“..Müşriklerin sizlerle topluca savaşması gibi siz de
müşriklerle topluca savaşın. Ve bilin ki Allah, takvâ sâhipleriyle berâberdir” (Tevbe 36).
“Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki bir-birlerine
kenetlenmiş bir binâ gibi saf bağlayarak çarpışanları sever” (Saff 4).
İslâm âleminin mevcut kötü
durumu mâlûm. Bu durum aslında çok şaşılacak bir şey. Çünkü normâlde aynı
inanca sâhip 1.5 milyar insana, tüm Dünyâ bir-araya gelse diş geçiremez. Üstelik
müslüman ülkelerin arasında, her alanda üretim yapabilen, imkânları ve
kalifiyeli insanları olan ülkeler de varken. Peki buna rağmen müslümanlar neden
bu durumdan rahatsız olmuyorlar da bir-araya gelip bir “birlik” oluşturmuyorlar
ve bu çirkef durumdan kurtulmanın yolunu aramıyorlar?.
“Ne yapmak lâzım”ı konuşmak
çözüm getirmiyor. Sürekli bir “ne yapmak lâzım” konuşuluyor. 1.400 yıldır ne yapılması
gerektiği, üstelik Peygamber örnekliği de varken bilinmiyorsa, bundan sonra da
bilinemez ve bir şey yapılamaz. Yapılacak şey bellidir. Tüm İslâm âlemi arasında
kurulacak birliktelikle berâber, bilgi-bilinç-eylem-devlet(ümmet)-medeniyet
sürecine girmek. Zor gibi göründüğüne bakmayın. Bunu çok zor gibi görmemizin
nedeni, “ne yapmak lâzım”ı çok fazla konuşmak ve sonuçta ortaya net bir şey
konulamadığından, yapılacak bir şeyin olmadığını düşünerek ve zannederek; “yapılacak
pek bir şey de yok” diyerek eylemsiz işlere kapılmak nedeniyledir. İnanın bir
açıklama bile yeterlidir bu birliği başlatmak ve bu yolda yürümek için. Sâdece
inanç ve biraz cesâret yeter. Cesurca atılmış tek bir adım bile yeter. Ne de
olsa biz 1 adım atınca Allah “10 adım” atıyor. Biz yürüyerek gidince Allah
“koşarak” geliyor. Bu-arada bu tarz düşüncelerde en önemli hatâmız; “Allah’ın
yardımı”nı hesâba katmamaktır. Eğer Allah yardım ederse, her-şey yoluna girer.
Evet; ne de olsa hiç-bir müslüman,
Dünyâ’daki özellikle müslümanların aleyhindeki kötü durumu inkâr edemez. Zâten
iniltilerin geldiği yerlerden duyulan sesleri dinlemek yeterlidir:
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi
halkı zâlim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sâhib)
gönder, bize katından bir yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve
çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nîsâ 75).
Peygamberimiz; “Müslüman
müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din-kardeşinin
ihtiyâcını karşılayanın, Allah da ihtiyâcını karşılar. Müslümandan bir
sıkıntıyı giderenin, Allah da kıyâmet günündeki sıkıntılarından birini giderir.
Bir müslümanın ayıbını örtenin, Allah da kıyâmet gününde ayıplarını örter”
(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58) der.
Sürekli konuşulması gereken
şey, üstün olanın Allah, İslâm ve müslümanlar olduğudur en başta. Müslümanlar
yeniden buna inanmalıdırlar ve bu inançla düşünce üretip eylemde bulunmalıdırlar.
Çünkü Allah Kur’ân’da:
“Gevşemeyin, üzülmeyin;
eğer (gerçekten) îman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran 139) diyerek bize bir özgüven aşılıyor.
Bizim dînimiz tek hak dindir
ve bu nedenle üstün olan din bizim dînimizdir. Bu din üstün olunca, bu dînin bağlıları
da diğer insanlardan üstündürler demektir. Eğer üstün değillerse din ile insan
arasında sorun var demektir ki bu sorun en başta bir kompleks sorunudur;
aşağılık kompleksi. İlk önce bu durumdan kurtulmak gereklidir. Bunun için de,
kendi içimizdeki düşünsel ve kültürel farklılıkları tartışmayı bırakıp,
Allah’ın dediği gibi, üstün olduğumuzu kabûl edip sürekli bunu konuşmaktır. Zâten
o zaman tartışılan şeylerin çok fazla önemi kalmayacaktır. Allah onun
mezhebini, bunun târikatını vs. değil, İslâm’ı diğer bâtıl dinlere (yollara)
üstün kılmıştır. Üstün olan yön dindir. Bağlı bulunduğumuz ve tâkip ettiğimiz
düşünce, yol vs. değil. Bunu öne çıkarmak gerekir ilk başta. Allah bu
üstünlükten Kur’ân’da şu şekilde bahsediyor:
“Dînini bütün dinlere üstün kılmak için; Resûlünü
hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar” (Tevbe 33).
“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini
hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur. Şâhit olarak Allah yeter” (Fetih 28).
Bize tasallut kurmaya kalkanlardan
korkmaya gerek yok. Çünkü bizim onlarla aramızda bir fark var. Onlar gerçekte
korkaktırlar, ölümden çok fazla korkarlar bu nedenle de bin yıl yaşamak isterler:
“Andolsun, onları hayâta karşı (diğer) insanlardan ve
şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) her biri, bin yıl
yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların
yapmakta olduklarını görendir” (Bakara
96).
Hâlbuki mü’minler gabya-âhirete
inanırlar ve Allah yolunda olunca cennetle ödüllendirileceklerini bilirler. Bu
sebeple de ölüm korkusuyla titremezler ve sağlam dururlar.
Yine onlar, tek-dünyâlı olmanın
bir sonucu olarak onlar garanticidirler. Bu garanti düşüncesiyle yeterli
direnci ve direnişi gösteremezler. Birliktelikleri de sahtedir ve çok çabuk
bozulur. Bir direnç ile karşılaşmaya-görsünler; dağılıverirler:
“Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veyâ duvar
arkasında olmaksızın sizinle toplu bir hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki
çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kâlpleri
paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla
böyledir” (Haşr 59).
Biz kitap, mizan ve demir sâhibiyiz
çok şükür. Diğerlerine göre demir noktasında daha az imkâna sâhip olsak da, tek
güç maddî güç değildir. Îmânın da bir gücü vardır ve bu gücün yabana atılmaması
gerekir:
“Ey Peygamber, mü’minleri savaşa karşı
hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz
(kişiyi) mağlûb edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa,
kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur” (Enfâl 65).
Eğer bu sayılar arasında çok
fark olduğunu düşünüyorsanız Allah bu konuda da yardımcı olur ve aradaki farkı
melekler ile kapatır:
“Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde
bir zaaf olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki
yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle
(onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle berâberdir” (Enfâl 66).
“Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da âniden
üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin melekle
yardım ulaştıracaktır” (Âl-i İmran
125).
İmdi; ey müslümanlar!. Bu
çirkef ve utanç verici durumdan kurtulmak istiyor muyuz?. Bunun için
zihinlerin-akılların-bilgilerin aynılaşmasına gerek yok. Kâlpler bir olsa yeter
ilk başta. Allah’ın bize müslüman adını koyarak o azâmeti verdiğini
hatırlayarak üstün olanın bizler olduğumuzu konuşacağız, yazacağız ve bu artık her
müslümanda akîde hâline gelecek. Ondan sonra artık gerisi kolay. Birlik bir
kere sağlanmaya başladı mı artık bizi kimse tutamaz ve durduramaz. Kitap-mizan-demir
birlikteliği gibi, kâlpler birleştikten sonra kılıçlar da birleşince, -belki de
kılıçları çok da kullanmaya gerek olmadan- Dünyâ’da onurumuzla yaşamanın yolu
açılacaktır bizlere. Yeniden huzur bulup kardeşler olacağız, birlik olacağız,
ümmet olacağız.
“İçler acısı bir durumdayken
bunları mı söylüyorsun” diyenlere; Peygamberimizin en zor zamanlardan bir zamanda,
hendekleri kazarken mü’minlere olan vaâdlerini hatırlatırım. Hayat hâlen devâm
ediyorsa, şu-an târihin sonu değildir. Kur’ân gibi bir kitabımız, Peygamber
gibi bir örnekliğimiz ve 1.400 yıllık medeniyet kültürümüz olduktan sonra inanın
zor değil.
Ne diyordu sosyoloji kuralı:
Bir kere olan bir kere daha olabilir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Nîsan 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder