“Onların hepsi benim
düşmanımdır; âlemlerin Rabbi hâriç” (Şuârâ
77).
Bilmek, bilgilerin beyne kaydedilmesiyle
olur. Fakat bu sâdece “bilmek için olan bilmek” yada “mâlûmat edinmek” demektir
ki gerçek bir bilme değildir. İslâm’da bilmek, “bilginin kaydedilmesi” demek
değildir. Bilginin beyne kaydedilmesinden başka, bilinçlenmek, bilinen şeyin
rûhunun ve duygusunun kâlbe yerleşmesi, bir idrâkin oluşması ve en sonunda da o
bilgi, bilinç, rûh, duygu ve idrâk ile amel-eylemde bulunulmasıyla olur. Bilmek
amel-eylem ile tamamlanır İslâm’da. Buna göre bilmek, yapmak ve “yapmak için
bilmek” anlamına gelir. Eğer bir şeyin bilgisini edinmeye rağmen onun duygusunu,
rûhunu, bilincini de idrâk edip onunla hâllenmediyseniz ve o hâl ile amelde-eylemde
bulunmadıysanız, siz kuru bilgiyle sâdece mâlûmat edinmişsiniz demektir. Bu
aynen sanatta olduğu gibidir. Sanatın bilgisi sanat değildir. Zâten hiç-bir
şeyin bilgisi o şeyin kendisi değildir. Sanatta bilgiden başka bir rûh, duygu,
idrâk, zevk ve nihâyet amel-eylem vardır.
İşte bilgi böyle bir süreç
içinden geçmedikçe gerçek anlamda bilgi olmaz ve aslında o şey hem kavranmamış
olur hem de benimsenmemiş olunur. Benimsenen şey cân-ı gönülden kabûllenilmemiş
demektir. İslâm-hârici konular için böyle bir bilgilenme işe yarar gözükebilir
ve geçer-akçe olabilir ama iş İslâm’a gelince, bahsettiğimiz süreçten geçmeyenlerin
İslâm’ı aslında tam olarak yada hiç benimsememiş oldukları görülür. Bu kişilere
örnek olarak oryantâlistleri, modern-bilimi ve bilim-adamlarını, siyâsileri,
mistik, bâtınî, tasavvuf ve târikatları, beşerî ideolojileri ve ideologları verebiliriz.
İslâm en doğru ve net bir
şekilde ancak Kur’ân’dan öğrenilir. Onun en ideâl şekilde amel-eyleme
dökülmesini ise güzel örnekliğimiz Peygamberimiz göstermiştir. Kur’ân bütünlüğü
ve Sünnet örnekliğine göre yetişmiş samîmi mü’minler de İslâm’ı bilirler ve
öğretebilirler. Fakat İslâm’ı, şekilsel ve sâdece mâlûmat olarak bilmelerine rağmen
onu kavrayamamış, idrâk edememiş, onunla amel etmeyen ve bu nedenle de ona düşman
olanlardan öğrenilemez. Lâkin gelin-görün ki son 200 yıldır müslümanlar da dâhil
insanlar İslâm’ı, bu İslâm düşmanlarından öğrenmeye çalışmaktadırlar. Böyle
olunca da süreç içinde yavaş-yavaş İslâm’a düşman olunmaya başlanmıştır.
İnsanların İslâm’ı öğrendikleri
kişilere baktığımızda, İslâm’ı, modernizmin lehinde olan oryantâlistlerden,
modern-bilim-adamlarını ve onların sözcülüğünü yapanlardan, üzerine İslâm sosu
dökülmüş olmasına rağmen aslında gayr-ı İslâmî dinlerden-sistemlerden ve
onların sözcülüğünü yapanlardan öğrendiklerini görürüz. Böyle olunca da İslâm’ın
ne olduğu apaçık şekilde ortaya çıkamamakta ve yaşanamamaktadır. İslâm’ı İslâm
düşmanlarından öğrenmek, İslâm’a düşman olmakla sonuçlanmaktadır. Ateistlerin,
deistlerin, lâiklerin ve bâtılın artmasının ve dinleştirilmesinin nedeni budur.
Oryantâlistler İslâm’ı bilgi
ve mâlûmat olarak bir-çok müslümandan çok daha iyi bilirler. Tabi bunlar İslâm’ı
anlayıp idrâk etmek ve kabûl edip İslâm-merkezli yaşamayı düşünmedikleri için, İslâm’ı
hakkıyla idrâk edemedikleri, kâlben kabûl edip de onu yaşamadıkları için
İslâm’a düşman olmaktadırlar. Çünkü merkeze İslâm’ı değil İslâm düşmanlığını
almışlardır. Kur’ân’ı İslâm düşmanları da dâhil herkes anlayabilir, fakat
herkes uygulayamaz. Modern-bilim için de aynı şey geçerlidir. Merkeze İslâm’ı
değil de bilimini koydukları için İslâm’ı hakkıyla anlayamıyorlar ve bilime
uymadığında İslâm’a düşman olmaya başlıyorlar. “Bu devirde mi?”, “bilim çok gelişmişken
mi?” gibi laflarla İslâm’a düşmanlık başlatmakta ve düşmanlık yapmaktadırlar.
Böylece bu düşmanlık nedeniyle bilimi öne çıkarmakta ve kendilerinde “İslâm’ı,
bilim ile istedikleri gibi yorumlama hakkı” görmektedirler.
Yine lâik, seküler, komünist,
sosyâlist, kapitâlist, liberâl, feminist, demokratik, milliyetçi, modern ideolojiler
ve düşüncelerle İslâm’a düşman olunmaktadır. Çünkü İslâm ile bu saydıklarımız,
birileri ne kadar aksini söylese de birbirleriyle aslâ ve zinhar uyumlu değildir
ve birbirlerine düşmanlık derecesinde karşıdırlar. İslâm’a karşı olduğu şeyleri
merkeze alanlar mecbûren İslâm’a düşmanlık yapmaktadırlar. Lîderler, askerler,
bürokratlar vs. İslâm’ı değil de bu saydıklarımızı merkeze aldıkları ve İslâm ile
bu saydıklarımız uyuşmadığı ve birbirine düşman olduğu için İslâm’a düşman
oluyorlar. Üstelik insanlara da bu saydığımız beşerî düşünceleri, ideolojileri
ve sistemleri anlatıyorlar ve övüyorlar. Bu kişileri tâkip edenler de İslâm’ın
düşmanı olduğu bu şeyleri merkeze aldıkları için İslâm’a düşman olmaya
başlıyorlar.
İslâm’a rağmen kurulan tüm
sistemler İslâm’ın düşmanıdır. Çünkü onlar İslâm’a düşmandır.
Demek ki İslâm merkeze
alınmadığında ve bunun yerine bâtıl şeyler merkeze alındığında İslâm’a
düşmanlık başlıyor. Zîrâ İslâm değil de bâtıl olanlar tercih ediliyor, seçiliyor
ve merkeze alınıyor. Tüm iletişim kanalları, eğitim alanları, iş alanları vs.
her-şey bunların elinde olduğu için, insanları da gayr-i İslâmî alanlara yönlendirecek
şekilde bir düzen getiriliyor ve insanlar İslâm ile apaçık şekilde karşılaşmayıp
da bu bâtıl şeylerle sürekli haşır-neşir olunca doğru ve hak olanın bu bâtıl
şeyler olduğunu zannederek bâtıla aykırı olan İslâm’a düşman olmaya
başlıyorlar. İslâm’ı İslâm düşmanlarından öğrenmek böyle oluyor.
İnsanlık târihindeki hiç-bir
düşmanlık, “İslâm’a yapılan düşmanlık” kadar şiddetli olmamıştır. İslâm’a olan
düşmanlık, kişinin tüm Dünyâ’yı yakmasına bile yol açabilecek kadar şiddetli
olabilir. İnsanlık târihinde en büyük düşmanlık, İslam ile birlikte İslâm
peygamberlerine de yapılmıştır. Bu düşmanlığı yapanlar maalesef hem cehâletten
hem de târih boyunca aşırı yüceltmecilik yapanlar nedeniyle müslümanlar tarafından
da yapılmaktadır. “Bize Kur’ân yeter” diyenler Peygamber’i yok sayıyor ve
uydurmalara kanarak Peygamberimiz’in yanlış şeyler söylediğini ve yaptığını sanarak
ona düşmanlık yapıyor. Son-moda trend ise, “İslâm’a Kur’ân ile düşmanlık
etmek”tir. Modern Kur’ân çalışmaları, müslümanları Peygamber-Sünnet düşmanı
yapıyor. Aşırı yorumlanan “Kur’ân kavramları” üzerinden İslâm ve Peygamber düşmanlığı
yapılıyor.
Başta peygamberler olmak
üzere tüm müslümanların her devirde dört düşmanı olmuştur: Firavun (kral), Hâmân
(başbakan), Kârun (sermâyedar), Samîri-Bel’am (din işleri).. İşte müslümanların
bu düşmanları etkisiz hâle getirmesi “farz-ı ayn”dır. Fakat târih boyunca
müslümanlar ilk defâ, “modernite” ile birlikte kendilerini küçümsüyor ve
düşmanlarını yüceltiyorlar. Târih boyunca müslümanlar ilk defâ, modernite ile
birlikte, düşmanları karşısında aşağılık kompleksine kapılmaktadırlar. Bu yüzden
İslâm’ı da İslâm düşmanlarından öğrenmektedirler. Sonuçta da İslâm’a düşman
olan bir-çok müslüman(!) ortaya çıkıyor. Çünkü müslümanlar İslâm’ı İslâm
düşmanlarından öğrendikleri için kolay tâvizler verebiliyorlar. İslâm’dan
verilen tâviz(ler), kişiyi yakın-uzak vâdede “İslâm düşmanı” yapıyor.
“İşte böyle; biz, her
peygambere suçlu-günahkârlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı
olarak Rabbin yeter” (Furkân 31).
Mekke müşrikleri İslâm
üzerinden müslümanlara düşman oluyorlardı. Modern insan ise, müslümanlar
üzerinden İslâm’a düşman oluyor. Müslümanlar, kardeşlerine karşı ne
doğru-düzgün kardeşlik yapıyor, ne de düşmanlarına karşı doğru-düzgün düşmanlık
yapıyor. İslâm’ı “İslâm düşmanları”ndan öğrenenler “İslâm düşmanı” oluyorlar.
Oysa İslâm, Kur’ân’la öğrenilir, Sünnet ile uygulanır. İslâm’ın emirlerinden
birine bile düşman olan, “İslâm’a düşman olmuş” demektir.
İslam düşmanları İslâm’ın
görünmesine katlanamazlar. İslâm’ı İslâm düşmanlarından öğrenen modern
müslümanlar, “görünmeyen İslâm”a müptelâ olmuşken, “görünen İslâm”a düşman
olmuş durumdadır.
Lâikler ve modernler,
uydurma rivâyetlerle dîni kötüleme yarışı içindedirler. Bunların yazdığına ve
konuştuğuna baktığınızda, Kur’ân’dan hiç örnek ver(e)mediklerini görürsünüz.
Çünkü onlar böyle yapmakla aslında Kur’ân düşmanı olduklarını gizlemektedirler.
Dîne saldırılarını ve düşmanlıklarını ise uydurma rivâyetler üzerinden
yapmaktadırlar. Modern müslümanlar, nefislerine hitâp etmeyen dîne düşman
oluyorlar.
Modernizmin târihi, “dinden
kopuş” ve “dîne düşman olma”nın târihidir. Modern insan, modern-bilim hatırına
İslâm’a düşman olmaktadır. İslâm’ı İslâm düşmanlarından öğrenen müslümanların
%90’ı, “dînin gizli düşmanı” hâline gelmişlerdir.
İslâm’ı Kur’ân’dan
öğrenmeyenlerin İslâm’a bağlılıkları körü-körünedir. Körü-körüne bağlılıklar,
bir süre sonra aynı şeye “körü-körüne düşmanlıklara” dönüşür. Bir
şeye/düşünceye/hizbe vs. “körü-körüne taraftar olmak”, bir zamana sonra o
şeye/düşünceye/hizbe “körü-körüne düşman olmak”la sonuçlanır.
Eğer
müslimseniz En Güçlü Olan Allah’tan yana olursunuz ve O’nun dînini baş-tâcı
edersiniz. Güçsüzler de dostunuz olur. Fakat kendilerinde bir güç olduğunu
sanılanlara yamanır ve dîni de onlardan öğrenmeye kalkarsanız İslâm’dan
soğumaya ve en sonunda da İslâm’a düşman olmaya başlarsınız. Eğer -sözde- “güçlü”den
yanaysanız, “güçsüz”e düşmansınızdır.
Modern
dünyâda baskın unsur İslâm’a düşmanlık olduğu için, İslâm’a düşmanlık kolay
yaygınlaşıyor. Gücün peşinden gidenler güçsüz gördükleri İslâm’a düşman
oluyorlar. Zîrâ İslâm düşmanlarına düşman olmaya dirâyetleri ve cesâretleri
yetmiyor.
Gayri-İslâmî sistemler “düşman”sız
yapamazlar da hem İslâm’a hem de müslimlere düşman olurlar. İslâm’da ise ebedî
düşman “şeytan”dır:
“Ey Âdem-oğullar!; ben
size and vermedim mi ki: Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir
düşmandır” (Yâsin 60).
“Gerçek şu ki, şeytan
sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edînin. O, kendi grubunu, ancak
çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır” (Fâtır 6).
İslâm’a olan samîmiyet, küfre ve kâfire karşı bir düşmanlık
ve isyân doğurur. Bu yüzden Ercüment Özkan: “Küfre olan hasımlığım, İslâm’a olan hısımlığımdandır” der.
İslâm’ı İslâm düşmanlarından
değil de Kur’ân’dan öğrendiğimizde, İslâm’a değil, İslâm düşmanlarına düşman
oluruz.
Bizim küfre ve şirke karşı
olan düşmanlığımız, kâfirlerin ve müşriklerin İslâm’a olan düşmanlığından daha
güçlü olmadıkça İslâm’ı hayâta hâkim kılmamız mümkün değildir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder