10 Mayıs 2019 Cuma

Domuz ve Domuz Ürünlerini Kullan(ma)mak Üzerine


“De ki: ‘Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü-eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- yada Allah’tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı-karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir). Şüphesiz Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir” (En-âm 145).

 

Bir yazıda domuz etinin neden yenmemesi gerektiği şöyle açıklanır:

 

“Âyette haram olan yiyecekler için geçen “murdar” (pis) ifâdesinin pek çok hikmeti vardır. Çünkü domuz-eti gerçekten insan vücûduna zarar verecek özelliklere sâhiptir. Örneğin domuz-eti çok yağlıdır, yenildiği takdirde bu yağ kana geçer. Kandaki bu fazla miktardaki yağ atar-damarların sertleşmesine, tansiyon yükselmesine ve kâlp enfarktüsüne sebep olur. Ayrıca domuz-yağı içerisinde “sutoksin” denilen zehirli maddenin dışarı atılması için, lenf bezlerinin normâle göre daha fazla çalışması gerekir. Bu durum özellikle çocuklarda lenf düğümlerinin iltihaplanması ve şişmesi şeklinde kendini gösterir. Bunların dışında domuz-eti bol miktarda kükürt içerir. Vücûda fazla miktarda alınan kükürt; kıkırdak, kas ve sinirlere oturarak eklemlerde iltihaplanma, kireçlenme ve bel fıtığı gibi çeşitli hastalıklara yol açar. Bütün bunların yanında çeşitli deri hastalıkları ve trişin gibi (trişin sadece domuz yoluyla geçer ve insanlarda öldürücü bir durum meydana getirir) ciddî hastalıklara da sebep olmaktadır.

 

Domuz-eti yenmesinin sağlığa zararlı pek çok yönü bulunmaktadır. Bu zararlar geçmiş dönemlerde olduğu gibi, alınan her türlü tedbire rağmen günümüzde de söz-konusudur. Her-şeyden evvel domuz, her ne kadar çiftliklerde, bakımlı ortamlarda yetiştirilirse-yetiştirilsin, kendi pisliğini yiyen bir hayvandır. Gerek pislikle beslenmesi gerekse biyolojik yapısı nedeniyle domuzun bünyesi diğer hayvanlara oranla çok fazla miktarlarda antikor üretir. Yine domuzun vücûdunda diğer hayvanlara ve insana oranla çok yüksek dozda büyüme hormonu üretilir. Doğal olarak bu yüksek dozdaki antikorlar ve büyüme hormonu, dolaşım yoluyla domuzun kas dokusuna da geçerek birikir. Bunun yanı-sıra domuz-eti çok yüksek oranlarda kolesterôl ve lipid içerir. Bunların sonucunda tüm bu aşırı düzeydeki antikorlar, hormonlar, kolesterôl ve lipidlerle yüklü olan domuz-etinin insan sağlığı açısından önemli bir tehdit olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

 

Bunların dışında, domuz-etindeki sağlığa zararlı maddelerden biri de “trişin” parazitidir. İnsan vücûduna girdiğinde doğrudan kâlp kaslarına yerleşerek ölümcül tehlike oluşturan trişin parazitine domuz-etinde sıklıkla rastlanmaktadır. Günümüz teknolojisiyle trişinli domuzları teknik olarak tespit etmek mümkünse de önceki asırlarda böyle bir yöntem bilinmiyordu. Bu nedenle, domuz-eti yiyen herkes için trişin parazitini kapma ve ölümle karşı-karşıya kalma riski vardı. Görüldüğü gibi, insana zarar verecek olan yiyeceklerin haram kılınması da insanlara sunulmuş bir kolaylık ve korumadır”.

 

“İnsan yediğidir” denir. Ne yerse ona göre söyler ve amel-eylemde bulunur. Yedikleri, insanın karakterini şekillendirir. Domuz-eti (ve de ürünleri) insanın mayasını bozar. İnsanın huyunu, karakterini bozar. Lâkin domuzun yasak-haram olmasının gerçek nedeni mikroplar değil, “Allah’ın haram kılması”dır Aksi-hâlde domuz-etini ve domuzun diğer ürünlerini mikroplardan arındırdığımızda, domuz yenebilecek hâle gelirdi. Zâten; “ateş, domuzdaki mikropları öldürür, bu nedenle de pişen domuz-eti yenebilir” diyenler vardır. Allah, domuz etinin haram kılınmasının nedeni olarak sâdece “pistir” (rics) der. Pis olması tabî ki de maddî yapısıyla da ilgilidir. Fakat nasıl bir pisliği olduğu ne âyetin ilk indiği zamanlarda, ne de modern zamanlarda çok da net değildir. Öyleyse domuz-etinin haram kılınmasının ilk nedeni, Allah’ın “pistir” diyerek haram kılmış olmasıdır. Kur’ân-ı Kerim’de Allah:

 

“Ey îman edenler!, size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin…” (Bakara 172) der. Domuz ise “pis” olduğu için haramdır.

 

Domuzun en önemli özelliği “çöpçü hayvan” olmasıdır. Domuz, yemede-içmede bir ayrım yapmıyor. Bu ayrımı yapmaması, mümeyyiz (mümeyyiz= iyiyi-kötüyü fark edip ayıran) bir yapısının olmamasıyla alâkalıdır. Çünkü çoğu hayvan her-şeyi yiyip-içmez. İnsan, varlık içinde mümeyyiz akla sâhip olan tek varlıktır ve mümeyyiz aklını kullanmaması, her türlü pisliğe mahkûm eder insanı (Yûnus 100). İşte, insanlar böyle bir ayrım yapmayan ve her-şeyi yiyip-içen domuzun etini ve diğer ürünlerini kullandığında, “insan yediğidir” kuralına göre, bu özellikler insana da bulaşacak ve insan mümeyyiz aklını kullanamayacak ve her türlü pisliğe dûçar olacaktır. Domuz-etini yemek ve diğer ürünlerini kullanmak, zamanla insanları domuzlaştıracaktır ki modern dönemde bu durum çok net görülebilmektedir. 

 

Peki domuzun eti pistir ve bu nedenle haramdır da, domuzun eti dışındaki yerleri, yâni derisi, kılı-tüyü, tırnağı, yağı da haram değil midir?. Eti pis ve haram olanın diğer taraflarının da pis ve haram olmaması düşünülebilir mi?. Diyorlar ki, “eğer domuzun eti dışındaki yerler de pis ve haram olsaydı Allah bunu söylerdi. Kur’ân’a ilâve yapmak yanlıştır”. Kur’ân hakkındaki bu düşünce “modern” bir düşüncedir ve fitne üretmektedir. “Kur’ân’da her-şey söylenmiştir” düşüncesiyle irtibatlandırılarak domuz ürünleri hakkında böyle bir yargıya varılıyor. Oysa Kur’ân’ın “her-şey” dediği, “tüm her-şey” değildir. Bir âyetle bu konuyu açalım:

 

“Ey îman edenler!, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini (meyteten) yemeyi sever mi?. İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabûl edendir, çok esirgeyendir” (Hucûrat 12).

 

Allah, gıybet yapmayı, kişinin ölmüş olan kardeşinin etini (yada leşini) yemesine benzetiyor. Peki buradan, “kardeşin ölüsünün sâdece etini yeme”ği mi anlamalıyız?. Meselâ saçlarını, derisini, tırnaklarını, yağlarını, kemiklerini yemeyi anlamayacak mıyız?. Tüm bunlar da “leş”in parçaları değil midir?. Ölen kardeşin eti tiksindiricidir de diğer tarafları tiksindirici değil midir?. Öyleyse Allah diğer taraflarını söylememekle, yâni ayrıntı verip, ölen kardeşin; “etini, tırnakları, saçlarını, kemiklerini yemek gibidir” demeyerek bir eksiklik mi yapmıştır?. Allah kitabı olan Kur’ân aptallara ve akılsızlara mı gelmiştir ki her ayrıntıyı detayıyla versin. İnsan “leb” deyince leblebiyi anlayabilecek bir varlıktır. Akıl dene şey buna yarar zâten.

 

Evet; insanlar domuz-etini zinhar yemiyorlar ama, sürekli gıyb-et ederek “ölmüş kardeşlerinin etini” yemekten hiç korkmuyorlar. Öyle ki, “gıyb-et obezi” olmuş durumdalar.

 

Domuzun sâdece eti değil, her-şeyi haramdır. Fakat domuz, doğada bulunan hâliyle haram değildir. “Domuz” değil, domuzun eti-sütü, kılı-tüyü, kemiği-tırnağı ve derisidir haram olan. Bunları insanların kullanması haramdır. “Hayvan” olarak domuz haram değildir. Çünkü domuzu da Allah yaratmıştır ve bu nedenle domuz da mükemmel bir yaratılışa sâhiptir. Domuz ve ürünleri yenildiğinde ve kullanıldığında haram olur, yoksa yenilmediğinde ve kullanılmadığında domuz da Allah’ın yarattığı bir mahlûktur.

 

Tabi, zarûret hâlinde domuzun eti gibi; yağı, derisi, kılı, kemiği de ölçüyü aşmayacak oranda kullanılabilir. Bu bağlamda şunlar söylenmiştir:

 

“İmameyn (İmam Ebû Yûsuf ve Muhammed) ile İmam-ı Şâfiî’ye göre, hınzırın kıllarından badana fırçası yapılması ve bununla ayakkabı dikilmesi câizdir. Hattâ bu kıldan bir miktar, az bir su içine düşecek olsa, İmam-ı Muhammed o suyu temizlikten çıkarmaz. Çünkü bu kılların alelıtlak (umumî olarak) istifâdeye müsâde edilmesi taharetine (temizliğine) delildir. Fakat İmam-ı ebû Yûsuf’a göre, bu istimâl (domuz kılından yapılan fırçaları kullanmak) hakkındaki müsâde bir zarûrete mebnîdir. Suya düşmesi hâline şâmil değildir”. Dürer’de bildirildiğine göre, İmam-ı Muhammed, domuz kılının temiz olduğuna zaruretten dolayı cevaz vermiştir. Çünkü ayakkabıcıların onu kullanmaya ihtiyacı vardır. Allâme Makdisî, ‘Bizim zamanımızda ayakkabıcıların buna ihtiyaçları kalmamıştır. Bundan dolayı temizliğine hüküm vermeye sebep olan zarûret ortadan kalktığı için, kullanılması câiz değildir’ demiştir.

 

Her ne kadar İmam-ı Şâfiî ve İmameyn zarûri hâllerde domuz kılının kullanılmasına cevaz veriyorsa da bundan iki asır önce yaşayan allâme Makdisî bu zarûretin ortadan kalktığını söylemektedir. Çünkü o işi görecek başka âletler bulunmuş ve kullanılmıştır. Zamânımızda ise böyle bir zarûretten bahsetmek ve kullanmak için çâre aramak imkânı, hâliyle ortadan kalkmaktadır. Çünkü tekniğin getirdiği yenilikler sayesinde, bir-çok mâmûl sûni maddelerden yapılmaktadır. Bu, her türlü işte kullanılan fırçalar için de söz-konusudur. Bunun için, şüphe ve tereddüte düşmeden, sûni maddelerden yapılmış olan fırçaları kullanmak en iyisidir. Kıldan yapılan fırçaların bazılarında domuz-kılının kullanıldığı bâzı îmâlâtçılar tarafından bildirilmektedir. Bundan dolayı, her türlü fırçalarda, bilhassa sakal ve diş fırçalarında sûni olanını tercih etmekte fayda vardır. Artık bir zarûretten bahsetmek mümkün olmadığı için, domuz-kılından yapıldığı bilinen sakal fırçasını kullanmak uygun olmaz”.

 

Modern müslümanlar domuz-eti ve yağını yemiyorlar ama, domuzdan yapılan ve “jelatin” katkılı süt ürünlerini yiyorlar, domuzdan üretilen ilaç kapsüllerini ilaçla birlikte kullanırlar -ki kapsüller jelatinden üretilir- (gerçi “film tabletler”e de domuz bulaşmış durumda), domuz kılından yapılan taraklar, makyaj malzemeleri ve araç-gereçleri, tıraş fırçaları ve berber-kuaför malzemeleri, elbise-ayakkabı fırçaları, domuz derisinden yapılan çantalar, cüzdanlar, ayakkabılar vs. bir-çok ürünü kullanmaktan çekinmiyorlar. Domuzdan yapılan ürünleri kullanmaktan çekinmiyorlar. Yine domuzun yağından çok korkan ve “aslandan kaçan yaban eşekleri” gibi kaçanlar, işi büyü yapmaya gelince domuzun yağını olarak kullanmaktan çekinmiyorlar ve bir ciddiyetsizlik gösteriyorlar.

 

Günlük kullandığımız bir-çok ürünlerde de domuz vardır. Oje, ruj, krem, sabun, çikolata, margarin, sakız gibi yenilen ve kullanılan şeylerde ve temizlik maddelerinde hem alkôl hem de domuz katkısı olup-olmadığına dikkat edilmelidir. Yine; Et, kıyma, sucuk, salam, sosis alırken buna dikkat edilmelidir. Domuzun alımı-satımı, beslenmesi, domuzla ilgili işlerde çalışılması ve hattâ domuz ve ürünlerini satan kişilere dükkânların kirâya verilemesi bile doğru değildir. Zîrâ domuz katkılı ürünler bu şekilde yayılmakta ve kullanılması normâlleşmektedir. Eğer bir zarûret yoksa, kâlp kapakçığı gibi -ki çoğu domuzdan yapılıyor- kullanılması da doğru değildir.

 

Câbir anlatıyor: “Mekke’nin fethedildiği sene Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)’i Mekke’de işittim, şöyle buyuruyordu: “Cenâb-ı Allah; içki, ölmüş hayvan, domuz ve putun alım-satımını yasakladı”. Bunun üzerine: “Ey Allah’ın Resûlü, “ölmüş hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zîra onunla gemiler yağlanır, derilere sürülür, kandiller aydınlatılır” dendi. Cevâben: “O (nun satışı) haramdır” buyurdu ve ilâve etti: “Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler, sonra satıp parasını yediler” (Buhârî, Büyû 112, Meğâzî 50; Müslim, Müsâkât 71 (1581); Ebu Dâvud, Büyû 66 (3486); Tirmizî, Büyû 93, (7, 309-310); İbnu Mâce, Ticarât 11, (2167).

 

Allah’ın bir şeyi haram kılması ille de onun zararlı olmasından değil, imtihan içindir. Bu imtihan şekli belki de Hz. Âdem ve Havvâ ile başlar. Cennette yasaklanan ağacın ne ağacı olduğu ve neden yasaklandığı bilinmemektedir. Çünkü önemli olan, Allah’ın ona “dokunmayın” demesidir. Bunu imtihan olarak yapmıştır.

 

Başta domuz-eti olmak üzere domuz ürünlerini kullanmak, ancak ve ancak bir zarûret hâlinde mümkün olabilir ki o da sınırlı olarak ve zarûret miktarınca kullanılabilir:

 

“O, size ölüyü (leşi) kanı, domuz-etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Bakara 173).

 

İnsanlar yediklerine göre hareket ederler. Bu nedenle bir şeyin hem temiz olması, hem de helâl olması önemlidir. Meselâ bir şey helâl ama temiz değilse, o şeyin yenmesi yasak ve haram olduğu gibi; aynı şekilde, bir şey temiz ama helâl değilse, yine haramdır. Temiz olmayanlar daha çok maddî yönü olumsuz anlamda etkilerken, helâl olmayanlar da daha çok mânevî yönü olumsuz etkiler. Helâl olmayan ve meselâ bir çalıntı şeyi yemek yada kullanmak, kişinin mânevî yanını olumsuz yönde etkileyecektir. Meselâ hırsızlıkla elde edilmiş bir eti yemek, o et temiz olduğundan dolayı vücûda yapması gereken olumlu etkiyi yapacaktır ama, yiyenin mânevî yönü çok olumsuz şekilde değişecek ve zamanla çirkef bir insan(!) olup çıkacaktır. Bu nedenle Kur’ân’da, yiyecek-içeceklerin ve tabî ki kullanılan diğer şeylerin, hem temiz hem de helâl olması şart koşulur:   

 

“Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır” (Bakara 168).

 

Yine maddî ve mânevî olarak temiz bir insan kalabilmek için bâzı şeyleri yemekten kaçmak gerekmektedir. Bunlar Kur’ân’da şu âyetlerle belirlenmiştir:

 

“Ölü-eti, kan, domuz-eti, Allah’tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hâriç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dîninizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir; artık onlardan korkmayın benden korkun. Bugün size dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nîmetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim. Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı-karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir” (Mâide 3).

 

“O, size ancak ölüyü, kanı, domuz-etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Nahl 115).

 

Tevrat’la amel edeceğine söz verip de “Cumartesi Yasağı”nı çiğneyerek sözünden dönen yahudiler, “maymun ve domuz” oldular, domuzlaştılar. Peki şimdi müslüman(!) olarak sözümüzde durmadığımız için, biz de “maymun ve domuz” mu oluyoruz ve zamanla domuzlaşıyor muyuz acaba?. Allah’a verdikleri “söz”ü tutmayanlar maymunlaşırlar ve de domuzlaşırlar:

 

“De ki: ‘Allah katında, ‘kesinleşmiş bir cezâ olarak’ bundan daha kötüsünü haber vereyim mi?. Allah’ın kendisine lânet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tâğuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır” (Mâide 60).

 

Türklerin domuz yememe davranışı, İslâm’dan ziyâde, eski Türklerin zâten eskiden bêri domuz yemediklerinden dolayıdır. Hattâ Türkler domuzu aşağılayıcı bir söz olarak kullanmışlar ve bâzı kavimlere domuz anlamına gelen isimler vermişlerdir. Teoman Duralı şöyle der:

 

“Topluluklar dışlarında kalanları, komşu olanları küçümsemek maksadıyla rezil adlar vermişlerdir, meselâ Eski Türklerde  domuz yasaktı, tabuydu. Komşuları Tunguzlar domuz eti yediklerinden onlara domuz demişlerdir ve o ad öyle kalmıştır. Tunguz tonguzdan gelir. Domuzun eski Türkçesi tonguzdur ve domuz bu kelimeden geliyor. Türkler müslüman olmadan önce de domuz yemiyorlardı, tuhaf bir tesâdüf, o sebeple İslâm âleminde en tutarlıca domuzu yemeyenler Türklerdir. Hiç kesinlikle dokunmazlar. Öbürlerinde bu kadar sıkı değildir”.

 

Herodot da, Türk yada Türklerle akrabâ oldukları kabûl edilen İskitlerin de domuzdan uzak durduklarını ve domuz kurbân etmek bir yana, domuzu topraklarında bile beslemelerinin söz-konusu olmadığını söyler.

 

Domuz-eti ve ürünleri tüm zamanlarda haram kılınmıştı. Tevrat’ta da domuz yasaklanmıştır:

 

“Domuz geviş getirmez; o size mundardır; onun etinden yemeyeceksiniz ve leşlerine dokunmayacaksınız” (Tesniye 14/8).

 

“Domuz-eti yiyenler beni öfkelendirirler” (İşaya 65)

 

“Domuz-eti ve mekruh şeyler ve fare yiyenler…’” (İşaya 66/17).

 

Domuz, Hıristiyanlıkta da yasaktır. İncil de şöyle denir:

 

“Mukaddes olanı köpeklerinize vermeyin ve incilerinizi domuzların önüne atmayın” (Matta 7/6, 8/31-33)

 

“Mundar ruhlar çıkıp domuzlara girdiler…” (Markos 5/13).

 

Müslüman olduğu hâlde, gerek cehâletten gerekse de umursamazlıktan dolayı ama domuzun haram olduğunu bildiği hâlde berberlerin sabun sürerek kullandıkları domuz kılından îmâl edilmiş sakal fırçasını kullanmakta bir sakınca görmemeleri ve traş olanın bu duruma îtirâz etmemesi, bu ürünlerin kullanılmasını meşrûlaştırmakta ve yaygınlaştırmaktadır.

 

Yine; boyacıların meslek icâbı kullandıkları fırçaların menşei’ni (domuz kılından yapılmış olduğunu) araştırmadan kullanmaları; Fırıncıların pidelerin üzerine yumurta sürmekte kullandıkları fırçaların menşei’ni (domuz kılından yapılmış olduğunu) araştırmadan kullanmaları; Kadınların kullandıkları ruj ve el kremleri üretiminde kullanılan domuz jelatinlerinin mevcûdiyetinin kimseyi rahatsız etmemesi ve dikkat çekmemesi vs. müslüman bir toplum için çok garip ve üzücü bir durumdur. Zâten artık, yeme-içmesine çok dikkat etmesi gereken Müslümanlar tarafından, GDO denilen, genetiği değişmiş ve sözde ıslah edilmiş..! (buğday, un, mısır, meyve vs.. gibi) ürünlerin fütursuzca tüketimi de önemsenmiyor ve bunların üretim ve tüketiminin hızlanması da, insanlar üzerindeki maddî ve mânevî olumsuz etkilerine rağmen umursanmıyor.

 

Domuz yâni “hınzır” için; “Sâdece ‘çiftlik domuzları’ yenmez, fakat ‘yaban domuzları’ temizdir ve yenebilir” diyenler olduğu gibi, “Kur’ân’da yasaklanan et, domuz=hınzır eti değil, ‘bozuk et’tir ve hınzır ‘bozuk et’ demektir, zâten Allah kötü-pis yaratık yaratmaz” diyorlar. O hâlde Allah’ın yarattığı her-şey yenebilir mi?. Çünkü bu, “yenmeyecek hiç-bir şey yoktur” anlamına gelir. Uzakdoğu ülkeleri gibi, kedi köpek ve her türlü böcek de yenebilmelidir. Yeter ki henüz bozulmamış olsun. Kur’ân’ı aşırı yoruma tâbi tuttuğunuzda yemeyeceğiniz … kalmaz.

 

“Protein değeri en düşük et, domuz etidir” denir ve hayvanların etlerindeki protein miktârı şöyle verilir:

 

Sığır:18.11

Dana:18.86

Koyun:16.27

Tavşan:22.05

Tavuk:18.46

Ördek:21.53

Domuz:14.43.

 

Zâten domuzun çoğu yağa gider. 150 kg. domuzun 75 kilosu yağdır. Yâni domuzun pek de besleyici değeri yoktur. O nedenle sürekli ve bolca tüketilir ve yine de tam anlamıyla doyurmaz da insanı şişirir durur.

 

Bâzıları, “içki sofrasında domuz eti yememeyi” dindarlık zannediyor. Domuz sınırsızlığı bir sembolüdür. Çünkü domuz ne bulsa yer. Her konuda sınırsızlaşanlar ve domuz gibi yaşayanlar niceleri vardır ki, domuz yememekle iftihar ederler. Haz-merkezli ve sınırsızca yaşamayı seçenler, domuz-etini yemeseler de domuzluktan kurtulamazlar.

 

Ne ilginçtir ki, modern Dünyâ’da domuzluğu (sınırsız tüketim) en üst seviyede gerçekleştiren kişiler, “en üstün kişiler” olarak kabûl ediliyor. Zîrâ modernizm bir “sınırsızlık uygarlığı”dır. Zâten batı uygarlığı, kendileri gibi sınırsız bir hayat-modelini benimsemeyenlere yâni kendileri gibi domuzlaşmayanlara ve domuzlaşmayı kabûl etmeyenlere saldırır ve Dünyâ’yı “yaşanmaz bir yer” hâline getirir. Çünkü batı’nın domuzlaşmış olanları, “domuzlaşmadan” geçinirler. Ne kadar çok insan domuzlaşırsa, o oranda zenginliklerini ve de domuzluklarını yâni sınırsızlıklarını kolayca ve rahatça, tam da şeytanın ve nefislerini istediği gibi yaşayabileceklerdir.

 

“Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur’. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevâ (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).

 

“Onların dinlerine girinceye-uyuncaya kadar” âyetinin bir anlamı da; “domuz-eti yiyene ve domuz ürünlerini kullanana kadar”dır.

 

Domuz, sınırsızlığı ifâde eder. Domuzun yemede hiç-bir sınırı yoktur, cinsellikte hiç-bir sınırı yoktur. Bu nedenle domuz yasağı aslında “domuzlaşma yasağı” yâni “sınırsızlaşma yasağı”dır. İslâm ise, bir “sınırlar dîni”dir. Bu sınırlar, “Allah’ın koyduğu sınırlar”dır. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2018

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder