11 Nisan 2016 Pazartesi

Kılıçların Birliği


“..Müşriklerin sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşın. Ve bilin ki Allah, takvâ sâhipleriyle berâberdir” (Tevbe 36).

“Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki bir-birlerine kenetlenmiş bir binâ gibi saf bağlayarak çarpışanları sever” (Saff 4).

İslâm âleminin mevcut kötü durumu mâlûm. Bu durum aslında çok şaşılacak bir şey. Çünkü normâlde aynı inanca sâhip 1.5 milyar insana, tüm Dünyâ bir-araya gelse diş geçiremez. Üstelik müslüman ülkelerin arasında, her alanda üretim yapabilen, imkânları ve kalifiyeli insanları olan ülkeler de varken. Peki buna rağmen müslümanlar neden bu durumdan rahatsız olmuyorlar da bir-araya gelip bir “birlik” oluşturmuyorlar ve bu çirkef durumdan kurtulmanın yolunu aramıyorlar?.

“Ne yapmak lâzım”ı konuşmak çözüm getirmiyor. Sürekli bir “ne yapmak lâzım” konuşuluyor. 1.400 yıldır ne yapılması gerektiği, üstelik Peygamber örnekliği de varken bilinmiyorsa, bundan sonra da bilinemez ve bir şey yapılamaz. Yapılacak şey bellidir. Tüm İslâm âlemi arasında kurulacak birliktelikle berâber, bilgi-bilinç-eylem-devlet(ümmet)-medeniyet sürecine girmek. Zor gibi göründüğüne bakmayın. Bunu çok zor gibi görmemizin nedeni, “ne yapmak lâzım”ı çok fazla konuşmak ve sonuçta ortaya net bir şey konulamadığından, yapılacak bir şeyin olmadığını düşünerek ve zannederek; “yapılacak pek bir şey de yok” diyerek eylemsiz işlere kapılmak nedeniyledir. İnanın bir açıklama bile yeterlidir bu birliği başlatmak ve bu yolda yürümek için. Sâdece inanç ve biraz cesâret yeter. Cesurca atılmış tek bir adım bile yeter. Ne de olsa biz 1 adım atınca Allah “10 adım” atıyor. Biz yürüyerek gidince Allah “koşarak” geliyor. Bu-arada bu tarz düşüncelerde en önemli hatâmız; “Allah’ın yardımı”nı hesâba katmamaktır. Eğer Allah yardım ederse, her-şey yoluna girer.

Evet; ne de olsa hiç-bir müslüman, Dünyâ’daki özellikle müslümanların aleyhindeki kötü durumu inkâr edemez. Zâten iniltilerin geldiği yerlerden duyulan sesleri dinlemek yeterlidir:

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zâlim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sâhib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nîsâ 75).

Peygamberimiz; “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din-kardeşinin ihtiyâcını karşılayanın, Allah da ihtiyâcını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin, Allah da kıyâmet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir müslümanın ayıbını örtenin, Allah da kıyâmet gününde ayıplarını örter” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58) der.

Sürekli konuşulması gereken şey, üstün olanın Allah, İslâm ve müslümanlar olduğudur en başta. Müslümanlar yeniden buna inanmalıdırlar ve bu inançla düşünce üretip eylemde bulunmalıdırlar. Çünkü Allah Kur’ân’da:

“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) îman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran 139) diyerek bize bir özgüven aşılıyor.

Bizim dînimiz tek hak dindir ve bu nedenle üstün olan din bizim dînimizdir. Bu din üstün olunca, bu dînin bağlıları da diğer insanlardan üstündürler demektir. Eğer üstün değillerse din ile insan arasında sorun var demektir ki bu sorun en başta bir kompleks sorunudur; aşağılık kompleksi. İlk önce bu durumdan kurtulmak gereklidir. Bunun için de, kendi içimizdeki düşünsel ve kültürel farklılıkları tartışmayı bırakıp, Allah’ın dediği gibi, üstün olduğumuzu kabûl edip sürekli bunu konuşmaktır. Zâten o zaman tartışılan şeylerin çok fazla önemi kalmayacaktır. Allah onun mezhebini, bunun târikatını vs. değil, İslâm’ı diğer bâtıl dinlere (yollara) üstün kılmıştır. Üstün olan yön dindir. Bağlı bulunduğumuz ve tâkip ettiğimiz düşünce, yol vs. değil. Bunu öne çıkarmak gerekir ilk başta. Allah bu üstünlükten Kur’ân’da şu şekilde bahsediyor:

“Dînini bütün dinlere üstün kılmak için; Resûlünü hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar” (Tevbe 33).

“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur. Şâhit olarak Allah yeter” (Fetih 28).

Bize tasallut kurmaya kalkanlardan korkmaya gerek yok. Çünkü bizim onlarla aramızda bir fark var. Onlar gerçekte korkaktırlar, ölümden çok fazla korkarlar bu nedenle de bin yıl yaşamak isterler:

“Andolsun, onları hayâta karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir” (Bakara 96).

Hâlbuki mü’minler gabya-âhirete inanırlar ve Allah yolunda olunca cennetle ödüllendirileceklerini bilirler. Bu sebeple de ölüm korkusuyla titremezler ve sağlam dururlar.

Yine onlar, tek-dünyâlı olmanın bir sonucu olarak onlar garanticidirler. Bu garanti düşüncesiyle yeterli direnci ve direnişi gösteremezler. Birliktelikleri de sahtedir ve çok çabuk bozulur. Bir direnç ile karşılaşmaya-görsünler; dağılıverirler:

“Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veyâ duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kâlpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir” (Haşr 59).

Biz kitap, mizan ve demir sâhibiyiz çok şükür. Diğerlerine göre demir noktasında daha az imkâna sâhip olsak da, tek güç maddî güç değildir. Îmânın da bir gücü vardır ve bu gücün yabana atılmaması gerekir:

“Ey Peygamber, mü’minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlûb edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur” (Enfâl 65).

Eğer bu sayılar arasında çok fark olduğunu düşünüyorsanız Allah bu konuda da yardımcı olur ve aradaki farkı melekler ile kapatır:

“Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle berâberdir” (Enfâl 66).

“Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da âniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin melekle yardım ulaştıracaktır” (Âl-i İmran 125).

İmdi; ey müslümanlar!. Bu çirkef ve utanç verici durumdan kurtulmak istiyor muyuz?. Bunun için zihinlerin-akılların-bilgilerin aynılaşmasına gerek yok. Kâlpler bir olsa yeter ilk başta. Allah’ın bize müslüman adını koyarak o azâmeti verdiğini hatırlayarak üstün olanın bizler olduğumuzu konuşacağız, yazacağız ve bu artık her müslümanda akîde hâline gelecek. Ondan sonra artık gerisi kolay. Birlik bir kere sağlanmaya başladı mı artık bizi kimse tutamaz ve durduramaz. Kitap-mizan-demir birlikteliği gibi, kâlpler birleştikten sonra kılıçlar da birleşince, -belki de kılıçları çok da kullanmaya gerek olmadan- Dünyâ’da onurumuzla yaşamanın yolu açılacaktır bizlere. Yeniden huzur bulup kardeşler olacağız, birlik olacağız, ümmet olacağız.

“İçler acısı bir durumdayken bunları mı söylüyorsun” diyenlere; Peygamberimizin en zor zamanlardan bir zamanda, hendekleri kazarken mü’minlere olan vaâdlerini hatırlatırım. Hayat hâlen devâm ediyorsa, şu-an târihin sonu değildir. Kur’ân gibi bir kitabımız, Peygamber gibi bir örnekliğimiz ve 1.400 yıllık medeniyet kültürümüz olduktan sonra inanın zor değil.

Ne diyordu sosyoloji kuralı: Bir kere olan bir kere daha olabilir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Nîsan 2016


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder