29 Aralık 2022 Perşembe

Neden ve Nasıl Çatışması

 

“Biz, bir ‘oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. Eğer bir ‘oyun ve oyalanma’ edinmek isteseydik, bunu, kendi katımızdan edînirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık” (Enbiyâ 16-17).

 

“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azâbından koru” (Âl-i İmran 191).

 

İnsanlık târihi, “neden” ve “nasıl” çatışmasının târihidir. Neden-merkezli yaşayanlarla nasıl-merkezli yaşayanların çatışmasıdır. Bu savaşta ve çatışmada haklı olanlar elbette neden-merkezli yaşayanlardır. Çünkü onlar “neden”i merkeze alırken “nasıl”ı inkâr ve iptâl etmezler ama “nasıl”ı merkeze alanlar “neden”i iptâl ve inkâr ederler.

 

Kartezyen felsefe, “neden ve niçin” âlemin dışında tutar ve sâdece “nasıl”la ilgilenir. Nasıl ile niçin ayrıldığında bu sonuç kaçınılmazdır.

 

Neden-merkezli yaşayanlar, aşkın bir hakîkate yâni Allah’a göre yaşayanlardır. Allah, yukarıdaki âyetlerde de görüldüğü gibi, âlemin bir amaca bağlı olarak yaratıldığını söyledikten sonra, yaratılanların yaratılışı hakkında yâni nasıllığı hakkında da düşünmelerini ve gözlem yapmalarını emreder. Fakat nasıl-merkezli yaşayanlar, yaratılmış olanların sâdece yapılarıyla yâni nasıllığı ile ilgilenirler ve onların varlığının nedenine-niçinine hiç bakmazlar ve bunu es geçerler. Bu bakış elbette eksik bir bakış olduğu için, nasıl-merkezli yaşayanların çıkarımları, teorileri ve yargıları her zaman yanlış olur yada sağlam ve uzun-ömürlü olmaz da kısa süre sonra yeni bir geçici teori ve iddiâ ile yıkılır gider. Zîrâ nedene bakılmadığında yâni Yaratıcı hesâba katılmadığında, varlığın tamâmını görmek mümkün olmaz da hep eksik görüş olur, bu eksiklik de yanlış çıkarımlara neden olur.

 

Allah, tüm varlığın yaratılışının bir nedeni ve amacı olduğunu söyledikten sonra, nasıl yaratıldıklarına ve ne şekilde olduklarına bakılmasını ve üzerinde düşünülmesini ve araştırma yapılmasını da emreder:

 

“Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı?. Göğe, nasıl yükseltildi?. Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu?. Yere; nasıl yayılıp-döşendi?” (Ğâşiye 17-20).

 

“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah)ın yaratmasında hiç-bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 3-4).

 

  Neden-merkezli nasıllıkta her-şey nedeni hatırlatır. Nasıl-merkezlilikte de aslında her-şey Yaratıcısını hatırlatır ama nasıl-merkezlilikte varlığın nasıllığını araştırmanın bir türlü sonu gelmediğinden ve yapılan açıklamalar bir türlü bitmediğinden dolayı, nasıl-merkezli yaşayanlar nedeni hiç düşünmezler ve düşünülmesini istemezler. Şu da var ki, bir şey aşırı araştırıldığında ve incelendiğinde parçalanmayı gerektireceği ve parçalamanın da o şeyin yapısını ve büyüsünü bozacağından dolayı, artık nasıllığı araştırılan şeyin içinde taşıdığı potansiyel “neden” de parçalanmış olur ve Yaratıcı’yı gösteremez hâle gelir. Bir şeyin orijinâlliği bozulduğunda o şey yarar değil zarar vermeye başlar.

 

İslâm’da bir şeyin nedeni gösterildikten sonra nasılı da gösterilir ve yada nasıllığı belli bir sınıra kadar yâni parçalanıp yapısının bozulmayacağı kadar araştırılıp incelenmesi emredilir. Sosyâl, kültürel, ekonomik, siyâsi, hukûkî, kânûnî, askerî vs. konularda ise nasıllık zâten peygamber örnekliği ile apaçık ve örnek alınacak şekilde gösterilmiştir ve bu örnekliğe “güzel örneklik” (Ahzâb 21) denilerek bu örnekliğin tâkip edilmesi emredilir.

 

Kur’ân “ne yapılacağı”nı söylerken, Peygamber (Sünnet), “nasıl yapılacağını” gösterir. Kur’ân’da peygamberlerin mücâhede ve mücâdeleleri ayrıntıları ile anlatılıp dururken; “ne yapmalı?”, “nasıl yapmalı” sorularını sormak abestir. Kur’ân kıssaları, “İslâmî Hareket Metodu”dur. Kur’ân’ın “güzel örneklik” (Ahzâb 21) dediği “sünnet pratiği” göz-ardı edildiği için, sürekli olarak; “Ne Yapmalı, Nasıl Yapmalı” başlıklı kitaplar yazılıp duruluyor fakat “ne yapılması” ve “nasıl yapılması” gerektiğine bir türlü karar verilemiyor.

 

İki sorudan “nasıl” sorusuna modern-bilimi de kullanarak (çoğu tutarsız olsa da) bâzı cevaplar verilebilir fakat, “niçin” sorusuna, Allah’ı hesâba katmadan hiç-bir cevap verilemez. Modern-bilimin neden ile ilgilenmemesinin bir nedeni de budur. Nedene cevap verebilmek için mutlakâ Allah’ın hesâba katılması gerekeceğinden ama bu yapıldığında modern-bilimin terâneleri açığa çıkacağından dolayı modern-bilim işe Allah’ı zinhar karıştırmaz da O’nu kâlplere, vicdanlara ve dört duvar arasına hapsetmek ister. 

 

Aslında tüm mesele sonuca ulaşmaktır. Eğer bir insan “neden”den yola çıkarak sonuca ulaşıyorsa ve Allah’ın râzı olacağı düşünce, amel ve eylemde bulunuyorsa, o kişinin nasıl ile ilgilenmesi gerekmez ki, nasıllığı araştırmanın belli bir kesime has olduğu zamanlarda bu hep böyle olmuştur ve insanların geneli “neden”den yola çıkarak ve “nasıl” ile çok da ilgilenmeyerek Allah’ın râzı olacağı düşünce, amel ve eyleme ulaşabilmiştir. Zâten nasıllık özellikle modernizm ile aşırı gündem edilmekte ve dayatılmaktadır. Eğer ideâl bir sonuca ulaşıldıysa, o sonuca nasıl ulaşıldığını araştırıp durmanın ne önemi var?. O sonucu korumak daha önemlidir.

 

Modernizm denen Allah’sızlık, “neden”den “nasıl”a bir geçiştir. Bu nedenle de insanlar artık nedeni düşünmüyorlar ve hep nasıllık üzerinde duruyorlar ve “niçin yaşıyorum” sorusunu değil, “nasıl yaşıyorum” sorusunu soruyorlar. Oysa îmanlı bir “niçin” sorusuyla, ahlâklı bir “nasıl” sorusuna ve cevâbına ihtiyâcımız vardır.

 

Târih boyunca “nasıl” ile ilgilenenler çok az sayıda olmuştur-olmaktadır, fakat “neden” sorusu hep ilgi konusu olmuştur. Hattâ “nasıl” ile hiç ilgilenilmediği zamanlarda bile “neden” sorusu ve cevap arayışı hep olmuştur. Nedeni merkeze alarak nasıl sorusunu sormanın ve ona cevap aramanın bir zarârı olmadığı gibi, bu insana yaraşır bir şeydir elbette. Sorun, nasıl sorusunu sormak ve ona cevap aramakta değil, nedeni iptâl ve inkâr ederek nasıla yönelmek ve nasılı dinleştirmektir. Çünkü nedensiz nasıl ile uğraşmak Allah’ı hesâba katmamak demektir ve Allah’ı hesâba katmadan yapılan işler çok da uzun olmayan bir vâdede -aynen günümüzde olduğu gibi- mutlakâ fitne üretir, ifsâd eder ve zulüm ortaya çıkarır ki modernizm ile “nasıl”ın ilahlaştırılması, gelinen noktada insanları perişân etmektedir.

 

Modernizm bir Yunan ve Roma paganizmidir. Helen kökenlidir. Helenizm’de “neden” bir kenara atılırken “nasıl”lık dinleştirilir ve merkeze alınır. Nedenden ziyâde nasıllığı önceler. Zîrâ merkeze Allah’ı, âhireti, vahyi, peygamberleri, dîni yâni gaybı aşkın hakîkatleri değil, Dünyâ’yı; maddeyi, eşyâyı, insanı ve aklı merkeze alır. Algıladığımız dünyânın açıklanması birinci derecede öncelik taşır. Helenik sistemde “varlığın neden vâr olduğu” sorusu akla gelmez yada getirilmez. Böyle olduğu için de “neden”i iptâl ve inkâr edenler ve de “nasıl”ı dinleştirenler, kısa süre sonra Deizm ve Ateizmi dinleştirirler ve aşkınlığı inkâr etmeye yada etkisiz kılma yoluna girerler. Zîrâ Deizm ve Ateizm, “neden” üzerinde değil, “nasıl” üzerinde durur, başka bir ifâdeyle, sâdece algıladığımız dünyâyı açıklamakla uğraşır ve böylece “neden”i görmezden gelir. Çünkü “neden “kişiye dînî sorumluluk yükler. 

 

“Neden”in hesâba katılmadığı ve “nasıl”ın aşırı öne çıkarılıp dinleştirildiği zaman ve mekânlarda varlığın ve insanın nasıllığı, mecbûren masa-başında üretilmek zorunda olan Big-Bang ve Evrim Teorisi denen zırvalıkların ortaya çıkmasına “bir ‘neden’in olmadığı” gösterilmeyen çalışılır. Oysa kâinattaki her-şey, gören gözlere Allah’ı hatırlatır durur.

 

Şu da var ki, insanın çift kutuplu yapısından yâni maddî ve mânevî-rûhî yapısından dolayı, âlemin sâdece işleyen sistemini açıklamaya çalışmak yâni “nasıl”a yoğunlaşmak insanı iknâ etmez ve insan her zaman “nedeni-niçini” merak eder. Zîrâ rûhu da iknâ olmadıkça insan gerçek anlamda tatmine ulaşamaz.

 

Bir yazıda neden ve nasıl hakkında şunlar söylenir:

 

“Geleneksel bir düşünür için, “neyi nasıl bilebilirim?”, “bildiklerimden nasıl emin olabilirim?” yada “bilginin kaynağı akıl mıdır, duyular mıdır?” türünden sorular tâli önemde sayılırdı. Daha önemli ve temel sorular; “varlığımın kökeni nereye uzanmaktadır?”, “nereden gelip nereye gidiyorum?” (mebde’ ve mead soruları) veyâ “benim varlığımla benden üstte ve altta yer alan varlıklar arasında nasıl bir iç-bağlantı kurulabilir?” şeklindeki sorulardı. Geleneksel bir düşünce sisteminde bilgi, modem düşüncenin tersine ahlâkî, toplumsal ve dînî dünyâlar içinde bir yere sâhipti”.

 

Ramazan Yazçiçek de şöyle der:

 

“Niçin’leri öteleyip nasıl’larla avunmak, kendi medeniyetinden uzaklaşmanın kolaycılığı yanında aslında insanın kendine ihânetidir. ‘Kendine ihânet’ diyorum, çünkü düşünmeyen, niçin bilmesi/anlaması gerektiğini bilmeyen birinin, bilmesi de anlaması da mâlûmat yığınından öte değildir”.

 

Nasıl-merkezli bilmeyle ve açıklamayla iknâ olamayan insanın, nedeni ve niçini araştırmaya başladığında, dış-âlemden ziyâde iç-âlemi merkeze alması ve bu bağlamda şeytanı, nefsi ve hazzı kısması yada engellemesi gerektiğinden dolayı bunu kabûl edememekte ve bu yüzden de Deizm ve Ateizm’den medet umarak Allah’ı inkâr ve iptâl etme yoluna girerek “nasıl”ı açıklayan modern-bilimi yeni din; bilim-adamlarını yeni peygamberler ve bilimselliği de yeni ilah îlân ederek tapmakta-tapınmaktadır.

 

Nasıllık mecbûren tümevarım yolunu uygular ama bunu tümdengelimi dışlayarak yapar. Böyle olunca da sürekli bir yanlış içine girer ve “yanlışlanabilir” olmayı ilkeleştirir. Varlığın ve eşyânın tek yaratıcısı olan Allah inkâr edildiğinde yâni “neden” sorusu sorulmadığında, madde ve eşyâ yeni ilahlar olur ve eşyâya tapılarak madde-perest olunur ki nedeni iptâl ve inkâr eden modernizm, insanı eşyânın kulu hâline getirmiştir. Modernizmde maddenin bu kadar öne çıkarılmasının nedeni budur. Eskiden göğe bakınca Allah’ı görenler, şimdilerde göğe bakınca yıldızları, gezegenleri yâni yine maddeyi görürler. Üstelik maddeyi ayrıntılı ve detaylı görebilmekle övünürler. Oysa bu bakış-açısı insanı boşluğa düşürüp yavaş-yavaş tüketmektedir. Zîrâ ne kadar geri bırakılmış olsa da insanın rûhu vâr olmaya devâm etmekte fakat tatmin edilmediği için insan bir türlü gerçek anlamda tatmine ulaşamamaktadır.

 

Tabi biz burada nasıllığı kötülemiyoruz ve iptâl ve inkâr etmek istemiyoruz. Nasıllığın nedenlikten ve niçinlikten bağımsız olarak kullanılmasını eleştiriyoruz. Yâni Allahsız bir akıl yürütme ve değerlendirme yapılmasına karşı çıkıyoruz. Çünkü âlemi yaratan Allah hesâba katılmadığında, eksik ve yanlış bilgi açığa çıkacaktır ve bu bilgi merhâmetten, vicdandan, adâletten, haktan ve hakîkatten kopuk olacağı için kısa-vâdede insana zarar vermeye başlayacaktır ki modernizmin târihi işte bunun târihidir. Allah hesâba katılmadığında yâni “neden” sorusu sorulup da “nasıl”la birleştirilmediğinde, iyilik açığa çıkamayacaktır. Zîrâ merkezde Allah, âhiret, vahiy, din, Kur’ân, Peygamber yâni İslâm değil, şeytan, nefs, haz ve tâğutlar olacaktır. Bu da belki mutlu bir azınlık oluşturacak ama insanların çoğu maddî yada mânevî anlamda tükenmeye başlayacaktır. An-îtibârıyla olan şey budur.

 

Merkezde “neden ve niçin” olan bir “nasıllık” ile ancak netliğe, doğruya ve hakîkate ulaşılabilir ve insanlara fayda sağlanabilir. Nedensiz nasıllık ise insana hep sıkıntı olarak dönecektir-dönmektedir.

 

“Neden” Allah’tır. Neden yâni Allah olmadığında sığınılacak sağlam bir dayanak kalmaz ve hem kâlpler hem de tüm her-şey tatmine ulaşamadığı gibi perişanlıktan kurtulamaz.

 

“Sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” (Mü’minûn 115).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ağustos 2022

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder