1 Aralık 2016 Perşembe

Kıyam



“Onların kâlpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) kıyâm ettiklerinde demişlerdi ki: Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi’dir; ilah olarak biz O’ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız” (Kehf 14).

Kıyâm lûgatta: “Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. Ayaklanmak. İsyân. Ölümden sonra tekrar dirilmek. Bir işe başlamak, devâm etmek. Canlanmak. Kıyâmet günü. Namazın iftitah tekbiriyle rükû arasındaki ayakta durma kısmı” anlamlarına gelir.

Kıyâm bir baş-kaldırmadır. Namazda durulan kıyâm ise, sonu Allah’a secde etmekle bittiğinden dolayı Allah’a yapılan bir başkaldırı değil, bir boyun bükmedir. Tüm kâinât O’na boyun bükmüş olduğundan dolayı şeytan da dâhil Allah’a karşı hiç kimse kıyâm edemez.

İslâm’da kıyâmın sloganı “lâilâheillallah”tır. Allah’tan başka tüm sahte ilahlara karşı kıyâm edilerek baş-kaldırılır. İslâm “ret” ile başlar, yâni mevcuda kıyâm etmekle başlar ve bu “Lâ” ile ifâde edilir. Kıyâm “ret” ile başlar ve bu ret, tâğutun reddedilmesidir. Tâğut reddedilmeden hiç-bir kıyâm sonuç vermez ve tevhid gerçekleşmez:

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğutun önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).

“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tâğutu tanımayıp (küfredip) Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir” (Bakara 256).

Kıyâm etmek cihadın her türlüsüyle cihad etmektir. Nefsiyle cihad yapanlar, namazda kıyâma dururlarken, kâfirle cihad edenler savaş meydanında kıyâma dururlar. Küfrün beli en kesin şekilde, nefse ve kâfire karşı yapılan kıyâmla kırılır.

İslâmî bir devrim ancak kıyâm ile olur Bu devrim, nefse karşı kıyâm etmekle başlayıp, küfre, kâfire ve zulme karşı olan kıyâm ile devam eder ve netîcelenir. Zâlimlere karşı kıyâm edilmediğinde Dünyâ bir zulüm diyârı olur ve gözyaşları hiç dinmez. Bu nedenle müslümanlar namaz ile başlayan kıyâmlarını, cihad ile tamamlamalıdırlar. Bu kıyâm sürecinin, nefis ile yapılan mücâhede-mücâdele ile başlaması zorunludur. Zîrâ şeytana karşı kıyâm edemeyenler, kâfire karşı da kıyâm edemezler. Fakat tevhidî süreci başarıyla verenler, zâlimlerin en büyük korkusudur. Allah böyle mü’minlerin kıyâma kalktıklarında ne olacağını şöyle söyler: 

“Ancak inananlar, iyi işler yapanlar, Allah’ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine) üstün gelmeye çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir devrime uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir!” (Şuârâ 227).

Âyetin de dediği gibi kıyâm, zâlimleri devirmek içindir. Zâlimler ancak, büyük kıyâm olan bir intifâda ile devrilebilirler. Yâni kıyâm etmeden zâlimlerin ve zulmün kökü kurutulamaz.

İslâm, bir kıyâma kalkıştır. Allah’ın kıyâmı. Allah zulme karşı kıyâm etmiştir ve seçtiği bir kişiye peygamberlik vermiştir ve ona vahyetmiştir. Öyleyse Allah, kıyâmını vahyederek yapar. Peygamberler de bu kıyâmın en büyük pratik temsilcileridirler. İslâm’ın kıyâmı, zulme karşı olan bir kıyâmdır. Zîrâ zulme karşı kıyâm etmeyenler, zâlimler tarafından kıyım-kıyım edilirler.

Vâr olmak için kıyâm etmek şarttır. İnsanların varlık sebebi bile bir kıyâmın sonucudur. Cimâ sırasında yaşanan kıyâmın sonucu.

Kâbe bir kıyâm, ayaklanma yeridir. Ümmet orada bir-araya gelerek bir kıyâm başlatabilir ve mevcut zâlim yönetimlere ve zulümlere karşı bir kıyâm başlatmalıdır da. Kâbe’de başlatılacak bir kıyâmı durdurmaya hiç-bir güç engel olamaz. Kâbe sâdece tavaf ve namaz yeri değil, aynı-zamanda kıyâm yeridir de:

“Hani biz İbrâhim’e Evin (Kâbe’nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) Bana hiç-bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyâm edenler, rükûa ve sücûda varanlar için Evimi tertemiz tut” (Hac 26).

Şeytana-tâğuta, küfre-kâfire, zulme-zâlime karşı kıyâm etmeyenler, Allah’a karşı isyân etmeye başlarlar.

Kıyâm, bâzen de “durmak”la alâkalı olabilir. “Duruşunu bozmamak”la. Mücahit Gültekin bu bağlamda kıyâm konusunda şunlar söyler:

“Bugün, dindar/muhâfazakâr gençliğin sâdece namazın bir rüknü zannettiği ‘kıyâm’ diye bir kavramımız var; ‘durmak’ anlamına geliyor. Ellerinizi de bağlayıp, öylece durduğun yerde durmak. Tam bir hareketsizlik hâli!. ‘Durduğun yerde durarak isyân etmek’ gibi muazzam bir anlamı var bu kavramın. Seni yerinden, duruşundan etmek istediklerinde kıpırdamamak, kaynaşmamak, kımıldamamak!. İslâm’da hicret bile ‘durmak’ içindir; durduğun yerde durabilmenin imkânları kalmadığında, durduğun yerde durabilmek için başka bir yere gitmek; durmak için gitmektir. İslâm’da aslolan, ‘yerinde durmak’tır. İsmet Özel’in bir dönem yaptığı konferanslar için koyduğu genel başlık, durmanın içindeki isyânı en güzel şekilde ifâde ediyor: ‘Toparlanın, Gitmiyoruz!’. Modernizmin, kapitâlizmin, liberâlizmin en sevmediği şeydir duran insan. O yüzden batı, durduğun yerde durmayı ‘çözümsüzlük’ olarak kodlar; ‘değişimi’ kutsar. Durduğun yerde durmanın adı onların literatüründe ‘irticâ’dır; geri kalmaktır”.

Bir “süper kıyâm” başlangıcı olan kıyâmet, her-şeyin bitmesi değil, bir şeyin bitmesi ve yeni bir şeyin başlamasıdır. Kıyâmet, yeni bir şey için kıyâm etmektir. Kıyâmet, “yeniden dirilmek” için kıyâm etmektir.

Namaz da bir kıyâm provasıdır. Namaza kalkmak, namazla kalkmaktır. Namazdaki kıyâm, bir-süre sonra meydandaki kıyâma dönmelidir. Zîrâ kıyâma durmadan kıvâma erilemez. Kıyâm etmeyenler, kıyâmet ile cezâlandırılırlar. En büyük kıyâmdır kıyâmettir.

Öyleyse; kıyâmet gelmeden önce kıyâm et!. Ya kıyâm et, ya kıyâmet.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Aralık 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder