13 Aralık 2022 Salı

Modern-Bilime Îman Etmek

 

“Göklerin ve yerin gizemleri Allah’a âittir. (Göklerin ve yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini bilmek Allah’a mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veyâ daha kısadır. Allah her-şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).

 

Îman edilen şey olarak eleştirdiğimiz “bilim” değil modern-bilimdir. Tabi bilime de îman edilemez, çünkü îman edilecek şeyler gaybî olanlar yâni; Allah, âhiret, melekler, kitaplar-vahiy ve peygamberlerdir. Dünyevî olan şeylere îman edilmez. Çünkü görülen ve bilinip duran şeyler îmânın konusu değildirler. Modern-bilim de aslında îmânın konusu değildir, olmamalıdır. Lâkin günümüzde modern-bilime sanki aşkın bir hakîkatmiş gibi, yanılmaz, şaşırmaz, eleştirilemez bir ilâhî kaynakmış gibi, hakkın-hakîkatin ve doğrunun tek ve ulaşılmaz kaynağıymış gibi ve sanki Allah da “modern-bilime uyun” demiş gibi îman edilmektedir. Modern-bilime îman etmek demek, “ona sonsuz bir güven duymak, ne diyorsa dikkat kesilmek ve söylediklerini hiç eleştirmeden, îtirâz etmeden, araştırmadan, soruşturmadan, sorgusuz-suâlsiz kabûl ederek bir huşû içinde onu hayâtın merkezine almak ve modern-bilim merkezli bir hayat yaşamak” demektir.

 

Modern-bilim artık bir îman umdesi hâline getirilmiştir. Öyle ki modern-bilimin verileri sanki kutsal bir kitabın âyetleriymiş gibi görülmekte, izlenmekte, okunmakta ve kabûllenilmektedir. “Modern-bilimin ortaya koydukları” olarak gösterilen görüntülere büyük bir huşû ile saygı duyulmakta, izlenmekte ve görüntüler ve bilgiler sanki büyük bir iş yapılıyormuş ve sevap işleniyormuş gibi paylaşılmaktadır. Okuduklarını, duyduklarını, izlediklerini ve gördüklerini hiç araştırmadan, sorgulamadan ve “acaba” demeden, eleştirmeden îtirazsız kabûl edip baş-tâcı edilmekte ve ona sonsuz bir güven duyularak îman edilmektedir. Modern insan Allah’a bile, îman ettiğini söylese de güven duymamaktayken, modern-bilime sonsuz bir îman ve güven duymaktadır.

 

Modern-bilimin teorilerini kabûl etmemek saçmalık olarak görülüyor. Bunun en komik yanı ise, bu teorilerden haberi olmayan ve bilimden hiç anlamayan insanların da bilimi “yanılmaz-şaşmaz bir kuyumcu terâzisi” zannetmeleridir.

 

İnsanların çok büyük çoğunluğu modern-bilimin verilerini bilim dergilerinden, kitaplardan ve bizzat modern bilim-adamlarından dinleyerek öğrenmiş değillerdir. Gerçi insanların çoğunun modern-bilimi öğrendiğini ve bildiğini de sanmıyorum. Onlar sâdece gördükleriyle ve sükseli sözlerle büyülenmiş durumdadırlar. İnsanlar modern-bilimin verilerini, sözlerini ve görüntülerini televizyondan, internetten ve bâzı dergilerden görmektedirler. Yâni aslında modern-bilim hakkında ayrıntılı bilgiye ve mâlûmâta sâhip değillerdir. Modern-bilimi çok az sayıdaki insanlar bilir. Peki buna rağmen yâni aslında insanların büyük çoğunluğu modern-bilimi kaynak kitaplardan falan değil de manşet sözler ve sükseli-havalı ve renkli görüntülerden öğrenen ve bilenler, yâni aslında modern-bilimden bi-haber olanlar, niçin modern-bilime bu kadar güveniyorlar?.   

 

Hâlbuki çeşitli yayın organlarından verilen bilgiler masa-başında üretilmiş farâzi bilgilerdir. İnsanların modern-bilimin görüntü, söz ve yazılarla bahsettiği bilgilere ulaşması mümkün değildir. Zâten modern-bilimin dünyâ-dışı uzay ile ilgili verilerinin %95’i, dünyâ-içi ile ilgili verilerin ise % 60’ı yanlıştır. Yâni asıl sorun insanların %99’unun konu ile ilgili bilgileri olmamasına rağmen ve bu tür bilgileri yüzeysel şekilde sâdece internetten ve televizyondan duymalarına rağmen modern-bilime îman etmiş olmaları ve sonsuz bir güven duymalarıdır. Nasıl oluyor da bu verileri sorgusuz-suâlsiz, kesin ve net bir îmanla bu kadar kolay kabûl edebiliyorlar ve bu verilerden, bilgilerden ve gösterilen görüntülerden hiç şüphe etmiyorlar?. Sanki modern-bilimin verilerini ve gösterilen görüntüleri, yoğun araştırmalar sonucu kendileri üretmiş ve ortaya koymuş gibi bu kadar emin olabiliyorlar. Modern-bilime duyulan bu îman-güven neden ve nereden geliyor?.

 

Kur’ân-merkezli olduğunu söyleyen müslümanlar da buna dâhil oluyor. Modernizmin her-şeyine; sosyâl, kültürel, ekonomik, askerî siyâsî, hukûkî, kânûnî verilerine îtirâz ederlerken ve ağır eleştiriler yaparlarken, sıra modern-bilime gelince neden hiç-bir şüphe duyulmuyor ve modern-bilime karşı bir eleştiri ve itiraz olmuyor?. İnsanlar niçin modern-bilimin verilerine ve de teknolojiye hiç-bir şeye olmadığı kadar güveniyorlar?. Oysa modern-bilim Allahsız-pozitivist bilimdir. Yâni işe Allah’ı, gaybı, İslâm’ı, dîni, vahyi ve peygamberleri karıştırmadığı gibi, bunları dışlayıp inkâr da eder. Meselâ Bilim ve Teknik Dergisi şimdiye kadar yayınlanan hiç-bir sayısında tek bir kez bile “Allah” kelimesini kullanmamıştır. Çünkü zâten modern-bilim, Allah ve vahiy bilgisi yerine beşerî-pozitif bilimi getirmiş ve modern-bilimi küresel anlamda yeni bir din olarak dayatmaktadır. Bu bağlamda modern bilim-adamları aşırı şişirilmekte, büyütülmekte, sanki birer kutsal varlıklar gibi sunulmaktadır. İsimlerinin başında Dr., Doç., yada Prof. olmasın; insanlar hemen onların sözlerine dikkat kesilmekte ve ayılıp-bayılmaktadır. Oysa bilim-adamlarının çoğu sistemin taşeronluğunu yapan ve yaptıklarının bir-çoğu nedeniyle insanlara zarar veren şeylerin ortaya çıkmasını sağlayan, çoğu Allahsız-dinsiz kişilerdir.

 

Yahudi/Siyon Protokolleri’nde denildiği gibi; insanlar peşlerinden gittikleri teorilerin kaynaklarını incelemezler veyâ sonuçlarını tam düşünmezler. İnsanlar kendilerine hitâp eden teorilerin özünü anladıklarını kabûl ederek mücâdele ederler. Bu yolla toplumlarda pek-çok teori yönlendirici olarak kullanılır ve bunların pek-çoğu işe yaramaz hâle geldikçe yenileri ortaya atılır. 9. Protokôlde şöyle denir: “Bizim uydurup inanmadığımız teorilerin işlendiği eğitim sistemleriyle yahudi olmayan gençliği yanlış yönlendirdik, aptallaştırdık ve demoralize ettik”. 2. Protokôlde ise şunlar söylenir: “Zamânı gelene kadar halkın kendi-kendine eğlenmesine izin vermeliyiz. O zamâna kadar onlara verdiğimiz bilimsel teorilerin yaşamlarını yönetmelerine ve onların yaşamında inandıkları en önemli şey olmalarına da izin vermeliyiz. Bu teorilere körü-körüne inanç, elimizde olan medya sâyesinde sağlanacaktır”

 

“Bilim-adamları” yerine kullanılan “bilim insanları” ifâdesi ise feminizmin baskısının bir sonucudur. Modern zaman ve modern insan, “bir ön-kabûl olarak” modern-bilimden ve bilim-adamlarından yana olduğu için, bilim-adamlarının ortaya koydukları önermeleri çok kolay kabul edebiliyorlar. Onların teorilerden, önermelerinden yada söylediklerinden hiç şüphe duymuyorlar.

 

Şu “biz kimiz ki, adamlar neler yapıyor” kompleksinden kurtulun artık!. O bilim-adamları denilen kişileri gözünüzde o kadar da büyütmeyin. “Kutsal yüce kişiler” olarak gördüğünüz bilim-adamları daha kronik hastalıklara, meselâ daha romatizmaya bile çâre bulamamış kişilerdir. Onların yaptıkları şeyler zannedildiği kadar önemli değildir. Hem modern-bilim, hem de bilim-adamları şişirilmiş balonlardır.

 

Bu kişilerin din ve siyâsetle ilgilenmediklerini de zannetmeyin, onlar bâtıl ideolojilerin ve bu ideolojilerin başındaki siyâset(çi)lerin güdümünde iş yapan ve din-karşıtı ideolojiler için teori üreten kişilerdir. Size şunu söyleyeyim, onların bir-çoğunun tek derdi ve çabası, müslümanlar ve stratejik ülkeler ve bölgeler için teoriler-plânlar ve bu şeytânî plânlara göre araçlar üretmektir. Yoksa sizin hayrınıza çalışıyor değillerdir. Sizi adamakıllı sömürmeden hiç-bir hayırları dokunmaz. Bu kişiler zannettiğiniz gibi “kutsal” kişiler falan değildirler. Ortaya koydukları teorilerin ve önermelerin çoğu zırvalıktır. İnsanların bilim-adamlarını “ulaşılmaz-kutsal-üstün insanlar” zannetmelerinin içi boştur. Bilim-adamlarını finanse eden ve onlara alan açan küresel güçlerin tek derdi, müslümanların gerçek îmandan uzak kalmasını sağlamak ve böylece sömürülerini daha rahat yapabilmektir. Şu-an Dünyâ’da çıkarılan savaşları, çok matah insanlar zannedilen bilim-adamlarının yaşadığı ülkelerin başında bulunan şeytanlar çıkarıyor. Bilim-adamları, modern-bilim ve teknolojiyi ve de batı’nın beşerî-şeytânî sistemini insanların gözünde meşrûlaştırmakta ve sevimli göstermektedir. Görevleri budur.

 

Modern-bilim matematiğe dayanır. Matematik ise kesindir. Meselâ 2X2=4’tür. O-hâlde modern-bilim “yanlışlanabilir” olmamalıdır. Zîrâ bir veri ve teori yanlışlandığında matematik de yanlışlanmış olur. Böyle olunca da modern-bilimin sağlam bir dayanağı kalmamış olur. Modern-bilim için “yanlışlanabilir” olduğunu söylemelerinin nedeni, ortaya konan verilerin ve teorilerin doğruluğundan kendilerinin de emin olmamaları ve ortaya koydukları önermelerin aksaklıklarını görmelerinden dolayıdır. Çünkü modern-bilim, üzerinde üzerinde çalıştığı maddeyi yaratan Allah’ı hesâba katmadığı için eksik ve yanlış sonuçlara varmaması mümkün değildir.    

 

Modern-bilim bir dogmadır. Kendisine inanılmasını bilimi anlamayanlar için bile zorunlu kılar. İnsanların çoğu bilimden anlamaz, ama bilim, anlamasa da inanmaya ve saygı duymaya hattâ ilahlaştırmaya zorlar. Hattâ bilimin teorilerine inanmayanları câhil, yobaz ve terörist olarak görür. İslâm’a göre ise cehâlet ve câhil, “bir okul bitirmemiş” anlamında değildir. İslâm’a göre cehâlet, “Allah’ı hesâba katmamak” demektir.

 

Daha düne kadar Newton’un yerçekimi teorisini dinleştirenler, son 100 yıldır ise bundan vazgeçti ve Einstein’in yerçekimini kuralını din yaptı da şimdi de ona tapıyor. Modern-bilimin, çoğu saçma-sapan olan ve kesinlik ifâde etmeyen teorilerinin peşine hiç sorgulamadan körü-körüne düşenler de câhil, ahmak ve zavallıdır. Kur’ân hem iç-âlemi hem de dış-âlemi en iyi şekilde aydınlatan tek kaynaktır. Enerjisini vahiyden almayan tüm “aydınlatma cihazları” ise sönmeye mahkûmdur.

 

Modern-bilime duyulan sonsuz îmânın ve güvenin nedeni kanımca modern-bilimin ve de teknolojinin tekel kurmuş olmasıdır. Ekonomik alanda bankalar nasıl bir tekel kurmuşsa ve insanları kendilerine mahkûm etmişse, sonuçta insanlar da bankalara muhtâç hâle gelerek bankalara büyük bir güven duyuyorsa, aynı şey modern-bilim ve teknoloji için de geçerlidir. İnsanların yıllarca yaptıkları birikimi gidip bankalara yatırmaları, aslında düşününce hiç de mantıklı değildir. Fakat bankalara duyulan güven insanlara bunu yaptırabiliyor. Oysa bankaların bir alternatifi olsa, hele de bu alternatif fâizsiz bir alternatif olsa, insanlar da paralarını fâizi dinleştirmiş olan bankalara yatırmazlardı. Fakat bankalar tekel oldukları için insanların da başka şansları kalmıyor ve zamanla bankalara sonsuz bir güven duyulmaya başlanıyor.

 

Batı kendi sapık gerçekliğini, modern-bilimin sözde evrenselliği altına yerleştirerek “temel evrensel gerçeklikler” olarak sunmakta ve insanlar da buna inanmaktadır. Çünkü modern-bilim ve teknolojinin ürettikleri bâzı şeyler insanların işlerini kolaylaştırmakta ve yarar sağlamaktadır. Zâten sırf zarar olsa kimse modern-bilime ve teknolojiye kanmazdı ve îman etmezdi. Bâtıl, hak ile karıştığında tehlikeli olmaya başlar.  

 

Modern-pozitivist bilim eşyâya yalnızca bilimsel bir gözle bakar ve gözünün ulaşamadığı şeyi ve alanı inkâr eder. Oysa hayat sâdece maddeden ibâret değildir. Bilim (science) denen olgunun kendisi de tartışmalı bir konudur. Scientia kökenli bu Latince kelime, “sâhip olunan bilgi içinde en saygıya değer olan” için kullanılmıştır. Bu, modern-bilimin “en yüce bilgi türü” olduğunun kabûl edilmesi demektir. Tabi böyle olunca aşkın hakîkati gösteren vahiy bilgisi inkâr ve iptâl edilmiştir.

 

Modern-bilim, verilerini genelde görüntüler eşliğinde verir, insanlar görüntülerle birlikte verilen bilgileri ve söylenenleri çok kolay kabûl edebilirler. Zîrâ görüntüler, söylenenlerin anlaşılmasını ve de sorgulanmasını engeller. Çarpıcı-havalı görüntüler eşliğinde söylenenler modern-bilimin açıklarını ve absürdlüklerini baskılar ve blôke eder. Geriye sâdece izlenen o renkli-havalı görüntüler ve resimler kalır. Aslında insanlar söylenen şeyleri iyice bir dinleseler ve üzerinde düşünseler, söylenenlerin bir-çoğunun absürd ve saçma olduğunu hissetmeye ve anlamaya başlayacaklardır.

 

Modern-bilim, insanlara çok kolay yalanlar söyler. Çünkü insanların çoğunun söylenenlere inanmaktan başka çâresi yoktur. Zîrâ modern-bilime bir kere îman etmiştir ve sonsuz bir güven duymaktadır. Bu nedenle de bilim adına TV’den ve internetten ne duyarsa, ne gösterilirse ve ne denirse olduğu gibi kabûl eder. Bilim-adamları ne derse baş-tâcı eder ve sanki çok önemli bir bilgi edinmiş gibi sevinir. Oysa verilen bilgiler ve gösterilen görüntülerin çok büyük çoğunluğu uydurmadır, sahtedir, yalandır, masa-başında bir “proje” dâhilinde uydurulmuş zırvalıklardır.

 

İnsanlığa söylenen en büyük yalanlar, modern-bilim ve teknoloji üzerinden söylenmiştir ve söylenmektedir. Doğala, normâle ve fıtrata birebir uygun olan Kur’ân-merkezli apaçık gaybî hakîkatlere inanmakta ve teslim olmakta aşırı zorlananlar ve hattâ vahiy-merkezli hakîkati “zaman-dışı” görüp inanmayarak inkâr edenler, meselâ -sözde- “kara-deliğin fotoğrafı” olarak gösterilen “uyduruk” bir “sentez resim”e, hiçbir eleştiri-îtirâz getirmeden ve hiç sorgulamadan ânında îman edebiliyorlar. Yine; üzerinde bir sondaj makinesi olan bir uzay aracının bilmem kaç milyon uzaklıktaki bir asteroite inerek orada sondaj yaptığını ve oradan çıkardıkları parçaların resimlerini ve analizlerini Dünyâ’ya gönderdikleri ve getirdikleri söylenmişti.

 

Peki şu yalana nerenizle gülersiniz?: “Dünyâ’dan gönderilen bir uydu yada uzay aracı, bilmem kaç milyon km. uzaklıktaki bir asteroide çarparak asteroidin yönünü değiştirmiş. Bu nasıl mümkün olabilir?. Çünkü meselâ 15X30 metre boyutlarındaki bir asteroidin hızı saatte 20.000 km.’dir. Buna rağmen küçücük bir uydu yada uzay aracının asteroidin yönünü değiştirebildiğini söylüyorlar. “NASA’nın Dünyâ’yı kurtaracak DART projesi” diye başlayan haberde şöyle deniyor: “NASA’nın DART uzay aracı, Dünyâ’dan yaklaşık 11 milyon kilometre uzaklıktaki Dimorphos asteroidine plânlı çarpmayı başardı. DART, asteroidi yörüngesinden saptırmak için yaklaşık saatte 23 bin kilometre hızla itti”. Herhâlde insanlık târihinde daha önce böyle büyük yalanlar söylenmemiştir. Fakat buna rağmen modern-bilime olan bu sorgusuz-suâlsiz ve kayıtsız-şartsız “mutlak îman ve güven” bunları sorgulamayı engellemiştir-engellemektedir. Bunun nedeni, insanların koşulsuz-şartsız teslîmiyet göstermesi gereken mercînin değişmiş olmasıdır.

 

Peki bu yalanları neden söylüyorlar?. Çünkü “tüm bunları biz yapıyoruz, ileride bir gün Dünyâ’ya uzaydan bir saldırı olursa yada Dünyâ büyük bir felâketin eşiğine gelirse bunu ancak biz önleriz. Bu nedenle siz bize muhtaçsınız, ayağınızı denk alın da bize artistlik yapmayın” diyerek kendilerinin Dünyâ’nın jandarması oldukları mesajını veriyorlar. Oysa insanları korkuttukları yada hayrân bıraktıkları görüntüler hep masa-başında ve bilgisayar üzerinde üretilmiş sahtekârlıklar ve zırvalıklardır.

 

İnsanlara her zaman “Allah’tan başkasına taptıkları “putlar” zarar vermiştir ve yıkım getirmiştir. Modern insan ise modern-bilimi ve teknolojiyi put edinip tapmaktadır. Modern insanın ve modern dünyânın sonunu getirecek olan şey işte bu modern-bilim ve teknoloji olacaktır.  

 

Yine, Ay’da ve Mars’ta koloni kurulacağı söylemi hiç absürd görülmemekte ve Ay ve Mars’ın yol geçen hanına dönüştüğü sanılmaktadır. Oysa Mars’a gitmenin mümkün olmadığını, çünkü Mars’ın bir gaz-gezegen olduğunu söyleyenler de vardır. Yine; bilmem kaç ışık-yılı uzaklığa gidilip üzerinde hayat olan bir gezegene inileceği söylenebiliyor ve insanlar da buna inanabiliyor. Adamlar daha alçak dünyâ yörüngesini bile aşamıyorlarken Samanyolu Galaksisi’nin resmini çekip “işte Samanyolu Galaksisi!” diyerek resim yayınlıyorlar ya!. Samanyolu Galaksisi’nin profilden tam bir resmini yayınlıyorlar. Yâni “demek ki Samanyolu Galaksisi’nin bilmem kaç ışık-yılı uzaklığına kadar gidilmiş ve oradan bir resim çekilmiş” düşüncesi oluşturuyorlar. Bu aslâ yapılmadığı gibi hiç-bir zaman da yapılamaz. Gerçi bu da bir şey mi!; sıkı durun; adamlar kâinâtın-evrenin profilden çekilmiş tam bir resmini yayınlıyorlar. İçinde yaşadığımız kâinâtın, sınırları belli olan bir resmini yayınlıyorlar. İnsanlar da “vay be!” diyerek bu gördüklerine, “işte kâinât-evren” diyerek huşû ile bakıp hayranlık duyuyorlar.

 

Eski ABD başkanı Obama, 2016 yılında; “önceki programın aksine, özel ve ulaşılabilir bir dönüm noktası için bir yön belirliyoruz. Önümüzdeki on yıl içinde mürettebatlı uçuşlar Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin ötesini keşfetmek için gerekli sistemleri test edip deneyecek” demişti. 2016 yılında NASA da, Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin geçilemediğini söylemişti. Bütün bunlar ne demektir?. Elbette; “daha önce Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin geçilemediği ve ilerisine gidilemediği” demektir. Alçak Dünyâ Yörüngesi 160 km. yükseklikten başlıyor ve 1930 km’ye kadar devâm ediyor. Van Allen Kuşakları ise 500 ile 58000 km. yüksekliktedir. Van Allen Kuşağı’nın zararlı olmayan ilk bir-kaç yüz kilometresine kadar çıkılabilse de, bunun bir sınırı vardır ve o sınır ortalama 500-600 km. yüksekliktir. Böylece bu yükseklikten yâni 500-600 km. yükseklikten ilerisine gidilemeyeceği açığa çıkmış oluyor. Bu aynı-zamanda Ay’a gidilmediği gibi, Mars’a falan da gidilemeyeceği anlamına geliyor. Daha Van Allen Kuşağı bile geçilemiyor yâni 80 ilâ 690 km. yükseklikteki Termosfer geçilemiyor. Kaldı ki 380 bin km. uzaklıktaki Ay’a gidilebilsin.

 

Şu linkte Obama, “Alçak Dünyâ Yörüngesi’ni aşmaya çok yakınız” der. Astronotlar ve diğer bilim-adamları da bunu teyit eder:

 

https://www.youtube.com/watch?v=FmoiwjXepHM

 

Şu linkteki videoda ise Obama, “Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin geçilemediğini yâni Dünyâ dışına hiç gidilmediğini” söylüyor. Zâten ondan sonra görüntüye gelen Don Pettit isimli kişi de  “Ay’a gidilen teknolojiye sâhip olmadıkları, çünkü onu yitirdikleri” gibi saçma-sapan bir şey söylüyor:

 

https://mobile.twitter.com/HSYNYILMAZ09/status/1526986652987666433

 

Adamlar daha Alçak Dünyâ Yörüngesi’ni geçemiyorlar ama yalan söylemeyi sürdürüyorlar ve bırakın Dünyâ’yı; Güneş Sistemi’nden bile ötelere gittiklerini söylüyorlar ve hattâ galaksinin de dışına çıkıp Samanyolu Galaksisi’nin fotoğrafını çekiyorlar. Sonra da diyorlar ki; “işte Samanyolu Galaksisi!”. Herkes de buna inanıyor.

 

Modern-bilimi dinleştiren bilim-adamları “Karman Sınırı” denilen ve deniz seviyesinden 100 km. yükseklikte olan bir sınır belirlemiştir ve bu sınırın üzerini “uzay” olarak kabûl etmektedirler. Zengin milyarderlerin roketlerle 101 km. yüksekliğe kadar çıkıp geri gelerek “uzaya çıktık geldik” demelerinin nedeni budur. Çıktıkları yer sâdece 100 km. yükseklikten başkası değildir. Fakat orası “uzay” değildir. Uluslararası Uzay İstasyonu 408 km. yükseklikte; Hubble Uzay Teleskopu ise 559 km. yükseklikte bulunmaktadır. Dolayısı ile Uluslararası Uzay İstasyonu ile Hubble Uzay Teleskopu “uzayda” değil, Alçak Dünyâ Yörüngesi’ndedir ve orada olmak zorundadırlar, çünkü daha ilerisine gidememektedirler. Yapay uydular ise 160 km. yüksekliğe konumlandırılır. Çünkü Güneş’ten gelen güçlü radyasyonları ve göktaşlarını bile Dünyâ’ya düşmeden önce saptıran ve eritip toz hâline getiren Van Allen Kuşağı’nın bu en yoğun olduğu bölgedeki radyasyon oranı, bu -sözde- uzay araçlarını da eritip yok eder. Van Allen Kuşağı düşük seviyedeki yapay uydulara bile zarar verebiliyor.

 

Modern-bilimin çoğu filim ve masaldır, modern masallardır. Modern-bilimin dünyâ-dışı uzay hakkında söylediklerinin %90’ı, dünyâ-içi için söylediklerinin de %60’ı masaldır. Meselâ 3-5 milyon ışık-yılı uzaklıktaki bir yıldız-sistemi içinde yer alan bir gezegende su bulunduğunu söylerler ki, bu masaldan başka bir şey olamaz. Modern-bilim sürekli olarak böyle masallar anlatır. Zâten hayâtiyetinin devâmını da bu masallarla sağlar. Bir kere gezegenler teleskopla falan görülmez. Çünkü ışık-kaynağı olmayan cisimler teleskopla görülemez. Bir yıldız-sitemini gözlemliyorlarken, o sırada yıldızın çok küçük bir kısmında bir karaltı oluşuyor. Bu karaltının, o sırada yıldızın etrâfında dönen ve önünden geçen bir gezegenin oluşturduğu karaltı olduğunu, o gezegenin yâni karaltının büyüklüğüne, hızına, yörüngesine vs. bakarak da içinde su ve yaşam olduğunu söylüyorlar. Buna da “bilim” diyorlar. Pis yalancılar!. Gezegenin kendisine değil de yaptığı karaltıya bakarak hakkında hüküm veriyorlar. Bu ne küstahlıktır!. Bu nasıl bir yalancılıktır!.

 

Modern-bilim “dîn”in yerine konmuş, teknoloji ise zanaat ve sanatın yerine geçirilmiştir. Klâsik zamanlardaki din-adamları modern zamanlarda “bilim-adamları” hâline gelmişken, zanaatkârların yerini ise teknisyenler almıştır. Tabi bu değişim, en başta rûhu öldürmüş ve estetiği bozmuştur. Heidegger, “orta-çağ’da kilise doktrinlerinin gördüğü işlevin, modern çağ’da bilim tarafından yerine getirildiğini” savunur. Modern-bilim yeni ve modern bir dogmadır.

 

Kur’ân, modern-bilimi baş-tâcı yapmış ve modern-bilimi merkeze almış olanlar tarafından, sanki indiği dönem için değil de, “1.300-1.400 yıl sonra okunup anlaşılması için gönderilmiş bir Kitap” gibi muâmele görüyor. Kur’ân’ı sâdece modern zamanlar için gönderilmiş bir Kitap gibi okumak ve Kur’ân’ı modern-bilimin nesnesi yaparak okuyup anlamaya çalışmak doğru değildir. Çünkü modern-bilimin verileri ve teorileri sürekli değişir ve dönüşür. Bu nedenle modern-bilime dayanarak bir gün önce savunduğunuz ve Kur’ân’a uydurduğunuz bir teoriyi, bir gün sonra inkâr etmek zorunda kalır ve bu yüzden rezil olabilirsiniz. Newton’un ve Einstien’in yerçekimi kuramlarında olduğu gibi. Kur’ân’ın tahrifi modern zamanlarda böyle yapılıyor. Kur’ân modern-bilim ve teknoloji üzerinden tahrif ve tahrip edilmeye çalışılıyor.

 

Modern-bilim ile bir âyetin daha detaylı açıklaması yapılabilir, fakat “daha önceden bilinmiyordu, modern-bilimin ışığında anlaşıldı” gibi cümleler kurmak, Allah’a, Kur’ân’a, Peygamber’e ve sahabeye yapılmış bir hakâret olacağı gibi, “biz her-şeyi açıkladık” sözüne de, “size dîninizi tamamladım” sözüne de aykırı olur.

 

Modern müslümanlar âyetlere modern-bilim bağlamında yorumlar yapmakta ve âyetleri zorla modern-bilime uyarlamaya çalışmaktadırlar. Bu gayret, özellikle ateistlerin, deistlerin ve şüphecilerin ortaya çıkması ve çoğalmasından sonra artmıştır. Bu dinsiz kişiler, dîni inkâr ettikleri ama modern-bilimi din yaptıkları için, modern müslümanlar da bunlara karşı modern-bilimi kullanarak cevaplar vermek istiyorlar. Bu bağlamda da bilim geliştikçe, değiştikçe ve ilerledikçe fetvâların ve şeriatların da değişmesi gerektiğini söyleyebiliyorlar:

 

Allah’ın yaratma sanatını görmek ve hayrân olmak için bilgisayarda üretilmiş uydurma görüntülere gerek yoktur. Allah’ın muhteşem yaratma sanatı, başımızı göğe kaldırıp çıplak gözle bakmakla yada bir deveye bakmakla bile görülebilecek bir şeydir.

 

Allah’ın yaratışını ve sanatını izlemek, tefekkür etmek ve o muhteşem sanat karşısında huşû duymak için o bilgisayarda hazırlanmış renkli resimlere ve görüntülere gerek yoktur. Zâten o görüntüler masa-başında bilgisayarda üretilmiş ve hazırlanmış uydurma görüntülerdir. Çünkü evrende öyle rengârenk evren materyâlleri olmaz, evrende öyle rengârenk görüntüler yoktur, çünkü evren böyle renkli ve şaşâalı resimler-görüntüler vermez ve siyah-beyaz renkler ağırlıktadır. Sâdece anlık bâzı sönük renkli görüntüler gözlenebilir. O gördüğünüz ve meftûn, hayrân ve râm olduğunuz resimler ve görüntüler var ya!; masa-başında bilgisayarda üretilmiş sahte ve yalan görüntülerden ibârettir. Allah’ın, sanatının, yasalarının ve yüceliğinin yalan ve sahte üzerinden anlaşılmasına ihtiyâcı yoktur. Allah’ın yarattığı doğal, normâl ve fıtrî varlıklar, başımıza kaldırınca gördüğümüz ve dikkat kesilerek baktığımız şeyler, Allah’ın kudretini ve yüceliğini idrâk etmememiz için bize yeter. Bakar-bakmaz gördüğümüz görüntüler ve varlıklar, O’nun yüceliğini, yaratma sanatını ve muhteşem kânunlarını, evrendeki mükemmel nizâmı, düzeni ve döngüyü bize göstermeye yeter. Modern-bilimin yalanlarına ve zırvalıklarına ihtiyâcımız yoktur.

 

Şu linkteki, videoda, doğal-normâl renklere sâhip olan bir galaksinin nasıl allanıp-pullanıp boyanarak insanlara sunulduğunu görebilirsiniz:

 

https://www.chip.com.tr/video/nasa-uzay-resimlerini-boyle-degistiriyor_2417.html

 

Yâni demek istediğimiz o ki, Allah’ın yarattığı gerçekler yerine, Allah’ın muhteşem sanatı, kânunları (sünnetullah), nizâmı, düzeni ve vahyi varken, Allah’ı râzı edecek olanlara sunulacak olan sonsuz nîmetlerin bulunduğu cennet varken, bunlara îman etmek ve güven duymak varken; Allah’ı, gaybı, vahyi, peygamberleri, kitapları, dîni, İslâm’ı hiç hesâba katmayan ve hattâ bunları inkâr eden modern-bilimin yalanlarına, masallarına, uydurmalarına, dayatmalarına ve zırvalıklarına sorgusuz-suâlsiz, koşulsuz-şartsız îman etmek ve modern-bilimi hiç eleştirmeden, îtirâz etmeden, sormadan-sorgulamadan sonsuz bir güven duymak ve kesin şekilde ona îman etmek, apaçık bir şirk, küfür ve zulümdür. Zîrâ îman ancak “gayba îman”dır..

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2022

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder