“Ve dediler
ki: Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik,
böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular” (Ahzâb 67).
Firavun, Hâmân, Kârun ve Bel’am; şirkin tüm zamanlardaki
amansız temsilcileri ve idârecileridir bunlar. Hakkın tahrip ve tahrif edilmesini
bunlar başlatır ve taşeronlarını da kullanarak yine bunlar sürdürür. Şeytandan
aldıkları telkin ve emirlerle hareket eden bu tâğutlar, hem ekini hem de nesli
ifsâd ederler, toplumu bozarlar, ahlâksızlığı açığa çıkarırlar, sömürü, ölüm ve
zulüm bunlarla bir-araya geldiğinde ayyuka çıkar. Bunlar Dünyâ’nın zehiridir.
Bunlara uygulanacak tek panzehir ise İslâm’dır, Kur’ân’dır. Zâten bu nedenle en
çok korktukları şey de budur. Bu nedenle vahyi hayattan uzak tuttukları sürece iktidarlarını
sürdürebilirler. Amaçları, güçleri hiç-bir zaman yetmeyeceği için vahyi yok
etmek değil, vahyi hayattan uzak tutmaktır.
Firavun-Hâmân
Firavun ve Hâmân’ı tek bir kişi sayabiliriz. Bunlar
iktidârı-otoriteyi temsil ederler ve bu otoritenin başı Firavun iken, otoriteyi
besleyen ve koruyanın başı Hâmân’dır. Firavun hükümdâr iken, Hâmân baş-vezirdir.
İktidâr demek, ikisinin birlikteliği demektir. Bunlar gücü temsil ederler.
Askerî ve bürokratik gücü temsil ederler ve halkı, şeytanın telkin ettiği kânun
ve kurallarla baskı altında tutarak iktidarlarını yada ilahlıklarını
sürdürürler.
“O,
iş-başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk
etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).
Hâmân kuvvetin yâni asker ve polisin başındaki
kişidir. Firavun ise Hâmân’ı atayan kişidir. Halkın, isteyerek yada zorla onayını
ve desteğini almıştır. Firavun ve Hâmân ikilisi birbirlerine muhtaçtırlar.
Birinin yokluğu diğerini de yok edebileceğinden, bunun korkusuyla iş-birliği içindedirler
her dâim. Otoriteyi ve gücü elinde bulunduran bu ikili, halkı küçümseyerek ve
onları kendilerine muhtâç ederek otoriteye bağlarlar ve böylece onların da
desteğini almış olurlar. İlginçtir; halk sömürüldükçe daha fazla destekler
onları. Zîrâ gücü azalan halk, lîdere daha fazla bağlanır, ondan medet umar.
Hele ki etkin mânevi bir güçleri de yoksa, hepten ezilir giderler.
“Böylelikle
Firavun kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar,
fâsık olan bir kavimdi” (Zuhrûf 54).
“Firavun otoriteyi temsil eder” dedik. Bu otoriteye
put adlandırmasıyla Lât denebilir. Lât, el lât=el lâh gibi en yüce otoriteyi
temsil eder. Hâmân ise put adlandırmasıyla Uzza’ya tekâbül eder. Uzza=Aziz=güç-kuvvet
demektir. Bunlar Allah’tan rôl çalarak ilahlık yapmaktadırlar ve otoritelerini
sürdürmektedirler. Fakat bunlar da en nihâyetinde fânidir ve ölüm geldiğinde ilah
olmadıkları apaçık ortaya çıkar ve rezil olurlar. Ölüm ânında ilah olmadıklarının
îlânını şöyle yaparlar:
“Biz,
İsrâiloğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve
düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun):
‘İsrâiloğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım
ve ben de müslümanlardanım’ dedi”
(Yûnus 90).
Fakat bu tövbe onu kurtaramaz. Onu kurtaramayacağı
için uşağı olan Hâmân’ı da kurtaramaz. Çünkü zamânında şirki birlikte işleyen
bu tâğutlar, tövbeyi de zamânında yapmalıydılar.
“Allah’ın
(kabûlünü) üzerine aldığı tövbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların,
sonra hemencecik tövbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tövbelerini
kabûl eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Nîsâ 17).
Firavun ve Hâmân şirkin ele-başlarıdır. Bu tüm zamanlarda
geçerli olan bir durumdur. Fakat ne zaman ki Allah bir peygamber göndermiş, (Mûsâ
ve Hârûn) işte ancak o zaman bunlar alt edilmiştir. Öyleyse tüm zamanlardaki
Firavun ve Hâmân’a da yeni Mûsâ’lar ve Hârûn’lar gereklidir.
Kârun
“Gerçek şu
ki, Kârun, Mûsâ’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle
hazîneler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir
topluluğa ağır geliyordu” (Kasas
76).
Kârun, şirkin üçüncü atlısıdır ve Firavun ve Hâmân’ın
en büyük destekçisidir. İş-birliği hâlindedirler. Zîrâ buna mecburdurlar. Çünkü
sâdece ne otoriteyle, ne kuvvetle, ne de parayla iktidar kurulamaz ve ilahlık
yapılamaz. Firavun ve Hâmân’ın sağladığı uygun ortamda servet-sâhibi olan ve
gün geçtikçe servetini arttırarak zenginleşen Kârun ve Kârun’lar,
kazandıklarıyla iktidârı da desteklemeli ve onlarla iş-birliği hâlinde
bulunmalıdırlar. Bâzen bu mülk-sâhipleri o kadar çok zenginleşirler ve gücü
ellerine geçirirler ki otoriteye bile kafa tutabilirler ve hattâ otoriteyi yerlerinden
edebilirler.
Halk, bu servet-sâhiplerine bakarak otoriteyi daha
kolay destekler. Çünkü zenginler halkın idôlüdürler yada zenginler halkın idôlü
hâline getirilirler. Halk onlara özenir ve onlar gibi olmak ister. Tâ ki onların
mallarıyla berâber yerin dibine batışını görene kadar:
“Böylelikle
kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ-hayâtını istemekte
olanlar: ‘Ah keşke, Kârun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten
o, büyük bir pay sâhibidir’ dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar
olsun size, Allah’ın sevâbı, îman eden ve sâlih amellerde bulunan kimse için
daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda
onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek
bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi-kendine yardım edebileceklerden de değildi.
Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah,
kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır.
Eğer Allah, bize lûtfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek
gerçekten inkârcılar felâh bulamaz’ demeye başladılar” (Kasas 79-82).
Kârun, putlardan Menat’ı temsil eder.
Menat=mani=paradır. Kârun paranın ilahlaşmasının timsâlidir. Kârun servetin “tekel”
olmasıdır. Servet birilerinin elinde tekelleşince Kârun’lar halkın tepesine
binerek, Kârun ve Hâmân birlikte milleti soyup soğana çevirirler. Allah bu
nedenle servetin birlerinin elinde tekelleşmesini yasaklamıştır:
“Allah'ın o
(fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, (ve
Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara
âittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında
dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın. Resûl size ne verirse artık onu
alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz
Allah cezâsı (ikâbı) pek şiddetli olandır” (Haşr 7).
Bel’am
Bel’am İbn Bahura ile temsil edilen Bel’am, pek
ehemmiyetli olmadığı düşünülse de aslında şeytâni-tâğûti sistemin en önemli
ayağıdır. Tabanın sesini kısmakla görevlidir. Fakat bunu zorlama ile değil,
duygusal ve dîni sömürüyle yapar. Dînin ruhsuz tarafını iyi bilir. Dînin
bilgisini bilir sâdece. Ahlâk-amel-eylem yönünü bilmez, bilse de zinhar yerine
getirmez ve zâten görevi de budur: Halkın meydana çıkmasını önlemek.
Bel’am; Firavun, Hâmân ve Kârun ile iş-birliği
hâlindedir ve o üçü Bel’ama muhtaçtırlar. Bel’am, “kader” der, “sabır” der,
“günah” der, “mânâsı başka” der, “farklı bir anlamı var” der ve milletin
tasavvurunu-düşüncesini değiştirir. Halkı, eleştiri, îtirâz ve isyân edemez hâle
getirir. Halk, yanlış öğrendiği din nedeniyle “yeter artık” diyemez duruma
gelir. Çünkü öğrendiği yanlış bilgi buna engel olur. Bel’amın görevi tüm zamanlarda,
Firavun, Hâmân ve Kârun’un direktifleri ve istekleri doğrultusunda, din yoluyla
“halkın gazını almak”, “sesini kısmak”, “sivri yerlerini törpülemek” olmuştur. Halkın
dînini-îmânını hattâ ilahını değiştirir ve onları bambaşka yollara sokar; şirk
yollarına. Bu Bel’amlardan biri de Kur’ân’da bahsedilen Samiri’dir. Kendisinde
olan bir bilgiyle resûlün bilgisini harmanlayıp karıştırarak yâni hakkı bâtıla
bulayarak halkın inancında sapma meydana getirmiş, onları yeniden, tapmaktan
kurtuldukları buzağıya taptırmaya başlamıştır:
“Dedi ki: Biz senden sonra kavmini deneme
(fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı. Bunun üzerine Mûsâ,
kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: Ey kavmim!; Rabbiniz size
güzel bir vaadde bulunmadı mı?. Size (verilen) söz (yada süre) pek uzun mu
geldi?. Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazâbın inmesini mi
istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?. Dediler ki: Biz sana verdiğimiz
sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyâlarından
bir-takım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı.
Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı. İşte bu sizin
ilahınız, Mûsâ'nın ilahı da budur; fakat (Mûsâ) unuttu dediler” (Tâ-hâ
85-88).
İşte böylece Bel’amlar aşırı yorumlamalarla,
dillerini eğip bükerek söyledikleri süslü sözlerle, aldatmalarla halkı
kandırırlar ve onları “hak din”den saptırırlar ve öyle bir zihniyet ortaya
çıkarırlar ki, artık insanlar, Bel’amın dînî taban desteği, Kârun’un maddî
desteği, Hâmân’ın kuvvet desteği ve Firavun’un otorite desteği ile şirkin
iktidârını yâni şeytanın hâkimiyetini kurarlar ve sürdürürler. Bu durum târihte
kalmış bir durum değildir. Tüm zamanlarda ama özellikle de modern zamanlarda da
geçerlidir ve zâten yürürlüktedir de. İhsan Eliaçık bu konuda şunları söyler:
“Otorite: Devlet, saltanat, taht, lîder, ecdad, egemenlik,
sınır, ulus…
Güç: Silah, petrôl, toprak, nüfus, nüfûz…
Para: Sermâye, banka, altın, gümüş, dolar, euro…
Yeryüzünde kan döküp fesat çıkarmak bunlar için olmuyor mu?. Yaşadığımız
çağa dikkat ediniz. Otorite sevdâsından emperyalizm doğmuş. Güç tapıncından
faşizm doğmuş. Para hırsından kapitâlizm doğmuş. İnsanlığın ezelî ve ebedî
sorunu bu üçü; Lât (otorite), Uzza (güç/kuvvet) ve Menat (para) başka bir şey
değil. Ne diyor Kur’ân bu üçüne karşı?: Allah’tan başka otorite yoktur (Lâ ilâhe
illallah). Güç ve kuvvet yalnızca Allah’a âittir (Lâ havle ve lâ guvvete illâ
billah). Ve üçüncüsü; Mülk Allah’ındır (Lehu’l-Mülk).
Şimdi anlaşıldı mı bunların “ismi” neden veriliyor Kur’ân’da. Çünkü
bunlar insanlıkta ölmeyen “isim”ler. Yok olup gitmiş taşlar-tahtalar değil. Bunlar
yaşayan putlar: Lât, Uzza, Menat”.
Siyonist Önderleri Protokôlleri’nde, şirkin bu dört
atlısının iktidârının bir versiyonu anlatılır: “Siyon yılanı Dünyâ’yı
çevreleyerek yutmuştur. Yılanın başı ulusların kâlplerine girecek ve onları çürütüp
yok edecektir. Siyon’dan yâni Kudüs’ten harekete başlayan yılan, zaferle
zincirini tamamlayacak, sonra yine oraya dönecektir”.
Allah’tan başkasını sevmek, “Dünyâ’yı sevmek”
demektir ki, Dünyâ’ya tapanların başında bu dörtlü gelir. Dünyâ’yı bunlar ele
geçirmişlerdir. Dünyâ’yı sevenler mecbûren bu dörtlünün dinlerine uyup onları
ilah ediniyorlar.
Ramazan Yılmaz bu konuda şöyle der:
“İnsanın insana baskı ve zulmüne dayalı olan beşerî sistemler, temel
yapı olarak Fir’avnî bir düzendir. Fir’avnî bir düzenin tüm özelliklerini
üzerlerinde taşıyan beşerî sistemler, târihin her döneminde üç temel direk
üzerine binâ edilmişlerdir. Bu direklerin ilki, Fir’avn’ı temsil eden askerî
güç; ikincisi, Hâmân’ı simgeleyen ve Kur’ân’da Mele olarak sıfatlandırılan,
düşünce olarak sisteme yön verenler ve üçüncüsü, Kârun’un temsilcileri
durumunda olan, ekonomik yönden sistemi ayakta tutan küresel sermâyedarlar.
Fir’avn, Hâmân ve Kârun’un şahsında simgeleşen bu üçlü, târihin her
döneminde vâr olagelmiş, günümüzde de bu üçlü zulüm-çetesi varlığını
sürdürmektedir. Bunlar, her dönemde vahyi esaslara karşı çıkmışlar, insanların
da vahyi esaslara yönelmelerine engel olmuşlardır:
“Biz hangi ülkeye bir uyarıcı
gönderdiysek mutlakâ oranın varlıkla şımarmış kimseleri: ‘Biz, sizin
gönderildiğiniz şeyi inkâr ediyoruz’ dediler” (Sebe’ 34)”.
Firavun: Otoriteyi elinde bulunduran; Hâmân: Kuvveti
elinde bulunduran; Kârun: Mülkü yâni ekonomiyi elinde bulunduran; Bel’am: Tâğutları
din adına meşrûlaştıran, din adına itaat ettiren kişi ve gruplardır. Şirkin bu
dört atlısı, birbirlerinin neden-sonuçlarıdır ve hepsi aslında tek bir şeydir.
Zîrâ küfür tek millettir. Bunlardan birini alt-etmek, tamâmını alt-etmek anlamına
gelir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Aralık 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder