2 Aralık 2016 Cuma

Modernizm


“Şimdi de Allah size kitabı, içinde her-şey inceden-inceye açıklanmış olarak göndermişken Allah’tan başkasını mı hakem isteyeceğim?. Kendilerine kitap verdiklerimiz de bilirler ki, o tamâmıyla gerçek olarak Rabbin tarafından indirilmiştir. Sakın şüphelenenlerden olma!” (En-âm 114).

 

Bir yazıda modernizmin ne demek olduğu ve kelimenin kökeni hakkında şunlar söylenir:

 

Modernizm; “Geleneksel olanı günün anlayışına uydurma, geleneksel yapıyı ve anlatımı reddederek yeniyi ortaya çıkarma anlayışıdır”.

 

Modernizm          Modernus

Modernus            Modern-us

Modern               Moda: Hemen, şimdi, yeni

Modernizm          Modern-izm

Modern               Hemen, şimdi, yeni olan

 

Modern: “İçinde yaşanılan çağa ve günlere uygun olan; asrî, çağdaş, çağcı, yeni; batı’ya, Avrupa’ya ve Amerika’ya uygun, batı’lı; köksüz, geleneksiz” anlamındadır. Modernist de; “Bu tarzda yaşamayı seven ve seçen kişi” anlamındadır.

 

“Mod”, “biçim” demektir. Modernizm “biçimcilik” ama “tek-biçimcilik” anlamına gelir. Modernist, “tek-biçimli olma yanlısı” demek olur. Modernizmde farklı biçimler olmaz, zîrâ modernizm “türedi” bir ideolojidir. Köksüzdür, “şimdi” çıkmıştır. Temeli yoktur. Zâten bu nedenle eskiyi-geleneği-“kök”ü hem yok sayar hem de onu uydurduğu kavramlarla kötüler durur. Aslında hayâtiyetini biraz da böyle bir tavırdan alır. Modernizm “aynı modda kalmak ve o modu kutsamak” demektir. “Aynı modayı, aynı şekli-tarzı, moda-mod sürekli tâkip etmek”, “modaya uymak” anlamındadır. Modern olmak, “aynı tarzda olmak” demektir. Aynı modda kalmak. Bu bağlamda aslında yenilikçi de değildir. Mîmârisi dikey olsa da, düşüncede dikey hareket etmez, yatay değişiklikler yapar durur ve ahmaklar da bunu “ilerleme” zannederler. Fakat modernitenin reklâmı iyi yapıldığından, bir-çokları ona üşüşüvermektedir. Modernizm zamânın modasıdır. İnsanlar bu modaya aşırı bir şekilde kapılmış gitmektedir.

 

Modern çağda insanlar hep birbirlerine benzer. Hem görünüşte hem de düşünüşte. Zâten benzer düşününce benzer bir görüntü ortaya çıkar. Modernizmde gerçek bir farklılık ve renklilik yoktur. Hattâ farklı fikirlere bile yer yoktur. Farklı bir fikir öne sürecek olsanız, hemen ya yobaz, ya geri-kafalı yada terörist damgasını yersiniz. Modernizm, aslında “zamânın yobazlığını yapmak”tır. Çünkü modernizm, modernizme aşırı bir şekilde bağlı olunmasını ister ve hattâ bunu tüm Dünyâ’ya dayatır. Özellikle orta-doğuda yapılan savaşlar, bu dayatmanın bir sonucu ve tezâhürüdür.

 

Modern sözcüğü, târihî uzantısı belli olmayan, ama mekânı Avrupa kıtası olarak belirlenen bir yeri kapsamaktadır. Bir Çin uygarlığı veyâ doğu-bilimi için modern sözcüğü kullanılmamaktadır. Sabiha Çimen bu konuda şunları söyler:

 

“Modernizm; geleneksel düşüncelerden ayrıştırılabilir gelişmeleri nitelendirmek için kullanılıp, ‘tarıma dayalı toplumsal yapıdan, sanâyiye dayalı toplumsal yapıya geçiş’ olarak tanımlanmaktadır. Uzmanlaşma, köyden şehre geçiş, okur-yazarlık oranının artması, sanâyileşme, teknolojik gelişmeler modernizm olgusunun ortak özelliklerini oluşturmaktadır. ‘Modern’ kelimesi, Avrupa’lı olmayı ve o değerleri kanıksamayı da çağrıştırır. Modern olmak belirli bir çağdaki baskın değerlere sâhip olmayı ifâde etmekte, bu bağlamda günümüzde modern olmak kelimenin ilk anlamından oldukça farklı olarak ‘ussal’ ve ‘lâik’ olmaktır. Diğer bir deyişle, ‘dinsel dünyâ tasarımının yerini bir dünyâsal kültürün alması’ demektir”.

 

Modernite kelimesini ilk kez Hegel kullanmış olup, “İngiltere’deki yeni zamanları” belirtmektedir. Anthony Giddens: “Modernite, Avrupa’da 17. yüzyıldan bu-yana ortaya çıkan, daha sonrasında etkileri açısından, az yada çok, dünyâ-ölçeğinde yaygınlaşan hayat-biçimlerine, yada örgütlere işâret eder” der.

  

Modernizm kendini “özgürlük ideolojisi” olarak tanıtır. Güyâ insanı özgür kılmak için gelmiştir. Modernizmin bahsettiği özgürlük aslında, “dîne karşı özgürlük”tür. Dînin “tutması”ndan sıyrılıp, “nefsin serbest bırakmasına” uymayı özgürlük zanneder modernizm. Bu bir özgürlük değil, bir esârettir, “nefsin esâreti”dir. Nefis her dâim kötülüğü emreder ve bu kötülüğün şehvetle yayılmasını amaçlar. Bu bağlamda modernizmin özgürlük târifi; “şehvetin kölesi olmak”tır. Hâlbuki bu, “âdi bir kölelik şekli”dir. Bundan dolayı modern anlamdaki “özgürlük” çoğaldıkça insanın esâreti artar. Öyle ki; bir zaman gelir, insan her taraftan kuşatılır. Bir yazıda modernizmin târifi şöyle yapılır:

 

“Modernizm, târihsel köken ve süreç îtibârıyla batı’da dîne, dîni düşünceye, dîni değerlere, dîni topluma, dîne dayalı yasa yapma ve idâri düzenleme biçimine, dîni siyâsete ve dolayısıyla bunların tümünü temsil eden ilâhi egemenliğe alternatif olarak ortaya çıkmış sivil bir düşünüş biçimi, dîne karşı bir özgürlük hareketidir. Bir zihniyet yapısıdır. Burada dîni ve dîni bilgiyi temsîlen rakip olarak kilise ve ruhban sınıfı vardır. Bu ikisi de modern çağ öncesi toplumsal biçim ve siyâsal bir düzenin parçasıdır”.

 

Aslında modernizm, mutlak anlamda “yeni” değildir. Modernizm, siyâsette Roma, düşüncede Yunan’ın bir tekrârıdır. Modernizm zâten bir tekrardır. Yunan düşüncesi pagan/çok-tanrılı; Roma siyâseti de emperyâlisttir. Batı bu iki olguyu modernleştirmiştir ve “modernizm” olarak ideolojileştirmiştir. Fikrini Roma ve Yunan’dan aldığı için, modern zamanlarda siyâset ve düşünce aynen Roma siyâseti ve Yunan düşüncesi gibi olmuştur/oluyor.

 

Modernizm, “ticâretin tarıma olan üstünlüğü”dür. Tarım toplumundan sanâyi-ticâret toplumuna bir (ç)evrilmedir modernizm. Fakat bu durum insanları genel anlamda mutlu-huzurlu etmemektedir. Tarım göz-ardı edilince, ihtiyâcımız olan tarım ürünleri da çeşitli katkılar ve GDO ile ifsâd olmuştur-olmaktadır. Yediğimizin-içtiğimizin zehir olması modernizm yüzündendir.  

 

İnsanlık târihinde hiç olmadığı kadar bir yöneliş modernizme olmuştur. Zîrâ modernizm nefis-merkezlidir ve nefs, kendi merkezinde olana çok ve çabuk meyleder. İnsanlık târihinde hiç-bir şeye bu derece bir ilgi duyulmamış ve yöneliş görülmemiştir. Çünkü modernizm, nefsin ilahlaştırılmasıdır. Tam anlamıyla nefs-merkezli bir sistemdir. Bu nedenle nefsin modernizme ilgi duyması çok kolay olmaktadır. Nefs, köle olmak pahasına modernizme uyabilir. Böyle olunca da insanlar, modern teorisyenlerin ve modernizmin ağababalarının direktiflerine göre düşünmekte ve hareket etmekte bir sakınca görmüyorlar. Atasoy Müftüoğlu:

 

“Bugün, daha çok, Türkiye örneğinde izlenebileceği üzere, İslâm dünyâsı toplumlarında asimile edilen unsurlar, gönüllü olarak sömürgeleştirilen aydınlar, ne pahasına olursa-olsun batı’lıların duymak istedikleri, dinlemek istedikleri, görmek istedikleri doğrultuda konuşuyor, yazıyor ve olaylara onların baktığı çerçeveden bakıyor” der.

 

Modernizm demek, liberâlizm, kapitâlizm ve demokrasi demektir. Modernizm bir “para uygarlığı”dır. Allah katında tek geçerli din İslâm iken; modern-dünyâda tek geçerli din ise kapitâlizmdir, paraizmdir. Modernizmde tek geçerli ölçünün para olması; modernizmin, matematik-merkezli olmasındandır. Modernizm sosyal ve düşünsel yönü matematiksel yönelimler ile blôke eder.

 

Modernizm bir “parçacılık” uygarlığıdır aynı-zamanda. Her-şeyi parçalar ve kendi istediği gibi yorumlayarak ve üzerinde tâdilat yaparak o şeyi kendi istediği şekle sokar. Bir şeyi aşırı incelemeye ve yorumlamaya tâbi tutarak onun niteliğini önce yorumda, sonra da şekilde değiştirir. Fakat aşırı inceleme, incelenen şeyde mutlakâ bir hatâ açığa çıkarır. Zîrâ “aşırı inceleme”, o şeyi “parçalayarak bütününden koparmak” demektir. Parçalanan şey eksiktir. Çünkü “parça” eksiktir. İşte modernizm ve psikoloji, eşyâdan başka, insanı da çeşitli şekillerde aşırı bir incelemeye tâbi tuttu, yâni parçaladı. Artık modernizm için “insan” demek, “hatâ ve eksiklik” demek oldu. İnsan özgün şeklinden ve mânevi yapısından çıktı. Artık özüne göre değil, modernizme göre düşünmeye ve hareket etmeye başladı. Yine modernizm, devletleri bölüp parçalar ki daha iyi yönetebilsin; işte insanı da bireyselleştirerek parçalar ki insanı da daha kolay yönetebilsin.

 

Atasoy Müftüoğlu: “Modern uygarlığın başlıca sorunu çoğunlukla, "’yığınların nasıl doğacakları, nasıl beslenecekleri ve nasıl öldürülebilecekleri’ sorunudur. Modern uygarlığın yegâne amacı, Dünyâ nüfûsunu, tabiatı ve kaynakları kontrôl altına almaktan ibârettir” der.

 

Modern insan, işi ile birlikte anılan bir insan hâline geldi. Çalışmak bir araçtır. Modern zamanlarda insanlar onu amaç edindi. Modern insan, “daha çok yemek için daha çok çalışan insan”dır.

 

Modernitenin sözde başarısının arkasında her zaman olduğu gibi ilâhî olanla, dinle kavgası vardır. Çünkü ilahi olana ve dîne karşıtlık ve kavgası onun varlık sebebidir. Modem insan modem hayâtın getirdiği doğal olmayan ve oranlı olmayan dayatma ve zorlamalar sebebiyle her an teyakkuz hâlindedir. Dolayısıyla stres hayâtın ayrılmaz  parçası olmuştur. Yine bu sebepledir ki modem insanın yüzü gülmez, suratsızlığı hemen hiç eksik olmayan bir kişilik özelliğine dönüşmüştür; iş yerinde, caddede, otobüste, metroda hep somurtur.

 

Modern insan depresif bir insandır. Depresyon, modern hıza ayak uyduramamaktan kaynaklanır ilk-başta. Sonra da onun hızlı değişimini tâkip etmeye çalışan fakat bir türlü o hızlı değişime ayak uyduramayan ve kafayı yiyen insanlar türer. İslâm medeniyetinde yaşamanın huzûrundan ilmel-yakîn de olsa haberi olamayanlar; modern yaşamın hazlarıyla büyülenmiş durumdadırlar ve bu nedenle de modern dünyâyı “cennet” zannetmektedirler. Modern insan; “haz alıyorum, o hâlde yaptığım doğrudur ve bu nedenle de haklıyım” diyen insandır.

 

İnsanlar modern-dünyâda teoriye göre ölçüp biçiyorlar. Hâlbuki bir şey teoride ayrı, pratikte ayrı sonuç verir. De Facto her zaman farklıdır. Modern insanlar bunu göz-ardı ediyor ve teori ile pratiği aynı zannediyorlar. Fakat zihninde oluşan şeyin pratikte karşılığını bulamayınca bir-anda mutsuz ve umutsuzlaşıveriyorlar. Oysa hiç-bir zaman soyut ile somut birbirine tam uymaz ve benzemez. 

 

Modern insan, her-şeyi bildiğini ve bilebileceğini zanneden bir câhildir. Cehâlet zâten budur. Modern düşünce, tanımını yapamadığı şeyi yok kabûl ediyor. Modern bilim, tanımlayamadığını “yok” kabûl eder. Fakat o yok saydıkları, bilimin vicdânıdır aslında, yok saydığı şey vicdandır ve vicdansız bilim zulümden başka bir şey üretmez. Modern teknoloji, “yıkım teknolojisi”dir. Teknoloji ilerledikçe yıkım-gücü artan makineler ve silahlar çıkıyor ortaya.

 

Modern bilim, modernizmin sihridir. İnsanları bu sihir ile kendine bağlar. Modern insanın gözünde bilim-adamları “her-şeyi bilen birer tanrı”dırlar. Zâten en çok kullanılan cümle de; “uzmanlara sorduk” sözüdür. Eğer bir Doç. yada Prof.sanız her zaman haklısınızdır. Hattâ hem Prof hem de medyatik bir akademisyen iseniz, ortaya attığınız tüm düşünceler bir-çoklarınca sanki bir dînî buyrukmuş gibi kabûl edilip hemen uygulamaya sokulacaktır.

 

Modern-bilim dîne hiç atıf yapmaz ve hattâ dinden nefret eder. Modern-bilimin kaynak sorunu yoktur. Dine karşı oluşturduğu düşünce “modern bilim” olur. Zâten modern-bilim dîne savaş açtığı ve onu karaladığı ölçüde hayâtiyetini devâm ettirebilir ve yıkılmaktan korunabilir. Zâten genel anlamda modernizmin kaynak sorunu yoktur. Dîne karşı konum almasıyla modernite meydana gelir. Bu konuda Celaleddin Vatandaş şunları söyler:

 

“Modernite varlığını Kilise kurumuna borçludur. Şunu çok rahatlıkla ifâde etmek mümkündür; eğer Kilise olmasaydı modem zihniyet ve hayat tarzı da olmayacaktı. Kilisenin akıl ve mantıkla çelişen inançları ve bin yılı aşkın süren baskıcı, bağnaz, haksız uygulamaları modernitenin varlık sebebi ve meşruiyet referansı olmuştur. Modernite, Kilise’nin karşısında konumlanarak inşâ oldu. Varlığını borçlu olduğu Kilise karşıtlığı üzerinden de tüm din ve aşkın/soyut tanrı tasavvur ve inançlarına îtirâz etti. Din ve Tanrı karşıtlığına dayanan inanç ve eylemlerini ise yaklaşık 500 yıllık bir zaman diliminde parça-parça inşâ etti. Hümanizm, lâisizm, liberâlizm, kapitâlizm, pozitivizm, bireycilik, rasyonalizm vs. modem düşüncenin, inancın ve hayat tarzının parçalardan bâzılarını teşkil etti. Hepsinin her bakımdan sistematik bir bütüne dönüşmesi ise Aydınlanma ile gerçekleşti. Aydınlanma ile parçalar birleştirilip inanç ve hayat tarzıyla sistematik bir bütün oluşturulurken, ekseni hep aşkın/dînî olana îtirâz oluşturdu. Zîrâ geleneksel anlamıyla dinler ve aşkın tanrı tasavvurları vâr oldukça ne hümanizmin, rasyonâlizmin, lâisizmin, pozitivizmin, ne de liberâlizmin, bireyciliğin, kapitalizmin bir anlamı, önemi ve işlevi olmayacaktı”.

 

Modern dünyâ, kâlbi bırakıp zekâya ve akıllarına kilitlenmiş insanların dünyâsıdır. Her-şeyi zekâlarına ve nefislerinin kontrôlündeki akıllarına göre yapıyorlar. Bakın kâlpten-gönülden bağımsız inşâ edilen modern kentlere; ruhsuz taş yığınlarından başka bir şey değildirler. Modern kentler “yaşanılan yerler” değil; insanların “orada bulunmak” zorunda olduğu yerlerdir. Modern kentler, “şehir” değildir, “memleket” değildir.

 

Moderniteyi ayakta tutan şey emperyâlizmdir. Modernite emperyâlizmin her çeşidini kullanarak hayâtiyetini sürdürür. Tabi bu-arada birilerinin de hayatlarını karartır. Atasoy Müftüoğlu bu konuda şöyle der:

 

“Batı’lı olmayan toplumlar, özellikle de İslâm dünyâsı toplumları, modernite ile emperyâlizm arasındaki ilişkiyi gereği gibi görebilmiş, anlayabilmiş ve eleştirel bir değerlendirmeye tâbi tutabilmiş değildir. Batı’lı bilgi ve iktidar yapıları, önce ‘modern’ kavramına dokunulmazlık, benzersizlik ve üstünlük kazandırmak sûretiyle, bu kavramı çok etkili bir ideolojik silah olarak kullanmak sûretiyle, bu kavram aracılığıyla her tür emperyâlizme, sömürgeciliğe ve batı’lı evrensellik yaklaşımına meşrûiyet kazandırdılar. Sözünü ettiğimiz meşrûiyetin tartışılmaz kılınan otoritesi ile birlikte, keyfî emperyâlizmlerin ürettiği hâkim dil ideolojik bir iktidar oluşturdu. Bu iktidar gereği gibi sorgulanamadığı için, reddedilemediği için, İslâm dünyâsı toplumları bugün kendilerine âit kavram ve kurumları inşâ edemiyor. Sömürgeci retorik hiç-bir alanda hiç-bir çeşitliliğe hayat-hakkı tanımıyor”.

 

Modern insan “her-şeyin kölesi olmuş” olan insandır. Hayrân olmadığı bir şey yoktur. Hayrân olduğu şeye sâhip olmak için her-şeyi yapar hâle gelmiştir. Bu nedenle modern zamanlardaki kölelik, eski köleliklerden bin beterdir. Çünkü eski kölelik sâdece bir kişiye yada şeye yapılırken, şimdiki kölelik herkese ve her-şeye yapılan bir köleliktir. Modernizm, nihâyetinde tüm Dünyâ’yı köleleştirmek isteyen şeytan-işi bir pisliktir.

 

Bu modernite bambaşka bir fitnedir. Çünkü daha yüzyıl öncesinde yaşayanlarla bile anlaşamıyor, onları geri görüyor. Çünkü her-şeyi gereksiz yere öyle bir değiştirmiş ki, dedelerinin dillerini, yaşam-tarzlarını ve kültürlerini bile anlayamıyor. Oysa klâsik hayatta öyle değildi. Meselâ Hz. İbrâhim ile Mekke’deki haniflerin düşünce ve yaşam-şekilleri arasında, yaklaşık 2500 yıl geçmiş olmasına rağmen çok da bir fark yoktu. Moderniteden önce tüm dünyâ toplumları, kendilerine-has özellikler dışında farklı değillerdi. Üstelik mesâfelerin o kadar uzun olmasına ve ulaşımın zor olmasına rağmen.

 

Modernizm, “doğruların çoğalması ve sonsuzlaşması ideolojisi”dir. Oysa “doğru” tektir. Bu bağlamda modern zamanlarda müslümanlar da modernleşti ve modernizme göre düşünmeye ve hareket etmeye başladılar. Buna Kur’ân-merkezli çalışmalar yapanlar da dâhildir. Öyle bir hâle geldi ki, Kur’ân’ın modern yorumları dışındaki yorumları göz-ardı edilir ve kötülenir oldu, modernizme göre düşünmeyenler mevcut kötü durumun suçluları olarak görülmeye ve gösterilmeye başlandı. Modernizme olan hayranlık müslümanların da gözünü kör etmeye başladı ve Kur’ân’ı tam da modernizmin istediği anlama sokmaya çalışıyorlar ve başarıyorlar da. Oysa “Kur’ân okumak” demek, -modernizm beşer-merkezli olduğu için- “modern kânunlara karşı gelmek”, “modern kânunları çiğnemek” demektir. Celaleddin Vatandaş:

 

“İster Türkiye’nin iki yüz yıllık târihinde belirleyici olan batı’lılaşma politikaları bağlamında ele alınsın, isterse küreselleşme bağlamında ele alınsın, en temelde bireyler için karşıt-kutuplu bir seçenek söz-konusudur. Seçenekler gelenek-modern ekseninde şekillenmekte ve modernlik ‘doğru seçenek’ olarak anlam kazanmaktadır. Çünkü geleneksellik ve modernlik birbirinden tamâmen farklı ve çoğu zaman karşıt inançları, tutumları, tavırları, anlayışları, değerleri, yaşama tarzlarını ifâde etmekte ve günümüz dünyâsında ve daha da önemlisi günümüz Türkiye’sinde modernlik ‘olması gereken’ olarak sunulmakta ve gösterilmektedir” der.

 

Modern uygarlığın geçtiği yoldan müslümanların da geçmesi gerektiği, yâni müslüman muhayyilenin modern paradigmayı taklit etmesi (oksidentâlizm) gerektiği söylemleri var. Eğer müslümanlar böyle yaparlarsa, bir zaman sonra; batı’nın birilerini sömürdüğü gibi müslümanlar da birilerini sömürmeye başlarlar. Bu sömürme “öldürerek sömürme” şeklinde de olacaktır. Bu durumun İslâm’ın özüyle uyuşması söz-konusu bile olamaz. Artık müslümanların bâzılarının düşüncesi bu şekle gelmeye başlamıştır. Hâlbuki modernizmin ve onun mümessili olan batı’nın kalkındığı şartlarda kalkınmak zulüm ve dolayısıyla da şerefsizliktir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2016

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder