11 Temmuz 2017 Salı

İmtihan

 

“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele” (Bakara 155).

 

Yaratılışın gâyesi imtihandır. Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır. İmtihan, âhiret inancını mutlakâ yanında getirir. “Âhirete îman” olmadığında imtihan da olmaz. Zîrâ âhiret inancı olmadığında imtihanın olup-olmasının bir önemi kalmaz. Zîrâ âhiret bilinci-îmânı olmadığında imtihanı kaybetsen ne olacak ki?. “İmtihanı kazanıp da toprak olmak”la, “kaybedip de toprak olmak” arasında fark kalmaz. Ateist, Dünyâ’ya bir “imtihan dünyâsı” olarak değil, bir “haz dünyâsı” olarak bakar bu nedenle. Âhiret inancı yoktur çünkü. Ona göre ölünce “mutlak bir karanlık” ve bilinçsizlik hâli olacak ve her-şey bitecektir. Fakat müslümanlar-inananlar için durum öyle değildir ve Dünyâ’da yapılanların hesâbının mutlakâ verileceği bir âhiret hayâtı olacak ve kişi dünyâ-imtihanının sonucuna göre ya “ebedî cennete” yada “ebedî cehenneme” girecektir. Yâni, âhiret olduğundan dolayı imtihan vardır müslümanlar için. Bu nedenle müslüman için Dünyâ “yan gelip yatma yeri” değildir, olamaz. Öyle, hiç-bir çaba harcamadan hem Dünyâ’da mutlu-huzurlu bir hayat yaşayacaksınız, hem de âhirette de mi ebedî cenneti hak edeceksiniz?. Bu düşüncenin dayanağı nedir ki?. Sakın; “Onlardan öylesi de vardır ki:’Rabbimiz, bize Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azâbından koru’ der” Bakara 177 âyetini göstermeyin. Çünkü o âyet bir-önceki âyetle birlikte okunduğunda, “sâdece Dünyâ iyiliği istemeyin, âhiret iyiliğini de isteyin” tavsiyesidir. Kur’ân, iyiliğin ne olduğunu da açıklıyor zâten. İyilik, “kıyak bir hayat” demek değildir. Kur’ân iyiliğin târifini şöyle yapar:

 

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz “iyilik” değildir. Ama iyilik, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler ile; zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttakî (takvâ sâhibi) olanlar da bunlardır” (Bakara 177).

 

Peygamberlerin ve yanındakilerin, Allah uğrunda yaşadıklarının bir benzerini yaşamadan, onların başına gelenlerin bir benzeri bizim de başınıza gelmeden cennet hak edilemez:

 

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).

 

Açıkça söyleyelim ki, târih boyunca müslümanların imtihanı, “çok olan”a karşı “az olan”ın mücâdelesi olarak tezâhür etmiştir. Fakat bu mücâdele hakkıyla yerine getirildiğinde en büyük yardımcı Allah olacağı için zafer-başarı mutlakâ o müslüman azınlığın olacaktır. İşte Allah’ın bu yardımı nedeniyle nice azınlıklar çoğunluğa gâlip gelmiştir:

 

“Tâlût, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hâriç- onu tatmazsa bendendir. Küçük bir bölümü hâriç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle berâber îman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): Bugün bizim Câlût’a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok dediler. (O zaman) muhakkak Allah’a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle gâlib gelmiştir; Allah sabredenlerle berâberdir” (Bakara 249).

 

Demek ki zafer, “çok olanlar”ın değil, azınlık olsa da, “imtihanı vererek ve dik durarak direniş gösterebilenler”in oluyor.

 

İlginçtir ki imtihan bir çeşit savaş olduğu gibi, savaş da bir imtihandır. Bâzen savaşmamak imtihanı kaybetmeye neden olur. Canı kaybetmemek için imtihanlar kaybedilir ve âhiret heder olur gider. Bu nedenle de Kur’ân’da ebedî kurtuluşu kazanmak için icâbında mallardan ve canlardan vazgeçmek de gerekebilir. Şehâdet de vardır bu yolda.

 

İmtihanı geçmek için olmazsa-olmaz şart ille de “perişanlıklar içinde yaşamak” demek değildir. Allah yolunda olmak ve ölmektir imtihanı geçmek. İmtihan son nefese kadar devâm eder. Son nefese kadar Allah’ın emirlerine uygun olarak yaşamak, “imtihanı geçmek” anlamına gelir Allah’ın izniyle. Herkesin, her zamânın ve her mekânın imtihanı farklı olabilir. Açlıkla ve toklukla imtihan olabiliriz. Savaşla ve barışla olduğu gibi. Ölmekle de, “olmak”la da imtihan olunur. İyilikle de kötülükle de imtihan olunur. Kısaca hayat bir imtihan olduğu için hayâtın her alanında ve her durumda imtihan olunabilir.

 

İmtihan, insanın kendi elleri yüzünden başına gelen şeylerle de olur: “Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35). Çünkü o mevcut durum o kişinin artık hayâtının bir parçasıdır. Meselâ hastalık gibi, kazâ-belâ gibi, hatta zenginlik-fakirlik gibi. Yâni gülle de imtihan olunur, dikenle de. Zâten imtihanı imtihan yapan bu “karşıtlık”tır. Eğer bir şeyin zıddı olmasaydı imtihan olmazdı. O hâlde imtihan bir “seçme” işidir. Seçiminize göre imtihanı geçip-geçemeyeceğiniz belli olur.

 

Dünyâ’da her-şey yolunda olsa bile, insanın ezelî düşmanı olan şeytanla imtihanı yine de bitmez. Nefisle imtihan ölene kadar bitmez. Nefisle imtihan genelde, siyâset-servet ve şöhret-şehvet konularında olur. İmtihanın ana-konularıdır bunlar.  

 

Müslümanlar “varlıkla imtihan”da, “yoklukla imtihan”a göre çok zorlanıyorlar ve hattâ bu imtihanı çokları veremiyor ve imtihanı kaybediyor. Varlıkla imtihan, zannedildiği gibi “yoklukla imtihan”a göre daha kolay değildir. Târih bunun şâhididir. Hz. Ömer; Îran feth edildiğinde, oradan develer dolusu mücevher geldiğinde ağladığı ve yanındakilerin; “Sevineceğine niçin ağlıyorsun ey mü’minlerin emiri?” sorusu üzerine, Hz. Ömer’in şu cevâbını hatırlayalım: “Bizler Allah Resûlü varken açlıktan uyuyamıyor, karnımıza bâzen taş bağlıyorduk, o zaman imtihan kolaydı, şimdi bu imtihanı geçmek daha zor” demiştir.

 

Modernizmin (post-modernizm) imtihanı ile niceleri döküldü-dökülüyor. Zorlu bir imtihandır bu. Nice “İslâm önderleri” imtihanı kaybederek “modernizmin öncüleri” oldular. İmtihanı kaybetmenin sonucu daha Dünyâ’da iken kendini göstermeye başlar. Fakat hayat devâm ettiği için imtihan da devâm eder ve ölmedikçe kesin bir şekilde imtihanın kaybedildiğinden bahsedilemez. Modernizm imtihanını kaybedenler ve kaybetmekte olanlar fıtratlarına, geleneklerine, ahitlerine ve kısaca dinlerine zulmetmiş oldular-olurlar. Kapitâlizmin imtihanı ise, “şeytanın en güçlü silahı” oldu.

 

Bâzı “ince imtihan” şekilleri de vardır. Meselâ bir âyeti yanlış anlayarak ve sapık bir dîne malzeme yaparak imtihanı kaybedenler de vardır. Tasavvufçular, Enfâl 17. âyetle imtihan olmuşlar ve hemen tamâmı bu imtihanı kaybetmiş ve sapıklığa düşmüştür:

 

“Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü’minleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir” (Enfâl 17).

 

Tasavvufçular bu âyet bağlamında “mecazı hakîkate hamlederek” “atan”ın gerçekten de bizzat Allah olduğunu zannettiler. Bu âyetten, “demek ki her şeyi yapan-eden Allah’mış” sonucuna vardılar ve bunu “lâ fâile illallah” sözüyle sloganlaştırdılar. Tabi buradan sapık bir düşünceye ulaştılar ve o düşünceyi İslâm’ın ana-düşüncesi olarak kabûl ettiler. Hâlbuki bu söz ve düşünce, gayr-i İslâmî batıl dinlerin sapıklığından başka bir şey değildi.

 

İmtihan ölümün olduğu yerde olur. Eğer ölüm olmasaydı imtihan da olmazdı. Cennete imtihan olmayacak meselâ. Çünkü cennette ölüm yoktur. Dolayısı ile imtihanı anlamlı kılan şey, ölümdür:

 

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35).

 

Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır. İmtihanın olduğu yerde ise gayb ile ilgili kesin kanıt olmaz. Bir BBC programında, çağdaş İngiliz filozofu Bertrand Russel’a: “Eğer öldükten sonra bir öteki dünyâ var da bu dünyâda varlığına inanmadığımız Tanrı size; ‘bana niçin inanmadınız?’ diye sorarsa ne cevap vereceksiniz?” diye sorulduğunda Russel: “O’na, Tanrım bana niçin varlığına ilişkin açık bir delil göstermedin? diye sorarım” demiş. Russel inanmanın (imtihanın) doğasına ters düşen kesin doğrulanabilir bir kanıt istemektedir. Russel’ın düşünce tarzı Hz. Muhammed’in muhâlifleri olan bâzı müşriklerle aynıdır: “Bizimle karşılaşmayı ummayanlar; “bize ya melekler indirilmeli yada Rabbimizi görmeliyiz’ derler” (Furkan 21).

 

Modern müslüman ve insan, sınanmak istemeyen ve en küçük bir sıkıntıya bile gelemeyen insandır. Bu nedenle imtihanda olmayı istemiyor. Hâlbuki Dünyâ Dünyâ’dır ve cennet değildir. Dünyâ’nın doğal bir zorluğu vardır ve en azından bundan kurtuluş mümkün değildir. Güneş’in sıcağından, kışın soğuğundan kurtulamazsınız ki!. İllâ ki imtihanın olunacaksınız. İmtihan insanın kaderidir:

 

“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik” diyerek, sınanmadan (imtihan olmadan) bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).

 

“Andolsun, biz sizden mücâhid olanlarla sabredenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız)” (Muhammed 31).

 

İnsanlar bâzen imtihanlarını kendi-kendilerine zorlaştırırlar. Bunu çok soru sorarak yaparlar meselâ. Soru fazlalaştığında imtihan da zorlaşır. Çok soru, “zor imtihan” demektir. Sürekli “imtihan”da olmak, “sürekli olarak imtihana çalışmak” anlamına gelir.

 

Modernizm, yeni bir imtihan-şekli ortaya koydu. İnsanı doğumundan ölümüne kadar kendi istediği gibi imtihana tabi tutmaktadır. Modern düşüncede âhiret inancı olmadığı için, imtihandan iyi not alamayanlar ânında cezâlandırılır. En azından modern imtihanı kaybedenler yada reddedenler, gerici-yobaz-terörist olarak yaftalanır. Çünkü modern imtihana uygun davranılmamıştır. Modern imtihanı kabûl etmeyenlerle icâbında savaşılır da. İllâ ki o imtihana girilecek ve başarılı olunacaktır. Yoksa zorlu bir hayat “modern olmayanlar”ı bekler. Çünkü “dünyâ cenneti”nden kovulurlar ve “dünyâ cehennemi”ne itilirler.

 

İslâm’ın hükümleri coğrafyadan-coğrafyaya değişmez; coğrafyadan-coğrafyaya, imtihanlar değişir sâdece. İmtihan İslâm’a göre olacaktır ama her zamânı ve her mekânı göz-önüne alarak olur imtihan. “İmtihanın soruları” İslâm’a göre hazırlanmıştır. Çünkü mekân ve zaman müslümandır. Tüm kâinat yâni mekân ve dolayısı ile zaman mecbûren müslümandır. Müslüman bir mekânda gayr-i İslâmî bir imtihan olmaz. İmtihanın soruları Kur’ân’dandır, Sünnettendir, fıtrattandır. Hep aynı sorulardır aslında. İmtihanın cevapları el altından verilip durmaktadır. Aslında cevaplar bellidir. Geriye sâdece bu cevapları yerine getirmek (yazmak) kalıyor. Bu, “Dünyâ’da İslâm’a göre yaşamak”la oluyor. İslâm’a ne kadar uygun yaşanılırsa o kadar başarılı olunuyor. Zâten böyle olunca da âhirette imtihanın değerlendirilmesi de kolay olur. Zîrâ “sorgu” da Kur’ân’a göre olacaktır.

 

Allah’ın yaptığı imtihan aslında çok da zor değildir. Çünkü Allah’ın sınavından yâni “imtihan”dan geçme notu sâdece 51’dir. Dünyâ’daki beşerî sınavlar gibi 70-75 değildir. Üstelik Allah’ın imtihanında sınırsız kopya çekme özgürlüğü vardır. Hattâ Allah kopya çekmeyi emreder. Kitap zâten açıktır. Üstelik herkes, imkân ve kapasitesine göre ve sâdece gördüğü derslerden sorumludur, yâni bildiğiniz yerden sorulursunuz, sorular bildiğiniz yerden çıkar.

 

Evet; ister kabûl edilsin, ister kabûl edilmesin. Dünyâ bir “imtihan alanı”dır. Bu imtihan bâzen çok zorludur. Niceleri “sıfır” çekerken, kimileri de imtihanı geçerler ve “mutlu son”a ulaşırlar. Gayret bizden, yardım Allah’tandır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2017

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder