasaklardan yedikçe çirkin yerleri açılmakta ve böylece mahrem ortadan kalkmaktadır. Çünkü mahremi, kapatacak gerçek şeylere ihtiyaç duyulmamaktadır. Zîrâ ihtiras kabîlinden ihtiyaçlara tapılmaktadır.

 

İhtiyâca göre değil de ihtirâsa göre olan tüketim, bereketi kaçırır. Hiç-bir şeyin tadının-tuzunun kalmaması ve bir türlü yetmemesi başka bir şeyle açıklanamaz. Kimyâsallara bulanınca hiç-bir şeyin tadı, tuzu, kokusu ve faydası kalmamıştır. Böylece modern üretimler, o yasak ağaç gibi olduğundan dolayı bizi cennetten çıkarmakta ve cehenneme doğru yuvarlamaktadır.  

 

Kapitâlist sistem önce “sûni ihtiyaçlar” üretir, sonra da o sözde ihtiyaçlara uygun üretimler yapar. Üstelik ürettiklerini de kesin ihtiyaçlar olarak sunmakta ve göstermektedir. Fakat ey insanlar şunu bilin ki, alışkanlıklarınızdan doğan sûni ihtiyaçlarınız, gerçek ihtiyaçlarınız değildir. Onlar sizin nefislerinizin kışkırtılmasından kaynaklanan temelsiz arzulardır. Doğal ihtiyaçlardan uzaklaşmanın ve uzaklaştırılmanın birer cezasıdırlar bunlar.  

 

İnsanı insan yapan şey, daha çok ihtiyaç sâhibi olmak değil, “daha yüce ihtiyaç sâhibi olmak”tır. İnsanı daha ziyâde yüce ihtiyaçlar değerli yapar. Böyle insanlar tam da Allah’ın rızâsı istikâmetinde yaşarlar ve en sonunda da sonsuz nîmetlerin en has olanlarının bulunduğu cennetle sevinirler.

 

İhtiraslarınız ihtiyaçlarınız değildir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2022

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder