“Yoksa insana her dileyip
arzu ettiği şey mi var (zannediyor)?” (Necm
24).
Anlamlı yaşamak “sınırlı
yaşamak”tır, sınırsız yaşam-biçimi, mutlakâ anlamsızlaşmayı da yanında getirir.
Zîrâ bir “sınır” yoksa “anlam” da yoktur. Sınırsızlıktan ancak anlamsızlık
çıkar. Anlamsızlık, âhireti, mânâyı ve gaybı inkâr etmekle ilgilidir. Anlam
ise, “Sınırsız Olan”ın emrettiği gibi yaşamakla olur. Sınırsız Olan’a kulluk
yapılmayınca fâni olana sınırsızlık yüklenir ve fâni olan ilahlaşmaya başlar.
İslâm demek “sınır” demektir. Sınırsızlık düşüncesi
şirktir. Çünkü sınırsızlık sâdece Allah’a hastır. Müslüman, “Allah’ın sınırlarına
göre hareket eden” kişiir. Bu, “haddini bilmek” sözüyle ifâdesini bulur.
Haddini bilenler sınırsızca yaşama peşine düş(e)mezler.
Dünyâ’da sınırsızca yaşamanın bir karşılığı yoktur.
Sürekli eğlence ve haz içinde, sürekli relâks hâlinde yaşamanın Dünyâ’da karşılığı
yoktur. Zîrâ bu, cennete özel bir yaşama-şeklidir. Dünyâ’nın formatı ise sınırsızca
yaşamaya elverişli değildir. Çünkü insan çok kırılgan bir varlıktır. Ölüm,
hastalık, işsizlik, eleştirilmek, aç kalmak, işsiz kalmak korkuları -ki bunlar
temel korkulardır- içinde yaşar ve bunlar sürekli olarak Dünyâ’nın fâni olduğu mesajını
verir. İnsan sevdiklerini kaybedebilir, bir şeye morâli bozulabilir, işler yolunda
gitmez vs. Bu nedenle de cennet-vâri bir Dünyâ-yaşamının olması imkânsızdır. Modern
insan her ne kadar sınırsızca yaşam ve sürekli haz içinde bir hayat sürme
arzusunda olsa da, mevcut Dünyâ’da bunun bir karşılığını bulamaz, üstelik bu
düşüncesinin karşılığını bulamadığı için “şok” yaşar ve bunalıma girer. Artık
onun en yakın dostu psikolojik ilaçlar olur.
Modernitenin ağır kuşatması altında yaşayan modern
insan, çağımızda psikolojik hastalıkların, psikiyatrist ve psikologların, kişisel
gelişimcilerin ve yaşam koçlarının vs. kontrôlü altına girmiştir. Bu, “Allah’ın
kontrôlünde olmaktan kaçma”nın bir cezâsıdır. İnsan Dünyâ’da ancak Allah’ın
kontrôlündeyken gerçek anlamda tatmin olup huzûra kavuşabilir. Fakat modernite
tarafından kandırılmış insan, bundan kaçıp sûni tatmin araçlarına yönelmiş ama
aradığını bulamadığı gibi ağır bir sömürüye de mâruz kalmıştır. Zîrâ Allah’tan,
âhiretten, gayba îmandan kopuk bir hayat sürmek, kişiyi ancak bir bunalımdan
başka bir bunalıma sürükler. Modern insanın sınırsızca yaşama isteği, sınırlı
yaşamını zindana çevirmiştir. Oysa gerçek sınırsız yaşam için (cennet)
yaşasaydı, hem Dünyâ’da özgüvenli bir şekilde yaşayacak hem de âhirette de
sonsuz nîmet diyârı olan cennet ile sevinecekti:
“Rabbinizden olan bir
mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip-yarışın, ki (o cennet)
genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler
için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah
büyük fazl sâhibidir” (Hadîd 21).
“İnkâr edenler ateşe
sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün
güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk
sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve
fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile
cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).
“De ki, davranış
(ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?.
Onların, Dünyâ hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte
güzel iş yapmakta sanıyorlar” (Kehf
103-104).
Modern insan, “cennet
için yarışın” (Hadîd 21) âyetini ,”yeryüzü cenneti” için yarışın şeklinde
anlıyor. Modern yeryüzü cennetinden bir nebze de olsa yüz çevirmeyenler,
âhiretteki ebedî cennete ulaşamazlar.
Mü’minler, Dünyâ’da,
“cenneti anlamsızlaştıracak” şekilde yaşa(ya)mazlar. Mü’minliğin
özelliklerinden biri de, Dünyâ’nın onu “kesmemesi”dir. Mü’min ancak cennet ile
tatmin bulup sevinir. Cennete kavuşmanın şartı
ise, Dünyâ’da “sınırlı” bir şekilde yaşamaktır ki sınırlı yaşamak, şeytanın
sınırsızca yaşama telkinlerinden vazgeçip, “Allah’ın izin verdiği ölçüde
yaşamak” demektir. İslâm medeniyetinde yaşamanın huzûrundan ilmel-yakîn de olsa
haberi olamayanlar; modern yaşamın hazlarıyla büyülenmiş durumdadırlar ve
modern dünyâyı “cennet” zannetmektedirler.
Hiç kimse, cennetten daha
iyi bir teklif sunamaz. Dünyâ’nın en âlâ nîmeti, âhiretin ebedî nîmetleri
karşısında az kalır. Fakat insanlar cennete gitmeye korkuyorlar. Çünkü Allah
yolunda olmaya-ölmeye ve kendilerini sınırlamaya istekli değiller. Fakat o
ebedî nîmetlere kavuşmak için Allah yolunda olmak ve ölmek gerekiyor. Müslümanlığı
seçmek, Dünyâ’dan ziyâde cenneti seçmek demektir. Müslümanın “ebedî tâtil yeri”
cennettir. “Cenneti Dünyâ’da kurma ve yaşama” isteği “cinnet” ile sonuçlanmaya
mahkûmdur. “Cenneti Dünyâ’da kurma ve yaşama isteği cinnet”tir. Dünyâ’da
sınırsız haz içinde yaşayarak cenneti Dünyâ’da yaşamak isteyenler bu amaçlarına
ulaşamayacakları gibi, âhirette ise sonsuz cehennem ile üzüleceklerdir.
İslâm’da tek sınırsız olan
Allah olduğu için, insan sınırlıdır. Zâten sınırlı olmak zorundadır, aksi-hâlde
nefsi onu sınırsızca saptırır.
Sınırsız olan sâdece Allah’tır.
Kâinatta her-şeyin bir sınırı olduğu gibi kâinâtın bile bir sınırı vardır.
Sınırsızlık, amacı ve hedefi yok eder. Fakat insan amaç ve hedef sâhibi bir
varlıktır yada öyle olmalıdır ki diğer canlı-cansız varlıklardan onu ayıran
etkenlerden biri de budur. İnsanın bir hedefinin olması sınırlı bir varlık
olmasından ve sınırlı varlıkların olduğu sınırlı bir mekânda bulunmasından
dolayıdır. Sâdece Allah sınırsızdır ki zâten O’nun da bir “hedef”i yoktur, O “hedefleri
yaratan”dır.
Kur’ân’ın en çok kullandığı
kelimelerden biri de “sınır”dır. Bu bağlamda İslâm aslında bir “sınır dîni”dir
desek yeridir.
Sınır, yâni ulaşamamak,
fikri ve sanatı ortaya çıkarır. Sınırsızlıkta fikir ve sanat oluşmuyor.
Sınırsızca yaşama isteği kişinin insânî yönünü blôke eder ve zamanla da insâniyetten
eser kalmaz. O kişi artık sâdece görünüşüyle insandır. Hâlbuki insan, insana
has özelliklerini ancak sınırlılıkta ve “Sınırsız Olan”a îman etmekte iken
açığa çıkarabilir. İnsanların ortaya koyduğu tüm güzellikler ve muhteşem eseler
hep sınırın bir sonucudur. Çünkü sınırı olamayan şeyin anlamı da olmaz. Bir
şeye güzelliğini ve rûhunu, anlamlı olması katar.
Bir sınır yoksa hiç-bir
sınır yoktur.
____ı_______________________
Bu çizgiyi sonu belli olmayan bir çizgi olarak düşündüğümüzde, eğer kırmızı çizginin
olduğu yerde durmuyorsam, kırmızı çizginin biraz ilerisinde yada onun biraz
daha ilerisinde niçin durayım?. Çizginin herhangi bir yerinde niçin durayım ki?.
Çünkü kırmızı çizgide durmadım. O hâlde benim için bir sınır kalmamış demektir.
Bir sınırda durmayınca artık hiç-bir sınırda durmam. Sonuçta da sınırsızlığı “din”
yaparım. Sınırsızca yaşamak düşüncesi benim dînim ve felsefem olur.
Bu durum servet ve mal
varlığı konusunda da böyledir. Meselâ bir evim-dâirem olabilir ve ihtiyâcımdır.
Herkesin bir evi olmalıdır. Çocuklarım için de meselâ iki tâne çocuğum varsa
onlara da birer dâire alabilirim. Fakat niçin 10 tâne dâirem olmalıdır?. Bu
meşrû mudur?. Çünkü on tâne dâirem olursa yüz tâne de olabilir; bin tâne,
milyon tâne ve en nihâyet Dünyâ’daki tüm evler ve dâirelerin benim olmasında
sorun olmaz. Dünyâ’da herkes benim kirâcım olabilir. Peki bu meşrû olur mu?.
Çünkü eğer bir sınırım yoksa hiç-bir sınırım yoktur. Nerede duracağımı ve
tatmin olacağımı bana kim, neye dayanarak ve ne hakla söyleyecektir ki eğer
İslâm’ı yâni sınırı hesâba katmıyorsam. O hâlde sınırsızlık, İslâmsızlıktır.
Bir insan belli bir miktar
paradan fazlasını ne yapar?. Meselâ diyelim ki 4 kişilik bir âile var.
Kişi-başı yıllık 4.000 dirhem, yâni (2019
Mart ayı îtibârıyla) yaklaşık 30.000 TL eden bir para var. Bu para aylık 2.500
TL civârındadır. (4.000 dirhem=12 kg gümüş=30.000 TL). Bu 2.500 lirayı âile 4
kişi olduğu için 4 ile çarparsak 10.000 lira eder. Bu gelir âilenin sağlam,
geniş bir ev; kullanışlı, dayanıklı eşyâlar; bir de sağlam bir arabayı
bir-zaman sonra alabilecek bir gelirdir. Bu temel-ihtiyaçları alana kadar
dikkatli bir harcama yaparak artan parayı biriktirmekte mahzur yoktur. Bu
hedefe ulaşılmış olduğunu ve babanın, yukarıda bahsettiğimiz aylık 10.000 lira
geliri olduğunu kabûl ederek konuştuğumuzda; bu âile 10.000 lira tutarındaki bu
parayla ne yapamaz?. Neyden mahrum kalırlar?. Çok-çok a-normâl bir durum yoksa
bu parayla en iyi şekilde geçinebilecekler, zekat/sadaka/hayır anlamında
infaklarını bile bu parayla yapabileceklerdir. Bu miktardaki para tüm bu
şeyleri yapabilecek mâkûl miktarda bir paradır. Bu nedenle bu miktardan daha
fazla olan parayı en fazla üç-gün içinde infâk etmeleri gerekir. Aksi-hâlde Peygamberimiz’in
dediği gibi “ateş” olur. Zâten bir âile bu paradan daha fazla olan bir geliri
ancak ve ancak isrâf eder.
Dîni konularda da böyledir.
Eğer ki dinden hele en temel olan dînî kurallardan bir kez tâviz verdiğinizde
şirke düşmekle sonuçlanacak bir yere gelirsiniz. Allah’ın ehadiyetinden
verdiğiniz tek bir tâviz, tüm varlığın -hâşâ- Allah olduğu kabûlüne yâni
“sınırsız şirk”e kadar sizi sürükler. Hattâ her-şeyden şüphe etmeye başlarsınız
ve “Allah’tan şüphe ettiğimde, diğer varlıklardan niye şüphe etmeyeyim?”
düşüncesiyle tüm varlığı ve kendinizi bile inkâr etmeye başlayabilirsiniz.
Günah, hemen arkasından tevbe etmeyi gerektirir. Tevbe edilmediği zaman günah
durduğu yerde durmayacağı için kişiyi kâfir ve müşrik yapar. Sonuçta da ebedî
cehennemlik olarak sonsuz azâba dûçar olunur. Çünkü bir sınır yoksa hiç-bir
sınır yoktur.
Îman ile sınırlanmayan akıl,
nefsin güdümüne girer ve ancak fitne üretir ve ifsâd eder. Îman sınırsız, akıl
ise sınırlıdır. Modernizm bunu tersine çevirerek; aklı sınırsızlaştırıp, îmânı
sınırlandırdı. Modernizm, “îmân ne kadar sınırlandırılırsa, aklın da o kadar
gelişeceği”ni zannetme ahmaklığıdır. Modernizm, “îmânın, akıl karşısında
sınırlandırılması”dır.
İnsanlık târihi, tâğutların,
“İslâm’ı sınırlandırmaya çalışması”nın târihidir. Oysa maddî bilgi sınırlıdır
ama İslâmî bilgi Allah’ın bilgisi olduğu için sınırsız bir kaynaktan gelir:
“Eğer
yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha
eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah’ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez.
Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Lokman 27).
Maddî bilgi sınırlı bir
bilgidir. Çünkü maddenin bir sınırı vardır. Bu nedenle sınırlı olan maddî
bilgiyle kesin bir yargıya varılamaz. Vahyî bilgi ise Sınırsız Olan’dan gelen
bilgidir. Kesinlik içerir. Modernizm materyâlizmdir. Materyâlizm ise, “her-şeyi
madde ile düşünmek” demektir. Fakat madde sınırlı bir şey olduğundan,
madde-merkezli düşünce de sınırlı oluyor. Modern düşünce sınırlı bir
düşüncedir. Bu nedenle de “hârika eserler” koyamıyor ortaya.
Allah
(sınırsızca) farklı-farklı yarattığında eşitlik; insan (sınırsızca) ayrı-ayrı
ürettiğinde eşitsizlik/adâletsizlik meydana gelir. Çünkü insan, sınırı yâni
haddini aştığında mutlakâ fitne üretir ve ifsâd eder.
Modernite Allah’a ve İslâm’a
aykırı hareket eder. Meselâ Allah: “Cum’a günü alış-verişi bırakın” (Cum’a
9)” derken; “Balack Friday”=”Kara Cuma”, “sınırsız alış-veriş edin” diyor.
Kur’ân’da namazın rekât
sayılarının verilmeyişinin nedeni, namaza bir sınır koyulamayacağındandır.
Teknoloji geliştikçe insan
sınırlanıyor. Teknoloji, insanın o özel insânî özelliklerini körelttiği için,
insan, o özelliklerini kullanılamıyor. Kullanılan internet, “sınırsız internet
paketi” olsa da, müslümanlar, interneti “sınırsız” kullan(a)mazlar.
Modernite “özgürlük”
mottosuyla sınırsızca bir yaşam modeli ortaya koymaya çalışır ama başaramaz.
Çünkü başarması imkânsızdır. Zîrâ bunun bu kâinât formatında bir karşılığı
yoktur. Çünkü madde “sınır” demektir. Sınırsızlığa ise ancak mânâ ile
ulaşılabilir ki o mânâ da vahiy-merkezli yaşamanın sonunda ortaya çıkar.
Evet; Din, “kırmızı çizgi”
(sınır) demektir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder