“Böylece
biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hîleli düzenler kursunlar diye- oranın
suçlu-günahkârları kıldık. Oysa onlar, hîleli düzeni ancak kendilerine kurarlar
da bunun şuuruna varmazlar” (En-âm
123).
İslâm, “bilgi
ve bilincin kaynağı Kur’ân” olan, “amel ve eylemin kaynağı ise Peygamber’in
güzel örnekliği (Sünnet) olan” Dîn’in adıdır. O hâlde müslüman da, “Kur’ân ve
Sünnet-merkezli olan kişi”dir. Kur’ân ve Sünnet’e uygun olan ve aykırı olmayan
şeyler de İslâm’dan kabûl edilebilir. Türkiye müslümanları ise, aslında müslümanlığı
ilk kabûl ettikleri günden bêridir Kur’ân ve Sünnet-merkezli ol(a)mamışlardır.
Onun yerine ataları, ulu kişileri, maddî ve mânevî gücü, destanları,
efsâneleri, masalları, rüyâları, uydurmaları ve zırvalıkları kabûl
etmişler-ederler ve din diye bunları konuşurlar ve bunlara uyarlar. Kur’ân’ı teberrüken
ve anlamadıkları orijinâl dilinden okurlarken, Peygamber onlar için
ruhsal-mânevî bir kişiliktir ve böyle
olunca da onu örnek almayı imkânsız zannederler. “Ama o peygamber” sözü Türkler
arasında çok söylenen bir sözdür. Bu sözle zımnen: “Biz o’nun gibi olamayız”
demek isterler. Oysa Allah, peygamberleri “örnek alınsınlar” diye
göndermiştir.
Muhâfazakâr
müslüman Türkler, modern Türkiye’nin demokrasiye geçtiği günden bêridir sağ
muhâfazakâr demokrasi ve neo-nurculuk denen siyâsî ve dînî iki akıma
uymaktadırlar. Bu akımların başa geçen lîderleri onların “doğal lîderleri”
durumundadır. Öyle ki bu lîderler onlar için “yolunda ölünecek kişiler”dir. Onlara
karşı hiç-bir eleştirileri yoktur. Ne derlerse-desinler kabûlleridir. Türk
müslümanlarının içinde az bir kesim istisnâ, bunlara uğramayan ve uymayan kişi
olmamıştır. Bu kişiler arasında okumuş-yazmış ve çobanlıktan fabrikatörlüğe
kadar her alandan ve kesimden insan vardır.
Peki bu
nasıl olmaktadır?. Niçin olmaktadır?. Çünkü dediğimiz gibi, Türk müslümanları
diğer bir-çok kavimlerin müslümanları gibi, İslâm’ı Kur’ân ve Sünnet’ten yâni,
Peygamber’in hayâtından öğrenmemişlerdir. Onun yerine nefse ve duygulara hitâp
eden siyâsetten, siyâsî lîderlerden ve sözde dinden ve dînî lîderlerden öğenmişler
ve hayatlarını da bunlara göre düzenlemişlerdir ve düzenlemektedirler. Böyle olunca
da nefse ve duygulara hitâp eden herkes ve her-şey kutsal olarak görülür ve bu
kişilere ölümüne ve tapılırcasına bağlanılır. İşte AKP-Erdoğan ve
Neo-nurculuk-Fethullah bağlılığı da en son bağlılıklardan ve bağlanılanlardan
ikisidir.
Bu iki akım
AKP iktidârı ile güçlerini birleştirip birlikte hareket etmeye başlayınca
oldukça büyük bir güce ulaşmışlar ve hattâ birileri de zamânında “bunlar artık
yıkılmaz” demişti. Diğer bâzıları da “yıkılır ama nasıl yıkılır” sorusunu
sormuş ve bir cevap bulamamıştır. Zâten onlara olan bağlılık en çok da bu
dönemde artmış ve onlar da Türkiye’de İslâm’a aykırı olan siyâsi ve dînî düzeni
ve inancı en çok bu dönemde yerleştirmişlerdir. Şimdilerde birbirlerine can
düşman olsalar da aslında ikisinin de dînî ve dünyevî düşünceleri aynıdır.
İkisi de maddî güce yâni paraya tapmaktadır ve bu uğruda İslâm ve müslümanlar
yerine İslâm düşmanı ülke, ideoloji ve lîderleri desteklemekte ve şeytânî
düzenlere uymaktadırlar.
İslâmî ve insânî yapının yıkılmaması için bağlılığın “sâdece
Allah’a” olması gerekir. Allah’a ve O’nun gönderdiği Kitab’a ve Peygamber’e bağlı
olanlar kenetlenmiş bir duvar gibi sımsıkı dururlar ve yıkılmazlar. Nefsî ve
duygusal bağlılıkların ise yıkılması an meselesidir ve AKP-FETÖ bağı ve
bağlılığı en küçük bir çıkar çatışmasında yıkılıvermiştir. Hiç yıkılmayacak
gibi duran bu tür yapılar en küçük bir anlaşmazlıkta ve çıkar çatışmasında sarsılır
ve yıkılır gider ve öyle de olmuştur. Öyle ki birbirlerine can düşman olurlar.
Böylece onların bağlıları da ayrılmış ve dağılmış olur.
Bu iki akım
da aslında aynı düşünce ve zihnî yapıya sâhiptirler. İkisi de güçten ve
güçlüden yanadır ve ikisi de bu nedenle bâtıldır. Zîrâ “En Güçlü Olan”a
bağlanmazlar da kendilerinde güç vehmettiklerine sarılırlar. ABD ve İsrâil’in
ebedîliği merkezinde hayâtiyetlerini devâm ettirirler. İki kesim de İslâm’a ihânet
etmiştir. İlk çıkış noktalarında bir nebze de olsa iyi şeyler söylerlerken,
sonunda varıp-dayandıkları yerde birbirlerine düşman oldukları gibi İslâm’a da
düşman olmuşlardır. Zîrâ İslâm-dışı akımları dinleştirmişler ve onları
izlemektedirler. Allah ve Peygamber’e değil de, şeytana, nefse ve beşerî
olanlara bağlıdırlar ve onlara inanmaktadırlar.
Darbe
girişiminden sonra FETÖ’den ayrılıp AKP’ye geçenler olduğu gibi, AKP’den kopup
Fetö’cülüğe devâm edenler de oldu. Bir de ikisini de bırakıp Atatürkçü olanlar
var. Fakat bunların câhil olduğu şey şudur ki, bunların bağlandıklarının hepsi
de “aynı şey”dir. Farklı olan ise, “hepsinden vazgeçip Allah’a ve Peygamber’e yâni
İslâm’a bağlanmak”tır.
Türkiye’de
15 Temmuz sonrası bir-çokları için ortaya çıkan çâresizlik, “denize düşenin
yılana sarılması” şeklinde bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Çünkü bir çâresizlik
varsa, âcil bir durum varsa, halk aceleci davranır ve ortaya çıkan düşüncelere
ve hareketlere çok çabuk kanar ve eklemlenir. Çünkü insan başına gelen bir
sorunu hemen çözmek ister yada o sorundan bir-an önce kaçıp kurtulmaya bakar.
İşte bu nedenle bu sorunlara çâre olduğunu söyleyen yapılara hemen bağlanabilir
ve o anda hem bir kriz durumu olduğu için hem de Kitap ve Sünnet-merkezli bir
din-düşünce anlayışı olmadığı için bir direnç ve sabır olmaz ve bu hareketlere
hemen bağlanılabilir ve benimsenebilir. İşte 15 Temmuz’da olan da budur. Çok
güvendikleri kişilerin yaptıkları karşısında şok olan genel halk, çâreyi o
yapıdan uzaklaşmakta bulmuş fakat Allah yerine, yine kendilerinde hayâl
kırıklığı yaratan kişiler gibi benzer kişilere ve kurumlara sığınmışlardır.
Bunu “kurtuluş” ve “doğru davranış” zannetmektedirler. Zîrâ o anki olağan-üstü
durum karşısında doğru düşünememişler ve çâresiz bir durumda kalmışlardır. O
çâresizlik durumu ve “sürekli cehâlet” onları doğru yola ulaştıramamıştır.
Körü-körüne
olan bağlılıklar bir konuda değerlendirmeyi de yanlış yapmaya neden olur. AKP
ve FETÖ-merkezli Türkiye müslümanlarının değerlendirmeleri çok yanlıştır. Zîrâ
Kitap ve Sünnet’i bilmedikleri için (çünkü onlar bağlı oldukları lîderleri tarafından
bu konuda bilerek câhil bırakılırlar) değerlendirmelerini “bir-önceki”ne göre
yaparlar. Maddî duruma ve seviyeye bakarak yaparlar. Fakat bu tür değerlendirme
doğru sonuçlar vermez ve yanlış sonuçlar verir. Hak değerlendirme elbette hakka
ve hakîkate yâni İslâm-merkezli yapıldığında ortaya çıkar.
Meselâ iktidardaki
parti, AKP ve AKP’li müslümanlara(!) ve onun o zamanki mânevî destekçiliğini
yapmış olan FETÖ ve FETÖ’cü müslümanlara(!) göre her-şeyi iyi yapmıştır ve
yapmaktadır. Fakat iyi yapmadığı şeyler ne olacak?. Bâzıları
değerlendirmelerini sâdece “maddî olan” üzerinden yapınca, yapılan onca işlerin
kötü sonuçlarını göremiyorlar ve de görmek istemiyorlar. İstatistiği sâdece
ekonomik yönden değerlendirmek bir hastalık hâline geldi. Bir değerlendirme
yapılacağı zaman hemen, yapılan maddî şeylerin hesâbı ve bilançosu ortaya
atılıyor. İyi de bu yapılanların bedeli nedir, faturası kime çıkarılmıştır ve
bunlar yapılırken gözden kaçanlar nelerdir?. Meselâ İslâm’a göre insanın
ayırıcı özelliği olan “ahlâk”tan ne haber?.
Başbakanlık
İnsan Hakları Kurulu’nun 2010 yılında yaptığı bir araştırma var. Bu araştırma
ve sonuçları mecliste ateşli bir şekilde tartışılmıştı. Buna göre; “2002
yılında 25.000 (yirmibeşbin) olan ‘hayat kadını’ sayısı 100.000’i (yüzbin)
geçmiş durumdadır. Ekonomide pembe tablolar çizmek, rakamlara takla attırmak
gittikçe artan fuhuş sektörünün bu hükûmet döneminde ulaştığı zirveyi gizlemeye
yetmiyor. Daha da vahimi, “40 bin kadın da vesîka alabilmek için genelevlerin
kapısında bekliyor” deniyordu. “Bunlar resmî veriler. Bu rakamlar devletin
telaffuz ettiği rakamlar. Ekonomi bozuldukça ‘hayat kadını’ sayısı da artmıştır”
denilmiştir.
AKP’nin başa geldiği 2002 yılında ülke
nüfusu 68-69 milyon iken, vesîkalı hayat-kadını (fâhişe) sayısı 25.000 idi.
2014 yılında nüfus 78 milyona ulaşmasına yâni sâdece %12-13 artmasına rağmen,
2014 yılında vesîkalı hayat-kadını sayısı %400-500 artarak 100.000 sayısını aşmıştır.
Bu rakam gayr-ı resmî olarak 300.000’dir. Bu kadınlar sâdece zevk nedeniyle mi
bu işi yapıyorlar?. Tabî ki de hayır!. İnsanlar ya yaşamak için yada kıyas
yaptıkları görece iyi yaşama ulaşmak için bu seviyesiz işi yapıyorlar ve yapmak
zorunda bırakılıyorlar. Bir kadının fâhişelik yapmasının iki nedeni olabilir;
ya ahlâkı bozulmuş ve mâlûm yollara düşmüştür, yada geçim zorluğuna düşmüş ve
mecbûren o yola girmiştir. Bülent Arınç’ın da dediği gibi; “AKP mânevî alanda
başarılı olamamıştır. Eğer AKP hükûmeti iffet kavramına otoyol, demiryolu,
gökdelen yapımı kadar önem vermiş olsaydı, şüphesiz tablo bu denli vahim
olmayacaktı”. Bir ülkede ahlâk bozulmuşsa, her-şey bozuk demektir. Ahlâkın
bozuk olduğu yerde hiç-bir şey iyi ve düzgün değildir ve olamaz.
İşte değerlendirme böyle yapılır. Ülkede ahlâk ne hâldedir?,
adâlet ne durumdadır?, eğitim nasıldır? vs. önemli olan bunlardır. Yoksa
dökülen betonun çoğalmasına bakarak doğru değerlendirmeler yapılamayacağı gibi,
yanlış değerlendirmeler şirke ve küfre de kapı aralar. AKP ve FETÖ müslümanlığında
olan şey budur.
Şirk iki
türlüdür. Siyâsetle, ideolojiyle, lîderle (madde) şirk koşmak; hurâfeyle,
uydurmalarla, şeyhlerle (mânâ) şirk koşmak. Bunun günümüz Türkiye’sindeki
popüler yansıması; “AKP-Tayyip ile şirk koşanlar” ve etkisi azalsa ve bitme
noktasına gelse de, dînî bilgi bağlamında “FETÖ-Fethullah ile şirk koşanlar”
şeklindedir.
AKP’nin
politikaları için hiç-bir eleştirisi-îtirâzı olmayan ve tam-aksine yanlış
uygulamalarını bile şiddetle savunanlar, AKP’yi Rab-İlah edinmiş olup Allah’a şirk
koşmaktadırlar. FETÖ’nün dînî ve dünyevî düşüncesi için hiç-bir eleştirisi
olmayanlar da FETÖ’yü Rab-ilah edinmiş olup şirk koşmaktadırlar.
Zamânında
(ve şu-anda) AKP’ye oy veriyor diye on numara müslüman olduğunu zanneden
kişiler vardır. Zaman Gazetesi’ne, Sızıntı Dergisi’ne abone olduğu için,
Samanyolu TV’yi izlediği için kendini on numara müslüman ve “dindar”
zannedenler olmuştur ve hâlen de vardır. Müslümanlık-mü’minlik, şirke ve küfre
dolayısı ile zulme düşmüş dînî ve siyâsî lîderlere ve akımlara kapılmakla
değil, “sâdece Allah’a” bağlamakla, Kur’ân’a uymakla ve Peygamber’i izlemekle
olur.
AKP’ye, yâni
liberâl demokrasiye oy veren ve FETÖ’ye bağlanan müslümanlar, 28 Şubat’ın çözüp
dağıttığı kişilerdir. Bu dağılma onların dînî düşüncelerini ve duruşlarını da
bozup dağıtmıştır. Liberâl, kapitâlist, muhâfazakâr demokrat ve şimdilerde
lâik-Atatürkçü olmalarının nedeni budur.
CHP’nin
adamakıllı bir muhâlefet yap(a)mamasının nedeni; Erdoğan’ın, AKP’nin ve
AKP’lilerin de zâten lâik-seküler-demokratik-kapitâlist-liberâl ideolojileri
benimsemiş olmasından dolayıdır. Bu durumda CHP neye karşı çıkacak ki!. Tayyip
Erdoğan ve AKP, Türkleri-müslümanları batı’nın yörüngesine sokmakta CHP’den
daha başarılı olmuştur. FETO da onlara çanak tutmuştur. Atatürk’ün ürettiği CHP
zihniyeti ile, AKP ve FETÖ’nün ürettiği AKP-FETÖ zihniyeti arasında,
“lîderleri-kişileri ilahlaştırmak” anlamında bir fark yoktur.
Kendilerini
“FETÖ câhiliyesi”nden kurtaranlar, “Allah’a sığınmak” varken, “AKP
câhiliyesi”ne sığındılar. AKP câhiliyesinden kurtulanlar da, “Allah’a sığınmak”
ve “Peygamber’i izlemek” yerine “Atatürkçülük-Kemalizm câhiliyesi”ne
sığınıyorlar. Buna, “bâtıldan bâtıla kaçmak” denir.
Peki
Türkiye’li müslümanlar bunları ne uğruna yapmışlardır ve yapmaktadırlar?. Tabî
ki de cehâletleri ve Dünyâ’ya olan bağlılıkları yüzünden. AKP-FETÖ işbirliğinin
sonucunda Türkiye’de görece bir maddî çoğalma olmuş ve Türkiye’li müslümanların
bir-çoğu da bundan çok yararlanmıştır. Sonuçta dünyevîleşmişlerdir ve bu çok
hoşlarına gitmiştir. Maddî olarak zenginleşmişlerdir ve bu durumdan çok memnun
olmuşlardır. Fakat bunu hangi tâvizleri vererek ve nelerden vazgeçerek
yapmışlardır?. Dinden, merhâmetten, vicdandan, adâletten, delikanlılıktan vs.
verdikleri tâvizlerin sonucunda bu duruma gelmişlerdir. İşte bu akımlara
kapılmalarının nedeni aslında budur. Yahya Bin Muaz’ın hitâbını düşünelim. Ne
diyordu:
“Ey
İnsanlar! görüyorum ki; evleriniz Rum Kayseri’nin evlerine, lükse hayranlığınız
Kisra’nın tutumuna, servet peşinde koşmanız Kârûn’un anlayışına, saltanatınız
Firavun saltanatına, nefisleriniz Ebu Cehil nefsine, gurûrunuz Ebrehe’nin gurûruna,
yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana, Ümmet-i
Muhammed’den olanlar nerede?”.
Ey
müslümanlar!: “Sizin içinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten vazgeçiren
bir topluluk bulunsun” (Âl-i İmran 104).
Evet; bir Uygur
Doğu Türkistan atasözü olan: “Bu-gün göz yumduklarımız, yarın bize göz
açtırmayacak olanlardır” sözü tezâhür etmiştir-etmektedir.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder