“Savaş hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı
(farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur
ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).
1919-1922 arasında yapılan “savaş”ın
sonucunda Türkiye’de bir-çok değişim yaşandı. Öyle ki, Türklerin 1.000 yıllık
ideolojileri bile değişti. Bu savaşla birlikte Türk milleti kurtuldu(!). Zâten
savaşın adı da “kurtuluş savaşı” değil mi?. Peki bu savaş bizi neyden
kurtardı?. Neydik de ne olduk?. Yada soruyu şöyle soralım; Kurtuluş Savaşı
kazanılmasaydı neler olacaktı?. Bu yazımızda bunu ortaya koymaya çalışacağız..
Kurtuluş Savaşı
kazanılmasaydı..
Pâdişahlar kovulamayacak,
tepemizde devletin sâhipleri olarak bizi aşırı şekilde kontrôl edip
duracaklardı. Öyle ki; bize nefes bile
aldırmayacaklardı.
Cumhuriyet, demokrasi,
lâiklik olmayacaktı ve biz İslâm Dîni’nin karanlık kânunları yüzünden perişân
olacaktık. Bu yobaz(!) kânunlarla yâni şeriatla câhil kalacaktık ve muâsır
devletlere ayak uyduramayacaktık. Çok şükür ki bu “dîni karanlık” tarafından
kuşatılmadık.
Pâdişahlar ve şeyhler, gibi “tek-adam”ların
kulu-kölesi olacaktık. Onarı kovduk ve artık tam özgür olduk. Artık bize kimse
karışamıyor. Hiç kimsenin tahakkümünde değiliz.
Tüm İslâm âlemine sözünü
dinletebilen bir halifenin boyunduruğunda kalacaktık. Halifeliği de kaldırdık
da bu boyunduruktan kurtulduk.
İslâm şeriatı gibi gerici
kânunlarla adâletsiz bir yargılama yapılacaktı ve bir-çok haksızlığa uğrayacaktık.
Neyse ki şimdi tam adâletli yargılamalar yapılıyor, kimseye haksızlık
yapılmıyor ve zâten dâvâlar da çok süratli bir şekilde karâra bağlanıyor.
Avrupa’nın çeşitli modern
muâsır devletlerin kânunlarından mahrûm kalacaktık. Almanya’dan, İsviçre’den,
İtalya’dan, İngiltere’den alamasaydık modern kânunlarımızı, nerden alacaktık
ki?. Bu mahrûmiyet, kânunlarımızın ve dolayısı ile adâletimizin çok kötü
olmasına neden olacaktı. İyi de biz kânunlarını aldığımız batı’yı savaşıp
yenmemiş miydik?, yendiğimiz devletlerin kânunlarını mı aldık?. Neyse, önemli
değil, o kânunlar modern kânunlar ne de olsa. Biz batı’yla, batı uygarlığına
girmek için savaştık (!?).
Bin yıllık kültür, pardon
cehâlet külliyatı hayâtımızı karartacaktı. Allah’tan, harf değişikliği ile
onları okunmaz hâle getirdik de kurtulduk 1.000 yıllık geçmişimizden.
Medreseler kapatılmayacaktı
ve beyni sulanmış hâfızlar(!) ın tahakkümüne mâruz kalacaktık. Çünkü Kur’ân
okumak beyni sulandırıyor. Bu nedenle iyi ki de batı klâsiklerini tercüme edip
okuduk.
O “büyük harf devrimi”
yapılamayacaktı ve biz 1.000 yıldır kullandığımız ecik-bücük anlaşılmaz ve
anlaşılması çok zor olan arapçayla câhil kalacaktık ve muâsır devletlerle
ilişki kurmayacaktık. Allah’tan harf devrimi oldu da bir-anda Dünyâ’da nerdeyse
lîder bir konuma geldik. Hem harf devrimi yapılmasaydı dünyâ-çapında bunca âlimi
ve bilim-adamını nasıl yetiştirecektik ki?. Üstelik sâdece 2 yıl içinde tüm
Türk halkı okuma-yazma öğrenmiş oldu bu devrim sayesinde. Bakın, şimdi nasıl da
okuyup-yazıyoruz. Çok fazla okuyoruz, 11.000 kişiye bir kitap düşüyor, az şey
mi bu?.
Uydurulmuş târihten kurtulup
da “gerçek târihi” bilemeyecektik. Masallarla oyalanacaktık. Atlantis, Mu
uygarlıklarının Türk olduğunu bilemeyecektik. İlk insanın da Türk olduğunu
öğrenemeyecektik.
Modern tarıma geçemeyecek ve
kara-saban yerine traktör ve biçer-döverlerle tarım yapamayacaktık. Gerçi bu
makineler halkın değil de “birinin” makineleriydi ama olsun fark etmez,
gurûrumuzdur yine de.
Tekke ve zâviyeler
kapatılmayacaktı ve bu mekânlar nedeniyle insanlar câhil kalacaklardı. Gerçi insanlar
buralarda psikolojik olarak rahatlıyorlardı ama olsun, modern tıp ile birlikte
her köşe-başında nede olsa psikologlarımız, yaşam koçlarımız var. Onlar bizim
psikolojimizi düzeltir.
Kılık-kıyâfet kânunu
çıkmayacaktı ve biz o çarşafın-yorganın altında karanlıklar içinde kalacaktık,
bak; şimdi açıldık-saçıldık ve modern bir görünüme kavuştuk. Hem artık kadınlar
daha özgür. Kadınlar o yobaz kıyâfetlerini çıkarmayacak olsalardı, “güzel bacak
yarışmaları”, “güzellik kraliçesi seçimleri” yapılmayacaktı ve kızlarımız bikiniyle
çıktıkları podyumlarda, Dünyâ’nın en güzel kızları seçilmeyecekti.
Kılık-kıyâfet kânunuyla kılığımız-kıyâfetimiz ne güzel oldu. Hem artık Fransız
modasını da tâkip edebiliyoruz.
Takvim, saat ve ölçülerde
değişiklik yapamayacaktık ve günümüzü-saatimizi şaşıracak ve bir şeyin miktârının
ne kadar olduğunu öğrenemeyecektik. Takvim ve saatimiz olmasaydı ne akşam
olduğunu ne de sabah olduğunu anlayabilecek ve ne kışın geldiğini ne de yazın
geldiğini fark edebilecektik. Bir tas bulgurun ölçeğinin ne kadar olduğunu
bilemeyecektik.
Soyadı kânunu çıkmayacaktı
ve biz kim olduğumuzu bilememenin vermiş olduğu şaşkınlıkla âvâre gibi
dolaşacaktık ortalıkta. Soyadı kânunuyla birlikte kimliğimizi bulduk. Gerçi
bizim adımız ve soyadımızdan bâzen binlerce oluyor ama olsun. Artık bizim bir
soyadımız var. Önceden bir soyadımız yoktu. Kimin soyundan olduğumuzu
bilmiyorduk.
Türk kadını medeni haklarına
kavuşamayacaktı ve dînin karanlığı altında cehâlet içinde kalacaktı. Kadınlar
evlere haps-olmaktan kurtulamayacaklardı. Gerçi ev hapsinden kurtuldular ama
şimdi de “fabrika hapishâneleri”ne düştüler ama olsun, evden çıktılar ya,
önemli olan o. Aramızda kalsın; evden bir çıktılar, bir daha da geri
girmiyorlar. Seçimlerde oy atabiliyorlar. Çok medenî oldular canım!. Sabahın
köründe, pardon 6’sında kalkıp da yollara düşüyor ve işe gidip para kazanıyorlar.
Artık kadın her işi yapabiliyor. Evdeki kocası ona bir şey diyemiyor. Gerçi bu
sefer de “erkek patronlar” onlara kök söktürüyor ama olsun, ne de olsa tüm
Dünyâ’da böyle bu.
En önemlisi de; şapka-kânunu
çıkmayacaktı. Bir düşünsenize şapka-kânununun çıkmamış olduğunu!. Aman
Allah’ım!, ne yapardık?. Şapka-kânunu çıkmasaydı başımıza ne takacaktık?. Allah’tan
şapka-kânunu çıktı da başımızı soğuktan-sıcaktan koruyabiliyoruz artık. Hem
kellerimiz de görünmüyor. Gerçi bu yüzden yüzlerce insanın îdam edilmesi
gerekiyordu ama modern olmak bir-kaç yüz kişinin asılmasından daha önemlidir.
Bak artık biz de batı’lı olduk. Şapkayı takıveriyoruz, batı’lı oluyoruz. Çok
büyük bir devrim canım bu şapka-kânunu. Batı’lılar çıkarsa bile biz çıkarmayız
artık. Birileri de çıkmış, “şapka takmamaktan dolayı îdâma mahkûm olan birini
asmaya gelenler, adamın bir-kaç gün önce ölmüş olduğunu görünce, mezarı kazıp
adamı çıkarmışlar ve astıktan sonra tekrar gömmüşler” gibi boş laflar
ediyorlar. Niye bu kadar diretmiş ki?.
Yine, hepimiz aç ve açıkta
kalacaktık. Yiyecek bir lokma ekmek bile bulamayacaktık. Gerçi 1930 yıllarda,
gazetelerde de yazıldığı gibi, yaklaşık 15.000 çocuk açlık ve açlığa bağlı
sebeplerden dolayı öldü ama bu geçici bir durumdu. O zaman bolluk vardı
aslında.
Bira ve bira hammaddesi olan
malt fabrikalarımız olmayacaktı. Yâni kafa çekmek için içecek bir şey
bulamayacaktık.
Tek parti rejimi ile
cumhuriyeti oturtamayacaktık ve halk da seve-seve benimsemeyecekti. Arada bir
ortaya çıkan (pardon çıkarılan) partiler Türkiye’yi bölecekti. Buna önlem
almasını bildik. Hatay’ı topraklarımıza katamayacaktık. Gerçi Misâk-ı Millî
sınırları içinde olan Musul, Erbil, Kerkük, Halep, Nahçıvan, Batum, Selânik, Kırcali,
Varna ve Adaları falan verdik ama olsun, Hatay’ı aldık ya, sen ona bak. Hem
Musul petrollerinden 25 yıl boyunca payımızı nasıl alacaktık?. Almadık mı?
Hişşşt!.
2. dünyâ-savaşına katılmak
zorunda kalacaktık ve perişân olacaktık. Gerçi şu-anda Dünyâ’yı 2.
dünyâ-savaşına katılanlar yönetiyor ama olsun. Uzak durmak en iyisi.
NATO’ya giremeyecektik,
BM’ye alınmayacaktık, komünist Ruslar bizi mahvedecekti, “Marshall yardımı”nı
alamayacaktık. Demokrasiye geçemeyecektik. AB ile ilişkilere bulunamayacaktık.
AB’ye girme umûdumuz olmayacaktı.
Fenerbahçeli, Beşiktaşlı,
Galatasaraylı olamayacak, ünlü şarkıcılarımız-türkücülerimiz olmayacaktı.
Asgari ücret 1.300 lira olamayacaktı
(2016). Her mahâllemizde milyonerlerimiz olmayacaktı. Ülkede milyar-dolar
serveti olanların sayısı 35; milyonerlerin ülke genelindeki sayısı 200.000 bin
kişi olmayacaktı.
Batı’yla birlik olup da müslümanlarla
savaşamayacak yada batı’ya, müslümanlarla ve “pis araplarla” savaşmaları için
hava-kara sahalarımızı açamayacaktık ve onlara destek veremeyecektik. Darbeleri
savuşturamayacaktık, sınırlarımızı koruyamayacaktık.
Allah korusun Îran gibi
olacaktık. Yobaz kalacaktık. Gerçi Îran’lılar uranyum zenginleştiriyorlarmış
ama osun, orada kadınların başörtü takması mecburmuş.
Ülkemiz kalkınamayacaktı,
dünyâ-çapında ilim ve bilim-adamı, sanatçı, sporcu, müzisyen
yetiştiremeyecektik. Dünyâ’nın sözü geçen sayılı ülkelerinden biri
olamayacaktık
Dinden kurtulup da bilim ve
akıl ile süper düşünceler üretemeyecektik. Dünyâ-çapında markalarımız
olmayacaktı. Selçuklu ve Osmanlı gibi Dünyâ’da rezil bir millet olacaktık.
Faruk Köse, Kurtuluş Savaşı
olmasaydı neler olacağını şu şekilde anlatır:
“Eğer
‘kurtarıcılarımız’ bizi kurtarmasalardı da, işgâl altına girseydik ne olurdu?.
İşgâlciler Hilâfet’i kaldırırlardı. Kur’ân hükümlerini hayattan uzaklaştırır,
Kur’ân’ı yasaklar, ayaklar altına alırlardı. Resûlullah’ın önderliği kalmazdı.
Bâzı câmilerimiz yıkılır, satılır, başka amaçlarla kullanılırdı. Ezanımız
yasaklanırdı. Dilimiz, alfabemiz değişirdi. Kültürümüz, geleneğimiz terk
edilirdi. Kadınlarımızın tesettürü açılır, kılığımız-kıyâfetimiz yasaklanırdı.
Ahlâkımız, sosyâl yapımız bozulurdu. İslâm siyâsal, sosyâl, hukûkî, iktisâdî ve
benzeri alanlarda hayattan uzaklaştırılırdı. Yerine ne gelirdi?. İslâm Hukûku
yerine Avrupalıların hukûku, İslâmî yaşantının yerine Avrupalıların yaşantısı
getirilirdi. Kur’ân İncil’e, câmi kiliseye, imam papaza benzetilirdi. Devlet
lâikleştirilir, insan dinsizleştirilirdi vs. vs.
Peki,
kurtulduk da ne oldu?. Zâten tam da bunlar oldu. Hilâfet’ten kurtulduk.
Kur’ân’dan kurtulduk. İslâm hukûkundan, Şeriat’tan kurtulduk. Kültür ve
geleneklerimizden kurtulduk. Kılık-kıyâfetimizden kurtulduk. Alfabemizden
kurtulduk. İslâm’dan kurtulduk!. Özgürlük bilincinden, İslâm kardeşliğinden,
Ümmetin diğer toplumlarından kurtulduk. İşgâlcilerin kanatları altında bir
başımıza kaldık. İşgâlciler kalsaydı bundan kötüsü olmayacaktı. Demek ki
işgâlciler, zâten istediklerini elde etmeyi garantiledikleri için gitmişler”.
Evet, eğer Kurtuluş Savaşı
yapılıp kazanılmasaydı, bunlar ve bunun gibi bir-çok şeyden mahrûm kalacaktık.
Mutlu, huzurlu ve refah içinde yaşayamayacaktık.
Sâhi; bu Kurtuluş Savaşı,
neyden kurtulmanın savaşıydı?.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder