15 Temmuz 2017 Cumartesi

Tanrı ve Allah


“(Onlar mı), yoksa, gökleri ve yeri yaratan ve size gökten su indiren mi?. Ki onunla (o suyla) gönül-alıcı bahçeler bitirdik, sizin içinse bir ağacını bitirmek (bile) mümkün değildir. Allah ile berâber başka bir ilah mı?. Hayır, onlar sapıklıkta devâm eden bir kavimdir” (Neml 60).

 

Tanrı: “Çok-tanrıcılıkta, vâr olduğuna inanılan ve tapılan insan-üstü varlıklardan her biri. İlah “diye geçer TDK sözlüğünde. Yâni tanrı kelimesi, “çoğul”u ifâde eder.

 

Tanrı; “Eski Türkçede Tengri, gökyüzü”; eski Türklerin ve Moğolların inancı Tengricilikte, “Gök Tanrı” (KökTengri) yada “Gök’ün yüce tini (rûhu)”dir.

 

Türkçe bir isim olan Tanrı, aslında “gök tanrı” demektir. Yâni “göklerin tanrısı”. Fakat göklerin tanrısı, “sâdece göklerin tanrısı”dır, “yerin de tanrısı” değil. Çünkü “yerin tanrısı” Tengri değil, “yerin hükümdarları”dır. Eski Türk’lerin Tanrı inancı “Gök Tanrı” inancıydı. Lâikliği benimsemiş “yeni Türkler”in Tanrı inancı da öyledir. Lâiklikte tanrı, “sâdece göğün tanrısı=gök-tanrı”dır. Yere karıştırılmaz.

 

Tanrı, “Allah” demek değildir. Allah, İslâm’ın “tek gerçek ilah” dediği Varlık’tır. Allah kelimesi, İslâm’ın haber verip tavsif ettiği “Allah”ın özel adı olup hiç-bir put için kullanılmamıştır. Hâlbuki bir-çok put’a “Tanrı” denilmektedir. Dolayısıyla “Tanrı”, “Allah” anlamını ifâde edemez. Bir mü’min, Allah’ı, Kur’ân’ın tanıttığı isimler dışındaki isimlerle anmaz.

 

Hattâ Türklerde gök ve yer tanrısından başka bir de “suların tanrısı” (yer-su) vardır. Üç ana tanrıdır bunlar. Türklerde yerlerin ve göklerin ve de ikisi arasındaki her-şeyin tanrısı olan tek ilah düşüncesi ve inanışı yoktur. Tengri sâdece göklerin tanrısıdır. Yerin tanrısı hakanlardır. Bu inancın onlara Sümerler’den ve Hititler’den geçtiği söylenir.

 

Göktürklerin İslâmlaşmadan önce taptıkları başlıca tanrı Gök-Tengri (gök=mâvi, tengri=gökyüzü, Gök-Tengri=Mâvi Gök) idi. Şaman inancına sâhip olan eski Türkler, aşkın/ebedî/ezelî bir tek-Tanrı tasavvur edemezlerdi, ancak onlar da çoğul inanç sistemleri içinde Tengri’nin, başka bir deyişle Tanrı’nın ismini öne çıkarıyorlardı. Türkler, İslâmlaşma süreci başladıktan sonra da bu ismi toplumsal hâfızalarından silemediler ve Tanrı sözcüğünü Allah’ın yerine kullanmayı sürdürdüler.

 

Eski Türklerin dîni, “gök-tengri dîni” idi. Bu dindeki tanrı; adı üstünde; “gök-tanrı”=”göğün tanrısı”ydı, “yerin tanrısı” değildi. “Yerin tanrısı”, sonu “han”, “kan” ve “ğan” ile bitenlerdi. “Serkan” (ser-kan=baş tanrı), Cengizhan” (denizlerin tanrısı), “kağan” (yerin tanrısı=tanrıların tanrısı) gibi. Zâten Erlik Han da “kötülük tanrısı” yâni kötülük ilahıdır. Han tanrı ve ilah demektir. Tanrı-Tengri, Türklerin “sâdece göğe” âit olan ilahının adıdır. Türklerde Tanrı, “sâdece göklerin” tanrısıdır. Yerin tanrısı ise sonu “han”, “kan”, “ğan” ile bitenlerdir. Bu bağlamda meselâ Cengiz Han da “yerin tanrısı”dır. Şöyle ki; Moğollların hakânı Möngke’nin (Mengü) Fransa kralı IX. Luis’ye yazdığı mektup şöyle başlar: “Ebedî Tanrı’nın buyruğudur bu: Gökte ancak bir ebedî Tanrı vardır. Yeryüzünde de ancak bir sâhibin olması gerekir. O da, Cengiz Han’dır”.

 

Türklere âit bütün eski kaynaklar Gök Tanrı (Tengri) ile Yer Tanrısı (Yersub)’nın varlığından bahseder. Örneğin, Orhun Kitabeleri’nde: “Yukarıda Türk Tanrısı ve mukaddes Yer-Sub’u şöyle demiştir” denir.

 

Bu nedenle de eski Türk dîni, lâikti. Türklerde lâikliğe geçiş, “batı lâikliği”nden çok, “eski Türklerin lâikliği”ne bir geçiş ve “tanrıyı göğe hapsediş”tir. Türkiye’de farklı bir lâikliğin olmasının nedeni budur. Tanrıcılık “Allah’ı sâdece göklerin ilahı” yapmak yâni O’nu göklere hapsetmek ve yere indirmemektir. Eskiden niçin çok Tanrı vardı?. Çünkü eskiden yöneticilere “Tanrı” deniyordu. Tanrı “yerin yöneticisi” demektir çünkü. Başta Türkler olmak üzere insanlar, “yerin yöneticisi”ne de ilah gibi taparlar ki, İslâm bunu ortadan kaldırmak ve “sâdece Allah’a tapılması” yâni “yerde de gökte de tek ilahın Allah olduğunu bildirmek” için vâr olan bir dindir. Elmalı’lı Hamdi Yazır:  

 

“Gerek ism-i özel olsun gerek ism-i genel, “Allah” ism-i celâli ile, yine “Allah”tan maâda hiç-bir mâbud anılmamıştır. Meselâ “tanrı”, “hüdâ” isimleri, “Allah” gibi özel isim değildir. “İlah”, “Rab”, “mâbud” gibi genel mânâ ifâde eden kelimelerdir. Arapça'da “ilah”ın çoğuluna “alihe”; “Rab”bın çoğuluna “erbab” denildiği gibi; Farsça'da da “hüdâ”nın çoğuluna “hüdâyân” ve lisânımızda dâhi tanrılar, mâbudlar, ilahlar, rablar denmiştir; çünkü bunlar haklıya ve haksıza ıtlak edilmiştir. Hâlbuki hiç “Allah”lar denilmemiştir ve denemez!. Böyle bir tabir işitirsek, söyleyenin cehline veya gafletine hamlederiz. “Tanrı” adı böyle değildir; mâbud, ilâh gibidir. Bâtıl mâbudlara dâhi “tanrı” ismi verilir. Müşrikler bir-çok tanrılara taparlardı. “Filanların tanrıları şöyle, falanların tanrıları şöyledir” denilir. Demek ki, “tanrı” genel ismi, “Allah” ismi özelinin eş-anlamlısı değildir, en genel bir tâbirdir. Binâenaleyh, “Allah” ismi, “tanrı” adı ile tercüme olunamaz!” der.

 

Bir yazıda da tanrı hakkında şular söylenir:

 

“Lâ ilâhe illallah” cümlesinin anlamı; “tanrı yoktur sâdece Allah vardır” şeklindedir. “Allah” kulluk edile-gelmekte olan özündeki hakîkattir. “Tanrı”, korkulası umacıdır. “Allah” ise, ilim-sâhiplerinde, sonsuz-sınırsızlığın yanındaki hiçliklerini kavrayış nedeniyle oluşan “haşyet”in kaynağıdır. “Tanrı”, yeterli olmayanların kendi kafalarında hayâl edip varsandıkları ötelerindeki yönetici ve yargılayıcıdır. “Allah”, tek mutlak varlık”tır; hiç-bir şekilde ortağı yoktur. “Tanrı”, her devirde ve toplumda anlayış seviyesine göre sayısız özelliklerle bezenip süslenen; hayâllerin karşılığının kendisinde olduğu varsayılan, beşer anlayışına göre şekillenen bir balondur. “Allah” ise “Ahad”, “Samed”, “Lemyelid ve lem yûled”dir”.

 

Tüm lâik-seküler gibi ateistlerin kabûl etmediği tanrı da aslında “tek ilâh” olan tanrıdır. Yoksa ateistler, politeist-pagan ve çok-tanrılıdırlar. Yunan düşüncesi pagan/çok-tanrılı; Roma siyâseti de emperyâlisttir. Batı bu iki olguyu modernleştirmiştir. Onları tâkip eden mukallitler de batı gibi olmuştur.

 

Tanrı, “tanrılardan bir tanrı”dır. Fakat Allah, “ilahlardan bir ilah” değil, “Tek ilah olan ve O’ndan başka ilah olmayan”dır. “Allah’tan başka ilah yoktur” demek, “tanrı yoktur, sâdece Allah vardır” demektir. Allah hesâba katılmadığında mutlakâ tanrılardan bir tanrı hesâba dâhil edilir. İnsan tapmadan edemez. Fakat Allah’a tapmak işine gelmez. Bu nedenle de Allah yerine onun etlisine-sütlüsüne karışmayan tanrılara tapar. Bu tanrılar her şekle girebilirler. Meselâ ideoloji şekline girip “lâiklik” ve “demokrasi” olarak görünebilir. Lâiklik de “gök tanrı” inancıdır. Allah’ı “sâdece göklerin ilahı” olarak îlan edip “yerin ilahlığı”na insanları koyar. Böylece yeryüzünde “hanlar”, “kanlar”, “ğanlar” cirit atarken nice canlar da feryâd-u figân içinde heder olup gider. Oysa “yer tanrıları”nın kendileri de Allah’a muhtâç zavallı varlıklar oldukları için sâdece kendilerine sözde kısmî bir yararları dokunur ve diğer insanlar bunların yaptıkları yüzünden şirk azâbını daha Dünyâ’da iken tatmaya başlarlar.

 

Yine modern-bilim, yeni ve modern tanrılar arama ve ortaya koyma sistemidir. Çünkü Allah’ı, mânâyı, meta-fiziği yok saymaktadır. Kendisi tanrılaşmış ve yeni tanrılar üretip durmaktadır. Üstelik bu bilim-tanrısı ve tanrıçaları en küçük bir şirke bile katlanamazlar.

 

Tasavvufun tanrı anlayışı, “sınırlı olan bir tanrı” anlayışıdır. Çünkü tanrılık tanrıdan alınıp insana verilmiştir. Artık tasavvufta bir tanrı olmaz. Zâten peygamber de yoktur. Allah ve Peygamber -hâşâ- bizzat kendileridir. En büyük tanrı ise, “tasavvufun gediklileri”dir. Tasavvufçular bu noktaya, Allah’ın zâtını aşırı kurcalamakla ulaşmışlardır. Allah’ın zâtını aşırı kurcalamak, çok-tanrıcılığa kapı açar. Artık her-şey tanrı olur. Tasavvufta her-şey Allah’tır ve bunu kabûl etmeyenler “müşrik” olur ki tasavvufa göre zâten şirk, “her şeyin Allah olduğunu kabûl etmemek” demektir. Oysa insan, çeşitli ihtiyaçları olan zavallı bir varlıktır. Üstelik her-an Allah’a muhtaçtır. Tuvalet, uyku, yeme-içme-giyinme ihtiyâcı insanın Allah olmadığının delîlidir.

 

Ezandan Allah ismini çıkararak “Allâhuekber” yerine Tanrı kelimesini kullanarak; “Tanrı uludur” sözünü koymuşlardı. “Ne fark eder ki” diyorlardı. Fark etmiyorsa niçin değiştirdiniz de Allah yerine Tanrı kelimesini koydunuz?.

 

Modernizmin en büyük tanrısı insandır. Modernizm bir “tanrılar savaşı” ideolojisidir. O hâlde modernizm, mitolojinin modern şeklidir.

 

Ve modernizmin mutlak tanrısı paradır. Samoa Kabilesi reisi Tuavii şöyle der: “Beyaz adamın tanrısı, paradır”. Para tüm zamanlarda insanların en sevdikleri gizli tanrılarıdır. Fakat modern zamanlarda para, mutlak ilahtır. Ona açıkça tapmayan ve ona sığınmayan hiç-bir varlık yoktur. Bu tapınmayı gerçekleştirmeyenler, modernler tarafından “terörist” damgası yerler.

 

Evet; tanrı, Allah’ı yeryüzünde de hâkim kılmayı engellemenin bir numaralı aracıdır ve bu engelleme çeşitli şekillerde yapılır. Allah’ı hakkıyla takdir etmek ve ona hakkıyla kulluk yapıp ebedî saadet diyârı olan cennete kavuşmak için tanrıların her türlüsüne güçlü bir “lâ” çekerek Âlemlerin Rabbi Olan Allah’a hakkıyla kulluk yapmak mü’minin şiarıdır. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2017

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder