15 Mayıs 2019 Çarşamba

Vatandaşlık Görevi, Kulluk Görevi

 

“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her-şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, her-şeyin üstünde bir vekildir” (En-âm 102).

 

Son 200-250 yıllık bir süredir yaşanan “büyük fitne modernite” ve bundan kaynaklanan sistemler, insanların, ilk insandan bêri sürüp gelen tasavvur, düşünme, söyleme ve amel-eylem şeklini ve tarzını değiştirdi. Bu değişiklik, modern insanın “klâsik olan”a karşı cephe almasına ve 250 yıl öncesi dünyâya karşı bir cehâlet meydana getirdi. Modern insan “klâsik” tâbir edilen zamânı ve dünyâyı üstün-körü bir bilginin dışında bilmiyor. Edindiği üstün-körü bilgi ise zâten modernitenin dayattığı bilgidir ki, bu bilgi klâsik zamanlara düşman olmayı empoze eden bir bilgidir. Bu bilgi bir düşünce ve dil oluşturmuştur ki, dîne ve dînî düşünceye hiç de uygun olmayan bir dildir. Artık modern insan, Allah ile olan bağını kâlp, vicdan ve zihin ile sınırlandırmıştır. Böyle olunca da hayâtın hiç-bir alanında Allah’ın hükmü ve emri görülmemektedir.   

 

İşte bu bilgiyle yoğrulan modern insan, en çok da din ve siyâset konusunda düşüncesini moderniteye uydurmuştur. Bu konularda çeşitli kaynaklardan ve araçlardan kolayca bilgi edinebilmesine rağmen yine de cehâlet ve de düşmanlık sürmektedir. Modern insan -ki buna müslümanların büyük bir kısmı da dâhildir-, modernitenin sunduğu daha doğrusu dayattığı; tasavvur, düşünme, söyleme ve eyleme konularında, hiç-bir şüphe duymadan ve sorgulamadan uygun adım yürümekte ve moderniteye uygun hareket etmektedir. Zîrâ doğala, normâle ve fıtrata uygun olandan kopmuş, nefse uygun olan bu yeni yaşam ve eyleme tarzını benimsemiştir.

 

Modern insan bir “ilerleme” hâlinde yaşadığını zannetmektedir. Bu sözde ilerleme onu, ilerlemenin en uç noktası olan moderniteye ve post-moderniteye kadar getirmiştir. Bu noktaya ilerlemeyle geldiği için, gelinen bu yerin en iyi ve doğru bir yer olduğunu hiç sorgulamadan kabûl etmekte, böyle olunca da mevcut düşünce ve yaşam tarzını da “en iyisi” zannetmektedir. Tabi buna karşı olan aksi bir söz ve eyleme-tarzı duyduğunda da afallayıp kalmakta ve sanki “Allah’ın farzı”ymış gibi inandığı moderniteye olan aykırılığa karşı tavır almaktadır. Çünkü dediğimiz gibi, gelinen noktayı yâni moderniteyi “en iyi yer” zannetmektedir. Oysa  mevcut durum tam bir sapmışlık hâli ve fitne durumudur. Çünkü mevcut düşünce ve yaşama-tarzı, Dünyâ’yı ifsâd edip durmaktadır. Moderniteye meftûn ve râm olmuş olan modern insan ise, cehâletinden-nefsinden ve düşünüp-sorgulamadan kopuk ve mahrûm olduğu ve bu nedenle modernitenin ne menem bir şey olduğunu göremediği için mevcut zamâna göre davranmak zorunda kalıyor.

 

Modernite, modern insanı yönlendirmek ve yönetmek için sürekli olarak çeşitli “manşet sözler” ve cümleler uydurur. İnsanlar da bu cümleleri benimser ve buna göre düşünür, konuşur ve hareket eder. İşte bu cümlelerden biri de, “vatandaşlık görevi”dir. Vatandaşlık görevi bilindiği gibi en çok, demokrasinin eylemi olan “oy kullanma” konusuyla alâkalıdır. Oy kullanmanın İslâm’a aykırılığından bahsedildiğinde; “olur mu canım, o senin vatandaşlık görevin” deyiverirler.

 

Vatandaşlık görevi nedir?. Ne zaman çıkmıştır?. Hem “vatan” denilen şey yada yer nedir?. Vatan dediğin, belli bir sınırla çevrilmiş alan içindeki taş-toprak-deniz-göl-dere-su-yayla-dağ vs. değil midir?. Vatan dediğin yer bunların bulunduğu, Dünyâ’nın belli bir bölgesinde olan bir kara-parçası değil midir?. Vatandaş da, bu kara-parçasında birlikte yaşayanlar değil midir?. Oy kullanmakla vatandaşlık görevinin ne alâkası vardır?. Aynı kara-parçasında yaşayan insanlar birbirleriyle çeşitli dayanışma ve yardımlaşma yapabilirler ve yapmalıdırlar. Buna da “vatandaşlık görevi” denebilir. İnsanların birbirlerine ihtiyaçları olduğu için birbirlerine karşı görevleri vardır ve buna da aynı vatanda yaşadıkları için “vatandaşlık görevi” denilebilir. Fakat “demokrasinin âyini” olan oy kullanmakla vatandaşlık görevinin ne alâkası vardır?.

 

Vatandaş: “Bir yurt ahâlisinden ve tebâsından olan kişi” demektir. Fakat bu kavram, Fransız Devrimi’nden sonra milliyetçiliğin-ulusçuluğun ortaya çıkarılmasıyla birlikte ve herkes kendi kabûl ettiği bölgeleri sûni sınırlarla çizince büyük parçalanmalar başladı ve daha düne kadar “kardeş” (din kardeşi) olanlar düşman oldular. Toplumları düşman etmenin yolu, onları Allah’a kullar olmaktan çıkarıp “vatandaş” yapmaktan geçer. Vatandaşlar, sûni sınırlarla belirlenmiş sınırları olan bir vatanda yaşayanlardır. Buralarda yaşayanların ölçüleri ilâhi ölçüler olmaktan çıkıp, kendi ve diğer vatanlara ve vatandaşlara göre olan ölçüler olur. En hâkim olan vatan, diğer vatanları kendine bağlar. Modern zamanlarda vatandaşlık kulluğun yerine geçmiş ve Allah’a olan kulluk zamanla vatana yapılan ve “vatandaş” diye isimlendirilen kulluğa (ç)evrilmiştir. Artık en iyi ve üstün insan, Allah için değil de vatan için özverili bir şekilde çalışan kişidir. Âdetâ vatan için en sıkı kulluğu kim yapıyorsa, en iyi ve üstün insan olarak o kabûl edilir. Bu kulluk, Allah’a kul olmanın sınırlandırılmış ve hattâ iptâl edilmiş bir şeklidir. Dolayısı ile şirktir.

 

Oy kullanma ile “vatandaşlık görevi” arasındaki ilişki şöyle kurulur.. Moderniteyle birlikte artık “kulluk” değil, “vatandaşlık” vardır. Bu, Allah ile irtibâtı keserek Dünyâ’ya ve vatana tapmanın bir göstergesidir. Böyle olunca da Allah’a karşı görevler (kulluk) yerine “vatana karşı görevler olmalıdır” düşüncesi açığa çıkar. Mesele budur. Artık kulluk Allah’a değil vatana yapılacaktır ama bu “vatana kulluk” şeklinde değil, “vatandaşlık görevi” şeklinde söylenmektedir ki vatandaş rahatsız olmasın. Evet; “vatandaşlık görevi” denilen şey, “Allah yerine vatana kulluk yapmak” sözünün moderniteye uygun cümleleştirilmiş şeklidir.

 

Peki “vatandaşlık görevi” deniyor da, “Allah’a kulluk görevi” ne olacak?. Vatandaşlık görevini din yapanlar ve aslâ aksatmayıp da yerine getirenler, kulluk görevini de hesâba katıyorlar mı?. “İnandım” demekle yetinen modern insan ve müslüman, sıra “Allah’a kulluğa” gelince yâni “kulluk görevi”ni yapmaya gelince “çıt”ı çıkmazken, Allah’a kulluk yerine ikâme edilen “vatandaşlık görevi”ni mutlakâ yerine getirir ve zinhar bunu yapmamayı düşünmez bile. Hattâ “Allah’a kulluk görevi” nedeniyle oy kullanmamayı anlayamaz da şaşırır kalır ve “nasıl oy kullanmazsın, o senin vatandaşlık görevin” deyiverir. “Vatandaşlık görevi” “kulluk görevi”nin önüne geçirildiği için, “vatandaşlık görevi” nedeniyle yapılan oy kullanma denilen şeyin küfre ve şirke yol açacağını düşünemez ve bilemez.  

 

“Kul” denilen “abd” kelimesi; “Kul, köle, Allah’ın kulu, mahlûk, insan, hizmetçi” anlamındadır.

 

Allah’ın istediği kulluk “sâdece Allah’a yapılan kulluk”tur. Kulluk Allah’tan başkasına yapıldığında şirk olur. Allah’a “sınırlı kulluk” da yapılamaz. Sınırlı kulluk, “sâdece Allah’a olan kulluk” olmaktan çıkar ve kulluk paylaştırılır. Meselâ hem Allah’a hem de vatana kulluk (vatan ve vatandaşlık görevi) yapılır ki “şirk” denen şey işte tam da budur. Bir kâlpte iki sevgi olmaz. Hiç-bir şey Allah gibi sevilmemelidir. Allah’tan başkaları ”Allah gibi” sevildiğinde o sevilen şeyle Allah’a şirk koşulmuş olunur. Bu bağlamda; insanların yaşadıkları yer olan vatan bile Allah gibi sevilemez. Zâten böyle bir sevgi olduğunda o kişi Allah’a kul olmaktan çıkar ve “vatana kul” olur. Vatana kulluk “vatandaşlık” olarak isimlendirilmiştir. “Sıkı vatandaş” anlamında bâzıları çocuklarına “Yurdakul” ismini bile vermişlerdir ki câhilcedir. Yurt sevilebilir, korunabilir, vatan için savaşılabilir fakat ona kul olunamaz. Bir vatanda yaşayan tüm vatandaşların, birbirlerine ve çevrelerine karşı görevleri vardır fakat Allah’ın hükümleri yerine beşerin hükümlerinin din yapıldığı demokrasi ve onun eylem-şekli olan oy kullanma ameliyesi için “vatandaşlık görevi” tanımlaması şirktir. Zîrâ “vatandaşlık görevi”, Allah’a kulluğun yâni “kulluk görevi”nin önüne geçirilmektedir. Kulluk görevi, “Allah’tan başkalarının hüküm koyma yetkisi yoktur” derken, vatandaşlık görevi, beşerin hüküm koyuculuğunun yâni şirkin onayıdır. Vatandaşlık görevini yapanlar küfre ve şirke düşmekte, beşerin ilahlaşmasını oylayarak onaylamaktadırlar.

 

Kulluk görevi, oy kullanmayarak; fâizi, zinâyı, içkiyi, kumarı, yalanı, iftirâyı inkârı gerektirirken, “vatandaşlık görevi” ise tüm bunların serbest bırakılmasının oylanarak onaylanması demektir. Allah’ın yasakladıkları ve “haram”, “yasak” ve “pis” dedikleri, “vatandaşlık görevi” yerine getirilerek yasal, meşrû ve temiz hâle getirilmektedir. Dolayısıyla, oy kullanma bağlamında söylenen “vatandaşlık görevi”, Allah’a karşı yapılan bir küstahlıktır.

 

Oy kullanmak İslâm’a aykırı bir durumdur. Zîrâ İslâm’a göre “tek hüküm koyucu” olan Allah’tır ve kânunlar-kurallar O’nun Kitabı’na göre olmalıdır. Kur’ân anayasa olmalı, uygulamalar ise Peygamber’in “güzel örnekliği” (Ahzâb 21) olan sünneti göz-önüne alınarak yapılmalı, bâzı küçük ve geçici kurallar da yine vahye aykırı olmayacak şekilde ve vahye uygun olarak yapılmalıdır. Zâten tüm kâinât muhteşem düzenini Allah’a göre hareket etmeye borçludur. Dünyâ’da insanlar Allah’ın kânunlarını uygulamadıkları ve O’nun emrine göre yaşamadığı için kaos çıkmakta, adâletsizlik artmakta ve insanlar mutsuz olmaktadırlar. O hâlde insanlar arasındaki sosyâl, kültürel, siyâsi ve ekonomik alanlar, “Allah’ın belirlediği”ne göre düzenlenmelidir. Demokrasi ise tam tersine, Allah’ın kânunlarını iptâl edip, beşerin keyfine göre ve nefse uygun olarak çıkardığı kânun ve kurallarla hayâtı belirlemek ister. Oy kullanmak da demokrasinin yâni demokrasiyi ortaya çıkaranların iktidarlarını sürdürmek ve güçlendirmek için ortaya çıkardıkları bir şirk ve küfür, dolayısıyla da zulüm sistemidir.

 

Vatandaşlık, kulluğun yerine ikâme edilmiştir. Allah’a kulluğun gereklerini yerine getirmeyi umursamayanlar, sıra vatandaşlığın gereğini yâni oy kullanmayı yerine getirmeye geldiğinde, sanki çok da matah ve ulvî bir görevi yerine getiriyormuş gibi bir hava içine girerler. “Müslümanım” demesine rağmen; namaz kılmaz, oruç tutmaz, zekâtı zâten vermez, durumu müsâit olmasına rağmen hacca gitmez, Kur’ân’ı okumaz, Peygamber’i tanımaz ve Allah’ın emrettiği hemen-hemen hiç-bir şeyi yapmaz ama, “vatandaşım” dediği için, oy kullanmayı zinhar ihmâl etmez ve hattâ onu büyük bir ibâdet aşkıyla yerine getirir. Bir de oy verdiği parti-kişi kazanmışsa, sanki cenneti kazanmışçasına sevinir.  

 

Allah’ın örnek müslüman ve kul tanımı, “Allah’tan başka hüküm koyucu yoktur” diyen insan iken; demokrasinin istediği örnek insan ve kul (vatandaş) tanımı: “Ben sâdece demokrasiye uyarım ve kânunları Allah’ın değil de beşerin yâni bir-takım insanların yapması için oy kullanırım, bunu da ‘vatandaşlık görevi’ olarak bilirim” diyen insandır.

 

Diyorlar ki “oy kullanmayanlar ikinci sınıf vatandaştır”. Bu söz liberâl-demokrasiye göre doğrudur. Evet; oy kullanmayanlar ikinci sınıf vatandaştır. Fakat oy kullananlar da “üçüncü sınıf kuldur”lar.

 

İslâmî açıdan “vatandaşlık görevi”ni yerine getirmek, “kulluk görevini inkâr etmek” demek olur. Zîrâ vatandaşlık görevinden dolayı oy kullanmak, “ben Allah’ın değil, benim seçtiğim kişilerin kânun koyucu olmalarını istiyorum” demektir ki bu durum vatandaşlık görevi uğruna “kulluğu inkâr etmek” demektir.

 

“Kulluk görevi”nin yerine “vatandaşlık görevi”ni ortaya koymak şirk, küfür ve dolayısı ile de zulümdür. Allah bunu aslâ kabul etmez ve zâten peygamberler de, Allah’a kulluğun yerine başkasına yada başka bir şeye yapılan kulluğu iptâl etmek için gönderilmişlerdi. Bir müslümanın, “kulluk görevi” yerine “vatandaşlık görevi” gibi başka kulluk görevlerini ortaya koyması söz-konusu olamaz:

 

“Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine Kitab’ı, hükmü ve peygamberliği verdikten sonra insanlara: ‘Allah’ı bırakıp bana kulluk edin’ deme (hakkı ve yetki)si yoktur. Fakat o, ‘öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz Kitab’a göre Rabbaniler olunuz’ (deme görevindedir)” (Âl-i İmran 79).

 

Vatandaşlık görevi yüceltilirken kulluk görevi unutulup gitmektedir. Hattâ modern insan bunu “aşağı” bir şey olarak görmektedir. Oysa insanların en üstünü olan peygamberler ve melekler bile kulluktan kaçınmazlar:

 

“Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sâhibi) melekler, Allah’a kul olmaktan kesinlikle kaçınmazlar. Kim O’na ibâdet etmekten kaçınırsa ve büyüklenirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzûrunda toplayacaktır” (Nîsâ 172).

 

“Göklerde ve yerde olan (herkesin ve her-şeyin) tümü Rahmân (olan Allah)a, yalnızca ‘kul’ olarak gelecektir” (Meryem 93).

 

İnsanlar ikiye ayrılır; 1-Sâdece Allah’a teslîmiyet göstererek “kul” olanlar; 2-Vatana ve beşerî ideolojilere teslîmiyet göstererek “vatandaş” olanlar.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2019

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder