2 Ağustos 2022 Salı

Pasif Müslümanlık, Aşırı Müslümanlık ve Mü’minlik


“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).

 

“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara 190).

 

“…Gerçek mü’minler ancak Allah’a ve Resûlüne îman eden, ondan sonra aslâ şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte îman sözlerinde doğru olanlar onlardır” (Hucurât 14-15).

 

Îman, pasif bir kabûlden ibâret bir şey değildir. Çünkü İslâm Dîni, pasifliği sembôlize eden bir felsefe değildir. Zâten Kur’ân’da pasif anlamlar yoktur. Kur’ân aşırı ve modern yorumlarla pasifleştiriliyor, pasifleştirilmeye çalışılıyor. Sonuçta müslümanlar da pasifleşiyor. Zîrâ aşırı yorumlanan şey kişiyi pasif hâle getirip nesneleştirir.

 

Kur’ân’da “pasif anlamlar” yoktur. Bu yüzdendir ki İslâm, dinden aslâ tâviz vermez. Pasifliği başlatan şey tâvizdir. Verdiğiniz tâviz oranında pasifleşirsiniz. Şu da var ki aslında tâviz vererek pasifleşen şey İslâm değil, müslümanlardır. Zîrâ İslâm Allah’ın sözü ve dînidir. Allah’ın dîninin ve sözünün pasif olması mümkün değildir. Bu nedenle pasifleşmiş olanlar müslümanlardır. Pasifleştikleri için İslâm’ı da kendileri gibi pasif bir din olarak görmek istiyorlar ve başlıyorlar pasif yorumlar yapmaya ve İslâm’ı “pasif bir din” gibi anlatmaya.

 

Günümüzde yenilmişliğin, ezikliğin, kompleksin ve en önemlisi de pasifliğin etkisiyle, İslâm’ı sürekli olarak pasif bir din gibi anlatıyorlar. İslâm her alanda aktif ve tâvizsiz iken, aşırı yorumla birlikte İslâm’ı pasifleştirici yazılar yazılıyor ve konuşmalar yapılıyor. Böylece İslâm’ın aktif bir din olduğu ve mesajlarının da hep aktifliğe yönelttiği hakîkati perdelenmiş oluyor. Dünyâ’da tek bir aktif din vardır, o da İslâm’dır. Diğer inanışlar pasifliği merkeze almışlardır ve bu nedenle de zamanla ezikleşip felsefe hâline gelmişlerdir. Böyle olunca da bağlılıklar da pasif olmaktadır.   

 

Müslümanlar; şeytanın, nefsin, tâğutların, beşerî ideolojilerin ve modern telakkilerin etkisiyle pasifleştirilmeye çalışılıyor. Böylece eleştiri, îtirâz ve isyandan uzak tutuluyorlar. Meydanı boş bulan tâğutlar istedikleri gibi at koşturuyorlar. Meselâ Demokrasi denen beşerî ideoloji, insanı pasifleştirme ideolojisidir. Bir kere oy veren ve belirleyici olan kişinin artık 4-5 yıl boyunca “gık”ı bile çıkmaz. Hiç-bir yanlışa ve kötülüğe aktif bir tepki gösteremez. Çünkü ne de olsa yanlışı ve kötülüğü yapanlar, 4-5 yıl boyunca kendi yetki ve destek verdikleri kişilerdir. Modern insan, hayâta demokrasi üzerinden aktif bir tepki ortaya koyamamakta ve mecbûren pasif kalmaktadır.

 

Hiç-bir peygamber pasif değildi, hiç-bir vahiy pasif değildir, İslâm Dîni, uzak-doğu inançları gibi kişileri pasif olmaya yönlendirmez ve tam-aksine aktif birer müslüman olmaya yönlendirir ve hattâ zorlar. Zîrâ müslüman olmak ağır bir yükü omuzlamayı kabûl etmek demektir. Ağır bir yükü yüklenmiş olanların pasif kalabilmesi mümkün değildir.

 

Modernizmin etkileriyle kafa ve beden konforuna alışmış olanlar dîni de pasif şekilde yaşamak istemekte ve bunun için de azîmete göre bir yaşam olan Peygamber örnekliğini es geçerek Kur’ân’ı tam da kendi hayatlarına uygun olarak yorumlamaya çalışmaktadırlar. Pasifler, dîni sürekli olarak azîmete göre değil de “ruhsata göre yaşamak” derdindedirler fakat onda bile mızmızlanmaktadırlar.   

 

Tabi pasiflikten kurtulmak “aşırı olmak” demek anlamına gelmemelidir. Çünkü aşırlık da pasiflik gibi doğru değildir. Zîrâ denge pasiflikte olduğu gibi aşırlıkta da kaçmaktadır. İfrat ve tefrit, yâni zıt yönlerdeki aşırılık aynı sonuçları verir. Müslümanlar pasiflik ve aşırılık arasında sıkışıp kalmışlardır. Oysa İslâm “vasat” olmaktan bahseder. Yâni ne pasif ne de aşırı. Ortada olmaktır doğru olan. Müslümanlar bu bağlamda; “aşırı yüceltmeci peygamber” ve “indirgemeci peygamber” anlayışı arasında sıkışıp kalmışlardır. Peygamber’i aşırı yüceltenler de, indirgeyenler de o’nu “örnek alınamaz” hâle getirmektedirler. Aynı şey tabî ki Kur’ân yorumunda da yapılmaktadır. Pasif ve aşırı yorumlarla Kur’ân başkalaştırılıyor ve müslümanlar da zamanla ayrılıp parçalanıyor. Sonuçta da hakîkat ifrat ve tefrit anlamında aşırılıklarla perdeleniyor. Oysa İslâm bir “denge dîni”dir. Müslümanlara da dengeli olmayı öğretir.  

 

Bir şeye olan körü-körüne ve aşırı bağlılık, o yapının günahlarını-kötülüklerini görmeyi blôke eder. Bu bağlamda sevginin bile aşırısı yanlıştır. Aşırı bağlılıkların zamanla “bağımlılık”a dönüşmesi kaçınılmazdır. Bağımlı olanlar ifrat ve tefrit anlamında aşırılık yaparlar. 

 

Târih boyunca kitleler, hakkı ve hakîkati hatırlatanlardan nefret etmişler ve onları aşırılıkla yaftalamışlardır. Oysa aynen peygamberlerin yaptıkları gibi, hakkı ve hakîkati hatırlatmak, şirkten, küfürden ve zulümden uzaklaştırmak, adâleti ve tevhidi hâkim kılma yolunda çalışmak, dengeli ve gayretli bir mü’minlik örneğidir. Kur’ân-merkezli yaşamaktır insanı dengede tutan şey.  

 

Allah’tan gayrı aşırı bağ(ım)lılıklar, idrâki blôke eder. Aşırı bağlılık, kişiyi 2+2’nin 5 olduğuna bile inandırabilir. Aşırı bağlılıklar, bir çeşit “at gözlüğü”dür. Sâdece “bağlı” olduğu yönü görür. Aşırı bağlılıklardan kaynaklanan körlükleri, yaşanacak “aşırı acılar” açabilir ancak: “O pek acı azâbı görünceye kadar ona inanmazlar” (Şuârâ 201).

 

Aşırı inceleme, incelenen şeyde mutlakâ bir hatâ açığa çıkarır. Zîrâ “aşırı inceleme”, o şeyi “parçalayarak bütününden koparmak” demektir. Parçalanan şey eksiktir. Çünkü “parça” eksiktir. İşte modernizm ve psikoloji, insanı da çeşitli şekillerde aşırı bir incelemeye tâbi tuttu, yâni parçaladı. Artık modernizm için “insan” demek, “hatâ ve eksiklik” demek oldu. Modernizme göre insan artı ve eksi anlamda aşırılıklarla mâlûldür. Bunun çâresini ise insanı insanlığından çıkarmakta görürler.

 

Her türlü aşırlık yanlışa götürür ve sonunda saptırıcıdır. Meselâ aşırı fikir zehirler. Aşırı eleştiri, yanında haksızlığı da taşır. Aşırı kâr, bereketi öldürür. Aşırı nezâket, insanlar arasındaki samîmiyeti öldürür/öldürüyor. Aşırı sorgulama, teslîmiyeti bozar. Aşırı sorgulamak, cevâbı öteler ve imkânsızlaştırır. Bâzı cevaplara, “sorgulamamakla” ulaşılır. Beşerî kânun ve kurallara aşırı bağlılık kişiyi aptallaştırır.

 

Her-şeyin aşırısı zararlıdır. Buna “araştırma” da dâhildir. Doğruyu bulmak için yapılan aşırı araştırma (yada didikleme), yanlış sonuçlar verir. Zîrâ araştırılan şeyin rûhu parçalanmaktadır.

 

Kur’ân ve Sünnet (güzel örneklik) iki kanattır. Müslümanların bir kısmı Kur’ân kanadını, diğer kısmı ise Sünnet kanadını aşırı sâhiplenip diğer kanadı umursamayınca mecbûren “tek kanatlı” kalıyor ve bu nedenle ne kadar çırpınsa da uçamıyor. Oysa mü’minlik iki kanatlı olmaktır. Mü’minlik hem pasiflikten hem de aşırılıktan uzak durmak ve dengeli olmaktır. Tüm peygamberler dengeyi öğretmişlerdir. Peygamberimiz’in ortaya koyduğu güzel örneklik yâni Sünnet, ifrat ve tefrit anlamında aşırılıklardan kurtulmuş “dengeli müslüman olma örnekliği”dir.   

 

İnsan “doğuştan müslüman” olur ama “doğuştan mü’min” olamaz. İnsanlık târihi, bâtılın “hakîkat” diye gösterilmesi ve mü’minlerin buna karşı çıkmasının târihidir.  Mü’min, vahye aykırı olan şeye ayak uydurmayan kişidir. Bu nedenle mü’minler, Dünyâ’yı İslâm-merkezli olarak değiştirmek isteyen insanlardır. Mü’min olmak için “Allah’ı kabûl etmek” yetmez, Allah’ı kabûl ettikten sonra “tâğutu reddetmek” de gerekir. Allah’ı kabûl etmesine rağmen tâğutu reddetmemek pasifliktir.

 

Dünyâ’nın geçici bir imtihan alanı, âhiret ve cennetin ise ebedî bir saadet yurdu olduğuna inanan bir mü’minin “kaybedeceği” bir şey yoktur. Bu bağlamda tüm mü’minlerin şöyle bir hayâli olmalıdır: “Keşke tüm Dünyâ’yı bir ‘barış yurdu’na (Dâr-üs Selam) çevirebilsem”. Bu yüzden mü’min, biraz telaşlı olandır: Hakkı bir-an önce tüm Dünyâ’ya hâkim kılma telâşı. Bu telaş onu dik ve diri tutar. Bâtılı hak kılmak isteyenler ise, uykuya dönmek için sabırsızlanan bir uyuşma içindedirler. Pasiflik, kısa zamanda bâtılı hâkim hâle getirir. Tabi aşırılık da enerjisini dengesiz kullandığından dolayı yarı yolda kalır ve yine bâtıla alan açar. Denge çok önemlidir. Dengeli olmak, Kur’ân’ı merkeze alarak mü’mince  yaşamakla sağlanabilir.   

 

Mü’min, canının istediği gibi yaşamayan-yaşayamayan kişidir. Mü’minler, Dünyâ’da, “cenneti anlamsızlaştıracak” şekilde yaşa(ya)mazlar. Mü’minliğin özelliklerinden biri de, Dünyâ’nın onu “kesmemesi”dir. Mü’min, modern-seküler sistemde yaşamayı zûl kabûl eden kişidir. Zîrâ mü’minler ancak cennet ile tatmin bulur.  

 

Sorun, “müslüman(!)” çokluğuna” rağmen, “mü’min” azlığıdır. Mü’min olmak, ne pasif ne de aşırı olmak değil, dengeli ve ölçülü olmaktır.

 

Mü’minin değeri, İslâm’a hizmeti kadardır vesselam.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ağustos 2021

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder