“De ki: Allah’ın dilemesi
dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiç-bir şeye) mâlik değilim. Eğer
gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir
kötülük dokunmazdı. Ben, îman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde
vericiden başkası değilim” (A’raf
188).
Hayat, sünnetullah ve
imtihanın gereği olarak iyiliği-kötülüğü ve yarârı-zarârı ile iç-içedir.
Hayattan ne kadar iyilik ve yarar beklerseniz, yanında kötülüklerle ve
zararlarla birlikte gelir. Kötülüğün ve zarârın az olmasını istiyorsanız,
hayattan çok da fazla bir şey beklememeniz gerekir. Varlığın formatı, imtihan
ve sünnetullah gereğince yarar ve zarârı birlikte taşır. Başka türlüsü olmaz.
Yoksa Dünyâ da cennetlerden bir cennet olurdu. Cennetin Dünyâ’dan farkı,
kötülüğün ve zarârın olmamasıdır.
Modern insan, değer-merkezli
değil, yarar-merkezli düşünüyor ve eylemde bulunuyor. Aslında zarârı düşünmeden
pragmatist bir şekilde sâdece yarârı, faydayı ve çıkarı düşünüyor. Kendisine
zevk ve haz veren, kendisini eğlendiren her-şeyi iyi ve yararlı görürken;
sıkıntı yapan, ezâ veren ve zevk vermeyen şeyleri de zararlı kategorisine dâhil
ediyor. İşte bu nedenle de aslında nefsine göre hareket ediyor ve hattâ nefsini
kılavuz ediniyor. Çünkü nefs, zevk ve haz merkezli olarak işler. Nefsine uyan
insan için hoşuna giden şey iyi ve yararlı, hoşuna gitmeyen şey ise zararlı ve kötü
olarak görülüyor. Fakat Allah’ın hesâbı başkadır. Meselâ yarar-zarar hesâbını
savaş üzerinden şöyle yapar:
“Savaş
hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza
gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için
bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara Sûresi 216).
Modernite kâr odaklıdır.
Kapitâlizm “sonsuz kâr” düşüncesiyle hayâtiyetini devâm ettiriyor. Kâr yâni yarar
sürekli artmalıdır ve bunun önüne geçebilecek şeylerin ortadan sert bir şekilde
de olsa kaldırılması gerekir. İşte bu yüzden ona dur diyen tek etken olan
İslâm, seküler-kapitâlist sistem tarafından “öteki” olarak görülür ve
kötü-zararlı olarak îlân edilir. Kâr-zarar hesâbında kıyası yanlış yaptıkları
için zararlı olanı yararlı, yararlı olanı zararlı olarak görüyorlar ve
gösteriyorlar.
İslâm pragmatist bir din
değildir. Bâzen “devlete ve insana yararlı” olduğu hâlde İslâm’a göre “yanlış” olan
şeyler vardır. Çünkü modern dünyâda yararlı ve faydalı görülen şeyler aslında
insanlığın sâdece az bir kesimi için yararlı ve faydalıyken, çoğu için ise zararlıdır
ve kötüdür. “Fayda” deyince birileri için faydalı olan şey, çoğunluk için
“zarar”lı da olabilir. Meselâ fâiz gelirlerinin devlet kasasına ve fâiz
alanların ceplerine girerek “yarar(!)” sağlaması, fâizin “şeytan işi bir
pislik” olduğu gerçeğini değiştirmez. Fâiz insanlığı mahveden en önemli
etkenlerden biridir. Fâiz nedeniyle ortaya çıkan yoksulluklar ve yoksunluklar
nedeniyle ortaya çıkan zararlardan hiç bahsedilmez. Bahsedilse bile gündem olmaz.
Modernler sürekli olarak
yüksek kâr peşindedirler ve kârları katlanarak artmadığında canları sıkılır.
Hele akıllara-zarar servetlerinde oluşan %1’lik bir kayıpta bile, onların tüm
Dünyâ’yı yakması ve tüm insanlığı zarâra uğratması mümkündür. Bu uğurda
kimsenin gözünün yaşına bakmazlar. Zîrâ yarar-zarar hesâbını doğru şekilde
yapacak ferâsetleri kalmamış olduğundan dolayı, dünyevî-beşerî olanı yararlı,
dînî-mânevî ve âhiretle ilgili olanı zararlı olarak görmekte ve göstermektedirler.
“Hemen şimdi”nin peşinde köpekleştikleri için yarını hiç hesâba katmazlar. Bu
bağlamda dinden uzak dururlar ve hattâ yarını yâni âhireti hatırlatan dinden nefret
ederler. Çünkü din onlara karşılığını âhirette almak üzere Dünyâ’da vermelerini
ve servetlerinden eksiltmelerini söyler. İslâm’a göre 40’tan 1 çıkınca 700
kalır. Oysa dünyevî hesâba göre 40’tan 1 çıkınca 39 kalır ve zarar edilir. O
yüzden “kârdan” da olsa yapacakları zarâra aslâ katlanamazlar da ortalığı
velveleye verirler.
Modern-bilim ve teknoloji
alanında yarar-zarar hesâbı çok yanlış yapılıyor. Modern-bilim ve teknolojiyi
desteklemek, meselâ en basitinden işsizliği desteklemek anlamına geliyor.
Ruhsuzluğu ve bereketsizliği desteklemek anlamına geliyor. Hattâ artık modern-bilim
ve teknolojiyi desteklemek, “insanlığın yok oluşunu desteklemek” anlamına
geliyor. O hâlde Kur’ân’dan ilham alarak: “Evet; modern-bilim ve teknolojide
sizin için bâzı yararlar vardır, fakat zararları ve günahları daha büyüktür”. “Sana
interneti ve sosyâl medyayı sorarlar. De ki: İkisinde hem büyük bir günah, hem
de bâzı yararlar vardır. Fakat günahları yararlarından daha büyüktür” diye bir
söz söylesek herhâlde hatâ etmiş olmayız.
Hem teknolojinin ilerlemesi hem de insanca kalmak
nasıl olacak?. İkisi aynı-anda olmaz ve olmuyor. Teknoloji ilerledikçe insanlık
çöküyor. Teknoloji kâr ettikçe insanlık zarar ediyor. Teknolojinin ahlâkı yoktur,
ahlâkı olmayan şey insanları uçuruma sürükler.
Seküler sistem, modern
dünyâdan domuz gibi yararlanmayanları deli ve sapık olarak îlân ediyor. Alabildiğine
çıkarını düşünmeyenleri câhil, yobaz ve sapık îlân ediyor. Onları parazit
olarak görüyor.
İslâm ve müslüman için iyi
ve kötü varsa elbette iyi olan seçilmelidir. Fakat ortada; kötü, iyi ve en iyi
varsa, ortadaki “iyi” seçilir. Herkesin “iyi”ye ulaşmasına çalışılır. Buna göre
“en iyi” ve “kötü” iptâl edilir. Herkes “iyi”de buluşur ve “iyi”nin biraz
sağında yada solunda olunabilir sâdece. Zîrâ İslâm “denge dîni”dir. Müslümanlar
da “vasat ümmet”tir. Orta yoldur yolları. Fakat modernite, herkese “en iyi”
olanı hedef gösteriyor. Böylece herkes onun hayâlini kuruyor ve ona ulaşmak
için didiniyor. Tabi ona sâdece çok az bir kesim ulaşabilir. Çünkü “tüm herkes için
en iyi”nin Dünyâ’da karşılığı yoktur. Herkes için “en iyi” sâdece cennette
olur. Birileri en iyiyi seçtiğinde herkesin onu seçecek imkânı kalmaz. İyi,
müslümanlara göre “herkes için iyi olan”dır. Yararlı da herkes için yararlı
olandır.
Yine; müslümanın önüne iki
seçenekten biri, “zulmetmek” yada “zulme uğramak” seçenekleri konulsa,
müslümanlar “zulme uğramayı” seçmelidirler. Burada zulme uğramak zarar gibi
görülse de, zulmetmek daha kötü ve zararlı olduğu için “zulme uğramak” iyi ve
yararlı hâle gelir. Dedik ya, İslâm’ın hesâbı bambaşkadır ve ruhsuz matematik
hesâbına benzemez. İslâm’da 40’tan 1 çıkınca 700 kalır. İşte gerçek yarar
budur!.
Her-şeyin aşırısı
zararlıdır. Buna “araştırma” da dâhildir. Doğruyu bulmak için yapılan aşırı
araştırma (yada didikleme), yanlış sonuçlar verir. Zîrâ araştırılan şey parçalanınca
onun rûhu yâni bütünlüğü parçalanmaktadır. Böyle olunca araştırılan şey “o”
olmaktan çıkar.
Zararlı olan şeyler aşırı
bağımlılık yapar. Tüketimleri de “doğal” değildir. Zararlı olanda sınır yoktur.
Meselâ 20-30 sigarayı arka-arkaya içebilirsiniz fakat yararlı olanda sınır
vardır, meselâ 20-30 bardak ayranı arka-arkaya içemezsiniz.
Dîne olan inancı zayıf
olanların bâtıla olan inançları da zayıf olur aslında. Çünkü ondan
yararlandıkları kadar ona inanırlar. Yarar bittiğinde yada azaldığında
vazgeçiverirler.
“Evet, yapabiliriz” (yes we
can) sözü de mâsum değildir. Zîrâ insan nefs sâhibi bir varlıktır ve bâzı yararlı
şeyler yapsa da çoğunlukla zararlı şeyleri de yapar ve yaptığı şeyler uzun olmayan
bir vâdede insanlara zarar vermeye başlar. Atomu parçalamak meselâ. Atom bombasını
yapmak “evet yapabiliriz”in bir sonucudur. İnsan her yapabileceğini yapmak
zorunda değildir ve yapmamalıdır da. Meselâ hırsızlık yapabilirim yada birini
öldürebilirim ama yapmamalıyım. Nükleer fisyon-füzyon şehirleri aydınlatabildiği
gibi, şehirleri yok da edebilir. “Nükleer güçle şehirler aydınlandı ve Dünyâ
ıldır-ışık oldu” diyenler, atom bombalarının verdiği zarârı hiç hesâba
katmıyorlar. Hattâ birileri bunu iyi ve yararlı bir şey olarak görüyor.
Diyorlar ki: “Eğer Japonya’ya 2 atom bombası atıp savaşı bitirmeseydik, bunun
çok daha fazlasını dünyâ ve biz ödemek zorunda kalacaktık. 150.000 kişiyi
öldürdük, ama 1,5 milyon insanın ölmesini engelledik. Savaş bitti. Toplama-çıkarma
yaparsanız ‘kâr’ ortada”. Allah, âhiret, din, kitap ve peygamber ıskalanınca,
yarar-zarar hesâbı böyle yanlış yapılıyor ve şerefsizce ve zâlimce bir şey
alkışlanıyor ve “iyi” olarak görülüyor.
Yapılan bir şeyin doğru ve
iyi olup-olmadığının sağlaması, gelinen yerdeki sonuçlara bakılarak
görülebilir. Din alanında son 30 yıllık Kur’ân’ı anlama-araştırma sürecinde
müslümanlar, olumlu olarak Kur’ân’ın bilgisine sâhip olmalarına rağmen,
Peygamber örnekliğinden yâni Ahzâb 21. âyetten kopmuş oldukları için
gevşemişler, dünyevileşmişler, deist-ateist olmuşlar ve inandıkları gibi
yaşamak yerine yaşadıkları gibi inanmaya başlamışlardır. Yaşadıkları hayat İslâm-merkezli
değil de modernite-merkezli olduğu için, Kur’ân’ı modernite-merkezli okumak,
yorumlamak ve hattâ moderniteye uyarlamak için çabaladıkları görülmektedir.
Zâten bu nedenle geleneğe acımasızca vururlarken (geleneğin elbette vurulacak
bir-çok konusu vardır) moderniteye yâni modern düşünceye, ideolojilere,
modern-bilim ve teknolojiye, lâik-seküler-muhâfazakâr demokrasiye, bunların
ortaya çıkardığı kötü sonuçlara hiç-bir şey söyle(ye)memektedirler. Yararlı bir
şey zarâra dönmüştür. Zîrâ müslümanlar bilgi, ekonomi, siyâset alanında
gelişirken; adâlet, ahlâk, vicdan ve merhâmet olarak gerilemişler ve zarar
etmişlerdir.
Zarar dosttan yapılır; “para
dosttan kazanılır” sözü kapitâlist bir sözdür. “Dost”lar arasında paranın lafı
olmaz.
Modernizm, “insanlığın uğradığı en büyük zarar ve
kayıp”tır. Yarârı “sâdece birileri için”dir ve insanlığın çoğu ise aslında
zarar eder. Tâğutların ifsâd ettiği Dünyâ’dan en az zarar görenler tâğutlar
oluyor. Çünkü onlar “zarârın kralı”nı âhirette göreceklerdir.
Zenginlerin yaptıkları “para kavgaları”ndan Dünyâ’da en
çok zarar görenler garibanlardır. Çünkü para birilerinin tekelinde toplanınca
garibanların sayısı katlanarak artar. Böyle olunca garibanlar zengin olmanın
hayâlini kurarlar. İnsanca bir yaşamın hayâlini kurmakta bir sakınca yoktur
fakat, küresel elitler gibi zengin olma hayâli kurmak müslümanca değildir. Bu
konuda Allah şöyle der:
“Onlardan bâzı gruplara,
kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünyâ-hayâtının süsüne gözünü
dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir” (Tâ-hâ 131).
“Ebu Leheb’in iki eli
kurusun; kurudu ya. Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı” (Tebbet 1-2).
“Kitabı sol eline verilen
ise; o da, der ki: Bana keşke kitabım verilmeseydi. Hesâbımı hiç bilmeseydim. Keşke
o (ölüm her-şeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiç-bir yarar sağlayamadı. Güç
ve kudretim yok olup gitti” (Hâkka
25-29).
İş en nihâyet âhirete
gelince ise:
“Artık bugün, bir
kısmınızın bir kısmınıza yarar ve zarar sağlamaya gücü yetmez. Biz de o
zulmedenlere deriz ki: Yalanlamakta olduğunuz ateşin azâbını tadın” (Sebe’ 42) âyeti tecelli eder.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder