18 Nisan 2019 Perşembe

Sınırsızlık Üzerine




“Yoksa insana her dileyip arzu ettiği şey mi var (zannediyor)?” (Necm 24).

Anlamlı yaşamak “sınırlı yaşamak”tır, sınırsız yaşam-biçimi, mutlakâ anlamsızlaşmayı da yanında getirir. Zîrâ bir “sınır” yoksa “anlam” da yoktur. Sınırsızlıktan ancak anlamsızlık çıkar. Anlamsızlık, âhireti, mânâyı ve gaybı inkâr etmekle ilgilidir. Anlam ise, “Sınırsız Olan”ın emrettiği gibi yaşamakla olur. Sınırsız Olan’a kulluk yapılmayınca fâni olana sınırsızlık yüklenir ve fâni olan ilahlaşmaya başlar.

İslâm demek “sınır” demektir. Sınırsızlık düşüncesi şirktir. Çünkü sınırsızlık sâdece Allah’a hastır. Müslüman, “Allah’ın sınırlarına göre hareket eden” kişiir. Bu, “haddini bilmek” sözüyle ifâdesini bulur. Haddini bilenler sınırsızca yaşama peşine düş(e)mezler.

Dünyâ’da sınırsızca yaşamanın bir karşılığı yoktur. Sürekli eğlence ve haz içinde, sürekli relâks hâlinde yaşamanın Dünyâ’da karşılığı yoktur. Zîrâ bu, cennete özel bir yaşama-şeklidir. Dünyâ’nın formatı ise sınırsızca yaşamaya elverişli değildir. Çünkü insan çok kırılgan bir varlıktır. Ölüm, hastalık, işsizlik, eleştirilmek, aç kalmak, işsiz kalmak korkuları -ki bunlar temel korkulardır- içinde yaşar ve bunlar sürekli olarak Dünyâ’nın fâni olduğu mesajını verir. İnsan sevdiklerini kaybedebilir, bir şeye morâli bozulabilir, işler yolunda gitmez vs. Bu nedenle de cennet-vâri bir Dünyâ-yaşamının olması imkânsızdır. Modern insan her ne kadar sınırsızca yaşam ve sürekli haz içinde bir hayat sürme arzusunda olsa da, mevcut Dünyâ’da bunun bir karşılığını bulamaz, üstelik bu düşüncesinin karşılığını bulamadığı için “şok” yaşar ve bunalıma girer. Artık onun en yakın dostu psikolojik ilaçlar olur.

Modernitenin ağır kuşatması altında yaşayan modern insan, çağımızda psikolojik hastalıkların, psikiyatrist ve psikologların, kişisel gelişimcilerin ve yaşam koçlarının vs. kontrôlü altına girmiştir. Bu, “Allah’ın kontrôlünde olmaktan kaçma”nın bir cezâsıdır. İnsan Dünyâ’da ancak Allah’ın kontrôlündeyken gerçek anlamda tatmin olup huzûra kavuşabilir. Fakat modernite tarafından kandırılmış insan, bundan kaçıp sûni tatmin araçlarına yönelmiş ama aradığını bulamadığı gibi ağır bir sömürüye de mâruz kalmıştır. Zîrâ Allah’tan, âhiretten, gayba îmandan kopuk bir hayat sürmek, kişiyi ancak bir bunalımdan başka bir bunalıma sürükler. Modern insanın sınırsızca yaşama isteği, sınırlı yaşamını zindana çevirmiştir. Oysa gerçek sınırsız yaşam için (cennet) yaşasaydı, hem Dünyâ’da özgüvenli bir şekilde yaşayacak hem de âhirette de sonsuz nîmet diyârı olan cennet ile sevinecekti:

“Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip-yarışın, ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sâhibidir” (Hadîd 21).

“İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).

“De ki, davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?. Onların, Dünyâ hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar” (Kehf 103-104).

Modern insan, “cennet için yarışın” (Hadîd 21) âyetini ,”yeryüzü cenneti” için yarışın şeklinde anlıyor. Modern yeryüzü cennetinden bir nebze de olsa yüz çevirmeyenler, âhiretteki ebedî cennete ulaşamazlar.

Mü’minler, Dünyâ’da, “cenneti anlamsızlaştıracak” şekilde yaşa(ya)mazlar. Mü’minliğin özelliklerinden biri de, Dünyâ’nın onu “kesmemesi”dir. Mü’min ancak cennet ile tatmin bulup sevinir. Cennete kavuşmanın şartı ise, Dünyâ’da “sınırlı” bir şekilde yaşamaktır ki sınırlı yaşamak, şeytanın sınırsızca yaşama telkinlerinden vazgeçip, “Allah’ın izin verdiği ölçüde yaşamak” demektir. İslâm medeniyetinde yaşamanın huzûrundan ilmel-yakîn de olsa haberi olamayanlar; modern yaşamın hazlarıyla büyülenmiş durumdadırlar ve modern dünyâyı “cennet” zannetmektedirler.

Hiç kimse, cennetten daha iyi bir teklif sunamaz. Dünyâ’nın en âlâ nîmeti, âhiretin ebedî nîmetleri karşısında az kalır. Fakat insanlar cennete gitmeye korkuyorlar. Çünkü Allah yolunda olmaya-ölmeye ve kendilerini sınırlamaya istekli değiller. Fakat o ebedî nîmetlere kavuşmak için Allah yolunda olmak ve ölmek gerekiyor. Müslümanlığı seçmek, Dünyâ’dan ziyâde cenneti seçmek demektir. Müslümanın “ebedî tâtil yeri” cennettir. “Cenneti Dünyâ’da kurma ve yaşama” isteği “cinnet” ile sonuçlanmaya mahkûmdur. “Cenneti Dünyâ’da kurma ve yaşama isteği cinnet”tir. Dünyâ’da sınırsız haz içinde yaşayarak cenneti Dünyâ’da yaşamak isteyenler bu amaçlarına ulaşamayacakları gibi, âhirette ise sonsuz cehennem ile üzüleceklerdir.

İslâm’da tek sınırsız olan Allah olduğu için, insan sınırlıdır. Zâten sınırlı olmak zorundadır, aksi-hâlde nefsi onu sınırsızca saptırır.

Sınırsız olan sâdece Allah’tır. Kâinatta her-şeyin bir sınırı olduğu gibi kâinâtın bile bir sınırı vardır. Sınırsızlık, amacı ve hedefi yok eder. Fakat insan amaç ve hedef sâhibi bir varlıktır yada öyle olmalıdır ki diğer canlı-cansız varlıklardan onu ayıran etkenlerden biri de budur. İnsanın bir hedefinin olması sınırlı bir varlık olmasından ve sınırlı varlıkların olduğu sınırlı bir mekânda bulunmasından dolayıdır. Sâdece Allah sınırsızdır ki zâten O’nun da bir “hedef”i yoktur, O “hedefleri yaratan”dır.

Kur’ân’ın en çok kullandığı kelimelerden biri de “sınır”dır. Bu bağlamda İslâm aslında bir “sınır dîni”dir desek yeridir.

Sınır, yâni ulaşamamak, fikri ve sanatı ortaya çıkarır. Sınırsızlıkta fikir ve sanat oluşmuyor. Sınırsızca yaşama isteği kişinin insânî yönünü blôke eder ve zamanla da insâniyetten eser kalmaz. O kişi artık sâdece görünüşüyle insandır. Hâlbuki insan, insana has özelliklerini ancak sınırlılıkta ve “Sınırsız Olan”a îman etmekte iken açığa çıkarabilir. İnsanların ortaya koyduğu tüm güzellikler ve muhteşem eseler hep sınırın bir sonucudur. Çünkü sınırı olamayan şeyin anlamı da olmaz. Bir şeye güzelliğini ve rûhunu, anlamlı olması katar.

Bir sınır yoksa hiç-bir sınır yoktur.

____ı_______________________ Bu çizgiyi sonu belli olmayan bir çizgi olarak düşündüğümüzde, eğer kırmızı çizginin olduğu yerde durmuyorsam, kırmızı çizginin biraz ilerisinde yada onun biraz daha ilerisinde niçin durayım?. Çizginin herhangi bir yerinde niçin durayım ki?. Çünkü kırmızı çizgide durmadım. O hâlde benim için bir sınır kalmamış demektir. Bir sınırda durmayınca artık hiç-bir sınırda durmam. Sonuçta da sınırsızlığı “din” yaparım. Sınırsızca yaşamak düşüncesi benim dînim ve felsefem olur.

Bu durum servet ve mal varlığı konusunda da böyledir. Meselâ bir evim-dâirem olabilir ve ihtiyâcımdır. Herkesin bir evi olmalıdır. Çocuklarım için de meselâ iki tâne çocuğum varsa onlara da birer dâire alabilirim. Fakat niçin 10 tâne dâirem olmalıdır?. Bu meşrû mudur?. Çünkü on tâne dâirem olursa yüz tâne de olabilir; bin tâne, milyon tâne ve en nihâyet Dünyâ’daki tüm evler ve dâirelerin benim olmasında sorun olmaz. Dünyâ’da herkes benim kirâcım olabilir. Peki bu meşrû olur mu?. Çünkü eğer bir sınırım yoksa hiç-bir sınırım yoktur. Nerede duracağımı ve tatmin olacağımı bana kim, neye dayanarak ve ne hakla söyleyecektir ki eğer İslâm’ı yâni sınırı hesâba katmıyorsam. O hâlde sınırsızlık, İslâmsızlıktır.

Bir insan belli bir miktar paradan fazlasını ne yapar?. Meselâ diyelim ki 4 kişilik bir âile var. Kişi-başı yıllık 4.000 dirhem, yâni  (2019 Mart ayı îtibârıyla) yaklaşık 30.000 TL eden bir para var. Bu para aylık 2.500 TL civârındadır. (4.000 dirhem=12 kg gümüş=30.000 TL). Bu 2.500 lirayı âile 4 kişi olduğu için 4 ile çarparsak 10.000 lira eder. Bu gelir âilenin sağlam, geniş bir ev; kullanışlı, dayanıklı eşyâlar; bir de sağlam bir arabayı bir-zaman sonra alabilecek bir gelirdir. Bu temel-ihtiyaçları alana kadar dikkatli bir harcama yaparak artan parayı biriktirmekte mahzur yoktur. Bu hedefe ulaşılmış olduğunu ve babanın, yukarıda bahsettiğimiz aylık 10.000 lira geliri olduğunu kabûl ederek konuştuğumuzda; bu âile 10.000 lira tutarındaki bu parayla ne yapamaz?. Neyden mahrum kalırlar?. Çok-çok a-normâl bir durum yoksa bu parayla en iyi şekilde geçinebilecekler, zekat/sadaka/hayır anlamında infaklarını bile bu parayla yapabileceklerdir. Bu miktardaki para tüm bu şeyleri yapabilecek mâkûl miktarda bir paradır. Bu nedenle bu miktardan daha fazla olan parayı en fazla üç-gün içinde infâk etmeleri gerekir. Aksi-hâlde Peygamberimiz’in dediği gibi “ateş” olur. Zâten bir âile bu paradan daha fazla olan bir geliri ancak ve ancak isrâf eder.

Dîni konularda da böyledir. Eğer ki dinden hele en temel olan dînî kurallardan bir kez tâviz verdiğinizde şirke düşmekle sonuçlanacak bir yere gelirsiniz. Allah’ın ehadiyetinden verdiğiniz tek bir tâviz, tüm varlığın -hâşâ- Allah olduğu kabûlüne yâni “sınırsız şirk”e kadar sizi sürükler. Hattâ her-şeyden şüphe etmeye başlarsınız ve “Allah’tan şüphe ettiğimde, diğer varlıklardan niye şüphe etmeyeyim?” düşüncesiyle tüm varlığı ve kendinizi bile inkâr etmeye başlayabilirsiniz. Günah, hemen arkasından tevbe etmeyi gerektirir. Tevbe edilmediği zaman günah durduğu yerde durmayacağı için kişiyi kâfir ve müşrik yapar. Sonuçta da ebedî cehennemlik olarak sonsuz azâba dûçar olunur. Çünkü bir sınır yoksa hiç-bir sınır yoktur.

Îman ile sınırlanmayan akıl, nefsin güdümüne girer ve ancak fitne üretir ve ifsâd eder. Îman sınırsız, akıl ise sınırlıdır. Modernizm bunu tersine çevirerek; aklı sınırsızlaştırıp, îmânı sınırlandırdı. Modernizm, “îmân ne kadar sınırlandırılırsa, aklın da o kadar gelişeceği”ni zannetme ahmaklığıdır. Modernizm, “îmânın, akıl karşısında sınırlandırılması”dır.

İnsanlık târihi, tâğutların, “İslâm’ı sınırlandırmaya çalışması”nın târihidir. Oysa maddî bilgi sınırlıdır ama İslâmî bilgi Allah’ın bilgisi olduğu için sınırsız bir kaynaktan gelir:

“Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah’ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Lokman 27).

Maddî bilgi sınırlı bir bilgidir. Çünkü maddenin bir sınırı vardır. Bu nedenle sınırlı olan maddî bilgiyle kesin bir yargıya varılamaz. Vahyî bilgi ise Sınırsız Olan’dan gelen bilgidir. Kesinlik içerir. Modernizm materyâlizmdir. Materyâlizm ise, “her-şeyi madde ile düşünmek” demektir. Fakat madde sınırlı bir şey olduğundan, madde-merkezli düşünce de sınırlı oluyor. Modern düşünce sınırlı bir düşüncedir. Bu nedenle de “hârika eserler” koyamıyor ortaya.

Allah (sınırsızca) farklı-farklı yarattığında eşitlik; insan (sınırsızca) ayrı-ayrı ürettiğinde eşitsizlik/adâletsizlik meydana gelir. Çünkü insan, sınırı yâni haddini aştığında mutlakâ fitne üretir ve ifsâd eder.

Modernite Allah’a ve İslâm’a aykırı hareket eder. Meselâ Allah: “Cum’a günü alış-verişi bırakın” (Cum’a 9)” derken; “Balack Friday”=”Kara Cuma”, “sınırsız alış-veriş edin” diyor.

Kur’ân’da namazın rekât sayılarının verilmeyişinin nedeni, namaza bir sınır koyulamayacağındandır.

Teknoloji geliştikçe insan sınırlanıyor. Teknoloji, insanın o özel insânî özelliklerini körelttiği için, insan, o özelliklerini kullanılamıyor. Kullanılan internet, “sınırsız internet paketi” olsa da, müslümanlar, interneti “sınırsız” kullan(a)mazlar.

Modernite “özgürlük” mottosuyla sınırsızca bir yaşam modeli ortaya koymaya çalışır ama başaramaz. Çünkü başarması imkânsızdır. Zîrâ bunun bu kâinât formatında bir karşılığı yoktur. Çünkü madde “sınır” demektir. Sınırsızlığa ise ancak mânâ ile ulaşılabilir ki o mânâ da vahiy-merkezli yaşamanın sonunda ortaya çıkar.

Evet; Din, “kırmızı çizgi” (sınır) demektir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Şubat 2019



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder