“İnkâr edenler ateşe
sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün
güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk
sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve
fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile
cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).
Târih boyunca insanların
dinden uzak durmaları ve din yerine nefse uygun düşünmeleri, konuşmaları ve
hareket etmeleri, dînin “eğlenceli” olmaması nedeniyledir.
Dünyâ’da “sınırsızca” yaşamanın bir karşılığı yoktur.
Sürekli eğlence ve haz içinde, sürekli relâks hâlinde yaşamanın Dünyâ’da
karşılığı yoktur. Zîrâ bu, cennete özel bir yaşama-şeklidir. Dünyâ’nın formatı
ise sınırsızca yaşamaya elverişli değildir. Çünkü insan çok kırılgan bir
varlıktır. Ölüm, hastalık, işsizlik, eleştirilmek, aç kalmak, işsiz kalma
korkuları -ki bunlar temel korkulardır- içinde yaşar ve bunlar sürekli olarak “Dünyâ’nın
fâni olduğu” mesajını verir. İnsan sevdiklerini kaybedebilir, bir şeye morâli
bozulabilir, işler yolunda gitmez vs. Bu nedenle de cennet-vâri bir
Dünyâ-yaşamının olması imkânsızdır.
Modern insan her ne kadar sınırsızca yaşam ve sürekli
haz ve zevk içinde bir hayat sürme arzusunda olsa da, mevcut Dünyâ’da bunun bir
karşılığını bulamaz ve üstelik bu düşüncesinin karşılığını bulamadığı için bir şok
yaşar ve bunalıma girer. Artık onun en yakın dostu psikolojik ilaçlar olur.
Modernitenin ağır kuşatması altında yaşayan modern insan, çağımızda psikolojik
hastalıkların, psikiyatrist ve psikologların, yaşam koçlarının vs. kontrôlü
altına girmiştir. Bu, “Allah’ın kontrôlünde olmaktan kaçma”nın bir cezâsıdır.
İnsan Dünyâ’da ancak Allah’ın kontrôlündeyken gerçek anlamda tatmin olup huzûra
kavuşabilir. Fakat modernite tarafından kandırılmış insan, bundan kaçıp sûni
tatmin araçlarına yönelmiş ama aradığını bulamadığı gibi ağır bir sömürüye
mâruz kalmıştır. Zîrâ Allah’tan, âhiretten, gayba îmandan kopuk, zevk ve
eğlence içinde bir hayat sürmek, kişiyi ancak bir bunalımdan başka bir bunalıma
sürükler. Modern insanın sınırsızca yaşama isteği, sınırlı yaşamını zindana
çevirir ve çevirmiştir. Oysa gerçek sınırsız yaşam için (cennet) yaşasaydı, hem
Dünyâ’da özgüvenli ve israfsız bir nîmet içinde yaşayacak hem de âhirette de
sonsuz nîmet diyârı olan cennet ile sevinecekti:
“Rabbinizden olan bir
mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip-yarışın, ki (o cennet)
genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler
için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah
büyük fazl sâhibidir” (Hadîd 21).
“De ki, davranış
(ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?.
Onların, Dünyâ hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte
güzel iş yapmakta sanıyorlar” (Kehf
103-104).
Modern insan, “cennet için
yarışın” (Hadîd 21) âyetini ,”yeryüzü cenneti” için yarışın şeklinde anlıyor.
Moderniteyle ambalajlanmış “yeryüzü cenneti”ne yüz çevirmeyenler, âhiretteki
ebedî cennete ulaşamazlar.
Modernizm, bir “eğlence
kültürü”dür. Çünkü modernizm bir “umursamama uygarlığı”dır. Zîrâ modernizmde
önemli olan bireydir ve tek-tek bireyler -görece- varlığın en önemli
unsurlarıdır. Buna göre bireyler kendilerine çok fazla önem vermeli, hayatta
kalmak ve gönüllerince bir hayat yaşayabilmek için, başka hayatların acı
çekmesini ve yok olmasını bile kabûl edebilmelidir. Tâbir-i câizse, “omletini
yapmak için tüm Dünyâ’yı yakabilecek” bireylerin yeryüzünü doldurduğu bir
zamandayız.
Özellikle son 2-3 kuşak bu
konuda neredeyse hiç tâviz vermiyor ve kendi çıkarı, hayâtı ve varlığı için
hiç-bir şeyi umursamaz duruma gelmiştir. Bu durumun nedeni her ne kadar
kişilerle alakalandırılsa da, aslında Dünyâ’nın mevcut küresel ideolojileri,
şeytanın küresel uşakları olan tâğutlar ve Dünyâ’yı yönlendirenlerdir. Tabî ki
Dünyâ’yı yönlendirenlerin uyguladığı ideolojilerden başka modern
bilim-teknoloji, sapık görüşler ve felsefeler, eğlence tarzları vs. bir-çok
şeytan-işi pisliktir. Bunlar, tam da nefse nişan almıştır ve nefsi en güçlü olanların
bu yollara kapılmaması neredeyse mümkün değildir. Tabi nefsi en güçlü olanlar
da, nefisleri sürekli kışkırtılan yeni nesil gençlerdir.
Kapitâlizmde insanlar
tükettikleri oranda değer kazanırlar. Kapitâlizmde en değerli olan insan, en
çok tüketebilen insandır. Müşteriyseniz inanılmaz bir değeriniz vardır.
Kapitâlist modern dünyâya göre, en mutlu insan, mânen çökmüş olsa da, madden ve
bedenen hayâtı en iyi, haz içinde ve yoğun bir eğlence hâlinde yaşayan
insandır.
Artık insanlar, yaptıkları
her-şeyi, bir an sürse de haz alabilmek ve eğlenebilmek için yapmaktadırlar. Baudrillard’a
göre, tüketicilerin örneğin giyim eşyâsı, gıdâ, takı, mobilya yada bir eğlence
tarzını, kim olduklarıyla ilgili zâten vâr olan duygularını dışa vurmak için
satın almazlar, aksine insanlar, kimlik duygularını, bu satın aldıkları şeyler
aracılığıyla oluşturmaktadırlar.
Eğlence-merkezli
bir hayat-tarzı, Amerikan hayat-tarzıdır. Amerika’lılar tüm Dünyâ’yı yangın
yerine çevirmiş olsalar da her-şeyi eğlenceye dönüştürmeyi seviyorlar.
Filmlerinde yerken-içerken, gezerken, çalışırken, vs. her-şey için sürekli
söyledikleri, “nasıl, eğlenebiliyor musun?” repliği insanı istifrâya zorluyor. Şehvet,
güç tutkusu, eğlence, şiddet...gençliğin hedefleri oldu. Fakat artık
eğlence-merkezli yaşamak, orta-yaşta olanların ve yaşlıların da arzusu hâline
geldi.
Eğlence-merkezli yaşamak
aslında bir projedir. Siyon Protokôlleri’nin 13.sünde: “Kitleler kendi
bulundukları durumları anlamasınlar diye biz onları ayrıca zevkler, oyunlar,
eğlenceler, tutkular, halka mahsus eğlence yerleri ile de başka yönlere
çekeceğiz. Kalabalıkların vakitleri, eğlenceler, oyunlarla oyalanmalı, herkes
düşünmekten alıkoyulmalı” denir ki bunu yürürlüğe koydukları çok açıktır.
İslâm’da eğlence-merkezli
bir hayat yaşamak yoktur. Çılgınca eğlenceler, şeytâni zevkler, tehlikeli ve
bağımlılık yapan alışkanlıklar ve oyunlar yoktur. Hz. Yahya, çocuklar onu
oynamaya çağırdıklarında, “biz bu dünyâya oynamaya gelmedik” der. Evet; biz Dünyâ’ya
oyunla-oynaşla ve eğlenceyle ömrümüzü heder edip tüketmek için gelmedik.
“Kendimize yeni bir ilah
edindik; onun adı eğlencedir” diyor, Çek edebiyatçı Ivan Klima. Bu ilaha
tapanlar, nefsinin arzusunu Allah’ın irâdesinin ve emrinin önüne geçirmekte hiç
zorlanmazlar. Modern hayat her-şeyi eğlenceye dönüştüren bir sistemdir. Popüler
kültür, sürekli eğlenmek isteyen nefsi körüklüyor. Modernite ve popüler
uygarlık; ölüm, hastalık, acı, iş, zorluk, sorumluluk vs. gibi her-şeyi
perdeleyerek, eğlenceyi kısmak yada kesmek istemiyor. Bunun için elinden geleni
ardına koymuyor. Eğlenmek için gösterilen azim başka hiç-bir şey için
gösterilmiyor.
Amele-eyleme dönmeyen dînî
bilgi de eğlence aracı olarak kullanılıyor. Biriktirilmiş bilgi bir işe
yaramıyor. Çünkü eyleme geçmedikten sonra bilgi bir işe yaramaz, ha bi
eğlencedir ve oyun ve oyalanmacadır. Cemaatler; tek-başına -gücümüz yetmediği
için- yapamayacağımız şeyleri, “birlikte yapma” yerleri olmalıdır. Aksi-hâlde
cemaat toplanması “kış gecesi eğlenceleri”ne döner.
Ramazan’ı bile eğlence aracı
hâline getiriyorlar. Bâzı ahmaklar ve kendini bilmezler, “yoğun ibâdet,
tefekkür ve yardımlaşma ayı olan Ramazan’ı eğlenceyle geçirilecek bir zaman
aralığı zannediyorlar yada o şekilde göstermek istiyorlar. Zîrâ
eğlence-merkezli yaşamaya alışmışlardır ve eğlencelerinin kesilmesini
istememektedirler. Allah böyle kişileri şu şekilde uyarır ve korkutur:
“Onlar, dinlerini
bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünyâ hayâtı onları
aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim âyetlerimizi
yok sayarak tanımadıkları gibi, Biz de bugün onları unutacağız” (A’raf 51).
“Dinlerini bir oyun
ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünyâ hayâtı kendilerini mağrur
kılanları bırak. Onunla (Kur’ân’la) hatırlat ki, bir nefis, kendi
kazandıklarıyla helâke düşmesin; (böylesinin) Allah’tan başka ne bir velisi, ne
bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar,
kazandıkları nedeniyle helâke uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar
için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azap vardır” (En-âm 70).
Âhireti hesâba katmayan “tek
dünyâlı”lar, mecbûren arzularını, ihtiraslarını, isteklerini ve tutkularını
“din” yapmak zorunda kalacaklar, en uzun süre boyunca ve en yoğun bir şekilde haz
içinde yaşamayı dinleştireceklerdir. Fakat mü’minler için bu tür bir yaşam
Dünyâ’da oyun ve eğlenceye yâni arzulara ve tutkulara kapılmak, âhirette ise
sonsuz bir azâba sürüklenmektir:
“Hayır, zulmedenler,
hiç-bir bilgiye dayanmaksızın kendi hevâ (istek ve tutku)larına uymuşlardır.
Allah’ın saptırdığını kim hidâyete erdirebilir?. Onların hiç-bir yardımcıları
yoktur” (Rûm 29).
“Bilin ki, dünyâ hayâtı
ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda
bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma-tutkusudur. Bir
yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kafirlerin) hoşuna
gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir
çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve
bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir
şey değildir” (Hadîd 20).
“Oysa onlar (kendilerini
tümüyle Allah’a ve İslâm’a teslim etmeyenler) bir ticâret yada bir eğlence
gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve (hutbede) seni ayakta
bıraktılar. De ki: Allah'ın katında bulunan, eğlenceden ve ticâretten daha
hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır” (Cum’a 11).
Siyon Protokôlleri’nin
7. maddesinde şöyle denir: “Kalabalıkların gözünü avama (sıradan halka)
mahsus eğlencelere, oyunlara, ölçüsüz spor mücâdelelerine bağlamalı”.
Eğlencelerde zaman çabucak geçer ve
hemen her zaman arkasında bir “yoksunluk” hissi bırakır. Eğlence çoğunlukla
bereketsizdir. Geçicidir ve tam doyum sağlamaz. Eğlence bittiğinde eğlenmek de
biter. Zîrâ insan sâdece beden değildir, sâdece eğlenmesi için yaratılmamıştır.
Kâlpler ancak Allah’ın zikri ile tatmin olabilir.
Eğlence
öyle bir şeydir ki, insanlara Peygamber’i bile unutturur ve o’nu öylece ayakta
bıraktırır:
“Oysa
onlar (kendilerini tümüyle Allah’a ve İslâm’a teslim etmeyenler) bir ticâret
yada bir eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta
bıraktılar. De ki: Allah’ın katında bulunan, eğlenceden ve ticâretten daha
hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır” (Cum’a 11).
“(Ey mü’minler!); Yoksa
siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler size de gelmeden
cennete gireceğinizi mi sandınız?. Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu
ve onlar öyle sarsıldılar ki Peygamber ve onunla berâber îman edenler, nihâyet
‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ dediler. İşte o zaman (onlara): ‘Şüphesiz
Allah’ın yardımı yakın’ (denildi)”
(Bakara 214).
İslâm biraz da, “Dünyâ’nın
ıskalanmasını” emreder. Bunu, vazgeçme şeklinde, çeşitli eğlencelerden,
hırstan, yeme-içmeden (oruç), uykudan (namaz-duâ-teheccüd), paradan-kazançtan
verme (infâk) şeklinde yapar. Bu, bir çeşit “Dünyâ’yı ıskalamak” anlamına
gelir. Fakat Dünyâ’yı ıskalamak birilerinin önerdiği ve de yaptığı gibi yaparak
uzlete çekilmek yâni Dünyâ’yı hepten ıskalayarak yâni terk ederek,
elini-ayağını ondan tümüyle kesmek demek değildir ve zâten Allah bunu
yasakladığı gibi (Kasas 77), Peygamberimiz de böyle yapanlara kızmış ve biraz
da sert bir şekilde onları uyarmıştı. Fakat hayâtı eğlenceden ibâret görenlere
de:
“Eğlenceyle
benim bir işim yok, eğlencenin de benimle bir işi yok” demiştir.
“(Tek başına) bu dünyâ hayâtı, yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden)
tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten âhiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir
bilselerdi” (Ankebût 64).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mart 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder