28 Mayıs 2019 Salı

Doğru, İyi, Hak


“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz ‘iyilik’ değildir. Ama iyilik, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler ile; zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttakî (takvâ sâhibi) olanlar da bunlardır” (Bakara 177).

 

“De ki: Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?. Onların, dünyâ-hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar” (Kehf 103-104).

 

“De ki: ‘Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).

 

Bir şey doğru ise “her zaman” doğrudur, “bâzen doğru” olan doğru değildir.

 

Bir şey “doğru” olabilir ama “iyi” olmayabilir. Örneğin, “yağmur duâsı”na çıkan insanların doğal bir fenomen olan yağmuru bu yolla yağdıramayacakları nesnel olarak bilinir; ancak yağmur duâsına çıkmak insanların içinde bulundukları sıkıntılara daha iyi dayanmalarını sağlayabilir. Bu durumda açıkça yanlış olan bir inanç sistemi, toplumsal bir yarara sâhip olabilir. Vilfredo Pareto, bir kuramın deneysel doğruluğu ile toplumsal yararının farklı şeyler olduğunu ve bu nedenle bir öğretinin deneysel açıdan reddedilebileceğini ancak toplumsal yararı açısından kabûl edilebileceğini yada bunun tersinin olabileceğinin altını çizer.

 

Bir şeyin doğru ve iyi olmasından ziyâde, “hak” ve “hakîkat” olması önemlidir. Müslümanlar da dâhil insanlık büyük bir yanlışın içinde olabilirler. Batı 400-500 yıldır, müslümanlar ise 150-200 yıldır “iyi”yi bıraktı, “doğru”nun peşine düştü ama sonuçta “iyi” oldu mu?. Hayır olmadı. Olmadığını başımız kaldırıp baktığımızda çok net olarak görebiliyoruz. İnsanlar “doğru”nun peşine düştüler ve “iyi” olanı bıraktılar. Peki “doğruyu öğrendiler de ne oldu?. Baktığımızda görülen şey, kâlplerin bomboş olduğudur. Oysa eskiden hak ile hurâfe karışıktı ama “iyi”lik vardı. Peki “doğru” olan sonuçta ortaya bir iyilik çıkardı mı?. Meselâ Türkiye’de ve de müslüman coğrafyasında 30 senedir “Kur’ân’ı anlayarak okuma” çalışmaları yapılıyor fakat müslümanlar iyiliğe ve hakka ulaşamadılar ve tam-aksine bir laytlaşma ve laçkalaşma var. Oysa eskiden “anlamadan” okuma yapanlar daha samîmi ve ciddî idi, daha mutlu, huzurlu ve “iyi” idi.

 

Kur’ân’ı anlayarak okumak “doğru” olandır fakat, “yüzünden anlamadan okumak” gibi “iyi” sonuç vermedi-vermiyor. Anlamadan yapılan okumalar “iyi” sonuç verirken, “anlayarak” yapılan okumalar “iyi” sonuç vermiyor. Çünkü ortada “iyi”ye yönelik bir gidişat yok. Anlamadan okuyanlar kendilerini daha iyi hissediyor. Kur’ân’ı mezarda arapçasından okumak “doğru” değil ama “iyi”. Çünkü iyi sonuç veriyor. En azından kişiye huzur veriyor. Tabi bu yapılan şey “iyi” olsa da hakka ve hakîkate ulaştırmıyor. Zâten “doğru”nun peşine düşmemizin sebebi bu değil miydi?. “Doğru”yu bulup da “iyi”ye ve hakka ulaşmayacak mıydık?. Peki neden ulaşamadık ve ulaşamıyoruz?. En kötüsü de artık böyle bir derdimiz de kalmadı. Kur’ân’ı mezarlıkta arapçasından anlamadan okumayı bırakanlar; evde, işte, vakıfta, dernekte Türkçe’sinden ve anlayarak okuyunca ne yaptılar ki?.

 

Yine meselâ, şimdiki lâik-demokratik imamların arkasında namaz kılmamak “doğru”dur ama “iyi”midir?. Bir bakalım kendimize… Sisteme uymamak için câmiye gitmiyoruz yada resmî bir imamın arkasında namaz kılmıyoruz. Fakat câmiye giderken ve câmide namaz kılarken mi daha “iyi” idik yoksa şimdi mi?.

 

Tabî ki asıl önemlisi “hakk”ın yolunda olmaktır.

 

Önemli olan “doğru”ya ulaştıktan sonra hakka da ulaşabilmektir. Yoksa “doğru” zannedilen şey insanları uçuruma da götürebilir. Çünkü “doğru” olan şey “iyi”ye ulaştırmıyor, hakkı açığa çıkarmıyor, ortaya koymuyor ve hakkı hayâta hâkim kılmıyor. Kılması gerekirken kılmıyor. Çünkü hedefi yitirdik. Bunu “doğru”ya ulaşınca gördük-görüyoruz. Doğru bilgi iyiye ve hakka niye ulaştıramıyor?. Belki de bilginin doğasında vardır bu. Hakka ve hakîkate ulaşmak için sâdece doğru bilgiyle değil, doğru amelle de yürümek gerekiyor. Böyle olmayınca “doğru” ile “yanlış” arasında fark kalmıyor. Sonuçta da “iyi”ye ulaşılamıyor. İyiye ve hakka yönlendirmeyen doğru, ile “iyi”ye ulaştıran yanlış aynı sonucu veriyor.

 

 Doğrunun peşinde gitmek müslümanları hakka, dolayısı ile de huzûra ulaştırmadı. İlkeli, dürüst, temiz örnek insanlar ortaya çıkmadı. Oysa 1.200 yıl boyunca İslâm’ı-Kur’ân’ı anlamadan okuyanlar ve yaşayanlar böyle değildi. Onlar “doğru”yu bilmemelerine ve anlamalarına rağmen “yaşıyorlardı” çünkü. Doğruyu yaşıyorlardı ve iyi oluyordu. Fakat modern müslümanlar doğruyu bilmelerine ve anlamalarına rağmen doğruyu yaşamadıkları için “iyi” olmuyor ve hattâ kötülük artıyor.

 

Öncekiler “iyi”ye ulaşmışlardı ama onlar da hakka ulaşamamışlardı. Çünkü hakka ancak “doğru” ve “iyi” ile birlikte ulaşılabilir. Biz “iyi” iken doğruyu, “doğru” iken “iyi”yi unuttuk. “Doğru” olan ile “iyi” olan birleşince “hak” ve “hakîkat” ortaya çıkar. Bu da düşünce ve amelin birlikte olmasıdır. Bu konu çok önemli, çünkü bu konuda büyük bir yanlış var. İnsanlar “doğru”yu sâdece öğrendiklerinde ve bildiklerinde “iş bitiyor” zannettikleri için hayatlarında lakaytça davranıyorlar. İşin ciddîyeti azalıyor çünkü. Bir şeyi bildikten sonra o şeyi yapmamak ciddiyeti azaltıyor. Sonuçta da ortaya iyilik ve hak çıkmıyor.  

 

Kur’ân’ı Arapça’sından anlamadan okuyup da “hakka ulaşamamak”la, anlayarak okuyup da hakka ulaşamamak arasında fark yok. Zîrâ netîcede İslâm adına iki hâlde de bir şey yapılmıyor. Pratik yoksa “doğru”, “iyi” ve “hak” ortaya çıkmıyor. Doğru bilgi çoğaldıkça hak ve hakîkat gizleniyor sanki, iyilik gizleniyor. Baktığımızda bir değişiklik yok.

 

Sürekli “doğru”dan bahsetmekle doğru olan şey hayatta tezâhür etmiyor ki. “Doğru”yu konuşmaktan ziyâde “doğruyu yapmak” önemlidir. Sanki eskiden anlamadan okumalar yapınca ve doğruyu bilmeyince müslümanlar zulme uğruyordu da şimdi zulümden mi kurtuldular?. Madden yada rûhen yaşanan çöküntülere bakınca bunu söylemek imkânsız. “Doğru”nun peşine düşeli insanlar daha mı mutsuz oldu ne!. Hâlbuki “iyi”nin peşindeyken daha mutlu-huzurluydular. Fakat asıl önemli olan hakka ulaşmaktır ki hak, “doğru”nun ve “iyi”nin birlikteliğidir. Buna ise “bilmek” ve “yapmak”la ulaşılır. İşte o zaman ancak insanlar bilgili-bilinçli ve “haddini bilen” insanlar olarak hem Dünyâ’da hem de âhirette “iyi”liğe kavuşurlar.

 

Lâkin bu işte bir yanlışlık var… Doğru olan çok da “doğru” değil. Bir keresinde hurdacılık yapan bir tanıdığım, Ağustos sıcağında 6-7 kilometre ileriden bir yerden hurda almış, bisikletli arabasına atmış ve sürerek geldi ve yanımdaki gölgede dinlenmeye başladı. Târikatçı bir arkadaş. Dedi ki; “çok sıcak, tâ şurdan-şurdan geliyorum, sıcaktan kafam yandı” dedi. Dedim ki, “bir şapka taksaydın kafana, niye takmıyorsun?”. Dedi ki; “âbiler şapka takmak câiz değil dedi, o yüzden takmıyorum”. Dedim ki; “olur mu öyle şey, yanlış, kendini koruman gerekir”. “Olsun, sorun değil, hem böylece nefsimi terbiye edip dizginliyorum” dedi. Yâni yaptığı “doğru” değildi ama “iyi”ydi, “iyi” sonuç vermişti. Çünkü o sözleri söylerken çok mutlu ve huzurluydu. Ben gölgede isyân ederken o sıcakta şükrediyordu. Bakıyorum da, o kişi şimdi hâlâ mutlu ve huzurlu, ben ise öfke ve isyân içindeyim. İsyânım, doğrusunu bildiğimden dolayı bâtıla ama, bâtıla karşı kendimde bir güç bulamıyorum ki kalkıp da bir şey yapayım. Hâlbuki hurdacı arkadaş o sıcakta şapkasızlığa katlanıyordu “yanlış” olan inancı nedeniyle. O yanlış inanç onu motive ederken, bendeki doğru düşünce ve inanç niçin beni motive etmiyordu?. Ben “doğru”yu bulmuşken ve biliyorken niçin “doğru”nun hatırına bir şeye katlanamıyordum?. Adam “bâtıl” için zorluğa katlanıyor da, ben “doğru” için niye bir zorluğa katlanamıyordum?. Hadi diyelim benim dermânım yok. Fakat “doğru”yu bulmuş ve bilmiş olan müslümanlar “doğru”nun hatırına niye bir şey yapmıyorlar da konjonktürü din ediniyorlar?.

 

“Doğru”yu biliyorum ama işe yaramıyor, “iyi”nin peşinden giderken acaba daha mı “iyi”ydi?. Adam târikatçı, bir-çok hurâfe inancına sâhip, yanlış bir inanışı ve amel-eylemi var ama sonucu “iyi” oluyor. Bâtıl dediğimiz hurâfe içerikli din, hakka ulaştırmasa da “iyi”ye ulaştırıyor. Ben ise “doğru yol”u biliyorum ve “yanlış”tan uzaklaşıyorum ama sonucu “iyi” olmuyor. Çünkü sonuç bâriz bir şekilde ortada. Ee; ne olacak şimdi?. “Doğru”nun peşinden gide-gide uçuruma mı yuvarlanacağız?. O hâlde bâtılın peşinden gide-gide uçuruma yuvarlanmak daha iyi. Zîrâ en azından Dünyâ’da “iyi”ye ulaştırıyor.

 

Doğrunun peşinden gitmek kolay değil. Çünkü “doğru”nun peşinden gitmek sâdece onu “bilmek” demek değil, “doğruyu uygulamak” ve onu hayâta hâkim kılmaktır. Şeytan ve tâğutların her taraftan sımsıkı bir şekilde kuşattığı bir dünyâda kolay mı bu.. Fakat sünnetullah gereği, Allah doğruyu bilip de uygulamayanları cezâlandırır. Bu cezâ ilk başta “bâtılın peşine düşme cezâsı”dır.

 

Evet; bu işte bir yanlışlık var… Çünkü, sonuç ortada. İyi mi oldu sanki. İyi mi olduğu kötü mü olduğu, insanların ahlâkî durumlarına bakarak görülebilir. Benim Kur’ân’dan hiç haberim yokken fakat hurâfe dîni üzereyken bir keresinde basit bir küfür etmiştim. Bunun öyle bir sıkıntısını yaşadım ki, Allah affetsin diye 3 gün oruç tutmuştum. Bunu bana yaptıran neydi ve “doğru” olanı bulduğum bugün niye bir yanlışıma bu kadar yanmıyorum?. Demek ki o zaman Allah’a daha çok güveniyordum ve daha çok korkuyordum. Ee; şimdi ne oldu?. Çünkü ben şahsen hâlimi hiç beğenmiyorum. Geçen gün hiç tanımadığım biri bana dedi ki; “sen çok ön-yargılı bir adamsın”. Düşündüm de, doğru söylüyor. Ön-yargılıyım ve örnek bir müslüman-mü’min olmaktan çok-çok uzağım. İnsanlar benden kaçıyor. Oysa “doğru”yu buldum ve sürekli olarak “doğru”yu konuşuyorum ve yazıyorum. Peki buldum da ne oldu?. “Doğru”yu buldum ama “iyi”yi kaybettim, hakkı kaybettim, birilerinin söylediğine göre yüzümde nûr kalmadı. O hâlde bu işte çok büyük bir yanlışlık olmalı.

 

“Doğru”nun peşinden gidenler ahlâksızlaştı, üstelik “iyi”leri de ahlâksızlaştırıyorlar. “İyi”nin peşinde gidenler de artık “iyi” değil. Hakka ulaşmak düşüncesi çok zayıfladı. Böyle olunca da hak uzaklaştıkça uzaklaşıyor, Bu durumdan kurtulmak lâzım. Bunun yolu herhâlde Kur’ân’a yâni “doğru”ya devâm etmekle fakat ibâdetlere daha fazla ağırlık vermekle olur. Çünkü insanın hâlini “Kur’ân’ı anlayarak okumak” değiştirmiyor, “çok ibâdet yapmak” değiştiriyor. Bunu biliyorum. Belki de daha fazla oruç, daha fazla namaz, Kur’ân’ı arapçasından daha fazla okumak, hattâ tesbihatlar yapmak belki de. Tanıdığım biri vardı. Sürekli tespih çekiyor, ağzı devamlı kıpırdıyor, öyle huzurluydu ki. Fakat bâtıl denen yolun üyesiydi. Ama mutlu ve huzurlu. Dedim “dümeni yerinde gâliba”. Meğerse adamın 20 yaşındaki kızı trafik kazasında ölmüş yenilerde. “Biz Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz; veren de O, alan da O” diyordu.

 

Bakın Kur’ân dersi verenlere, sürekli olarak “Kur’ân’ı anlayarak okuyun” diyenlere. “Sistem”in adamı olmuşlar. Hâlbuki daha önce bu gayri İslâmî sisteme karşıydılar. Hakkı ve hakîkati savunuyorlardı. Şimdi ise bir zamanlar “küfür” dedikleri demokrasiyi savunuyorlar, üstelik Kur’ân’ın apaçık emirlerini ve mesajlarını da değiştiriyorlar aşırı yorum yaparak. Eee, tabi; ne de olsa artık Kur’ân’ı anlayarak okuyorlar ve biliyorlar ya, “doğru”nun peşindeler ya, diğerleri câhil ve müşrik ya. Peki sen nesin?. Hadi söylemeyeyim ne olduğunu..  Kur’ân Kur’ân diye-diye Kur’ân’ın 1.400 yıllık anlamını değiştirip farklılaştırıyorlar. Sisteme uygun hâle getiriyorlar. Sen kimsin be adam!. Bu Kur’ân senin babanın malı mı?. Şunu bil ki, “anlayarak uygulamamak”, “anlamadan uygulamamak”tan daha “doğru” da değil, daha “iyi” de değil. Zîrâ hakka ulaşamamışsın, bâtılın kucağına düşmüşsün demektir.

 

Biz son 200-250 yıldır “doğru” ve “yanlış”a göre bir düşünme sürecine girdik ama iyiliğe ve hakka ulaşamadık, ulaşamıyoruz. Zihniyetimiz değişti, kriterlerimiz değişti. Biz 1.200 yıl boyunca müslümanlar olarak “helâl ve haram”, “günah ve sevap” merkezli bir düşünme ve yapıp-etme yolundaydık. Şimdiyse “yapmamak” için her-şeyi yapıyoruz. “Doğru”yu da yapmamak için kullanıyoruz.

 

Tekrar bâtıla ve hurâfelere dönelim demiyorum tabî ki. Fakat bize şimdiki gibi davranmak ne kazandırdı?, onu sorguluyorum. Şimdi bana sorsanız görüşüm aynı; “bâtıla ve hurâfelere yanaşmak bile tehlikelidir” diyorum. Fakat yanlıştan vazgeçtik de hakka-hakîkate mi ulaştık?. Hayır, ulaşmadık.

 

Tabi hiç-bir somut sonucu olmazsa da bu bir tepkidir. Lâkin hep böyle olmaz. Bir getirisi olması lâzım bu tepkinin, eleştirinin, îtirâzın ve isyânın. Fakat şu-an îtibârıyla bir îtirâzı ve itaatsizliği göstermekten başka görünen bir şey yok. Değişen yine bir şey yok.

 

Belki de an îtibârıyla yapacak başka bir şey yoktur. O hâlde bir de iç-âlemimizde olumlu yada olumsuz bir değişme oluyor mu yâni “doğru”ya yönelince “iyi”ye de yönelmiş olduk mu? ona bakmamız lâzım.

 

Maalesef yönetim aynı bâtıl yönetim, “doğru”nun içinde hakka yönelik bir fark ortaya koyamamışız. Şeytan ve tâğutlar yine bildiğini yapıyor. Böyle olunca da bizim “doğru” istikâmetinde gittiğimiz yol anlamını kaybediyor ve toplumda yankı bulmuyor gibi oluyor. O şekilde hissettiriyor en azından. Bâtıla karşı sözlü-yazılı tepkimizi koymuş oluyoruz, bu da “iyi” bir şey tabi.

 

Sorun şu ki; hedefimiz hak ve hakîkat olmasına ve yanlıştan “doğru”ya ve oradan da “iyi”ye ve hakka gitmemiz gerekirken, yanlıştan dönüyoruz ve doğruya giriyoruz ama orada donup kalıyoruz. Böyle olunca da hak ve hakîkat ortaya çıkmıyor ve hayâta hâkim olmuyor.

 

Şu da var ki, sürekli olarak “aklı kullanmak ve mantıklı düşünmek” insanları ve de müslümanları yoldan çıkardı. Çünkü kâlpler bomboş kaldı. Biz “doğru”nun yolunda giderken kâlbimiz karardı.

 

Önceden “yanlış”tan “iyi”liye doğru giderken şimdi ise “doğru”dan “kötü”ye doğru yol alıyoruz. Sonuçta değişen bir şey olmadı, olmuyor. İyi yönde değişen bir şey olmuyor. Hattâ belki de kişisel anlamda kötü yönde değişen şeyler oldu-oluyor. Çünkü “doğru”yu bulmadan önce daha “iyi”ydik, daha kararlı, daha îmanlı, daha tâvizsiz, daha merhâmetli ve vicdanlı, daha özverili ve daha..daha.

 

O hâlde “yanlış yoldan ‘iyi’ye gitmek”, “doğru yoldan ‘kötü”ye gitmek”ten aslında bir tık daha iyidir. Fakat hedefimiz “iyi” değildir. Hedefimiz “doğru” da değildir. Yada bunlar “ara hedef”tir. Asıl hedef, “doğru”dan “iyi”ye ve oradan da hakka ve hakîkate gitmek ve hem Dünyâ’da hem de âhirette iyiliğe ulaşmak olmalıdır. Müslümanlar ve de tüm insanlar moderniteyle birlikte yanlıştan yada “iyi” den ayrılıp “doğru”ya yöneldi ama sonuçta “iyi”ye ve “hakka-hakîkat”e ulaşamadı.

 

Bu bir süreçtir tabî ki. Bu süreç şu şekilde işler: Bâtıldan ve hurâfelerden ayrılıp, “doğru”ya, “iyi”ye ve nihâyet hak ve hakîkate ulaşmak. Şu da bilinmelidir ki, bu hedefe oturulup durulan yerde ulaşılamıyor, ulaşılamaz da..

 

“Hayır!, biz hakkı bâtılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) nitelendire-geldiklerinizden dolayı eyvahlar size” (Enbiyâ 18).

 

Yanlış ile varılan “iyi”lik ile “doğru” ile varılan pasiflik ve kötülük aynı sonucu verdi. Zîrâ hakka ve hakîkate ulaşamadık. İfrattan sonra tefrit yoluna girdik. Hak ve Hakîkat ile bir sentez yapmazsak daha çok acılar çekeriz ve çok bunalımlar yaşarız.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2019

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder