30 Kasım 2016 Çarşamba

Kur’ân’ın İzâfileştirilmesi


“Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır” (Bakara 2).

İslâmî hareketlerin görece etkisinin azaldığı ve müslümanların ılımlılaşmasıyla birlikte Kur’ân’a yöneliş ve Kur’ân çalışmaları fazlalaştı fakat bu çalışma-şekli sâdece “ilmî çalışma-şekli” olarak kaldı ve bir türlü ahlâka-amele-eyleme dönüşmedi. Yâni sâdece masa-başında olan, “meydana inmeyi” zinhar istemeyen ve Kur’ân’ı-İslâm’ı hayâta hâkim kılmayı aslâ düşünmeyen ve düşlemeyen kişilerin yaptığı bir çalışma-şeklidir bu. Doğal olarak bu tarz çalışma-şekli yâni amelden-eylemden kopuk olan çalışma-şekli, Kur’ân’ın ilmî-teorik yönüne aşırı yönelinmesine neden olmuş ve her grup ve hattâ herkes Kur’ân’ı farklı anlamaya başlamıştır. Netîcede Kur’ân’ın sonsuz yorumları ortaya çıkarak Kur’ân izâfileştirilmiştir. Bu izâfilik bâzılarına Kur’ân’ı “şüpheli bir kitap” olarak göstermektedir.

Bu çalışma-şekline, Kur’ân’ın rûhu değil de, kelimelerin-kavramların anlamları-mânâları, aşırı bir incelemeye tâbi tutulmakta ve “kelle-başı yorumlar” ortaya çıkmaktadır. Bu farklı yorumların fazlalaşmasının nedeni, Kur’ân’a söylemediği şeyleri söyleterek oluyor tabi. Yoksa Kur’ân anlaşılması zor olan bir kitap değildir.

“Şüphesiz onlardan bir grup var ki, dillerini Kitapla eğip bükerler, siz Kitap’tan sanasınız diye, oysa o Kitaptan değildir ve derler ki: ‘O, Allah katındandır’ oysa o, Allah katından değildir. Allah’a karşı onlar, bilerek yalan söylerler” (Âl-i İmran 78).

Kur’ân’ı çeşitli okuma-biçimleri oluşmuştur. Târihselci, evrenselci, hermönetik, etimolojik, filolojik, bilimsel, modernist vs. Bu okuma-şekilleri Kur’ân’ı izâfileştiriyor. İzâfileşmesinin nedeni, amele-eyleme dönük olmayan ve sünnetten kopuk okuma metotları nedeniyledir. Oysa Kur’ân izâfi anlamları olan bir kitap değildir. Kur’ân’ın kolay anlaşılır bir kitap olduğu, sünneti de hesâba katarak yapılan okumalarda çok açık olarak gözüküyor. İzâfi olmayan okuma-biçimi, Kur’ân-sünnet birlikteliği ile olur ancak; sünnete dönük okumayla.

Târihselci, evrenselci, hermönetik, etimolojik, filolojik, bilimsel, modernist metotların hepsi zâten birer yorumdurlar. Dolayısı ile bir yorum olan bu metotlarla Kur’ân yorumlanamaz. Yorum ile yorum yapılamaz zîrâ. Yorum üzerine yapılacak yorumlar, Kur’ân’ı tahrip ve tahrif eder. Artık Kur’ân hayâta dâir bir şey söylemeyen bir kitap şeklinde tanınmaya başlanır ve insanlar da Kur’ân’ı sâdece ilmin ve zihnin bir konusu zannederler. Kur’ân’ın arapçasını ezberleyenlere ve sürekli arapçasından okuyup duranlara kızanlar, başlarlar Kur’ân’ı ana-dillerinde ezberlemeye. Hâlbuki Kur’ân “ezberlensin” diye değil, “yaşansın” diye gönderilmiş bir kitaptır ve bizim “güzel örnekliğimiz” olan Peygamberimiz de vahyi “dibine kadar yaşamış” birisidir. Onun “güzel örnekliği” (sünnet) budur zâten.

İlginçtir ki, başta tasavvuf olmak üzere bilimsel ve diğer yöntemler hep Hindistan kökenlidir. Seyyid Ahmed Han, Muhammed İnâyetullah (el-Meşrıqî), Gulam Ahmed Perviz gibilerinin ortaya koyduğu şekilde. Bunun nedeni, İngilizlerin ve batı’nın baskıları ve etkisi nedeniyledir. Batı tarafından gözleri kamaşanların ortaya koydukları yöntemlerdir bunlar. O hâlde, Kur’ân’ı sâdece salt ilmin konusu olmaya zorlayan şey, Kur’ân’ın kendi iç bütünlüğünden kaynaklanmıyor, dış mihrakların etkisi ve baskısı yüzünden oluyor. Tabi bir de hâinlerin yüzünden.

Kur’ân’ı izâfileştirenlerin bir türlü lafları-sözleri bitmiyor, karşıdaki dinleyenler de dinledikçe kendi yetersizliğini görerek komplekse kapılıyor. Âdem Güneş: “Olumlu da olsa, sözün çokluğu, “ben algısı”nın bozulmasının en belirgin sebebidir” der. Kur’ân’ı izâfileştirenler, insanları da izâfileştiriyorlar. İnsanların kafaları karışıyor ve neyin doğru olduğunu bilemiyorlar ve hangi yolu izleyeceklerini şaşırıyorlar.  

Birileri, birilerini rahatsız etmemek için âyetlerin bir-çoğunu gizlemektedirler. Bunu ya o âyetlerden hiç bahsetmeyerek yada o âyetleri aşırı yoruma tâbi tutarak ve anlam kaymasına uğratarak yapmaktadırlar.

“Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi göz-ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azap vardır” (Bakara 174).

Ramazan Yılmaz:

“Bir düşünce yada dîne ve bağlılarına yapılacak en büyük kötülük, o düşünce yada dînin ihtiva ettiği muhtevâyı değiştirmektir. Muhtevâyı değiştirmenin en kolay yolu ise, kavramların ifâde ettiği mânâya olduğundan başka anlam vermektir. Böylece insanlar, şeklen bâzı değerlere sâhip olacaklar, ancak içerik ve anlam olarak bu değerler onlara hiç-bir şey ifâde etmeyecektir.

Bir düşünceye yada bir inanış biçimine âit kavramları değiştirmek, o inanç ve düşünceyi etkisiz kılmanın, yaşanır hâlden çıkarmanın, hattâ olduğundan başka bir hâle dönüştürmenin en etkin ve en kısa yoludur. Böylece hiç-bir baskı ve şiddet kullanmadan bir toplum, istenildiği gibi yönlendirilecek, her istenilen şekle sokulacak, hiç-bir hassasiyet taşımayan, ruhsuz bir hâle gelmiş olacaktır. Günümüzde kendilerini İslâm’a nispet eden birey ve toplumların içerisinde bulunduğu durum, ne acıdır ki böyledir. İslâm düşmanı küfür, şirk, fısk ve nifak gibi sapık düşünceler, yüzyıllar boyunca güç yetirip hayattan kaldırmaya muvaffak olamadıkları İslâm nizamını, ona hayâtiyet veren kavramların içini boşaltarak, anlamlarını değiştirerek amaçlarına ulaşmışlardır.

Îman etmek, sözel bir iddia yada söylem değil; düşünce, söz ve eylemsel boyutu ile ortaya konulan bir yaşam ve harekettir. Kur’ân-ı Kerim’de 386 âyette ortaya koyulan “îman edip sâlih amel işleme” bütünlüğünün dayandığı temel gerçek, îmânın ancak eylemle doğrulanacağıdır” der.

Fudayl bin Iyaz; “Allah Kur’ân’ı insanlara okuyup anlasınlar ve onunla amel etsinler diye indirdi. İnsanlar ise Kur’ân’ı okumayı amel edindi” demiş tâ o zamanlar. Hüseyin Alan:

“Modern çağın İslâmcısının en bâriz özelliği, Kur’ân’a ve Sünnet’e dönüş çağrısıdır. Bu dönüş kendi içinde sorunlarını da birlikte taşıyarak yapılan bir dönüştür. Bu bağlamda mahzuru ve hasârı yeterince fark edilememiş iki tip sorun vardır. Bunlardan ilki, modern zihniyetin yapısını fark etmeksizin doğrudan yapılan dönüş, doğrudan gerçekleştirilen Kur’ân okuma faaliyetidir. Modern değerlerin, ölçülerin ve kültürün etkisiyle Kur’ân’a dönenler, sanki Kur’ân nâzil olmamış, hakîkat bildirilmemişçesine modern bir okuma-biçimiyle ellerinde vâr olan yazılı bir metni kendi şartlarına uygun olarak yeniden inzâl ettirmek istiyorlar.

Bu okuma-biçimi, işitip itaat etmeye, hakîkati kabûl etmeye ve şekillenmeye dayalı sahih bir okuma-biçimine yükselmiyor. Onun yerine bizi hakîkati yeniden tanımlamaya yönlendiriyor. Tercüme ve literatür kısırlığının da beslediği bu tarz okuma-biçiminde öznesi kendisi olan okur, okuduğunu sandığı Kur’ân ile aslında bir metin tahlilini yaptığını, okuduğu metni kendisince biçimlendirdiğini fark etmiyor. Bu tarz okuma tekrâr ettikçe kelime ve kavramlarla sınırlandırılan anlam-dünyâsında “fantastik” âyet yorumlarına geçiliyor.

İkincisi, bu zihin, usuli’d-din, usul-i fıkıh, kelâm, hadis ve siyer konusunda yeteri kadar bilgi-sâhibi olmadığı, yaşadığı çağı doğru değerlendiremediği, buna da gerek duymadığı için, zamânı ve târihi aşarak doğrudan Kur’ân’a gitmek zorunda kalıyor. Bu gidiş, İslâm’ı anlamaktan çok târihsellik tuzağına düşmesine sebebiyet veriyor. Modern çağın İslâmcısı, döndüğü şartları ve dönemi fark etmediği için de soyut, âfâki tartışmalar ve hayâli çatışmalarla zaman kaybediyor” der.

Kur’ân, bütünlüğünden koparılarak, yâni hem sûre ve Kur’ân bütünlüğünden, hem de sünnet, İslâm târihi, devlet-medeniyet bütünlüğünden koparılarak okunduğunda izâfileşiyor. Kur’ân’ın izâfileştirilmesi insanları Kur’ân’ın özünden uzaklaştırıyor ve “İslâm’ın yeniden hayâta hâkim olması hedefi ve isteği”ni baltalıyor. Umûdu söndürüyor yâni. Bu nedenle Kur’ân, okundukça ahlâka dönüşmeli, okundukça hayâta geçirilmelidir. Aksi-hâlde sâdece Kur’ân izâfileşmekle kalmayacak, ümmet ve en nihâyetinde de tüm insanlar izâfileşecek ve de Dünyâ’da gerişi dönüşü imkânsız bir kaos oluşacaktır. Bu kaos belki de kıyâmeti celb-edecektir.  

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Aralık 2016




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder