27 Temmuz 2017 Perşembe

Ehven-i Şer’de Teselli Aramak




“İnsan hayra duâ ettiği gibi, şerre de duâ eder. İnsan, pek acelecidir” (İsrâ 11).

Aslı “ehven-i şerreyn” olan ehven-i şer, “iki kötünün hafif olanı” demektir. “Kötü olanların içinde iyisi”, “az kötü”, “daha az kötü”, yâni “daha az iyi” anlamlarına gelir.

Ehven-i şer, “şer” değildir deseler de, adı üstünde; ehven-i şer, yâni “az olan şer” de bir şerdir. Ehven, “daha az” demektir.

Ya “hayır” vardır yada “şer”. Yâni bir şey ya şerdir yada hayır. Tabi ki “az şer” olanı “çok şer” olana tercih edebileceğimiz gibi, “çok hayırlı olan”ı “az hayırlı olan”a tercih etmemiz gerekir. Hayrın her türlüsü “iyi” olduğu gibi, şerrin her türlüsü de “kötü”dür. Fakat hayrın azı da “hayırlı” olduğu gibi, şerrin az olanı “hayırlı” değildir. Çünkü şerrin azı da şerdir ve kötüdür. Hz. Mûsâ: “..Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtâcım” (Kasas 24) der. Yâni küçük de olsa her hayra muhtâç olunabilir. Fakat az şerre muhtâç olunmaz. Şerre karşı hayra muhtâç olunur.

Ehven-i şerrin müslüman ülkelerde çok gündeme gelmesi, müslümanların toplum olarak kötü durumda olmalarıdır. Fakat ilginçtir ki, kötü durumda olanlar hayrı istemiyorlar da, şerrin hafiflemesine râzı oluyorlar. “Hayrı nasıl ikâme edebiliriz”in değil de, “şerri nasıl azaltabiliriz”in derdine düşmüşler. Zîrâ hayırdan ümitlerini kesmişler. Çünkü hayrı istemenin bir bedeli oluyor. Oysa “daha az şer”ri istemek bedâva. Üstelik hayrı istemek için “hayrın kaynağı” olan Allah’ı da hesâba katmak gerekiyor. Bu durum birilerinin işine gelmiyor. Ahmet Kılıçkaya ehven-i şer konusunda şunları söyler:

“Ehven-i şer kavramı, Mecelle’nin şu 29. maddesi ile yaygınlaşmıştır: ‘Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur’. Yâni: ‘Ehven-i şerreyn/kurtulma imkânı olmayan iki şerden daha zararsız olanı ihtiyar edilir /seçilir, tercih olunur’ demektir. Örneğin; kişinin bedeni emânet olup, herhangi bir uzvunu kestirmesi yâhut zarar vermesi bilindiği üzere haramdır. Ancak ayak parmakları kangren olmuş bir kimsenin hayâtını yahut ayağını kurtarmak için ayak parmaklarını kestirmesi câiz olur. Çünkü böyle bir durumda kişi iki şer ile karşı-karşıyadır. Ya kesilmesi haram olan parmaklarını kestirecek ve ayakla birlikte hayatını da kurtaracaktır, yada parmaklarını kestirmeyecek kangren yayılacak ve bir süre içinde ölüm gerçekleşecektir. Kişinin böyle bir durumda zarârın ve şerrin azını tercih ederek parmaklarını kestirerek hayâtını kurtarması ruhsat olup, câizdir ve günah işlemiş de sayılmaz. Öyleyse şu üç madde, bu kuralın şartlarıdır:

1- Zarûrî bir durumun olması: Buna göre, kişinin yapmazsa helâk olacağı ve başka bir çıkış-yolu bulamadığı bir şeyle karşı-karşıya gelmesi şarttır.

2- Şer olan iki seçenekten başkasının olmaması: Buna göre, kişinin karşı-karşıya geldiği iki şerli yada zararlı olan seçenekten başka bir seçeneğin veyâ çözüm yolunun veyâhut kaçıp kurtulma imkânın olmaması şarttır.

3- Seçilen şeyin daha az zararlı olması: Buna göre, kişinin seçmek mecbûriyetinde olduğu iki seçenekten, seçilecek olanın daha az şerli yada zararlı olması şarttır.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, kişinin mecbur kaldığı, içinden çıkamadığı ve üçüncü bir tercihinin de olmadığı durumlarda zararlı ve şerli olan iki şıktan, diğerine göre daha az şerli ve zararlı olanını tercih ederek onunla amel etmesi câizdir. Yâni bu durum kısaca: Kişinin mecbur olduğu iki seçenekten zarârı az olanı alıp, çok olanı ise terk etmesi olarak özetlenebilir.

Ancak bu kavram yada kural, mecrâsından çıkartılıp bütün haramları câiz kılan, genel-geçer bir kural hâline dönüştürülmüştür. Meselâ; ticâret yapmak için fâizli işlemin mubah görülmesi, lâik rejimle yönetilen bir ülkede yaşamak için şirk sisteminin parçası olan partilerden birisinin desteklenmesi gibi hususlarda ‘ehven-i şer’ bir hüccet olarak(!) kullanılmaktadır. Hattâ geçmişte komünist Rusya’ya karşı kapitâlist ABD’ye destek vermenin hücceti olarak da ‘ehven-i şer’ söylemi ileri sürülmüştür. ‘Müslümanım’ diyenler arasında bu söyleme dayanarak komünizme karşı kapitâlizmi, yada kapitâlizme karşı sosyâlizmi, diktatörlüğe karşı demokrasiyi savunanlar da çıkmıştır. İşte bu tür savrulmalar; îtikadda, fıkıhta, Kur’ân ve Sünneti anlamada, düşünmede ve İslâm’ı tatbik etmek ve dâvette İslâm’ın yöntemine tâbi olmamanın tezâhürleridir”.

Ehven-i şer kime göre ehvendir?. Birileri için “ehven-i şer” olan, diğerine göre “basbayağı şer” olabilir. Bu nedenle ehven-i şerri istemek adâletsizliktir, bencilliktir.  

Şerrin azı da “hayır” değil şerdir ve “az şer” bir zaman “sonra çok şer”e dönüşür. “Az hayır” ise, zamanla “çok hayr”a değil, “az şer”e ve daha sonra da “çok şer”e dönüşür. Kuraldır; “pasif iyi” olan şey çok uzun olmayan vâdede “aktif kötü”ye dönüşür. Zâten “pasif iyi”, “pasif yada aktif kötü” demektir. Bu nedenle Allah, örtüsüne bürünen ve yatan Peygamberimizin, örtüsünü kaldırıp atmasını yâni pasifliği bırakıp aktifliğe dönmesini emreder. Demek ki iyi az olunca “iyi” olmuyor ve “daha az kötülük” oluyor. O hâlde ehven-i şer “iyilik” değil, “daha az kötülük”tür ama yine kötülüktür. Buna göre, ehven-i şerri istemek, görece “daha az olan kötülüğü istemek” oluyor ki bu, “kötülüğü istemek” anlamına gelir.  

Bu, şunun gibidir: Meselâ çok yan-etkisi olan bir ilacın yerine daha az yan-etkisi olan bir ilaç tabî ki tercih edilmelidir fakat bu durum, yan-etkisi az olan ilacın da yan-etkisinin olduğu gerçeğini değiştirmez ve az yan-etkiye sâhip olan ilaç kullanıldığında da yan-etkiye mâruz kalınır. Hastalığın azalması ve bir-nevî rahatlama iyidir fakat hasta olan kişiler için önemli olan, hastalığın azalması değil, tamâmen geçmesidir. “Az hastalık” da sıkıntı verir ve “ehven-i hastalık” da “ekber-i hastalık” olmasa da yine bir hastalıktır. Ahmet Kalkan: “Hayır varken en şerli şer ehven-i şerdir” der.  

Kur’ân-ı Kerim’de: “Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (yada cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır” (Teğâbün 16) âyetini ortaya koyarak, itaatin “mutlak” değil, “insanın yapabileceği kadar” olduğu söylenir. Fakat burada derin bir çelişki vardır. Eğer mutlak itaat Kur’ân’ın târif ettiği gibi ve Peygamberin örnek olarak gösterdiği kadarsa, demek ki o itaati herkes gösterebilir. Aksi-hâlde Allah insandan yerine getiremeyeceği bir şey istemiş olur ki, bu hâşâ, kullarını zora sokarak “Allah’ın zâlimlik yaptığını söylemek” demek olur. Oysa Allah’ın zulmetme ihtimâli bile yoktur. Âyet burada, “o mutlak itaati yakalayabilmek için olanca gücünüzü harcayın” demek istiyor (güç yetirebildiğiniz kadar). Hattâ bunun yolunu da gösteriyor ve “infâk ile buna yol arayın” demeye getiriyor. Yâni Allah az hayrı da “hayır” olarak görüyor fakat, hedef olarak “mutlak hayrı” gösteriyor. Zîrâ “az hayr”ın, zamanla şerre dönme ihtimâli vardır. Bir şey hakkıyla yapılmadığında “tam anlamıyla yapılmamış” demek olacağı için, bir zaman sonra anlamsızlaşıp etkisini kaybedebiliyor.        

Peygamberimiz; “Bir şey tamâmen elde edilmezse, büsbütün terk edilmez” (Keşfu’l-Hafa, 2:196) der. Fakat bu, “hayır” konusundadır. Yâni; “şerrin tamâmı zarar veriyorsa, az olana yâni ehven-i şerre yönelin” denmiyor. “Hayrın tamâmına ulaşılamıyorsa, -şimdilik- “ulaşabildiğiniz kadarını hakkıyla yerine getirin” denmek isteniyor.   

Ehven-i şer nedeniyle büyük şerler de işlenmiştir. Meselâ Osmanlı: “..Fitne, öldürmekten beterdir...” (Bakara 191) âyetini delil getirerek “evlat katlini” uygulamıştır. Ehven-i şer kapsamında yapmıştır bunu. Bu, devlete yarar sağlamıştır fakat insanlık ve İslâm adına çok da doğru bir iş olmadığı ortadadır. Çünkü: “..Kim bir nefsi, bir başka nefse yada yeryüzündeki “bir fesada karşılık olmaksızın” (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur..” (Mâide 32) denir. Kundaktaki bebeği bir “fesad unsuru” olarak görmek doğru bir davranış değildir.

Ehven-i şer için, naklî delil olarak, “batmaya yüz tutan geminin bir kısım yükleri denize atılır” denir. İyi de bu davranış ehven-i şer değil ki!; “hayır”dır. Yine; “Zarârın neresinden dönülürse kârdır” denir. Fakat zarardan dönmek şer değil, “hayır”dır. Çünkü neresinden olursa-olsun zarardan yâni şerden dönülmüştür.  

Aslında “ehven-i şer” (az şer) “ekber-i şer” (büyük şer)dir. Zîrâ ehven-i şer uğruna niceleri münâfıklaşmıştır. Ehven-i şer i dile getirenler aslında en ufak bir şerre bile katlanamayanlardır. Yâni şerrin ehveni de onlar için felâkettir:

“İnsana bir nîmet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa kapılır” (İsrâ 83).

“İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye’se düşen bir umutsuzdur” (Fussilet 49).

“Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryâdı basar” (Meâric 20).

Ehven-i şer birileri tarafından mâzeret olarak kullanılmaktadır. Bir şeye cevap vermek ve altta kalmamak için. Meselâ son yıllarda, bir zamanlar “küfür” olarak gördükleri demokrasiyi ehven-i şer olarak göstermeleri gibi. Müslümanlar demokrasinin târifini yıllara göre şu sıralamayla yapmışlardır: Şer, ehven-i şer, “hayır”.

Kur’ân’a göre ya “şer” vardır yada “hayır”. “Yarı-hayır” yada “yarı-şer” diye bir şey yoktur. Kur’ân meselâ “biz sizi yarı-hayırla ve yarı-şerle sınarız” demiyor da şöyle diyor:

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35).

Modernizmin etkisiyle gevşeyen ve dik duruşunu kaybeden müslümanlar, sıkıştıklarında hemen “ehven-i şer”e sığınıveriyorlar. Dayanaklarını şaşırmış hâldeler. Neyin iyi=hayır, neyin şer=kötü olduğunun farkında değiller yada bilmemezlikten geliyorlar. Kıyas mercîlerini kaybetmişler. Üstelik bunu Kur’ân-merkezli olduğunu söyleyenler de yapıyor. Meselâ siyâsette mevcut iktidârı ve lîderi: “Önceki daha mı iyiydi” diyerek yanlış bir kıyaslamaya tâbi tutuyorlar. Yâni kıyaslamayı yanlış yapıyorlar. Şimdiki iktidâr öncekine göre “daha az kötü” olabilir ama sonuçta az da olsa ikisi de kötüdür. “İyi” olan İslâm-dışı olan değil, “İslâm olan”dır.

Müslümanlar kıyasını şöyle yapmalıdır: Bu lîder, bizim “güzel örnekliğimiz”, lîderimiz Peygamberimize göre nasıldır?. Sünnete uygun hareket ediyor mu, etmiyor mu?. Yapılanlar da İslâm’a ve Paygamberimizin yada meselâ Hz. Ömer’in yaptıklarına benziyor mu?”. Kıyası işte böyle bir karşılaştırmayla değil de, ehven-i şerri dinleştirerek, bir-önceki “kendisinden olmayan” üzerinden yapıyor. Ehven-i şer böylece “belirleyici unsur” oluyor ve artık ortalıkta iyilik değil de, “daha az da olsa kötülük” hüküm sürüyor. Çünkü ana-konudan sapılmış ve şirke düşülmüştür. Destekledikleri kim olursa-olsun aslında “Allah’tan başka kânun koyucu tâğutlar”dır. Hayra dönük olarak: “Bunlar Allah’tan daha iyi kânun yapamazlar” demiyor da; şerre dönük olarak: “Eski anayasaya ve kânunlara göre daha iyi değil mi” diye ehven-i şer söylemini gündem ediyorlar ve böylece ehven-i şerde teselli arıyorlar. Bir zamanlar da “şimdikilerin kadim dostları”, “hile-i şer’iye” diye bir zırvalık çıkararak şeytan-işi bir pislik olan fâizi helâlleştiriyorlardı. “İslâm’ı ifsâd etmenin en büyük destekçisi, şeytan ve uşakları olan tâğutlardır. İslâm’a göre şerri hafifletmenin her türlüsü ağır bir sapıklıktır.  

Bâzen “şer” zannedilenlerde “hayır”, “hayır” zannedilenler de “şer” olabilir. Ama bunlar “yarı-şer” yada “yarı-hayır” olmaz. Allah Kur’ân’da savaş bağlamında şöyle denir:

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).

Şu da var ki; ehven-i şerri kim belirleyecek?. O şeyin “ehven” olduğunun ölçüsü nedir?. Kime göre ehven?. Hayrı ve şerri Allah belirler. Buna rağmen “ehven-i şer” belirlemeye kalkmak, “ilahlaşmak” anlamına gelir.

Ehven-i şer belki sâdece “ölüm riski” olduğunda olabilir ki buna zâten Kur’ân da onay vererek, o an için -geçici olarak- şerri hayra çevirmiştir. Fakat bu, şerri ehven-i şerre çevirmek değildir:

“O, size ölüyü (leşi) kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtâç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Bakara 173).

Allah, ehvenine-mehvenine bakmadan şerrin her türlüsünden sakınmamızı emreder:

“De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden. Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden. Ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden” (Felak Sûresi).

İslâm’dan ne “ehven-i şer” çıkar, ne de ehven-i şerden bir hayır çıkar.

Ehven-i şerri (az şer) savunmak, ihvan-ı şerri (şer kardeşliği) savunmaktır vesselam.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mayıs 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder