“İnsanlardan kimi,
Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla
tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü
dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).
“Sizinle savaşanlara
karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı
gidenleri sevmez” (Bakara 190).
“…Gerçek mü’minler ancak
Allah’a ve Resûlüne îman eden, ondan sonra aslâ şüpheye düşmeyen, Allah yolunda
mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte îman sözlerinde doğru olanlar
onlardır” (Hucurât 14-15).
Îman, pasif bir kabûlden ibâret bir şey değildir. Çünkü İslâm Dîni,
pasifliği sembôlize eden bir felsefe değildir. Zâten Kur’ân’da pasif anlamlar
yoktur. Kur’ân aşırı ve modern
yorumlarla pasifleştiriliyor, pasifleştirilmeye çalışılıyor. Sonuçta
müslümanlar da pasifleşiyor. Zîrâ aşırı yorumlanan şey kişiyi pasif hâle
getirip nesneleştirir.
Kur’ân’da “pasif anlamlar”
yoktur. Bu yüzdendir ki İslâm, dinden aslâ tâviz vermez. Pasifliği başlatan şey
tâvizdir. Verdiğiniz tâviz oranında pasifleşirsiniz. Şu da var ki aslında tâviz
vererek pasifleşen şey İslâm değil, müslümanlardır. Zîrâ İslâm Allah’ın sözü ve
dînidir. Allah’ın dîninin ve sözünün pasif olması mümkün değildir. Bu nedenle pasifleşmiş
olanlar müslümanlardır. Pasifleştikleri için İslâm’ı da kendileri gibi pasif
bir din olarak görmek istiyorlar ve başlıyorlar pasif yorumlar yapmaya ve
İslâm’ı “pasif bir din” gibi anlatmaya.
Günümüzde yenilmişliğin,
ezikliğin, kompleksin ve en önemlisi de pasifliğin etkisiyle, İslâm’ı sürekli
olarak pasif bir din gibi anlatıyorlar. İslâm her alanda aktif ve tâvizsiz
iken, aşırı yorumla birlikte İslâm’ı pasifleştirici yazılar yazılıyor ve konuşmalar
yapılıyor. Böylece İslâm’ın aktif bir din olduğu ve mesajlarının da hep
aktifliğe yönelttiği hakîkati perdelenmiş oluyor. Dünyâ’da tek bir aktif din
vardır, o da İslâm’dır. Diğer inanışlar pasifliği merkeze almışlardır ve bu
nedenle de zamanla ezikleşip felsefe hâline gelmişlerdir. Böyle olunca da
bağlılıklar da pasif olmaktadır.
Müslümanlar; şeytanın,
nefsin, tâğutların, beşerî ideolojilerin ve modern telakkilerin etkisiyle
pasifleştirilmeye çalışılıyor. Böylece eleştiri, îtirâz ve isyandan uzak tutuluyorlar.
Meydanı boş bulan tâğutlar istedikleri gibi at koşturuyorlar. Meselâ Demokrasi
denen beşerî ideoloji, insanı pasifleştirme ideolojisidir. Bir kere oy veren ve
belirleyici olan kişinin artık 4-5 yıl boyunca “gık”ı bile çıkmaz. Hiç-bir
yanlışa ve kötülüğe aktif bir tepki gösteremez. Çünkü ne de olsa yanlışı ve
kötülüğü yapanlar, 4-5 yıl boyunca kendi yetki ve destek verdikleri kişilerdir.
Modern insan, hayâta demokrasi üzerinden aktif bir tepki ortaya koyamamakta ve
mecbûren pasif kalmaktadır.
Hiç-bir
peygamber pasif değildi, hiç-bir vahiy pasif değildir, İslâm Dîni, uzak-doğu
inançları gibi kişileri pasif olmaya yönlendirmez ve tam-aksine aktif birer
müslüman olmaya yönlendirir ve hattâ zorlar. Zîrâ müslüman olmak ağır bir yükü
omuzlamayı kabûl etmek demektir. Ağır bir yükü yüklenmiş olanların pasif
kalabilmesi mümkün değildir.
Modernizmin
etkileriyle kafa ve beden konforuna alışmış olanlar dîni de pasif şekilde
yaşamak istemekte ve bunun için de azîmete göre bir yaşam olan Peygamber örnekliğini
es geçerek Kur’ân’ı tam da kendi hayatlarına uygun olarak yorumlamaya
çalışmaktadırlar. Pasifler, dîni sürekli olarak azîmete göre değil de “ruhsata
göre yaşamak” derdindedirler fakat onda bile mızmızlanmaktadırlar.
Tabi
pasiflikten kurtulmak “aşırı olmak” demek anlamına gelmemelidir. Çünkü aşırlık
da pasiflik gibi doğru değildir. Zîrâ denge pasiflikte olduğu gibi aşırlıkta da
kaçmaktadır. İfrat ve tefrit, yâni zıt yönlerdeki aşırılık aynı sonuçları
verir. Müslümanlar pasiflik ve aşırılık arasında sıkışıp kalmışlardır. Oysa
İslâm “vasat” olmaktan bahseder. Yâni ne pasif ne de aşırı. Ortada olmaktır
doğru olan. Müslümanlar bu bağlamda; “aşırı yüceltmeci peygamber” ve
“indirgemeci peygamber” anlayışı arasında sıkışıp kalmışlardır. Peygamber’i
aşırı yüceltenler de, indirgeyenler de o’nu “örnek alınamaz” hâle
getirmektedirler. Aynı şey tabî ki
Kur’ân yorumunda da yapılmaktadır. Pasif ve aşırı yorumlarla Kur’ân
başkalaştırılıyor ve müslümanlar da zamanla ayrılıp parçalanıyor. Sonuçta da hakîkat
ifrat ve tefrit anlamında aşırılıklarla perdeleniyor. Oysa İslâm bir “denge
dîni”dir. Müslümanlara da dengeli olmayı öğretir.
Bir şeye olan körü-körüne ve
aşırı bağlılık, o yapının günahlarını-kötülüklerini görmeyi blôke eder. Bu
bağlamda sevginin bile aşırısı yanlıştır. Aşırı bağlılıkların zamanla “bağımlılık”a dönüşmesi
kaçınılmazdır. Bağımlı olanlar ifrat ve tefrit anlamında aşırılık yaparlar.
Târih
boyunca kitleler, hakkı ve hakîkati hatırlatanlardan nefret etmişler ve onları
aşırılıkla yaftalamışlardır. Oysa aynen peygamberlerin yaptıkları gibi, hakkı
ve hakîkati hatırlatmak, şirkten, küfürden ve zulümden uzaklaştırmak, adâleti
ve tevhidi hâkim kılma yolunda çalışmak, dengeli ve gayretli bir mü’minlik
örneğidir. Kur’ân-merkezli yaşamaktır insanı dengede tutan şey.
Allah’tan
gayrı aşırı bağ(ım)lılıklar, idrâki blôke eder. Aşırı bağlılık, kişiyi 2+2’nin
5 olduğuna bile inandırabilir. Aşırı bağlılıklar, bir çeşit “at gözlüğü”dür.
Sâdece “bağlı” olduğu yönü görür. Aşırı bağlılıklardan kaynaklanan körlükleri,
yaşanacak “aşırı acılar” açabilir ancak: “O pek acı azâbı görünceye kadar
ona inanmazlar” (Şuârâ 201).
Aşırı
inceleme, incelenen şeyde mutlakâ bir hatâ açığa çıkarır. Zîrâ “aşırı
inceleme”, o şeyi “parçalayarak bütününden koparmak” demektir. Parçalanan şey
eksiktir. Çünkü “parça” eksiktir. İşte modernizm ve psikoloji, insanı da
çeşitli şekillerde aşırı bir incelemeye tâbi tuttu, yâni parçaladı. Artık
modernizm için “insan” demek, “hatâ ve eksiklik” demek oldu. Modernizme göre
insan artı ve eksi anlamda aşırılıklarla mâlûldür. Bunun çâresini ise insanı
insanlığından çıkarmakta görürler.
Her
türlü aşırlık yanlışa götürür ve sonunda saptırıcıdır. Meselâ aşırı fikir
zehirler. Aşırı eleştiri, yanında haksızlığı da taşır. Aşırı kâr, bereketi
öldürür. Aşırı nezâket, insanlar arasındaki samîmiyeti öldürür/öldürüyor. Aşırı
sorgulama, teslîmiyeti bozar. Aşırı sorgulamak, cevâbı öteler ve
imkânsızlaştırır. Bâzı cevaplara, “sorgulamamakla” ulaşılır. Beşerî kânun ve kurallara aşırı bağlılık kişiyi
aptallaştırır.
Her-şeyin
aşırısı zararlıdır. Buna “araştırma” da dâhildir. Doğruyu bulmak için yapılan
aşırı araştırma (yada didikleme), yanlış sonuçlar verir. Zîrâ araştırılan şeyin
rûhu parçalanmaktadır.
Kur’ân ve Sünnet (güzel örneklik) iki kanattır. Müslümanların
bir kısmı Kur’ân kanadını, diğer kısmı ise Sünnet kanadını aşırı sâhiplenip
diğer kanadı umursamayınca mecbûren “tek kanatlı” kalıyor ve bu nedenle ne
kadar çırpınsa da uçamıyor. Oysa mü’minlik iki kanatlı olmaktır. Mü’minlik hem
pasiflikten hem de aşırılıktan uzak durmak ve dengeli olmaktır. Tüm peygamberler
dengeyi öğretmişlerdir. Peygamberimiz’in ortaya koyduğu güzel örneklik yâni
Sünnet, ifrat ve tefrit anlamında aşırılıklardan kurtulmuş “dengeli müslüman
olma örnekliği”dir.
İnsan “doğuştan müslüman”
olur ama “doğuştan mü’min” olamaz. İnsanlık târihi, bâtılın “hakîkat” diye
gösterilmesi ve mü’minlerin buna karşı çıkmasının târihidir. Mü’min, vahye aykırı olan şeye ayak uydurmayan
kişidir. Bu nedenle mü’minler, Dünyâ’yı İslâm-merkezli olarak değiştirmek
isteyen insanlardır. Mü’min olmak için “Allah’ı kabûl etmek” yetmez, Allah’ı
kabûl ettikten sonra “tâğutu reddetmek” de gerekir. Allah’ı kabûl etmesine
rağmen tâğutu reddetmemek pasifliktir.
Dünyâ’nın
geçici bir imtihan alanı, âhiret ve cennetin ise ebedî bir saadet yurdu
olduğuna inanan bir mü’minin “kaybedeceği” bir şey yoktur. Bu bağlamda tüm
mü’minlerin şöyle bir hayâli olmalıdır: “Keşke tüm Dünyâ’yı bir ‘barış yurdu’na
(Dâr-üs Selam) çevirebilsem”. Bu yüzden mü’min, biraz telaşlı olandır: Hakkı
bir-an önce tüm Dünyâ’ya hâkim kılma telâşı. Bu telaş onu dik ve diri tutar.
Bâtılı hak kılmak isteyenler ise, uykuya dönmek için sabırsızlanan bir uyuşma
içindedirler. Pasiflik, kısa zamanda bâtılı hâkim hâle getirir. Tabi aşırılık
da enerjisini dengesiz kullandığından dolayı yarı yolda kalır ve yine bâtıla
alan açar. Denge çok önemlidir. Dengeli olmak, Kur’ân’ı merkeze alarak mü’mince yaşamakla sağlanabilir.
Mü’min,
canının istediği gibi yaşamayan-yaşayamayan kişidir. Mü’minler, Dünyâ’da,
“cenneti anlamsızlaştıracak” şekilde yaşa(ya)mazlar. Mü’minliğin
özelliklerinden biri de, Dünyâ’nın onu “kesmemesi”dir. Mü’min, modern-seküler
sistemde yaşamayı zûl kabûl eden kişidir. Zîrâ mü’minler ancak cennet ile
tatmin bulur.
Sorun,
“müslüman(!)” çokluğuna” rağmen, “mü’min” azlığıdır. Mü’min olmak, ne pasif ne de aşırı olmak değil,
dengeli ve ölçülü olmaktır.
Mü’minin
değeri, İslâm’a hizmeti kadardır vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder