“O hâlde,
bir işten boş kaldığında yeni bir işe koyulup yorul” (İnşirâh 7).
Tâtil: “Kânun gereğince çalışmaya ara verileceği
belirtilen süre, dinlenme. Okul, meclis, adliye vb. kuruluşların çalışmasını
durdurduğu veyâ kapalı bulunduğu dönem. Eğlenmek, dinlenmek amacıyla çalışmadan
geçirilen süre”.
Modern dünyâda her şeyin bir tâtili var. Resmî tâtil olmasa bile
insanlar kendilerine has özel günleri tâtil olarak belirliyorlar. Yılbaşı,
sevgililer günü, kadınlar günü, ulusal bayramlar, anneler-babalar günü, evlilik
yıldönümü vs. resmî yada resmî olamayan bu günler hep bir tâtil havasında
geçirilir. Dünyevî düşünüldüğünde böyle yapmaları normâl gözüküyor. Çünkü
dünyevî düşünüldüğünde yâni âhiret hesâba katılmadığında geriye, “Dünyâ’da
doya-doya yaşamak” ve “gününü gün etmek” kalıyor. Müslümanlar için ise tâtil
değil “tebdil” vardır ki tebdil, “yan gelip yatmak” demek değil, âyetin de
söylediği gibi; bir işten yorulduğunda başka bir işe yada şeye yönelmektir. Bedenin
yan gelip yatmaya ve uyumaya da ihtiyâcı vardır tabi ama bizim bahsettiğimiz, “hiçbir
şey yapmamak değil, bir işten yorulunduğunda yada bir işe ara verildiğinde yine
başka bir iş/şey yapmaktır. Tebdil lûgatta: “Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir
şeyi başka bir şeye değiştirmek” demektir. Tebdil, meselâ bir işten
yorulunulduğunda yada işe ara verildiğinde, bir arkadaşla bir çay-kahve içmek,
biraz yürüyüş yapmak, kitap okumak, sohbet etmek vs. gibi şeyler yapmaktır. Meselâ
kentten köye gidip hem oradaki işlerini yapmak, hem de tanıdıklarla hoş vakit
geçirmek tâtil değil tebdildir.
Deniz, Güneş ve kum.. Modern insanın ve de artık müslümanların da hayâli
olmuş. Çünkü modern insan en sıkıntısız ve stressiz zamânın bu şekilde
geçirileceğini düşünmektedir. Sürekli olarak deniz, kum, Güneş ve tâtil hayâli,
“kafayı kuma sokma” isteği ve böylece hiç-bir şeyi kafaya takmama düşüncesi ve
eylemi. Modern insan, tâtil aracılığı ile kafayı kuma sokmaktadır. Yâni hiç-bir
şeyi umursamak istememektedir. Kumu özlemesinin psikolojik nedeni belki de
budur. Bir tarafta savaşlar, depremler, seller, ölümler, hastalıklar, acılar ve
çeşitli sıkıntılar yaşanırken, sözde her türlü sıkıntıdan kaçıp da kafa ve
beden konforunun dibine vurulan tâtiller hayâl edilmekte ve böylece tâtil
yerleri dolup-taşmaktadır. Turizm bu düşünceden beslenmektedir.
İnsanların mutlakâ kafa dağıtmak, bir hava almak, nefeslenmek, ara
vermek, başka bir şeyler yapmak gibi ihtiyâçları vardır tabî ki. Fakat bu, “tüm
sorunlardan kaçmak ve sorunları unutarak görmezden gelmek” anlamında değil, “sorunların
üzerine daha sağlam gidebilmek için kafa ve beden enerjisi toplamak” amaçlı
olmalıdır. Yâni tâtil değil tebdil.
Kur’ân’da iki kelime hiç geçmez. 1-Emeklilik. 2-Tâtil. Tâtil; “âtıl
kalmak” demektir. Tâtil Arapça bir kelimedir ama ne Kur’ân’da ne de hadiste
geçmez. Hattâ fıkıhta “tâtildeyken yâni âtıl hâldeyken kişinin verdiği hüküm
geçersizdir” denir. Çünkü âtıl olmak yâni tâtilde olmak bir çeşit sarhoşluk
hâlidir. Tâtildeyken bir şeye odaklanmak azalır.
Mola
kelimesi bile ölüm ile ilgilidir. Eski türklerde “mezar” yerine kullanılan
kelimelerden biri de “mola” kelimesidir.
M. İslamoğlu tâtil hakkında şunları söyler: “Bedenin tâtili ölüm,
yerin-göğün tâtili kıyâmet olur. Tâtil işlevin sona ermesidir. Kâlbimiz yada
başka bir organımız tâtil yapsa ölürüz, atomlar ve elektronlar tâtil yapsa
füzyon sonucu kıyâmet kopardı. Şeytan bile tâtil yapmıyorken biz nasıl tâtil
yapalım. Tâtil yapmayın, tebdil yapın. Modern dünyânın tâtili tek-dünyâlık
bir dünyâ anlayışıyla uyumludur. Tâtil yerine tebdil önerilmiştir, yâni ilgi
alanını yada yerini değiştir”.
Canlılık
entropiye karşı bir mücâdeledir. Entropi durağan olan daha çabuk yıpratıp
bozar. O yüzden durağanlık ve atâlet bozulmanın ve geriye gidişin
başlangıcıdır. Durduğunuz anda ölmeye başlarsınız. Yaratıcının koyduğu entropi
yasasının karşı konulmaz gücü, mücâdele etmeyen ve bir çaba içinde olmayan her-şeyin
zamanla bozulacağını, yok olacağını bize göstermektedir.
Tâtili
çok sevenler ve tâtil yapabilenler herkesi tâtil yapabiliyor zannetmektedir.
Oysa TÜİK verilerine göre; nüfûsun yüzde 86’sının “evden uzakta bir haftalık
tâtil” yapacak parası bulunmuyor. Evinden uzakta tâtil yapamayanların sayısı 60
milyondur. Bu tâtil ille de bir otelde deniz kenarında değil, köyünde-yaylasında
bir süreliğine dinlenme olarak da düşünülmelidir.
“Tâtil
insanları dinlendirir” diyorlar ama bu tartışılır. Tâtil, “tâtili yaparken” işe
yarayabilir fakat tâtil sonrasında işe gelindiğinde birikmiş işler nedeniyle işler
sarpa sarar ve yoğun bir çalışma temposuna girilir. Bu da tâtilde atılan stresi
fazlasıyla geri getirir. Tâtilin yâni atıl kalmanın acısı çıkar.
Tâtil, batı’lı olan yada batı’lı zihniyete sâhip olanlar için çok
önemlidir ve olmazsa-olmazdır. Amerika’da bir kadının, yaz için kış aylarında
yaptığı tâtil plânı, doğurduğu gayr-ı meşrû çocuk yüzünden iptâl edilme
tehlikesi oluşturduğu için bebeğini öldürmüştü. Sebep olarak “tâtile gitmemi
engelleyecekti” dedi. Yeni doğum yapmış olan bir kadın, yıllık izin zamânında
yeni doğan çocuğuna bakmak zorunluluğundan dolayı tâtil rezervasyonunu iptâl
etmek ve tâtilden vazgeçmek zorunda kalacağı için çocuğunu öldürüyor. Tâtile
çıkabilmek için çocuğunu öldürüyor. Bu nasıl bir vicdan ve nasıl bir tâtil
tapımı böyle!. Çünkü tâtil çok abartılıyor ve insan için “her şey” demek hâline
getiriliyor. Modern insan tâtil yapmadığında yaşadığını hissedemiyor. Bu
nedenle modern birey için tâtil en önemli şeydir. Çünkü hazzı ve zevki en yoğun
bir şekilde ancak tâtilde yaşayabilecektir. Rûhunu hapsetmiş olduğu için
buhrandan-buhrâna giren modern insan, oluşan boşluğu -güyâ- tâtil yaparak ve
bedenini ödüllendirerek doldurmaktadır. Âhiret inancı ve cennete îman olmadığı
için Dünyâ’yı cennete çevirmek en önemli şeydir onun için. O yüzden modern
insan tâtile çıkamamayı bir felâket olarak görür.
Modern çalışma şeklinde çalışanların sürekli hayâl ettikler şey,
hafta-sonu tâtilleri, resmî tâtiller ve yıllık izinlerdir. Tüm yıl boyunca ona
kilitlenmişlerdir ki bunu sekteye uğratacak olan düğün, cenâze, bayram, sınav,
seçim vs. gibi nedenler insanların sinirini bozar. Aslında tâtilin bu kadar
yoğun şekilde hayâlini kurmanın bir nedeni de, çok yoğun çalışma temposudur ki
bu, modernite ve sanâyileşme ile başlamıştır. Protestanlık da bunun üstüne tüy
dikmiştir. “Çalışmak ibâdettir” sözü Protestanlığın bir mottosudur. Klâsik-geleneksel
zamanlarda ise çalışma, iklime göre yâni doğaya göre olurdu. Yazın biraz yoğun
bir çalışma dönemi olur ve sonra da rutin kısa süreli günlük işler yapılırdı.
Ne tâtile ihtiyaç duyulur, ne de sürekli
olarak yoğun bir iş temposu olurdu. Modernite yoğun çalışma temposu ve uzun
mesâi saatlerini ortaya çıkardığı için insanlar yoğun şekilde çalışmaktan
bunalıyor ve tâtil istiyor. Âtıl kalmak istiyor. Yoğun çalışma temposu
insanlara sürekli olarak tâtil hayâli kurdurmaktadır. Modern insan, çok yoğun çalışma
temposu nedeniyle tâtili dinleştirmiştir. Amaç tâtildir.
Allah tâtil yapmaz. Hristiyanların
dediği gibi, Allah âlemi altı günde yaratıp yedinci gün tâtile çıkmaz. Altı
günde yaratır ve arşa istivâ eder. Hristiyanlıktan ilhamla batı dünyası tâtil
yapmayı dinleştirmiştir. Nazife Şişman çalışma ve tâtil konusunda şunları
söyler:
“İş, aslında tâtil için,
o kısacık tâtil için tüm yıl çalışılıyor. İnsanın bütün hedefini tâtile
endeksleyerek, işe tâtil hayâliyle katlanılmasını sağlayan yeni iş ahlâkı da
kapitâlizmle birlikte gelişmiştir. Weber’e göre çalışmanın kendinde bir hedef
olarak belirlenmesi kapitâlizmi mümkün kılmıştı. Protestan dindarlar için
tembellik günahtı, çalışmak ise ibâdet. Hâlbuki Protestanlık öncesinde çalışma
Kilise’nin yüce ideâlleri arasında yer almazdı. Tanrı kendisi de altı gün
çalışmış, yedinci gün dinlenmişti. Bu, insanlar için de en yüce gâyeydi.
İnsanlar cennette çalışmak zorunda kalmayacaklardı, tıpkı Pazar günleri olduğu
gibi. Yâni hristiyanlara göre hayâtın maksadı ‘pazar’a ulaşmaktı. Hayat
yalnızca hafta-sonu için uzun bir bekleyişti. Augustinus, cennette, Tanrı’nın
dinlendiği ve Hz. Îsâ’nın cennet katına çıktığı gün olan Pazar’ın dâimi hâlini
bulacağımızı yazmıştı. Protestanlık-öncesi kilise mensupları çalışma
‘zahmeti’ni cezâ olarak algılarlardı. Sisyphos efsânesindekine benzer bir
şekilde cehennemde hiç sona ermemecesine çalışmak zâlimce bir işkenceydi.
Dante’nin cehenneminde de günahkarlara ‘Pazar’ hiç gelmez. Âdetâ onlar sonsuz
bir ‘Cumâ’ya mahkûm edilmişlerdir. Reformasyon sonrasındaysa, yâni
Protestanlıkla birlikte hayâtın çekim-merkezi Pazar gününden Cumâ gününe
geçmiştir. İnsan hayâtında çalışmak esastı.
Sanayi Devrimi sonrasında
işin verimliliği açısından dinlenme ve eğlenmenin önemi vurgulanmaya başlanmış
ve işçilerin daha verimli çalışmaları için ‘boş zaman’ kavramı tedâvüle
sokulmuştu. Boş zaman/eğlence ne kadar genişletilirse-genişletilsin yada ne
kadar önemsenirse-önemsensin hayâtın merkezinde ‘iş’ vardı. İşin disiplinli ve
kişinin zamânını örgütleyen yapısı, sanâyi ile birlikte değişmişti. Daha önceki
dönemlerde, meselâ tarım toplumlarında tabiatın döngüsü kişiyi örgütlüyor yada
atölyede veyâhut loncada işin kendisi ve bizzat ‘usta’ çalışmanın zamânını belirliyordu. Sanâyi toplumunda ise
kapitâlist, işçinin zamânını satın alıyordu. Bu sebeple işte geçirilen zamânın
ön-plâna geçmesiyle birlikte haftayı, yâni işte geçirilmesi gereken zamânı
doldurup Pazar’ı beklemek doğal bir durum hâline geldi.
İslâm’da ilk olarak ‘O
her gün (an) bir iştedir’ meâlindeki âyet, altı günde kâinâtı yaratıp Pazar
günü dinlenen Tanrı imajından başka bir yaratıcı tasavvuruna imkân veriyor.
Diğer taraftan bütün dünyâ hayâtını oyun ve eğlence olarak gören bir anlayış
hâkimdir İslâm îtikâdında. Bu dünyâ hayâtının kendisi koskoca bir eğlence ve
oyalanmadır zâten. Bu yüzden insan kendisini asıl hayâta hazırlamalıdır.
Hazırlanmak demek ‘çalışmak, sây-û gayret üzere olmak’ demektir. Sâdece
ekonomik faaliyet olarak tanımlanması mümkün olmayan ‘çalışma’nın kendisi
bizâtihi ibâdettir. Mü’min bir işten boşalınca bir başkasına sarılır ve böylece
Rabbine kavuşuncaya kadar gayrete devâm eder. Müslümanlar için çalışma bir nevî
ibâdet olduğundan ve mü’minin bütün hayâtının ibâdet sayılması gerektiğinden,
Sanâyi Devrimi öncesi dönem için bugünkü anlamıyla ‘boş zaman’ kavramı
söz-konusu değildir. Zâten batı Avrupa târihinde de ‘boş zaman’ kavramı
kapitâlist ekonomiye paralel bir gelişmedir”.
Aklı tâtile çıkarmak ise en beteridir. Aklın tâtile çıkma hâli bir
çeşit sarhoşluk hâlidir Sarhoşken namaz bile kılınmaz. O yüzden tâtildeyken
namaz kılmak daha zor gelir insana. Devletler, akıllarını tâtile
çıkardıklarında yâni âtıl bıraktıklarında duraklamaya ve çökmeye başlarlar ve
sonunda da yıkılıp giderler.
Türkiye’de hafta tâtilinin Cumâ’dan Pazar’a ve sonra da
Cumartesi-Pazar olarak değiştirilmesi, müslümanlıktan ve İslâm’dan vazgeçip
batı’ya ve yahudi-hristiyan kültürüne geçildiği içindir. Böylece Türklerde de
tâtil anlayışı ortaya çıkmıştır. Oysa Cuma, tâtil değil tebdil idi.
Ev-hanımlarının
sürekli bir işleri olduğu ve resmî bir tatilleri olmadığı için, bir de ayrıca
dışarıda bir yerlerde mesâili bir şekilde çalışmaları onlara yapılan bir zulüm
olur. Çünkü onlar bir işten yorulduklarında başka bir şey (tebdil) yapmaya
fırsat bulamazlar. İşyerinde yaptıkları işle zâten iyice yorulmalarına rağmen,
eve gelince bir de ev işi ile yorulurlar ve böylece baştaki âyet onlara hitâp
etmez olur. Bu nedenle bir işyerinde çalışan kadın, evdeki işleri savsaklamak
zorunda kalır. Evdeki çocuklarla ve yaşlılarla yeterince ilgilenemez ve böylece
kreşler ve huzur-evlerinin sayıları gün geçtikçe artar. Tabi oteller ve tâtil
köylerinde yer bulmak da zorlaşır.
Tâtil bir
tüketim-şeklidir. Tâtil aşırı tüketmek için ortaya atılmış kapitâlist sömürü
düzeninin bir parçasıdır.
Tâtil, çalışmanın tersi
olarak “durmak” demektir. Durmak ise, “ölmeye başlamak”tır. Şezlongun üstünde
hareketsiz yatmak ile kabirde hareketsiz bir şekilde yatmak arasında fark
yoktur. Tâtil, tüm kâinât bir-an dâhi durmazken yapılan bir “durma”dır.
Müslümanın
“ebedî tâtil yeri” cennettir. “Cenneti Dünyâ’da kurma ve yaşama” isteği
“cinnet” ile sonuçlanmaya mahkûmdur. “Cenneti Dünyâ’da kurma ve yaşama isteği
cinnet”tir vesselam.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder