“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça
mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır
gösterenleri müjdele” (Bakara 155).
Yaratılışın gâyesi
imtihandır. Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır. İmtihan, âhiret inancını mutlakâ
yanında getirir. “Âhirete îman” olmadığında imtihan da olmaz. Zîrâ âhiret
inancı olmadığında imtihanın olup-olmasının bir önemi kalmaz. Zîrâ âhiret
bilinci-îmânı olmadığında imtihanı kaybetsen ne olacak ki?. “İmtihanı kazanıp
da toprak olmak”la, “kaybedip de toprak olmak” arasında fark kalmaz. Ateist,
Dünyâ’ya bir “imtihan dünyâsı” olarak değil, bir “haz dünyâsı” olarak bakar bu
nedenle. Âhiret inancı yoktur çünkü. Ona göre ölünce “mutlak bir karanlık” ve
bilinçsizlik hâli olacak ve her-şey bitecektir. Fakat müslümanlar-inananlar
için durum öyle değildir ve Dünyâ’da yapılanların hesâbının mutlakâ verileceği
bir âhiret hayâtı olacak ve kişi dünyâ-imtihanının sonucuna göre ya “ebedî cennete”
yada “ebedî cehenneme” girecektir. Yâni, âhiret olduğundan dolayı imtihan
vardır müslümanlar için. Bu nedenle müslüman için Dünyâ “yan gelip yatma yeri”
değildir, olamaz. Öyle, hiç-bir çaba harcamadan hem Dünyâ’da mutlu-huzurlu bir
hayat yaşayacaksınız, hem de âhirette de mi ebedî cenneti hak edeceksiniz?. Bu
düşüncenin dayanağı nedir ki?. Sakın; “Onlardan öylesi de vardır ki:’Rabbimiz,
bize Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azâbından
koru’ der” Bakara 177 âyetini
göstermeyin. Çünkü o âyet bir-önceki âyetle birlikte okunduğunda, “sâdece Dünyâ
iyiliği istemeyin, âhiret iyiliğini de isteyin” tavsiyesidir. Kur’ân, iyiliğin
ne olduğunu da açıklıyor zâten. İyilik, “kıyak bir hayat” demek değildir. Kur’ân
iyiliğin târifini şöyle yapar:
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz “iyilik”
değildir. Ama iyilik, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a ve
peygamberlere îman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere,
yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için)
veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ
gösterenler ile; zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda
sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve
müttakî (takvâ sâhibi) olanlar da bunlardır” (Bakara 177).
Peygamberlerin ve
yanındakilerin, Allah uğrunda yaşadıklarının bir benzerini yaşamadan, onların
başına gelenlerin bir benzeri bizim de başınıza gelmeden cennet hak edilemez:
“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza
gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle
dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi,
berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin.
Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).
Açıkça söyleyelim ki, târih
boyunca müslümanların imtihanı, “çok olan”a karşı “az olan”ın mücâdelesi olarak
tezâhür etmiştir. Fakat bu mücâdele hakkıyla yerine getirildiğinde en büyük
yardımcı Allah olacağı için zafer-başarı mutlakâ o müslüman azınlığın
olacaktır. İşte Allah’ın bu yardımı nedeniyle nice azınlıklar çoğunluğa gâlip
gelmiştir:
“Tâlût, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: Doğrusu
Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, artık o benden
değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hâriç- onu tatmazsa bendendir.
Küçük bir bölümü hâriç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle berâber îman edenlerle
(ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): Bugün bizim Câlût’a ve ordusuna karşı
(koyacak) gücümüz yok dediler. (O zaman) muhakkak Allah’a kavuşacaklarını umanlar
(şöyle) dediler: Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın
izniyle gâlib gelmiştir; Allah sabredenlerle berâberdir” (Bakara 249).
Demek ki zafer, “çok
olanlar”ın değil, azınlık olsa da, “imtihanı vererek ve dik durarak direniş
gösterebilenler”in oluyor.
İlginçtir ki imtihan bir
çeşit savaş olduğu gibi, savaş da bir imtihandır. Bâzen savaşmamak imtihanı kaybetmeye
neden olur. Canı kaybetmemek için imtihanlar kaybedilir ve âhiret heder olur
gider. Bu nedenle de Kur’ân’da ebedî kurtuluşu kazanmak için icâbında mallardan
ve canlardan vazgeçmek de gerekebilir. Şehâdet de vardır bu yolda.
İmtihanı geçmek için
olmazsa-olmaz şart ille de “perişanlıklar içinde yaşamak” demek değildir. Allah
yolunda olmak ve ölmektir imtihanı geçmek. İmtihan son nefese kadar devâm eder.
Son nefese kadar Allah’ın emirlerine uygun olarak yaşamak, “imtihanı geçmek” anlamına
gelir Allah’ın izniyle. Herkesin, her zamânın ve her mekânın imtihanı farklı
olabilir. Açlıkla ve toklukla imtihan olabiliriz. Savaşla ve barışla olduğu
gibi. Ölmekle de, “olmak”la da imtihan olunur. İyilikle de kötülükle de imtihan
olunur. Kısaca hayat bir imtihan olduğu için hayâtın her alanında ve her
durumda imtihan olunabilir.
İmtihan, insanın kendi
elleri yüzünden başına gelen şeylerle de olur: “Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek
imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35). Çünkü o mevcut
durum o kişinin artık hayâtının bir parçasıdır. Meselâ hastalık gibi, kazâ-belâ
gibi, hatta zenginlik-fakirlik gibi. Yâni gülle de imtihan olunur, dikenle de. Zâten
imtihanı imtihan yapan bu “karşıtlık”tır. Eğer bir şeyin zıddı olmasaydı
imtihan olmazdı. O hâlde imtihan bir “seçme” işidir. Seçiminize göre imtihanı
geçip-geçemeyeceğiniz belli olur.
Dünyâ’da her-şey yolunda
olsa bile, insanın ezelî düşmanı olan şeytanla imtihanı yine de bitmez. Nefisle
imtihan ölene kadar bitmez. Nefisle imtihan genelde, siyâset-servet ve
şöhret-şehvet konularında olur. İmtihanın ana-konularıdır bunlar.
Müslümanlar “varlıkla imtihan”da, “yoklukla imtihan”a
göre çok zorlanıyorlar ve hattâ bu imtihanı çokları veremiyor ve imtihanı
kaybediyor. Varlıkla imtihan, zannedildiği gibi “yoklukla imtihan”a göre daha
kolay değildir. Târih bunun şâhididir. Hz. Ömer; Îran feth edildiğinde, oradan
develer dolusu mücevher geldiğinde ağladığı ve yanındakilerin; “Sevineceğine niçin
ağlıyorsun ey mü’minlerin emiri?” sorusu üzerine, Hz. Ömer’in şu cevâbını
hatırlayalım: “Bizler Allah Resûlü varken açlıktan uyuyamıyor, karnımıza bâzen
taş bağlıyorduk, o zaman imtihan kolaydı, şimdi bu imtihanı geçmek daha zor”
demiştir.
Modernizmin (post-modernizm)
imtihanı ile niceleri döküldü-dökülüyor. Zorlu bir imtihandır bu. Nice “İslâm
önderleri” imtihanı kaybederek “modernizmin öncüleri” oldular. İmtihanı
kaybetmenin sonucu daha Dünyâ’da iken kendini göstermeye başlar. Fakat hayat
devâm ettiği için imtihan da devâm eder ve ölmedikçe kesin bir şekilde
imtihanın kaybedildiğinden bahsedilemez. Modernizm imtihanını kaybedenler ve kaybetmekte
olanlar fıtratlarına, geleneklerine, ahitlerine ve kısaca dinlerine zulmetmiş
oldular-olurlar. Kapitâlizmin imtihanı ise, “şeytanın en güçlü silahı” oldu.
Bâzı “ince imtihan”
şekilleri de vardır. Meselâ bir âyeti yanlış anlayarak ve sapık bir dîne
malzeme yaparak imtihanı kaybedenler de vardır. Tasavvufçular, Enfâl 17. âyetle
imtihan olmuşlar ve hemen tamâmı bu imtihanı kaybetmiş ve sapıklığa düşmüştür:
“Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın
zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü’minleri kendinden güzel bir imtihanla
imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir” (Enfâl 17).
Tasavvufçular bu âyet
bağlamında “mecazı hakîkate hamlederek” “atan”ın gerçekten de bizzat Allah
olduğunu zannettiler. Bu âyetten, “demek ki her şeyi yapan-eden Allah’mış”
sonucuna vardılar ve bunu “lâ fâile illallah” sözüyle sloganlaştırdılar. Tabi
buradan sapık bir düşünceye ulaştılar ve o düşünceyi İslâm’ın ana-düşüncesi olarak
kabûl ettiler. Hâlbuki bu söz ve düşünce, gayr-i İslâmî batıl dinlerin sapıklığından
başka bir şey değildi.
İmtihan ölümün olduğu yerde
olur. Eğer ölüm olmasaydı imtihan da olmazdı. Cennete imtihan olmayacak meselâ.
Çünkü cennette ölüm yoktur. Dolayısı ile imtihanı anlamlı kılan şey, ölümdür:
“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de,
hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35).
Dünyâ bir “imtihan
dünyâsı”dır. İmtihanın olduğu yerde ise gayb ile ilgili kesin kanıt olmaz. Bir
BBC programında, çağdaş İngiliz filozofu Bertrand Russel’a: “Eğer öldükten sonra
bir öteki dünyâ var da bu dünyâda varlığına inanmadığımız Tanrı size; ‘bana
niçin inanmadınız?’ diye sorarsa ne cevap vereceksiniz?” diye sorulduğunda
Russel: “O’na, Tanrım bana niçin varlığına ilişkin açık bir delil göstermedin? diye
sorarım” demiş. Russel inanmanın (imtihanın) doğasına ters düşen kesin
doğrulanabilir bir kanıt istemektedir. Russel’ın düşünce tarzı Hz.
Muhammed’in muhâlifleri olan bâzı müşriklerle aynıdır: “Bizimle karşılaşmayı
ummayanlar; “bize ya melekler indirilmeli yada Rabbimizi görmeliyiz’ derler” (Furkan
21).
Modern müslüman ve insan,
sınanmak istemeyen ve en küçük bir sıkıntıya bile gelemeyen insandır. Bu
nedenle imtihanda olmayı istemiyor. Hâlbuki Dünyâ Dünyâ’dır ve cennet değildir.
Dünyâ’nın doğal bir zorluğu vardır ve en azından bundan kurtuluş mümkün değildir.
Güneş’in sıcağından, kışın soğuğundan kurtulamazsınız ki!. İllâ ki imtihanın
olunacaksınız. İmtihan insanın kaderidir:
“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik” diyerek, sınanmadan (imtihan olmadan)
bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).
“Andolsun, biz sizden mücâhid olanlarla sabredenleri
bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar deneyeceğiz ve haberlerinizi
sınayacağız (açıklayacağız)” (Muhammed
31).
İnsanlar bâzen imtihanlarını
kendi-kendilerine zorlaştırırlar. Bunu çok soru sorarak yaparlar meselâ. Soru
fazlalaştığında imtihan da zorlaşır. Çok soru, “zor imtihan” demektir. Sürekli
“imtihan”da olmak, “sürekli olarak imtihana çalışmak” anlamına gelir.
Modernizm, yeni bir
imtihan-şekli ortaya koydu. İnsanı doğumundan ölümüne kadar kendi istediği gibi
imtihana tabi tutmaktadır. Modern düşüncede âhiret inancı olmadığı için, imtihandan
iyi not alamayanlar ânında cezâlandırılır. En azından modern imtihanı
kaybedenler yada reddedenler, gerici-yobaz-terörist olarak yaftalanır. Çünkü modern
imtihana uygun davranılmamıştır. Modern imtihanı kabûl etmeyenlerle icâbında
savaşılır da. İllâ ki o imtihana girilecek ve başarılı olunacaktır. Yoksa zorlu
bir hayat “modern olmayanlar”ı bekler. Çünkü “dünyâ cenneti”nden kovulurlar ve “dünyâ
cehennemi”ne itilirler.
İslâm’ın hükümleri
coğrafyadan-coğrafyaya değişmez; coğrafyadan-coğrafyaya, imtihanlar değişir sâdece.
İmtihan İslâm’a göre olacaktır ama her zamânı ve her mekânı göz-önüne alarak
olur imtihan. “İmtihanın soruları” İslâm’a göre hazırlanmıştır. Çünkü mekân ve
zaman müslümandır. Tüm kâinat yâni mekân ve dolayısı ile zaman mecbûren
müslümandır. Müslüman bir mekânda gayr-i İslâmî bir imtihan olmaz. İmtihanın
soruları Kur’ân’dandır, Sünnettendir, fıtrattandır. Hep aynı sorulardır
aslında. İmtihanın cevapları el altından verilip durmaktadır. Aslında cevaplar
bellidir. Geriye sâdece bu cevapları yerine getirmek (yazmak) kalıyor. Bu, “Dünyâ’da
İslâm’a göre yaşamak”la oluyor. İslâm’a ne kadar uygun yaşanılırsa o kadar
başarılı olunuyor. Zâten böyle olunca da âhirette imtihanın değerlendirilmesi de
kolay olur. Zîrâ “sorgu” da Kur’ân’a göre olacaktır.
Allah’ın yaptığı imtihan
aslında çok da zor değildir. Çünkü Allah’ın sınavından yâni “imtihan”dan geçme
notu sâdece 51’dir. Dünyâ’daki beşerî sınavlar gibi 70-75 değildir. Üstelik Allah’ın
imtihanında sınırsız kopya çekme özgürlüğü vardır. Hattâ Allah kopya çekmeyi
emreder. Kitap zâten açıktır. Üstelik herkes, imkân ve kapasitesine göre ve sâdece
gördüğü derslerden sorumludur, yâni bildiğiniz yerden sorulursunuz, sorular
bildiğiniz yerden çıkar.
Evet; ister kabûl edilsin,
ister kabûl edilmesin. Dünyâ bir “imtihan alanı”dır. Bu imtihan bâzen çok
zorludur. Niceleri “sıfır” çekerken, kimileri de imtihanı geçerler ve “mutlu
son”a ulaşırlar. Gayret bizden, yardım Allah’tandır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder