“Bu,
kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır” (Bakara 2).
İslâmî hareketlerin görece etkisinin azaldığı ve
müslümanların ılımlılaşmasıyla birlikte Kur’ân’a yöneliş ve Kur’ân çalışmaları
fazlalaştı fakat bu çalışma-şekli sâdece “ilmî çalışma-şekli” olarak kaldı ve
bir türlü ahlâka-amele-eyleme dönüşmedi. Yâni sâdece masa-başında olan, “meydana
inmeyi” zinhar istemeyen ve Kur’ân’ı-İslâm’ı hayâta hâkim kılmayı aslâ düşünmeyen
ve düşlemeyen kişilerin yaptığı bir çalışma-şeklidir bu. Doğal olarak bu tarz
çalışma-şekli yâni amelden-eylemden kopuk olan çalışma-şekli, Kur’ân’ın
ilmî-teorik yönüne aşırı yönelinmesine neden olmuş ve her grup ve hattâ herkes
Kur’ân’ı farklı anlamaya başlamıştır. Netîcede Kur’ân’ın sonsuz yorumları ortaya
çıkarak Kur’ân izâfileştirilmiştir. Bu izâfilik bâzılarına Kur’ân’ı “şüpheli
bir kitap” olarak göstermektedir.
Bu çalışma-şekline, Kur’ân’ın rûhu değil de,
kelimelerin-kavramların anlamları-mânâları, aşırı bir incelemeye tâbi tutulmakta
ve “kelle-başı yorumlar” ortaya çıkmaktadır. Bu farklı yorumların fazlalaşmasının
nedeni, Kur’ân’a söylemediği şeyleri söyleterek oluyor tabi. Yoksa Kur’ân anlaşılması
zor olan bir kitap değildir.
“Şüphesiz
onlardan bir grup var ki, dillerini Kitapla eğip bükerler, siz Kitap’tan
sanasınız diye, oysa o Kitaptan değildir ve derler ki: ‘O, Allah katındandır’
oysa o, Allah katından değildir. Allah’a karşı onlar, bilerek yalan söylerler” (Âl-i İmran 78).
Kur’ân’ı çeşitli okuma-biçimleri oluşmuştur. Târihselci,
evrenselci, hermönetik, etimolojik, filolojik, bilimsel, modernist vs. Bu
okuma-şekilleri Kur’ân’ı izâfileştiriyor. İzâfileşmesinin nedeni, amele-eyleme
dönük olmayan ve sünnetten kopuk okuma metotları nedeniyledir. Oysa Kur’ân
izâfi anlamları olan bir kitap değildir. Kur’ân’ın kolay anlaşılır bir kitap
olduğu, sünneti de hesâba katarak yapılan okumalarda çok açık olarak gözüküyor.
İzâfi olmayan okuma-biçimi, Kur’ân-sünnet birlikteliği ile olur ancak; sünnete
dönük okumayla.
Târihselci, evrenselci, hermönetik, etimolojik,
filolojik, bilimsel, modernist metotların hepsi zâten birer yorumdurlar. Dolayısı
ile bir yorum olan bu metotlarla Kur’ân yorumlanamaz. Yorum ile yorum yapılamaz
zîrâ. Yorum üzerine yapılacak yorumlar, Kur’ân’ı tahrip ve tahrif eder. Artık Kur’ân
hayâta dâir bir şey söylemeyen bir kitap şeklinde tanınmaya başlanır ve insanlar
da Kur’ân’ı sâdece ilmin ve zihnin bir konusu zannederler. Kur’ân’ın arapçasını
ezberleyenlere ve sürekli arapçasından okuyup duranlara kızanlar, başlarlar
Kur’ân’ı ana-dillerinde ezberlemeye. Hâlbuki Kur’ân “ezberlensin” diye değil, “yaşansın”
diye gönderilmiş bir kitaptır ve bizim “güzel örnekliğimiz” olan Peygamberimiz
de vahyi “dibine kadar yaşamış” birisidir. Onun “güzel örnekliği” (sünnet)
budur zâten.
İlginçtir ki, başta tasavvuf olmak üzere bilimsel ve
diğer yöntemler hep Hindistan kökenlidir. Seyyid Ahmed Han, Muhammed
İnâyetullah (el-Meşrıqî), Gulam Ahmed Perviz gibilerinin ortaya koyduğu
şekilde. Bunun nedeni, İngilizlerin ve batı’nın baskıları ve etkisi nedeniyledir.
Batı tarafından gözleri kamaşanların ortaya koydukları yöntemlerdir bunlar. O
hâlde, Kur’ân’ı sâdece salt ilmin konusu olmaya zorlayan şey, Kur’ân’ın kendi
iç bütünlüğünden kaynaklanmıyor, dış mihrakların etkisi ve baskısı yüzünden
oluyor. Tabi bir de hâinlerin yüzünden.
Kur’ân’ı izâfileştirenlerin bir türlü lafları-sözleri
bitmiyor, karşıdaki dinleyenler de dinledikçe kendi yetersizliğini görerek
komplekse kapılıyor. Âdem Güneş: “Olumlu da olsa, sözün çokluğu, “ben algısı”nın
bozulmasının en belirgin sebebidir” der. Kur’ân’ı izâfileştirenler, insanları
da izâfileştiriyorlar. İnsanların kafaları karışıyor ve neyin doğru olduğunu
bilemiyorlar ve hangi yolu izleyeceklerini şaşırıyorlar.
Birileri, birilerini rahatsız etmemek için âyetlerin
bir-çoğunu gizlemektedirler. Bunu ya o âyetlerden hiç bahsetmeyerek yada o
âyetleri aşırı yoruma tâbi tutarak ve anlam kaymasına uğratarak yapmaktadırlar.
“Allah’ın
indirdiği Kitaptan bir şeyi göz-ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir
şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir.
Allah kıyâmet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir
azap vardır” (Bakara 174).
Ramazan Yılmaz:
“Bir düşünce yada dîne ve bağlılarına yapılacak en büyük kötülük, o
düşünce yada dînin ihtiva ettiği muhtevâyı değiştirmektir. Muhtevâyı
değiştirmenin en kolay yolu ise, kavramların ifâde ettiği mânâya olduğundan
başka anlam vermektir. Böylece insanlar, şeklen bâzı değerlere sâhip olacaklar,
ancak içerik ve anlam olarak bu değerler onlara hiç-bir şey ifâde etmeyecektir.
Bir düşünceye yada bir inanış biçimine âit kavramları değiştirmek, o
inanç ve düşünceyi etkisiz kılmanın, yaşanır hâlden çıkarmanın, hattâ
olduğundan başka bir hâle dönüştürmenin en etkin ve en kısa yoludur. Böylece
hiç-bir baskı ve şiddet kullanmadan bir toplum, istenildiği gibi
yönlendirilecek, her istenilen şekle sokulacak, hiç-bir hassasiyet taşımayan,
ruhsuz bir hâle gelmiş olacaktır. Günümüzde kendilerini İslâm’a nispet eden
birey ve toplumların içerisinde bulunduğu durum, ne acıdır ki böyledir. İslâm
düşmanı küfür, şirk, fısk ve nifak gibi sapık düşünceler, yüzyıllar boyunca güç
yetirip hayattan kaldırmaya muvaffak olamadıkları İslâm nizamını, ona hayâtiyet
veren kavramların içini boşaltarak, anlamlarını değiştirerek amaçlarına
ulaşmışlardır.
Îman etmek, sözel bir iddia yada söylem değil; düşünce, söz ve eylemsel
boyutu ile ortaya konulan bir yaşam ve harekettir. Kur’ân-ı Kerim’de 386 âyette
ortaya koyulan “îman edip sâlih amel işleme” bütünlüğünün dayandığı temel
gerçek, îmânın ancak eylemle doğrulanacağıdır” der.
Fudayl bin Iyaz; “Allah Kur’ân’ı insanlara okuyup
anlasınlar ve onunla amel etsinler diye indirdi. İnsanlar ise Kur’ân’ı okumayı
amel edindi” demiş tâ o zamanlar. Hüseyin Alan:
“Modern çağın İslâmcısının en bâriz özelliği, Kur’ân’a ve Sünnet’e dönüş
çağrısıdır. Bu dönüş kendi içinde sorunlarını da birlikte taşıyarak yapılan bir
dönüştür. Bu bağlamda mahzuru ve hasârı yeterince fark edilememiş iki tip sorun
vardır. Bunlardan ilki, modern zihniyetin yapısını fark etmeksizin doğrudan
yapılan dönüş, doğrudan gerçekleştirilen Kur’ân okuma faaliyetidir. Modern
değerlerin, ölçülerin ve kültürün etkisiyle Kur’ân’a dönenler, sanki Kur’ân
nâzil olmamış, hakîkat bildirilmemişçesine modern bir okuma-biçimiyle ellerinde
vâr olan yazılı bir metni kendi şartlarına uygun olarak yeniden inzâl ettirmek
istiyorlar.
Bu okuma-biçimi, işitip itaat etmeye, hakîkati kabûl etmeye ve
şekillenmeye dayalı sahih bir okuma-biçimine yükselmiyor. Onun yerine bizi hakîkati
yeniden tanımlamaya yönlendiriyor. Tercüme ve literatür kısırlığının da
beslediği bu tarz okuma-biçiminde öznesi kendisi olan okur, okuduğunu sandığı
Kur’ân ile aslında bir metin tahlilini yaptığını, okuduğu metni kendisince
biçimlendirdiğini fark etmiyor. Bu tarz okuma tekrâr ettikçe kelime ve kavramlarla
sınırlandırılan anlam-dünyâsında “fantastik” âyet yorumlarına geçiliyor.
İkincisi, bu zihin, usuli’d-din, usul-i fıkıh, kelâm, hadis ve siyer
konusunda yeteri kadar bilgi-sâhibi olmadığı, yaşadığı çağı doğru
değerlendiremediği, buna da gerek duymadığı için, zamânı ve târihi aşarak
doğrudan Kur’ân’a gitmek zorunda kalıyor. Bu gidiş, İslâm’ı anlamaktan çok târihsellik
tuzağına düşmesine sebebiyet veriyor. Modern çağın İslâmcısı, döndüğü şartları
ve dönemi fark etmediği için de soyut, âfâki tartışmalar ve hayâli çatışmalarla
zaman kaybediyor” der.
Kur’ân, bütünlüğünden koparılarak, yâni hem sûre ve
Kur’ân bütünlüğünden, hem de sünnet, İslâm târihi, devlet-medeniyet
bütünlüğünden koparılarak okunduğunda izâfileşiyor. Kur’ân’ın izâfileştirilmesi
insanları Kur’ân’ın özünden uzaklaştırıyor ve “İslâm’ın yeniden hayâta hâkim olması
hedefi ve isteği”ni baltalıyor. Umûdu söndürüyor yâni. Bu nedenle Kur’ân,
okundukça ahlâka dönüşmeli, okundukça hayâta geçirilmelidir. Aksi-hâlde sâdece
Kur’ân izâfileşmekle kalmayacak, ümmet ve en nihâyetinde de tüm insanlar
izâfileşecek ve de Dünyâ’da gerişi dönüşü imkânsız bir kaos oluşacaktır. Bu
kaos belki de kıyâmeti celb-edecektir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Aralık 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder