“İşte Rabbiniz olan Allah
budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her-şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk
edin. O, her-şeyin üstünde bir vekildir” (En-âm 102).
Son 200-250 yıllık bir
süredir yaşanan “büyük fitne modernite” ve bundan kaynaklanan sistemler, insanların,
ilk insandan bêri sürüp gelen tasavvur, düşünme, söyleme ve amel-eylem şeklini
ve tarzını değiştirdi. Bu değişiklik, modern insanın “klâsik olan”a karşı cephe
almasına ve 250 yıl öncesi dünyâya karşı bir cehâlet meydana getirdi. Modern
insan “klâsik” tâbir edilen zamânı ve dünyâyı üstün-körü bir bilginin dışında
bilmiyor. Edindiği üstün-körü bilgi ise zâten modernitenin dayattığı bilgidir
ki, bu bilgi klâsik zamanlara düşman olmayı empoze eden bir bilgidir. Bu bilgi
bir düşünce ve dil oluşturmuştur ki, dîne ve dînî düşünceye hiç de uygun
olmayan bir dildir. Artık modern insan, Allah ile olan bağını kâlp, vicdan ve
zihin ile sınırlandırmıştır. Böyle olunca da hayâtın hiç-bir alanında Allah’ın
hükmü ve emri görülmemektedir.
İşte bu bilgiyle yoğrulan
modern insan, en çok da din ve siyâset konusunda düşüncesini moderniteye
uydurmuştur. Bu konularda çeşitli kaynaklardan ve araçlardan kolayca bilgi edinebilmesine
rağmen yine de cehâlet ve de düşmanlık sürmektedir. Modern insan -ki buna
müslümanların büyük bir kısmı da dâhildir-, modernitenin sunduğu daha doğrusu
dayattığı; tasavvur, düşünme, söyleme ve eyleme konularında, hiç-bir şüphe
duymadan ve sorgulamadan uygun adım yürümekte ve moderniteye uygun hareket
etmektedir. Zîrâ doğala, normâle ve fıtrata uygun olandan kopmuş, nefse uygun
olan bu yeni yaşam ve eyleme tarzını benimsemiştir.
Modern insan bir “ilerleme”
hâlinde yaşadığını zannetmektedir. Bu sözde ilerleme onu, ilerlemenin en uç
noktası olan moderniteye ve post-moderniteye kadar getirmiştir. Bu noktaya ilerlemeyle
geldiği için, gelinen bu yerin en iyi ve doğru bir yer olduğunu hiç
sorgulamadan kabûl etmekte, böyle olunca da mevcut düşünce ve yaşam tarzını da “en
iyisi” zannetmektedir. Tabi buna karşı olan aksi bir söz ve eyleme-tarzı
duyduğunda da afallayıp kalmakta ve sanki “Allah’ın farzı”ymış gibi inandığı moderniteye
olan aykırılığa karşı tavır almaktadır. Çünkü dediğimiz gibi, gelinen noktayı yâni
moderniteyi “en iyi yer” zannetmektedir. Oysa
mevcut durum tam bir sapmışlık hâli ve fitne durumudur. Çünkü mevcut
düşünce ve yaşama-tarzı, Dünyâ’yı ifsâd edip durmaktadır. Moderniteye meftûn ve
râm olmuş olan modern insan ise, cehâletinden-nefsinden ve düşünüp-sorgulamadan
kopuk ve mahrûm olduğu ve bu nedenle modernitenin ne menem bir şey olduğunu
göremediği için mevcut zamâna göre davranmak zorunda kalıyor.
Modernite, modern insanı
yönlendirmek ve yönetmek için sürekli olarak çeşitli “manşet sözler” ve cümleler
uydurur. İnsanlar da bu cümleleri benimser ve buna göre düşünür, konuşur ve
hareket eder. İşte bu cümlelerden biri de, “vatandaşlık görevi”dir. Vatandaşlık
görevi bilindiği gibi en çok, demokrasinin eylemi olan “oy kullanma” konusuyla
alâkalıdır. Oy kullanmanın İslâm’a aykırılığından bahsedildiğinde; “olur mu
canım, o senin vatandaşlık görevin” deyiverirler.
Vatandaşlık görevi nedir?.
Ne zaman çıkmıştır?. Hem “vatan” denilen şey yada yer nedir?. Vatan dediğin,
belli bir sınırla çevrilmiş alan içindeki taş-toprak-deniz-göl-dere-su-yayla-dağ
vs. değil midir?. Vatan dediğin yer bunların bulunduğu, Dünyâ’nın belli bir
bölgesinde olan bir kara-parçası değil midir?. Vatandaş da, bu kara-parçasında
birlikte yaşayanlar değil midir?. Oy kullanmakla vatandaşlık görevinin ne alâkası
vardır?. Aynı kara-parçasında yaşayan insanlar birbirleriyle çeşitli dayanışma
ve yardımlaşma yapabilirler ve yapmalıdırlar. Buna da “vatandaşlık görevi” denebilir.
İnsanların birbirlerine ihtiyaçları olduğu için birbirlerine karşı görevleri
vardır ve buna da aynı vatanda yaşadıkları için “vatandaşlık görevi” denilebilir.
Fakat “demokrasinin âyini” olan oy kullanmakla vatandaşlık görevinin ne alâkası
vardır?.
Vatandaş: “Bir yurt
ahâlisinden ve tebâsından olan kişi” demektir. Fakat bu kavram, Fransız
Devrimi’nden sonra milliyetçiliğin-ulusçuluğun ortaya çıkarılmasıyla birlikte
ve herkes kendi kabûl ettiği bölgeleri sûni sınırlarla çizince büyük
parçalanmalar başladı ve daha düne kadar “kardeş” (din kardeşi) olanlar düşman
oldular. Toplumları düşman etmenin yolu, onları Allah’a kullar olmaktan çıkarıp
“vatandaş” yapmaktan geçer. Vatandaşlar, sûni sınırlarla belirlenmiş sınırları
olan bir vatanda yaşayanlardır. Buralarda yaşayanların ölçüleri ilâhi ölçüler
olmaktan çıkıp, kendi ve diğer vatanlara ve vatandaşlara göre olan ölçüler
olur. En hâkim olan vatan, diğer vatanları kendine bağlar. Modern zamanlarda
vatandaşlık kulluğun yerine geçmiş ve Allah’a olan kulluk zamanla vatana
yapılan ve “vatandaş” diye isimlendirilen kulluğa (ç)evrilmiştir. Artık en iyi
ve üstün insan, Allah için değil de vatan için özverili bir şekilde çalışan
kişidir. Âdetâ vatan için en sıkı kulluğu kim yapıyorsa, en iyi ve üstün insan
olarak o kabûl edilir. Bu kulluk, Allah’a kul olmanın sınırlandırılmış ve hattâ
iptâl edilmiş bir şeklidir. Dolayısı ile şirktir.
Oy kullanma ile “vatandaşlık
görevi” arasındaki ilişki şöyle kurulur.. Moderniteyle birlikte artık “kulluk”
değil, “vatandaşlık” vardır. Bu, Allah ile irtibâtı keserek Dünyâ’ya ve vatana
tapmanın bir göstergesidir. Böyle olunca da Allah’a karşı görevler (kulluk) yerine
“vatana karşı görevler olmalıdır” düşüncesi açığa çıkar. Mesele budur. Artık kulluk
Allah’a değil vatana yapılacaktır ama bu “vatana kulluk” şeklinde değil, “vatandaşlık
görevi” şeklinde söylenmektedir ki vatandaş rahatsız olmasın. Evet; “vatandaşlık
görevi” denilen şey, “Allah yerine vatana kulluk yapmak” sözünün moderniteye
uygun cümleleştirilmiş şeklidir.
Peki “vatandaşlık görevi”
deniyor da, “Allah’a kulluk görevi” ne olacak?. Vatandaşlık görevini din
yapanlar ve aslâ aksatmayıp da yerine getirenler, kulluk görevini de hesâba
katıyorlar mı?. “İnandım” demekle yetinen modern insan ve müslüman, sıra “Allah’a
kulluğa” gelince yâni “kulluk görevi”ni yapmaya gelince “çıt”ı çıkmazken, Allah’a
kulluk yerine ikâme edilen “vatandaşlık görevi”ni mutlakâ yerine getirir ve
zinhar bunu yapmamayı düşünmez bile. Hattâ “Allah’a kulluk görevi” nedeniyle oy
kullanmamayı anlayamaz da şaşırır kalır ve “nasıl oy kullanmazsın, o senin
vatandaşlık görevin” deyiverir. “Vatandaşlık görevi” “kulluk görevi”nin önüne
geçirildiği için, “vatandaşlık görevi” nedeniyle yapılan oy kullanma denilen
şeyin küfre ve şirke yol açacağını düşünemez ve bilemez.
“Kul” denilen “abd”
kelimesi; “Kul, köle, Allah’ın kulu, mahlûk, insan, hizmetçi” anlamındadır.
Allah’ın istediği kulluk “sâdece
Allah’a yapılan kulluk”tur. Kulluk Allah’tan başkasına yapıldığında şirk olur.
Allah’a “sınırlı kulluk” da yapılamaz. Sınırlı kulluk, “sâdece Allah’a olan
kulluk” olmaktan çıkar ve kulluk paylaştırılır. Meselâ hem Allah’a hem de
vatana kulluk (vatan ve vatandaşlık görevi) yapılır ki “şirk” denen şey işte
tam da budur. Bir kâlpte iki sevgi olmaz. Hiç-bir şey Allah gibi
sevilmemelidir. Allah’tan başkaları ”Allah gibi” sevildiğinde o sevilen şeyle
Allah’a şirk koşulmuş olunur. Bu bağlamda; insanların yaşadıkları yer olan
vatan bile Allah gibi sevilemez. Zâten böyle bir sevgi olduğunda o kişi Allah’a
kul olmaktan çıkar ve “vatana kul” olur. Vatana kulluk “vatandaşlık” olarak
isimlendirilmiştir. “Sıkı vatandaş” anlamında bâzıları çocuklarına “Yurdakul”
ismini bile vermişlerdir ki câhilcedir. Yurt sevilebilir, korunabilir, vatan
için savaşılabilir fakat ona kul olunamaz. Bir vatanda yaşayan tüm
vatandaşların, birbirlerine ve çevrelerine karşı görevleri vardır fakat
Allah’ın hükümleri yerine beşerin hükümlerinin din yapıldığı demokrasi ve onun
eylem-şekli olan oy kullanma ameliyesi için “vatandaşlık görevi” tanımlaması
şirktir. Zîrâ “vatandaşlık görevi”, Allah’a kulluğun yâni “kulluk görevi”nin
önüne geçirilmektedir. Kulluk görevi, “Allah’tan başkalarının hüküm koyma
yetkisi yoktur” derken, vatandaşlık görevi, beşerin hüküm koyuculuğunun yâni
şirkin onayıdır. Vatandaşlık görevini yapanlar küfre ve şirke düşmekte, beşerin
ilahlaşmasını oylayarak onaylamaktadırlar.
Kulluk görevi, oy
kullanmayarak; fâizi, zinâyı, içkiyi, kumarı, yalanı, iftirâyı inkârı
gerektirirken, “vatandaşlık görevi” ise tüm bunların serbest bırakılmasının
oylanarak onaylanması demektir. Allah’ın yasakladıkları ve “haram”, “yasak” ve
“pis” dedikleri, “vatandaşlık görevi” yerine getirilerek yasal, meşrû ve temiz
hâle getirilmektedir. Dolayısıyla, oy kullanma bağlamında söylenen “vatandaşlık
görevi”, Allah’a karşı yapılan bir küstahlıktır.
Oy kullanmak İslâm’a aykırı
bir durumdur. Zîrâ İslâm’a göre “tek hüküm koyucu” olan Allah’tır ve kânunlar-kurallar
O’nun Kitabı’na göre olmalıdır. Kur’ân anayasa olmalı, uygulamalar ise Peygamber’in
“güzel örnekliği” (Ahzâb 21) olan sünneti göz-önüne alınarak yapılmalı, bâzı
küçük ve geçici kurallar da yine vahye aykırı olmayacak şekilde ve vahye uygun
olarak yapılmalıdır. Zâten tüm kâinât muhteşem düzenini Allah’a göre hareket
etmeye borçludur. Dünyâ’da insanlar Allah’ın kânunlarını uygulamadıkları ve O’nun
emrine göre yaşamadığı için kaos çıkmakta, adâletsizlik artmakta ve insanlar
mutsuz olmaktadırlar. O hâlde insanlar arasındaki sosyâl, kültürel, siyâsi ve
ekonomik alanlar, “Allah’ın belirlediği”ne göre düzenlenmelidir. Demokrasi ise
tam tersine, Allah’ın kânunlarını iptâl edip, beşerin keyfine göre ve nefse
uygun olarak çıkardığı kânun ve kurallarla hayâtı belirlemek ister. Oy
kullanmak da demokrasinin yâni demokrasiyi ortaya çıkaranların iktidarlarını
sürdürmek ve güçlendirmek için ortaya çıkardıkları bir şirk ve küfür, dolayısıyla
da zulüm sistemidir.
Vatandaşlık, kulluğun yerine
ikâme edilmiştir. Allah’a kulluğun gereklerini yerine getirmeyi umursamayanlar,
sıra vatandaşlığın gereğini yâni oy kullanmayı yerine getirmeye geldiğinde,
sanki çok da matah ve ulvî bir görevi yerine getiriyormuş gibi bir hava içine
girerler. “Müslümanım” demesine rağmen; namaz kılmaz, oruç tutmaz, zekâtı zâten
vermez, durumu müsâit olmasına rağmen hacca gitmez, Kur’ân’ı okumaz,
Peygamber’i tanımaz ve Allah’ın emrettiği hemen-hemen hiç-bir şeyi yapmaz ama,
“vatandaşım” dediği için, oy kullanmayı zinhar ihmâl etmez ve hattâ onu büyük
bir ibâdet aşkıyla yerine getirir. Bir de oy verdiği parti-kişi kazanmışsa,
sanki cenneti kazanmışçasına sevinir.
Allah’ın örnek müslüman ve
kul tanımı, “Allah’tan başka hüküm koyucu yoktur” diyen insan iken; demokrasinin
istediği örnek insan ve kul (vatandaş) tanımı: “Ben sâdece demokrasiye uyarım
ve kânunları Allah’ın değil de beşerin yâni bir-takım insanların yapması için
oy kullanırım, bunu da ‘vatandaşlık görevi’ olarak bilirim” diyen insandır.
Diyorlar ki “oy
kullanmayanlar ikinci sınıf vatandaştır”. Bu söz liberâl-demokrasiye göre
doğrudur. Evet; oy kullanmayanlar ikinci sınıf vatandaştır. Fakat oy
kullananlar da “üçüncü sınıf kuldur”lar.
İslâmî açıdan “vatandaşlık
görevi”ni yerine getirmek, “kulluk görevini inkâr etmek” demek olur. Zîrâ vatandaşlık
görevinden dolayı oy kullanmak, “ben Allah’ın değil, benim seçtiğim kişilerin
kânun koyucu olmalarını istiyorum” demektir ki bu durum vatandaşlık görevi
uğruna “kulluğu inkâr etmek” demektir.
“Kulluk görevi”nin yerine
“vatandaşlık görevi”ni ortaya koymak şirk, küfür ve dolayısı ile de zulümdür.
Allah bunu aslâ kabul etmez ve zâten peygamberler de, Allah’a kulluğun yerine
başkasına yada başka bir şeye yapılan kulluğu iptâl etmek için
gönderilmişlerdi. Bir müslümanın, “kulluk görevi” yerine “vatandaşlık görevi”
gibi başka kulluk görevlerini ortaya koyması söz-konusu olamaz:
“Beşerden hiç kimsenin,
Allah kendisine Kitab’ı, hükmü ve peygamberliği verdikten sonra insanlara:
‘Allah’ı bırakıp bana kulluk edin’ deme (hakkı ve yetki)si yoktur. Fakat o, ‘öğrettiğiniz
ve ders verdiğiniz Kitab’a göre Rabbaniler olunuz’ (deme görevindedir)” (Âl-i İmran 79).
Vatandaşlık görevi
yüceltilirken kulluk görevi unutulup gitmektedir. Hattâ modern insan bunu
“aşağı” bir şey olarak görmektedir. Oysa insanların en üstünü olan peygamberler
ve melekler bile kulluktan kaçınmazlar:
“Mesih ve
yakınlaştırılmış (yüksek derece sâhibi) melekler, Allah’a kul olmaktan
kesinlikle kaçınmazlar. Kim O’na ibâdet etmekten kaçınırsa ve büyüklenirse
(bilmeli ki,) onların tümünü huzûrunda toplayacaktır” (Nîsâ 172).
“Göklerde ve yerde olan
(herkesin ve her-şeyin) tümü Rahmân (olan Allah)a, yalnızca ‘kul’ olarak
gelecektir” (Meryem 93).
İnsanlar ikiye ayrılır;
1-Sâdece Allah’a teslîmiyet göstererek “kul” olanlar; 2-Vatana ve beşerî
ideolojilere teslîmiyet göstererek “vatandaş” olanlar.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder