“De ki: ‘Bana
vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü-eti,
dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- yada Allah’tan başkası adına
kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz
bir ihtiyaçla karşı-karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla-
(bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir). Şüphesiz Rabbin bağışlayandır,
esirgeyendir” (En-âm 145).
Bir yazıda
domuz etinin neden yenmemesi gerektiği şöyle açıklanır:
“Âyette haram olan yiyecekler için geçen
“murdar” (pis) ifâdesinin pek çok hikmeti vardır. Çünkü domuz-eti gerçekten
insan vücûduna zarar verecek özelliklere sâhiptir. Örneğin domuz-eti çok
yağlıdır, yenildiği takdirde bu yağ kana geçer. Kandaki bu fazla miktardaki yağ
atar-damarların sertleşmesine, tansiyon yükselmesine ve kâlp enfarktüsüne sebep
olur. Ayrıca domuz-yağı içerisinde “sutoksin” denilen zehirli maddenin dışarı
atılması için, lenf bezlerinin normâle göre daha fazla çalışması gerekir. Bu
durum özellikle çocuklarda lenf düğümlerinin iltihaplanması ve şişmesi şeklinde
kendini gösterir. Bunların dışında domuz-eti bol miktarda kükürt içerir. Vücûda
fazla miktarda alınan kükürt; kıkırdak, kas ve sinirlere oturarak eklemlerde
iltihaplanma, kireçlenme ve bel fıtığı gibi çeşitli hastalıklara yol açar.
Bütün bunların yanında çeşitli deri hastalıkları ve trişin gibi (trişin sadece
domuz yoluyla geçer ve insanlarda öldürücü bir durum meydana getirir) ciddî
hastalıklara da sebep olmaktadır.
Domuz-eti yenmesinin sağlığa zararlı pek çok
yönü bulunmaktadır. Bu zararlar geçmiş dönemlerde olduğu gibi, alınan her türlü
tedbire rağmen günümüzde de söz-konusudur. Her-şeyden evvel domuz, her ne kadar
çiftliklerde, bakımlı ortamlarda yetiştirilirse-yetiştirilsin, kendi pisliğini
yiyen bir hayvandır. Gerek pislikle beslenmesi gerekse biyolojik yapısı
nedeniyle domuzun bünyesi diğer hayvanlara oranla çok fazla miktarlarda antikor
üretir. Yine domuzun vücûdunda diğer hayvanlara ve insana oranla çok yüksek
dozda büyüme hormonu üretilir. Doğal olarak bu yüksek dozdaki antikorlar ve
büyüme hormonu, dolaşım yoluyla domuzun kas dokusuna da geçerek birikir. Bunun
yanı-sıra domuz-eti çok yüksek oranlarda kolesterôl ve lipid içerir. Bunların
sonucunda tüm bu aşırı düzeydeki antikorlar, hormonlar, kolesterôl ve
lipidlerle yüklü olan domuz-etinin insan sağlığı açısından önemli bir tehdit
olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Bunların dışında, domuz-etindeki sağlığa
zararlı maddelerden biri de “trişin” parazitidir. İnsan vücûduna girdiğinde
doğrudan kâlp kaslarına yerleşerek ölümcül tehlike oluşturan trişin parazitine
domuz-etinde sıklıkla rastlanmaktadır. Günümüz teknolojisiyle trişinli
domuzları teknik olarak tespit etmek mümkünse de önceki asırlarda böyle bir
yöntem bilinmiyordu. Bu nedenle, domuz-eti yiyen herkes için trişin parazitini
kapma ve ölümle karşı-karşıya kalma riski vardı. Görüldüğü gibi, insana zarar
verecek olan yiyeceklerin haram kılınması da insanlara sunulmuş bir kolaylık ve
korumadır”.
“İnsan
yediğidir” denir. Ne yerse ona göre söyler ve amel-eylemde bulunur. Yedikleri,
insanın karakterini şekillendirir. Domuz-eti (ve de ürünleri) insanın mayasını
bozar. İnsanın huyunu, karakterini bozar. Lâkin domuzun yasak-haram olmasının
gerçek nedeni mikroplar değil, “Allah’ın haram kılması”dır Aksi-hâlde
domuz-etini ve domuzun diğer ürünlerini mikroplardan arındırdığımızda, domuz
yenebilecek hâle gelirdi. Zâten; “ateş, domuzdaki mikropları öldürür, bu
nedenle de pişen domuz-eti yenebilir” diyenler vardır. Allah, domuz etinin
haram kılınmasının nedeni olarak sâdece “pistir” (rics) der. Pis olması tabî ki
de maddî yapısıyla da ilgilidir. Fakat nasıl bir pisliği olduğu ne âyetin ilk
indiği zamanlarda, ne de modern zamanlarda çok da net değildir. Öyleyse
domuz-etinin haram kılınmasının ilk nedeni, Allah’ın “pistir” diyerek haram
kılmış olmasıdır. Kur’ân-ı Kerim’de Allah:
“Ey îman edenler!, size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından
yiyin…” (Bakara
172) der. Domuz ise “pis” olduğu için haramdır.
Domuzun en
önemli özelliği “çöpçü hayvan” olmasıdır. Domuz, yemede-içmede bir ayrım
yapmıyor. Bu ayrımı yapmaması, mümeyyiz (mümeyyiz= iyiyi-kötüyü fark edip
ayıran) bir yapısının olmamasıyla alâkalıdır. Çünkü çoğu hayvan her-şeyi
yiyip-içmez. İnsan, varlık içinde mümeyyiz akla sâhip olan tek varlıktır ve
mümeyyiz aklını kullanmaması, her türlü pisliğe mahkûm eder insanı (Yûnus 100).
İşte, insanlar böyle bir ayrım yapmayan ve her-şeyi yiyip-içen domuzun etini ve
diğer ürünlerini kullandığında, “insan yediğidir” kuralına göre, bu özellikler
insana da bulaşacak ve insan mümeyyiz aklını kullanamayacak ve her türlü
pisliğe dûçar olacaktır. Domuz-etini yemek ve diğer ürünlerini kullanmak,
zamanla insanları domuzlaştıracaktır ki modern dönemde bu durum çok net görülebilmektedir.
Peki domuzun
eti pistir ve bu nedenle haramdır da, domuzun eti dışındaki yerleri, yâni
derisi, kılı-tüyü, tırnağı, yağı da haram değil midir?. Eti pis ve haram olanın
diğer taraflarının da pis ve haram olmaması düşünülebilir mi?. Diyorlar ki,
“eğer domuzun eti dışındaki yerler de pis ve haram olsaydı Allah bunu söylerdi.
Kur’ân’a ilâve yapmak yanlıştır”. Kur’ân hakkındaki bu düşünce “modern” bir
düşüncedir ve fitne üretmektedir. “Kur’ân’da her-şey söylenmiştir” düşüncesiyle
irtibatlandırılarak domuz ürünleri hakkında böyle bir yargıya varılıyor. Oysa
Kur’ân’ın “her-şey” dediği, “tüm her-şey” değildir. Bir âyetle bu konuyu
açalım:
“Ey
îman edenler!, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs
etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin
gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin
etini (meyteten) yemeyi sever mi?. İşte, bundan
tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabûl edendir,
çok esirgeyendir” (Hucûrat 12).
Allah, gıybet
yapmayı, kişinin ölmüş olan kardeşinin etini (yada leşini) yemesine benzetiyor.
Peki buradan, “kardeşin ölüsünün sâdece etini yeme”ği mi anlamalıyız?. Meselâ
saçlarını, derisini, tırnaklarını, yağlarını, kemiklerini yemeyi anlamayacak
mıyız?. Tüm bunlar da “leş”in parçaları değil midir?. Ölen kardeşin eti
tiksindiricidir de diğer tarafları tiksindirici değil midir?. Öyleyse Allah
diğer taraflarını söylememekle, yâni ayrıntı verip, ölen kardeşin; “etini,
tırnakları, saçlarını, kemiklerini yemek gibidir” demeyerek bir eksiklik mi
yapmıştır?. Allah kitabı olan Kur’ân aptallara ve akılsızlara mı gelmiştir ki
her ayrıntıyı detayıyla versin. İnsan “leb” deyince leblebiyi anlayabilecek bir
varlıktır. Akıl dene şey buna yarar zâten.
Evet;
insanlar domuz-etini zinhar yemiyorlar ama, sürekli gıyb-et ederek “ölmüş
kardeşlerinin etini” yemekten hiç korkmuyorlar. Öyle ki, “gıyb-et obezi” olmuş
durumdalar.
Domuzun sâdece
eti değil, her-şeyi haramdır. Fakat domuz, doğada bulunan hâliyle haram
değildir. “Domuz” değil, domuzun eti-sütü, kılı-tüyü, kemiği-tırnağı ve
derisidir haram olan. Bunları insanların kullanması haramdır. “Hayvan” olarak
domuz haram değildir. Çünkü domuzu da Allah yaratmıştır ve bu nedenle domuz da
mükemmel bir yaratılışa sâhiptir. Domuz ve ürünleri yenildiğinde ve
kullanıldığında haram olur, yoksa yenilmediğinde ve kullanılmadığında domuz da Allah’ın
yarattığı bir mahlûktur.
Tabi, zarûret
hâlinde domuzun eti gibi; yağı, derisi, kılı, kemiği de ölçüyü aşmayacak oranda
kullanılabilir. Bu bağlamda şunlar söylenmiştir:
“İmameyn (İmam Ebû Yûsuf ve Muhammed) ile
İmam-ı Şâfiî’ye göre, hınzırın kıllarından badana fırçası yapılması ve bununla
ayakkabı dikilmesi câizdir. Hattâ bu kıldan bir miktar, az bir su içine düşecek
olsa, İmam-ı Muhammed o suyu temizlikten çıkarmaz. Çünkü bu kılların alelıtlak
(umumî olarak) istifâdeye müsâde edilmesi taharetine (temizliğine) delildir.
Fakat İmam-ı ebû Yûsuf’a göre, bu istimâl (domuz kılından yapılan fırçaları
kullanmak) hakkındaki müsâde bir zarûrete mebnîdir. Suya düşmesi hâline şâmil
değildir”. Dürer’de bildirildiğine göre, İmam-ı Muhammed, domuz kılının temiz
olduğuna zaruretten dolayı cevaz vermiştir. Çünkü ayakkabıcıların onu
kullanmaya ihtiyacı vardır. Allâme Makdisî, ‘Bizim zamanımızda ayakkabıcıların
buna ihtiyaçları kalmamıştır. Bundan dolayı temizliğine hüküm vermeye sebep
olan zarûret ortadan kalktığı için, kullanılması câiz değildir’ demiştir.
Her ne kadar İmam-ı Şâfiî ve İmameyn zarûri
hâllerde domuz kılının kullanılmasına cevaz veriyorsa da bundan iki asır önce
yaşayan allâme Makdisî bu zarûretin ortadan kalktığını söylemektedir. Çünkü o
işi görecek başka âletler bulunmuş ve kullanılmıştır. Zamânımızda ise böyle bir
zarûretten bahsetmek ve kullanmak için çâre aramak imkânı, hâliyle ortadan
kalkmaktadır. Çünkü tekniğin getirdiği yenilikler sayesinde, bir-çok mâmûl sûni
maddelerden yapılmaktadır. Bu, her türlü işte kullanılan fırçalar için de
söz-konusudur. Bunun için, şüphe ve tereddüte düşmeden, sûni maddelerden
yapılmış olan fırçaları kullanmak en iyisidir. Kıldan yapılan fırçaların
bazılarında domuz-kılının kullanıldığı bâzı îmâlâtçılar tarafından
bildirilmektedir. Bundan dolayı, her türlü fırçalarda, bilhassa sakal ve diş
fırçalarında sûni olanını tercih etmekte fayda vardır. Artık bir zarûretten
bahsetmek mümkün olmadığı için, domuz-kılından yapıldığı bilinen sakal
fırçasını kullanmak uygun olmaz”.
Modern
müslümanlar domuz-eti ve yağını yemiyorlar ama, domuzdan yapılan ve “jelatin”
katkılı süt ürünlerini yiyorlar, domuzdan üretilen ilaç kapsüllerini ilaçla
birlikte kullanırlar -ki kapsüller jelatinden üretilir- (gerçi “film
tabletler”e de domuz bulaşmış durumda), domuz kılından yapılan taraklar, makyaj
malzemeleri ve araç-gereçleri, tıraş fırçaları ve berber-kuaför malzemeleri,
elbise-ayakkabı fırçaları, domuz derisinden yapılan çantalar, cüzdanlar,
ayakkabılar vs. bir-çok ürünü kullanmaktan çekinmiyorlar. Domuzdan yapılan
ürünleri kullanmaktan çekinmiyorlar. Yine domuzun yağından çok korkan ve
“aslandan kaçan yaban eşekleri” gibi kaçanlar, işi büyü yapmaya gelince domuzun
yağını olarak kullanmaktan çekinmiyorlar ve bir ciddiyetsizlik gösteriyorlar.
Günlük
kullandığımız bir-çok ürünlerde de domuz vardır. Oje, ruj, krem, sabun,
çikolata, margarin, sakız gibi yenilen ve kullanılan şeylerde ve temizlik
maddelerinde hem alkôl hem de domuz katkısı olup-olmadığına dikkat edilmelidir.
Yine; Et, kıyma, sucuk, salam, sosis alırken buna dikkat edilmelidir. Domuzun alımı-satımı,
beslenmesi, domuzla ilgili işlerde çalışılması ve hattâ domuz ve ürünlerini
satan kişilere dükkânların kirâya verilemesi bile doğru değildir. Zîrâ domuz
katkılı ürünler bu şekilde yayılmakta ve kullanılması normâlleşmektedir. Eğer
bir zarûret yoksa, kâlp kapakçığı gibi -ki çoğu domuzdan yapılıyor- kullanılması
da doğru değildir.
Câbir anlatıyor:
“Mekke’nin fethedildiği sene Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)’i Mekke’de
işittim, şöyle buyuruyordu: “Cenâb-ı Allah; içki, ölmüş hayvan, domuz ve putun
alım-satımını yasakladı”. Bunun üzerine: “Ey Allah’ın Resûlü, “ölmüş
hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zîra onunla gemiler yağlanır,
derilere sürülür, kandiller aydınlatılır” dendi. Cevâben: “O (nun satışı)
haramdır” buyurdu ve ilâve etti: “Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara
ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler, sonra satıp
parasını yediler” (Buhârî, Büyû 112, Meğâzî 50; Müslim, Müsâkât 71 (1581); Ebu
Dâvud, Büyû 66 (3486); Tirmizî, Büyû 93, (7, 309-310); İbnu Mâce, Ticarât 11,
(2167).
Allah’ın bir
şeyi haram kılması ille de onun zararlı olmasından değil, imtihan içindir. Bu
imtihan şekli belki de Hz. Âdem ve Havvâ ile başlar. Cennette yasaklanan ağacın
ne ağacı olduğu ve neden yasaklandığı bilinmemektedir. Çünkü önemli olan,
Allah’ın ona “dokunmayın” demesidir. Bunu imtihan olarak yapmıştır.
Başta
domuz-eti olmak üzere domuz ürünlerini kullanmak, ancak ve ancak bir zarûret
hâlinde mümkün olabilir ki o da sınırlı olarak ve zarûret miktarınca
kullanılabilir:
“O, size ölüyü (leşi) kanı, domuz-etini ve Allah’tan başkası adına
kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak
muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda
yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Bakara 173).
İnsanlar yediklerine göre
hareket ederler. Bu nedenle bir şeyin hem temiz olması, hem de helâl olması
önemlidir. Meselâ bir şey helâl ama temiz değilse, o şeyin yenmesi yasak ve
haram olduğu gibi; aynı şekilde, bir şey temiz ama helâl değilse, yine
haramdır. Temiz olmayanlar daha çok maddî yönü olumsuz anlamda etkilerken,
helâl olmayanlar da daha çok mânevî yönü olumsuz etkiler. Helâl olmayan ve
meselâ bir çalıntı şeyi yemek yada kullanmak, kişinin mânevî yanını olumsuz
yönde etkileyecektir. Meselâ hırsızlıkla elde edilmiş bir eti yemek, o et temiz
olduğundan dolayı vücûda yapması gereken olumlu etkiyi yapacaktır ama, yiyenin
mânevî yönü çok olumsuz şekilde değişecek ve zamanla çirkef bir insan(!) olup
çıkacaktır. Bu nedenle Kur’ân’da, yiyecek-içeceklerin ve tabî ki kullanılan
diğer şeylerin, hem temiz hem de helâl olması şart koşulur:
“Ey
insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin ve şeytanın
adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır” (Bakara 168).
Yine maddî ve
mânevî olarak temiz bir insan kalabilmek için bâzı şeyleri yemekten kaçmak
gerekmektedir. Bunlar Kur’ân’da şu âyetlerle belirlenmiştir:
“Ölü-eti, kan, domuz-eti, Allah’tan başkası adına kesilen,
boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvan
tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hâriç,- dikili
taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size
haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkâra sapanlar,
sizin dininizden (dîninizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir; artık onlardan korkmayın
benden korkun. Bugün size dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nîmetimi tamamladım
ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim. Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz
bir ihtiyaçla karşı-karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram
saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır,
esirgeyendir” (Mâide 3).
“O, size ancak ölüyü, kanı, domuz-etini ve Allah’tan başkası adına
kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve
sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir” (Nahl 115).
Tevrat’la
amel edeceğine söz verip de “Cumartesi Yasağı”nı çiğneyerek sözünden dönen
yahudiler, “maymun ve domuz” oldular, domuzlaştılar. Peki şimdi müslüman(!)
olarak sözümüzde durmadığımız için, biz de “maymun ve domuz” mu oluyoruz ve
zamanla domuzlaşıyor muyuz acaba?. Allah’a verdikleri “söz”ü tutmayanlar maymunlaşırlar
ve de domuzlaşırlar:
“De ki: ‘Allah katında, ‘kesinleşmiş bir cezâ olarak’ bundan daha
kötüsünü haber vereyim mi?. Allah’ın kendisine lânet ettiği, ona karşı
gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tâğuta tapanlar;
işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır” (Mâide 60).
Türklerin domuz yememe davranışı,
İslâm’dan ziyâde, eski Türklerin zâten eskiden bêri domuz yemediklerinden dolayıdır.
Hattâ Türkler domuzu aşağılayıcı bir söz olarak kullanmışlar ve bâzı kavimlere
domuz anlamına gelen isimler vermişlerdir. Teoman Duralı şöyle der:
“Topluluklar dışlarında kalanları, komşu olanları
küçümsemek maksadıyla rezil adlar vermişlerdir, meselâ Eski Türklerde domuz yasaktı, tabuydu. Komşuları Tunguzlar
domuz eti yediklerinden onlara domuz demişlerdir ve o ad öyle kalmıştır. Tunguz
tonguzdan gelir. Domuzun eski
Türkçesi tonguzdur ve domuz bu
kelimeden geliyor. Türkler müslüman olmadan önce de domuz yemiyorlardı, tuhaf
bir tesâdüf, o sebeple İslâm âleminde en tutarlıca domuzu yemeyenler
Türklerdir. Hiç kesinlikle dokunmazlar. Öbürlerinde bu kadar sıkı değildir”.
Herodot da, Türk yada Türklerle akrabâ oldukları kabûl
edilen İskitlerin de domuzdan uzak durduklarını ve domuz kurbân etmek bir yana,
domuzu topraklarında bile beslemelerinin söz-konusu olmadığını söyler.
Domuz-eti ve
ürünleri tüm zamanlarda haram kılınmıştı. Tevrat’ta da domuz yasaklanmıştır:
“Domuz geviş
getirmez; o size mundardır; onun etinden yemeyeceksiniz ve leşlerine
dokunmayacaksınız” (Tesniye 14/8).
“Domuz-eti
yiyenler beni öfkelendirirler” (İşaya 65)
“Domuz-eti ve
mekruh şeyler ve fare yiyenler…’” (İşaya 66/17).
Domuz,
Hıristiyanlıkta da yasaktır. İncil de şöyle denir:
“Mukaddes
olanı köpeklerinize vermeyin ve incilerinizi domuzların önüne atmayın” (Matta
7/6, 8/31-33)
“Mundar
ruhlar çıkıp domuzlara girdiler…” (Markos 5/13).
Müslüman
olduğu hâlde, gerek cehâletten gerekse de umursamazlıktan dolayı ama domuzun
haram olduğunu bildiği hâlde berberlerin sabun sürerek kullandıkları domuz
kılından îmâl edilmiş sakal fırçasını kullanmakta bir sakınca görmemeleri ve
traş olanın bu duruma îtirâz etmemesi, bu ürünlerin kullanılmasını
meşrûlaştırmakta ve yaygınlaştırmaktadır.
Yine;
boyacıların meslek icâbı kullandıkları fırçaların menşei’ni (domuz kılından
yapılmış olduğunu) araştırmadan kullanmaları; Fırıncıların pidelerin üzerine
yumurta sürmekte kullandıkları fırçaların menşei’ni (domuz kılından yapılmış
olduğunu) araştırmadan kullanmaları; Kadınların kullandıkları ruj ve el
kremleri üretiminde kullanılan domuz jelatinlerinin mevcûdiyetinin kimseyi
rahatsız etmemesi ve dikkat çekmemesi vs. müslüman bir toplum için çok garip ve
üzücü bir durumdur. Zâten artık, yeme-içmesine çok dikkat etmesi gereken
Müslümanlar tarafından, GDO denilen, genetiği değişmiş ve sözde ıslah edilmiş..!
(buğday, un, mısır, meyve vs.. gibi) ürünlerin fütursuzca tüketimi de
önemsenmiyor ve bunların üretim ve tüketiminin hızlanması da, insanlar
üzerindeki maddî ve mânevî olumsuz etkilerine rağmen umursanmıyor.
Domuz yâni “hınzır”
için; “Sâdece ‘çiftlik domuzları’ yenmez, fakat ‘yaban domuzları’ temizdir ve yenebilir”
diyenler olduğu gibi, “Kur’ân’da yasaklanan et, domuz=hınzır eti değil, ‘bozuk
et’tir ve hınzır ‘bozuk et’ demektir, zâten Allah kötü-pis yaratık yaratmaz”
diyorlar. O hâlde Allah’ın yarattığı her-şey yenebilir mi?. Çünkü bu, “yenmeyecek
hiç-bir şey yoktur” anlamına gelir. Uzakdoğu ülkeleri gibi, kedi köpek ve her
türlü böcek de yenebilmelidir. Yeter ki henüz bozulmamış olsun. Kur’ân’ı aşırı
yoruma tâbi tuttuğunuzda yemeyeceğiniz … kalmaz.
“Protein değeri
en düşük et, domuz etidir” denir ve hayvanların etlerindeki protein miktârı
şöyle verilir:
Sığır:18.11
Dana:18.86
Koyun:16.27
Tavşan:22.05
Tavuk:18.46
Ördek:21.53
Domuz:14.43.
Zâten domuzun
çoğu yağa gider.
Bâzıları,
“içki sofrasında domuz eti yememeyi” dindarlık zannediyor. Domuz sınırsızlığı
bir sembolüdür. Çünkü domuz ne bulsa yer. Her konuda sınırsızlaşanlar ve domuz
gibi yaşayanlar niceleri vardır ki, domuz yememekle iftihar ederler. Haz-merkezli
ve sınırsızca yaşamayı seçenler, domuz-etini yemeseler de domuzluktan
kurtulamazlar.
Ne ilginçtir
ki, modern Dünyâ’da domuzluğu (sınırsız tüketim) en üst seviyede gerçekleştiren
kişiler, “en üstün kişiler” olarak kabûl ediliyor. Zîrâ modernizm bir
“sınırsızlık uygarlığı”dır. Zâten batı uygarlığı, kendileri gibi sınırsız bir
hayat-modelini benimsemeyenlere yâni kendileri gibi domuzlaşmayanlara ve
domuzlaşmayı kabûl etmeyenlere saldırır ve Dünyâ’yı “yaşanmaz bir yer” hâline
getirir. Çünkü batı’nın domuzlaşmış olanları, “domuzlaşmadan” geçinirler. Ne
kadar çok insan domuzlaşırsa, o oranda zenginliklerini ve de domuzluklarını
yâni sınırsızlıklarını kolayca ve rahatça, tam da şeytanın ve nefislerini
istediği gibi yaşayabileceklerdir.
“Sen
onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut
olmazlar. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur’. Eğer sana
gelen bunca ilimden sonra onların hevâ (istek ve arzu)larına uyacak olursan,
senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).
“Onların
dinlerine girinceye-uyuncaya kadar” âyetinin bir anlamı da; “domuz-eti yiyene
ve domuz ürünlerini kullanana kadar”dır.
Domuz,
sınırsızlığı ifâde eder. Domuzun yemede hiç-bir sınırı yoktur, cinsellikte hiç-bir
sınırı yoktur. Bu nedenle domuz yasağı aslında “domuzlaşma yasağı” yâni
“sınırsızlaşma yasağı”dır. İslâm ise, bir “sınırlar dîni”dir. Bu sınırlar,
“Allah’ın koyduğu sınırlar”dır.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder