2 Aralık 2016 Cuma

Alternatif Bir Takvim


“Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah’ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesap (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin…” (Tevbe 36).

 

“Einstein’ın izâfiyet teorisi ile zamânın izâfi olduğu ortaya konduktan sonra 15 milyar yıl ile bir-kaç sâniye arasındaki farkın önemi de kalmamıştır” diyorlar. Fakat insanların zaman algısında bir problem yok. Herkes meselâ “bir gün”ün ne kadar bir süre olduğunu a-priori olarak biliyor. Zaman, maddenin hareketinin bir sonucudur. Zaman, maddenin içinde mündemiçtir-özdeştir. Suyun (zaman) rengi kabının (madde-mekân) rengidir. Zamânın yeri maddenin yeridir. Zamânın şekli maddenin şeklidir. Zaman maddenin bir iz-düşümüdür. Zaman bir sonuçtur. Işığın yokluğu hâli olan karanlık gibidir. Işığın yokluğunda aydınlık kalmadığı gibi, maddenin yokluğunda da zaman kalmaz. Bağımsız bir zaman yoktur. Aksi, “dehr”cilik ve zamânı ilâhlaştırmak olur. Her-şey anlamını “hareket” ile bulur. Meselâ târih, insanın/toplumun hareket etmesidir. Zaman da maddenin hareket etmesidir.

 

Zamânın mutlak ve bağımsız bir varlığı yoktur. Çünkü gerçek bir varlığı yoktur. Madde ile kâimdir zaman. Evrendeki maddeyi/hareketi bir-anda durdursak, yada maddeyi kozmik bir süpürgeyle süpürsek ve ortada hareket yada madde kalmasa, zaman da kalmaz/olmaz.

 

Dünyâ’da doğal bir takvim ve saat vardır aslında. Kış gelir, bahar gelir, yaz gelir. Çiçeklerin açması, havanın ısısı, yiyecek-içeceklerin çıkması vs. ile insanlar hangi zamanda olduklarını öğrenmişlerdir-öğrenebilirler. Takvim ve saate daha çok, bir “hız uygarlığı” olan modernizmde ihtiyaç duyulur. Müslümanlar namaz vakitlerini hassas bir şekilde belirlemek için saat üretmişler ve kullanmışlardır. Modernizmin daha etkisini göstermediği daha “dün” denebilecek târihlerde bile, annelerimize yada ninelerimize-dedelerimize kaç yılında doğduklarını sorduğumuzda târihi söylemek yerine; “savaş zamânı”, “büyük deprem zamânı”, “kıtlık zamânı” gibi ifâdeler kullanırlar ve daha çok ayrıntı istendiğinde de; “zemheride”, “ekinler hasat edilirken” gibi sözler ederler. Günün hangi saatinde doğduğunu da; “kuşluk vaktinde; “ikindide”, “yatsıda” olarak söylerler. Yine; horozların ötmesiyle sabah vaktinin o özel ânını, Güneş’in doğmaya başlaması ve doğmasıyla başka bir vakti, havanın ısınmasıyla başka bir vakti, kuşların ötmesi yada uykuya dalmalarıyla başka vakitleri anlarlar. Fakat genelde Güneş’in hareketleri ve konumlarıyla anlarız farklı vakitleri ve zâten insanlar uzun yıllar, bu doğal takvim ve saati kullanmışlardır. İnsanların yaptıkları takvimler ve saatlerin nedeni ise, târihi ve zamânı göstermekten ziyâde, “târihi ve zamânı hassas olarak öğrenmek ve bilmek”tir. Zîrâ medenileşen insan, târihi ve zamânı daha hassas öğrenmek ihtiyâcı ve zorunluluğu duymuştur.

 

Gökyüzünü gözleyen ilk gözlemciler, odaklanarak yaptıkları gözlemlerinin netîcesinde hassas döngünün farkına varmışlar bu döngüyü kaydettiklerinde ortaya bir takvim çıkmıştır. Bir yazıda ilk takvim ve takvimin gelişimi için şunlar söylenir:

 

“Mısır’lılar gök-cisimlerinin hareketini inceleyerek ilk takvimi buldular (MÖ 4241). İlk takvim Dünyâ’nın Güneş etrâfında dönüşüne göre düzenlendi. Mısır’lılar bir yılı 365 gün olarak hesapladılar ve oniki aya böldüler. Bir ayı da 30 gün kabûl ettiler. Mısır takvimi, günümüzde kullandığımız milâdi takvimin temelini oluşturmaktadır. Güneş esâsına dayalı takvim, İyon’lar, Yunan’lar ve Roma’lılar tarafından geliştirilmiştir. Roma İmparatoru Jullius Cesar (Jül Sezar) ve Papa XII. Gregor (Gregor) tarafından düzenlenerek günümüzdeki şeklini almıştır”.

 

Türkler de târih boyunca; 12 Hayvan Takvimi, Celâli Takvimi (meliki takvim), Rûmi Takvim, Hicrî Takvim ve Milâdi Takvimleri kullanmışlardır.

 

Saat ise ilk defâ MÖ 4000’lerde Mısır‘da kullanılmaya başlanmıştır. Mısır’lılar, Güneş’in her gün belirli bir düzende doğup-battığını keşfetmişti. Bundan yararlanarak güneş-saatini îcat etmeyi başardılar. Bu saat çeşidinde dik duran bir cismin Güneş’in geliş açısına göre oluşturduğu gölge boyuna bakılarak saat hesaplanıyordu. Ancak güneş-saatinin bir eksikliği vardı. Geceleri Güneş olmadığından dolayı çalışamıyordu. Bunun üzerine Antik Mısır’lılar kum-saati ve su-saatini îcat ettiler.

 

Ateş-saati, kum-saati, su-saati, güneş-saati gibi saatler kullanılmıştır târih boyunca. Modern zamanlarda da mekanik ve elektronik saatler kullanılmaktadır.

 

Peki biz şu-anda kullandığımız takvime mecbur muyuz ve bu takvimin bir alternatifi olamaz mı?. “Papa 12. Gregory tarafından yapılan Gregoryen takvimine mecbur muyuz?” diye düşünürken, üzerinde biraz düşünüp hayâl edince farklı bir takvim olabileceğini gördüm. Hayâl ettiğim takvim şöyledir…

 

Bizim takvimimizde 1 yıl, Kur’ân’da da bildirildiği gibi 12 aydan oluşacaktır. Fakat bir ayda 4-4,5 hafta değil, tam olarak 5 hafta olacak; her haftada da 7 gün değil, 6 gün olacaktır. Bu altı günün 6. günü izin günüdür. Böylece her hafta 6 günden; her ay, 6X5=30 günden; ve her yıl da 30X12=360 gün oluşacak ve her yılın son ayının sonunda 5 günlük ama 4 yılda bir de6 günlük bir “şükür bayramı” olarak kutlanan “artık hafta” olacaktır.

 

“Tanrı her-şeyi altı günde yarattı. Çıkış 20:11’de belirtildiği gibi, insanlık için bir örnek olması amacıyla Tanrı, 6 gün çalışmış ve 1 gün dinlenmiştir. Böylece 7 günlük haftamız süregelmiştir” denir. İslâm’da ise 6 günde yaratıktan sonra işin başına geçmiştir. Yâni haftanın 7. günü yoktur.

 

Güneş’in döngüsüne göre hazırladığımız bu takvimde günlerin adları şöyledir:

 

1.gün: Namaz      (Pazar)

2.gün: Oruç         (Pazartesi)

3.gün: Zekât        (Salı)

4.gün: Hac          (Çarşamba)

5.gün: Tevhid       (Perşembe)

6.gün: Cum’a       (Cum’a).

 

Ayların adları ise şöyledir:

 

1.ay:       Vahiy

2.ay:       Nebî

3.ay:       Kur’ân

4.ay:       Îman

5.ay:       Namaz

6.ay:       Hicret

7.ay:       İnfâk

8.ay:       Tevhîd

9.ay:       Cihad

10.ay:     Melek

11.ay:     Şahâdet

12.ay:     Cennet

 

Ve “artık hafta” olan “şükür bayramı” haftası.

 

İster saat olsun ister takvim, zamânı gösteren olaylar, doğada meydana gelen bâriz ve önemli değişimlerle olmalıdır. Zîrâ Allah, doğadaki değişimleri muhteşem değişimlerle yapar. Bu nedenle takvim, muhteşem bir değişimin yaşandığı ilkbahar ayı ile başlamalıdır. Bu başlangıcın, gündüz ile gecenin uzunlukta eşitlendiği İlkbahar ekinoksu ile olması uygundur. Dolayısıyla bu takvimde yılbaşının 20 Mart’ta başlaması ve takvmi başlangıcının da Hicret’i merkeze alması uygun olur.

 

Her ayı aynı olan 1 aylık takvimimizin tablosu şu şekilde:

 

 Namaz

  Oruç

 Zekât

  Hac

Tevhid

 Cum’a

         1

    2

    3

    4

    5

       6

     7

    8

    9

   10

   11

   12

    13

   14

   15

   16

   17

   18

    19

   20

   21

   22

   23

   24

    25

   26

   27

   28 

   29

   30

 

(Not: Ayların ve günlerin adı, İslâm kavramlarıdır. Ben bunu bir örnek olarak yaptım, farklı isimler de koyulabilir tabî ki).

 

Güneş’e ve doğaya göre belirlenen bu takvime göre yılın başı, bir “doğum ânı” olan baharın başlangıcıdır. Her yıl, doğanın yeniden doğmasıyla başlar. Bu bir doğumdur, başlangıçtır. İkbaharda doğan yeni yıl, yazın gençlik-olgunluk yıllarını yaşar; sonbaharda olgunluk-yaşlılık çağını geçirir ve kış gelince de ölür ve beyaz kefenini çeker üstüne. Böylece yıl da ölmüş-bitmiş olur. Tekrar yeni bir yıl yâni bahar başlamadan önce arada 5-6 günlük bir tefekkür dönemi olur ve sonra da deverân sürer gider.  

 

Tabi bu çok ince ayrıntılarına girmeden hazırlanmış bir takvimdir. Esâsen “hareket”in ve “döngü”nün olduğu yerde “kesinlik” olmaz. Zâten modern saat de, bir gün için tam-tamına 24 saat değil, gerçekte 23 saat, 56 dakîka ve 4.004 sâniye sürer.

 

Ölen için ise zamânın, saatin ve takvimin bir önemi ve anlamı yoktur. Ölüm hâlinde mutlak bir hareketsizlik durumu olduğundan, artık mevtâ (ölü) için bir zamandan bahsedilemez. Kişinin “hareketi” bittiği için zamânı da bitmiştir zîrâ. Zaman-dışı olmuştur o kişi artık. Zâten diğer âleme de “bu zamandan” çıkabildiği için gitmiştir. Diğer âleme gidebilmenin yolu bu âlemdeki zamandan (ve mekândan) sıyrılmakla mümkündür. Ölen kişi artık bilinen zamanla kayıtlı değildir çünkü. Ölen için sadece anlık zamanlar vardır:

 

“Dedi ki: Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?. Dediler ki: Bir gün yada bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor. Dedi ki: Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz”  (Mü’minûn 112-114).

 

Bir gün kaldıklarını zannetmektedirler. Çünkü artık sûr’a üfürülmüş, yer ve zaman formatı değişmiş ve “bin” günlük bir süreye “bir” gün denmeye başlanmıştır.

 

Tüm takvimler saatler Dünyâ’ya göredir. Dünyâ-dışında Dünyâ’da kullanılan saat ve takvimlerin bir anlamı kalmaz. Hareketin olduğu yerde kesin olarak ne takvim, ne zaman, ne de saat gerçek anlamda bilinemez. Takvimi, zamânı ve saati kesin ve doğru olarak hiç kimse bilemez. Her yazımızın sonuna eklediğimiz gibi:

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2016

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder