“Göklerde ve yerde ne
varsa Allah’ındır. Andolsun, biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere:
‘Allah’tan korkup-sakının’ diye tavsiye ettik. Eğer inkâra saparsanız,
şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah, hiç-bir şeye ihtiyâcı
olmayandır, hamde lâyık olandır”
(Nîsâ 131).
İhtiyaç duymayan tek varlık
Allah’tır. O’nun dışında tüm varlık mutlakâ bir şeylere ihtiyaç duyar. Zîrâ bir
şeye ihtiyaç duymayacak olan, Bakî ve Yaratıcı olandır. İhtiyaç sâhipleri ise
fânidir, ölümlüdür, yaratılmıştır. Zâten ihtiyaç sâhipleri, fâni, ölümlü ve
yaratılmış olduğu için bir şeylere ihtiyaç duyar. Ne ki Yaratıcı’dır, ihtiyaç
duymaz; ne ki yaratılmıştır, o ihtiyaç sâhibidir.
Belki de yaratılmış varlık
içinde en çok şeye ihtiyaç duyan varlık insandır. Allah, insanın gerekli tüm
ihtiyaçlarını karşılar. Hem de doğal, fıtrî ve normâl yollardan. Bu durum son 150-200
yıl önce bozulmaya başladı ve 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra doğal, normâl ve fıtrî
ihtiyaçlar yerine, sûnî, a-normâl ve fıtrata aykırı şeyler üretildi ve insanlara
“bunlar sizin temel ihtiyaçlarınızdır” diye yutturuldu ve yutturuluyor. Öyle ki,
tam da nefse uygun olarak üretilen bu ürünlere insanlar kolay alıştı ve onları temel
ihtiyaçlar olarak kabûl etti.
Aslında zinhar ihtiyâcımız
olmayan şeyler bize olmazsa-olmaz ihtiyaçlarımız gibi gösterilmektedir. Meselâ
şöyle bir örnek vereyim.. Bir keresinde markette bulunuyorken biri geldi ve 2,5
litrelik kola, bir tâne büyük boy 2 tâne de küçük boy cips, bir tâne büyük ve
bir tâne de küçük çikolata ve 2 paket de sigara aldı ve aldıklarına baya yüksek
bir rakam ödeyip çıktı gitti. Sonra market sâhibine, “deminki müşterinin aldığı
şeylerin hangileri gerçekten ihtiyaç?” diye sordum, o da “hiç-biri” dedi.
Modern-sûnî üretimler gerçek ihtiyaçlar hâline getirilince insanlar da artık
gerçek ihtiyaçların değil sahtelerin peşine düşmeye başladılar. Üstelik bu
ihtiyaçlara tapar hâle geldiler. Zîrâ bu ürünlere sâhip olmak için kendilerini
paralıyorlar. Öyle ki bu durum daha çocuk yaşta başlıyor. Sabah kahvaltısında
sofrada; doğal ev yapımı peynir-zeytin, pekmez, kaymak, bal, reçel, yumurta,
tereyağı vs. varken, çocuklar gidip-gidip krem çikolata yiyorlar. Bu nasıl
oluyor?. İnsanlar buna nasıl iknâ oluyor yada ediliyor?. Kanımca bunun cevâbı,
bu ürünlerin bedenin ve nefsin haz merkezini tetiklemesinden dolayı bağımlılık
yapmasıdır. Alışkanlık yapıyor, bağımlılık yapıyor ve sürekli olarak aynı şeyi
istetiyor. Doğal olanda böyle bir şey olmuyor.
Modernizm, bir “sûnî ihtiyaçlar
ortaya çıkarma uygarlığı”dır. İhtiraslar arttıkça ihtiyaçlar fazlalaşır ve
gerçek olmayan ihtiyaçlar ortaya çıkar. Çünkü normâlde insanın o kadar da çok
şeye ihtiyâcı yoktur. Ama doğal olmayan ihtiyaçlar bitmiyor ve almanın sonu bir
türlü gelmiyor.
Gerçek olmayan ihtiyaçlar insanı
yozlaştırır. Yozlaşan insan, gerçekten ihtiyaç olmayan şeyleri arzulamaya başlar,
bu arzu tapınmaya döner. Bizzat ihtiyaç duymak haz vermeye başlar. Bu durum yozlaşmayı
daha da fazlalaştırır. Ne kadar çok şeye ihtiyaç duyarsanız o kadar çok
yozlaşırsınız. Modern dünyânın hâl-i pür melâli işte bu yozlaşmadan ve gerçek
olmayan ihtiyaçların peşinde koşmaktan dolayıdır.
Temel ihtiyaçlarımız
Allah’tan gelir, sûnî ihtiyaçları ortaya çıkaran ve üretenler ise endüstridir, fabrikalardır.
Buralarda üretilen ürünler sanki bir mârifetmiş gibi “el değmeden” üretilir.
Fakat el değmeyince tadı-tuzu kaçar ve insanı tatmin etmez, doyurmaz ve iknâ
etmez. El değmeden üretilen şeyler ancak tapınmanın aracı olurlar.
Modern insan artık ihtiyaçlarının
değil, ihtiraslarının peşinde koşan ve ihtiraslarını ihtiyaç zanneden ve de bunlara
tapan bir varlık hâline gelmiştir. Oysa ihtiraslar ihtiyaç değildir. Modernizm
tarafından üretilen sûni ürünler gerçek ihtiyaçlar olarak gösterilmekte ve
alınmaya zorlanmaktadır. Öyle ki, modernizmin ürettiği bir ürün eğer bir
toplumda, kültürde beğenilmeyen ve îtibâr edilmeyen bir şeyse, o toplumun
kültürü ve yapısı bile değiştirilmek istenir. Sûnî ürünlere pazar açmak için
her-şey yapılır ki sanal olan ürünleri kullanmak istemeyen toplumların zihniyetleri,
zorlanarak da olsa bâtıl ideolojilerle-fikirlerle değiştirilmeye çalışılır ve o
ülkelerde çeşitli izmler hâkim kılınır. Her-şey bu izmlere göre olunca doğal
olana karşı bir gevşeme ve isteksizlik ortaya çıkar ve sûnî olana yönelme başlar.
Zîrâ bu modern ürünlere pazar açabilmek ancak, o ürünlere tapılacak oranda arzu
duyulduğunda gerçekleşir.
Doğal, fıtrî ve normâl
ihtiyaçlar Allah garantilidir. Güneş doğuyorsa, yağmur yağıyorsa sorun yoktur.
Allah’ın rızk garantisi böyle olur. Her doğan rızkıyla gelir ve rızkı
garantilidir. Lâkin modern ürünler bu garantiyi bozar. Doğal üretimde insanlar
Allah’ın yarattıkları üzerinde çalışarak rızıklarını sağlarlar. Modern üretimde
ise üretmek için doğal ve meşrû olmayan yollar kullanılır. Sûnî gübre, çeşitli
kimyâsal maddeler ve şeytânî yöntemler kullanılır ve Dünyâ’nın çeşitli
yerlerinden doğal kaynaklar sömürülür. Üstelik bunları üretmek için insanlar köle
gibi çalıştırılır.
Tüm bunlar niçin yapılır?.
İnsanların çok büyük çoğunluğu kendi ürettiklerini yiyip-içiyorsa, giyiyorsa ve
kullanıyorsa sorun olmazken, modern üretimlerde ortaya çıkarılan ürünlerle
birlikte iş değişir ve insanlar, ihtiyaç zannettiği bu şeylere ulaşmak için
olmadık şeyler bile yaparlar. Çünkü doğal, normâl ve fıtrî olmayan bu ürünler
olmazsa-olmaz ihtiyaç olarak görülür. Öyle ki bu ihtiyaç zannedilen şeylere
âdetâ tapılmaya başlanır. Tabi doğal, normâl ve fıtrî olan şeylere de tapılmıştır.
Çünkü bu ihtiyaçlara sâhip olmak için târih boyunca insana yakışmayacak şeyler
yapılmıştır.
Tapılmayı hak eden tak
varlık, hiç-bir şeye ihtiyaç duymayan Allah’tır. Çünkü: “Allah, Samed’dir
(her-şey O’na muhtâçtır, dâimdir, hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayandır)” (İhlâs
2). “Rabbin, hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayan rahmet sâhibidir” (En-âm
133).
İşte bunu bilen ve bu bilinçle
düşünen ve yaşayan kişiler ihtiyaçlarına sınır koydukları için ihtiyaçlarına
tapmazlar ve hattâ bu zihniyet ve yaşayış nedeniyle kendi ihtiyaçları olsa bile
onu başkaları için verebilirler:
“Kendilerinden önce o
yurdu (Medîne’yi) hazırlayıp îmânı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret
edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç
(arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini)
öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’
korunmuşsa, işte onlar felâh (kurtuluş) bulanlardır” (Haşr 9).
Zâten mü’minler ihtiyaçtan
arta kalanı tez-elden çıkarmakla ve infâk etmekle emrolunmuşlardır:
“Ve sana neyi infâk
edeceklerini sorarlar. De ki: ‘İhtiyaçtan artakalanı’. Böylece Allah, size
âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).
İnsan, infâk edemediği ve
vazgeçemediği şeyin kölesi olur. Şeytan, Hz. Âdem ve Havvâ’yı, o kadar nîmetlerle
dolu olan koca cennette, aslında ihtiyaçları olmayan tek bir ağaç ile
kandırmıştı. Allah’ın kesin emrine rağmen Âdem ve Havvâ, o ağacı olmazsa-olmaz
bir ihtiyaç olarak görmüşlerdi de ondan yemişlerdi. Çünkü şeytan onları
ayartmıştı ve o ağaca karşı bir arzu uyandırmıştı. Hâlbuki cennette yasak
olmayan başka ağaç mı yoktu. Her yer ağaç zâten. Çünkü cennet, “ağaçtan dibi
görünmeyen yer” demektir. Ama şeytan o yasak ağacı Âdem ve Havvâ’ya “ihtiyaç”
olarak gösterdi ve Allah’ın yasaklamasına rağmen yine de o ağaçtan yediler.
Çünkü artık o ağacı ihtiyaç olarak görüyorlardı ve âdetâ o ihtiyâcı
tabulaştırmışlardı. Zîrâ şeytan o ağacı onlara “kaybolmayacak bir mülk” (mülkü
lâ yebla) olarak göstermişti.
İnsan en çok neye ihtiyaç
duyarsa, en çok o şey için çabalar. Âdem ve Havvâ onca nîmeti bırakıp o ağaçtan
tatmak için çabaladılar ve Allah’ın emrini çiğnediler. Tabi sonra bundan pişmân
oldular da tevbe ettiler. Allah da tevbelerini kabûl etti. Bu olayın izdüşümü
olarak şeytan modern insanı da kandırıp durmakta ve yasak olan ne kadar “ağaç”
varsa oraya yönlendirmektedir. Modern insanın tatmadığı yasak ağaç kalmamıştır.
Yasaklardan yedikçe çirkin yerleri açılmakta ve böylece mahrem ortadan
kalkmaktadır. Çünkü mahremi, kapatacak gerçek şeylere ihtiyaç duyulmamaktadır.
Zîrâ ihtiras kabîlinden ihtiyaçlara tapılmaktadır.
İhtiyâca göre değil de
ihtirâsa göre olan tüketim, bereketi kaçırır. Hiç-bir şeyin tadının-tuzunun kalmaması
ve bir türlü yetmemesi başka bir şeyle açıklanamaz. Kimyâsallara bulanınca
hiç-bir şeyin tadı, tuzu, kokusu ve faydası kalmamıştır. Böylece modern üretimler,
o yasak ağaç gibi olduğundan dolayı bizi cennetten çıkarmakta ve cehenneme
doğru yuvarlamaktadır.
Kapitâlist sistem önce “sûni
ihtiyaçlar” üretir, sonra da o sözde ihtiyaçlara uygun üretimler yapar. Üstelik
ürettiklerini de kesin ihtiyaçlar olarak sunmakta ve göstermektedir. Fakat ey
insanlar şunu bilin ki, alışkanlıklarınızdan doğan sûni ihtiyaçlarınız, gerçek
ihtiyaçlarınız değildir. Onlar sizin nefislerinizin kışkırtılmasından kaynaklanan
temelsiz arzulardır. Doğal ihtiyaçlardan uzaklaşmanın ve uzaklaştırılmanın
birer cezasıdırlar bunlar.
İnsanı insan yapan şey, daha
çok ihtiyaç sâhibi olmak değil, “daha yüce ihtiyaç sâhibi olmak”tır. İnsanı
daha ziyâde yüce ihtiyaçlar değerli yapar. Böyle insanlar tam da Allah’ın
rızâsı istikâmetinde yaşarlar ve en sonunda da sonsuz nîmetlerin en has olanlarının
bulunduğu cennetle sevinirler.
İhtiraslarınız
ihtiyaçlarınız değildir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mart 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder