“Biz bu Kur’ân’ı sana vahyetmemizle, en güzel
kıssaları gerçek bir haber (kıssa) olarak sana aktarıyoruz, oysa sen, daha
önce, bundan haberi olmayanlardandın”
(Yûsuf 3).
Kıssalar
birer “tecrübe anlatımları”dır. Kur’ân vahiyle onaylanmış bir tecrübe kitabıdır.
Kişiye bilgi vermekten ziyâde bilgelik ve tecrübe kazandırmaya çalışır ki belki
de bilgelik denilen şey tecrübedir. Allah, kıssalara önem verdiği için Kur’ân’ın
yarısını tecrübe anlatımları olan kıssalara ayırmıştır. Kıssalar aynı-zamanda peygamberlerin
vahiy-merkezli yaşayışları yâni sünnetleridir, sünnet anlatımlarıdır. Tüm
kıssalar, peygamberlerin vahiy-merkezli olarak yaşadıkları tecrübelerdir.
Peygamberlerin bilgelikleri işte bu tecrübeden gelir. Allah İslâmî tecrübeyi bize
Kur’ân kıssaları şeklinde aktarmaktadır.
Tecrübe: “Deneme, deneyim, sınama,
görmüş-geçirmişlik, görgü” anlamlarındadır.
Yazılı hiç-bir
kitabın ve yazının olmadığı zamanlarda insanlar maymun değillerdi. Sözlü bir
kültür vardı ve sözlü kültür genelde tecrübe-merkezlidir. Yaşanmış ve tecrübe
edilmiş olanlar dilden-dile anlatılırdı ve insanlar da ona göre ibret alırdı.
Vahiy zâten sözlü bir sesleniştir. O-hâlde, yazının olmadığı zamanlarda çok
başarılı işler yapmış olan bilge, asker, sanatkâr ve hükümdarlar bulunduğuna
göre, bilge olmak için ille de yazının olmasına da gerek yoktur. Yazı, bilgiyi
iyi korur ve aktarır ama hâfızayı biraz zayıflatır. Sözlü kültürde ise insanların
hâfızaları mecbûren daha güçlü oluyordu.
Eğer aklınız
hep sonradan başınıza geliyorsa, bu, “aklınızın ve hâfızanızın yetersizliğinden”
dolayıdır. Keskin bir akla, zekâya ve hâfızaya sâhip olmadığınız için aklınız
hep sonradan başınıza gelir. Bu yüzden tecrübe çok önemlidir. Zîrâ tecrübe
edilmiş olan şey aynı-zamanda yaşanmış olduğundan dolayı kolay-kolay unutulmaz.
Tecrübe en
kesin sonucu veren şeydir. Hiç-bir kitap tecrübe gibi bir bilinç ve bilgelik
vermez. Çünkü tecrübe, yaklaşık sonucu değil, tam gerçeği verir. Kesin olanı
verir. Tecrübeyle sâbit olunca o şey kesin ve net olur. Çünkü tecrübe etmek, “bilgiyi
yaşanmışlıkla sınamak” demektir ki en doğru ve kesin sınama yaşanmışlıkla
yapılabilir. Yaşanmışlıkta bir ârıza çıkıyorsa o şey doğru ve iyi değil
demektir. Modernizmin bunalımı işte bu yüzdendir. Masa-başında oluşturdukları bilgiyi,
seküler ideolojilerine uygun gördüklerinde kesin bilgi olarak kabûl ediyorlar
ve hemen uygulamaya koyuyorlar. İnsan, “tecrübeye müteâllik” yaratıldığı için,
hiç-bir modeli “tam” olarak “masa-başında” üretemez. Buna rağmen seküler bilgi
merkezli uygulamalar bir-çok sorun ortaya çıkarıyor ve zararları oluyor fakat
yine de uygulamadan vazgeçmiyorlar. Çünkü merkeze tecrübeyi değil, seküler
bilgiyi koyuyorlar. Çünkü modernizm bir “tecrübesizlik uygarlığı”dır.
Geleneksel toplumda bilgelik,
tecrübe sâhibi olduklarından dolayı yaşlılardayken, modern toplumda gençler
ilahlaştırılır. Çünkü modernizm bir tüketim uygarlığıdır ve en çok tüketene en
çok önemi verir. En çok tüketenler tabî ki de gençler olacaktır. Gençler bu
nedenle modernitenin ve kapitâlizmin etkisiyle fazla tüketemeyen ve tüketmeyen yaşlıları
“bunak” olarak görmektedirler. Oysa gençlik, bir iş konusunda aklından ve zihninden
çok, gücünden yaralanılacak insanlardır. Çünkü gençler tecrübesizdir ve tecrübesizliğin
bedeli çok ağır olur. Bir yazıda tecrübesiz gençler ile tecrübeli yaşlıların
kıyaslaması şöyle yapılır:
“Gençlik
câhilikle, yaşlılık ise olgunlukla özdeşleştirilir. Gençler umûmiyetle
dogmatik, ısrarcı ve her-şeyden önce acelecidirler. Kan, damarlarında hızlı
akar gençlerin. Bu yüzden mütehakkim ve peşin-fikirlidirler. Pek söz
dinlemezler, başlarına buyrukturlar, inandıklarından tâviz vermek istemezler.
Yaşlılar ise daha temkinli, daha sabırlıdırlar; zîrâ yılların tecrübesidir
onları böylesine temkinli davranmaya iten. Doğru bildikleri, doğru diye
savundukları çok şeyin zamanla yanlış olduğunu görmüşler, yanlış kabûl
ettikleri, suçladıkları, tel’in ettikleri pek-çok fikrin de yine bir-zaman
sonra zannettikleri gibi olmadığını anlamışlardır”.
Bir konuda
en bilgili olanlar bile, o konuda tecrübeli olanlar kadar bilge olamazlar.
Tecrübeyle yetişmiş bilgeler bir kitabın anlatacağı şeyi bâzen bir-iki cümleyle
anlatıverirler. Zîrâ o bilgiye daha önce tecrübeyle ulaşmışlardır. Bu nedenle
bilgelik sâdece okumakla değil, yaşamakla da öğrenilen bir şeydir. Hem okuyup
hem de okuduğunu yaşayanlar ise en makbûl olanlardır. Yaşamak en doğru ve en kesin
bilgiyi-bilinci verir ve bilgeliği oluşturur. Hem okuyan, Kur’ân’ı bilen, hem
de yaşayıp tecrübe eden kişilerin tecrübesi ayrıca üstün olur. Yoksa masa-başından
kalkmadan yoğun okumalarla netliğe varılamaz. Çok okumak çok bilgili olmak
demektir fakat çok bilgili olmak “bilge” olmak demek değildir. Bilge olmak için
bilgi ile yaşam yâni tecrübe birleştirilmeli ve yanlış bilgiler ayıklanarak saf
ve kesin bilgi ortaya çıkmalıdır. Bu da ancak tecrübeyle olur. Tecrübe ise
yaşanmışlığın bir sonucudur.
Peygamberler
çok okuyan insanlar değildi. Bilgelikleri okumaktan ziyâde, kıssalarda da anlatılan
peygamber tecrübeleri ve kendilerine inen âyetlerin kazandırmış olduğu
bilinçten kaynaklanıyordu. Bu bilinç, ibâdet ve hayâtta yaşanılarak kazanılan
tecrübeler ile birleşince, “güzel örneklikler” olarak ortaya çıkıyordu.
Bilgili
olanların çoğu tecrübeye de sâhip değildir. Bilgisini tecrübe etmemiş olduğu
için bir yere gelir orada tıkanır. Fakat tecrübe sâhibi bir kişi bilmediği bir
bilgiyi kolay içselleştirir ve hattâ o bilginin tecrübeyle sağlamasını da yapıp
doğru yada yanlış olduğuna karar verebilir. Demek ki bir şeyin tecrübesine
sâhip olduğunuzda, o şeyin bilgisinin özüne de sâhip olmuş olursunuz. Fakat
bilginin ayrıntısı da gereklidir. Bir ön-bilgi şarttır ama ön-bilgi, o şeyi
pratiğe geçirerek tecrübeye ulaşmak için olmalıdır. Çünkü tecrübeye dönmeyen
bilgi kişiyi kirletir, tecrübeye dön(e)meyen bilgi hazımsızlık yapar.
Bâzı
şeylerin tecrübesi olmaz ve sâdece kısa bilgileri olur. Meselâ ölüm tecrübe edilemez.
Zîrâ ölüm bir kez tadıldığında tecrübe etmeye ne zaman ne de mekân kalır. O
yüzden gayb hakkında bize az bir bilgi verilmiştir. Allah, tecrübeye dönmeyecek
şeyler hakkında fazla bilgi vermez.
Moderniteye
karşı yeterli ve güçlü bir reddiye ortaya koyamıyoruz. Zîrâ modernite “yeni bir
sapıklık türü”dür ve insanlık târihinde bu derece bir sapıklık örneği daha önce
olmadığı ve buna karşı ortaya konmuş bir tecrübe bulunmadığı için ona karşı
ilmen ve eylem olarak güçsüz kalıyoruz. İslâm bir tecrübe medeniyetidir ve doğu
da yine tecrübe-merkezlidir. Modernizm ise yararına-zararına bakmadan seküler
bilgiyi merkeze alır ve herkesi buna zorlar. Modernizmde tecrübenin ve
tecrübeli olmanın bir değeri yoktur. Hattâ tecrübe modernizmi bitirecek olan
şeydir. Zîrâ modernizm hayâtiyetini tecrübesizlikten sağlar. Ürettiği bir şeyin
kötü sonucu tecrübeyle sâbit olunca o şeyi üretmeye devâm edemeyeceği ve para
kazanmayacağı için, paranın sürekli olarak arttırılmasına dayanan modern-kapitâlist
sistem çöker. Bakmayın siz onların deney-deney demelerine; yaptıkları
deneylerin zararlı sonuçlarını hiç söz-konusu ettiklerini gördünüz mü?. Bu
deneylerin hiç mi kötü ve yanlış sonuçları çıkmıyor?. Modernizm deneyi paravan
yaparak ifsâd ediyor Dünyâ’yı. Zîrâ modernizm, yanlış sonuç çıkar endişesiyle
kolay-kolay deney yapmaz ve sâdece pozitif deney sonuçlarını gündem eder.
Aslında deneye ve denemeye düşmandır.
İnsan
tecrübeyle bilgelik kazanır. Kitap kişiyi sâdece bilgili yapar. Kitabın bilgisi
bilince ve tecrübeye dönmedikçe o bilgi yerleşmez ve meleke hâline gelmez.
Hayvanlar ise hep tecrübeyle öğrenirler. Fakat onlarınki de bilgiden ve bilinçten
yoksundur. Bu nedenle hayvanların tecrübesi bahsettiğimiz anlamda bir tecrübe
değil, daha çok taklit içeren bir tecrübe kazanımıdır.
Tecrübeye
ihtiyâcı olamayan tek varlık Allah’tır. O’nun bir şeyi bilmek için bilgiye de
tecrübeye de ihtiyâcı yoktur. O zâten tecrübeyi de yaratandır.
Tabi tecrübe
de “tecrübe edilebilecek olan şeyler” içindir. Yoksa tecrübenin yerine
kullanılan deney bile belli şeyler içindir. Atom-altı ve Dünyâ-dışı
deneylenmeyeceği yâni tecrübe edilemeyeceği için bunlar hiç-bir zaman
tecrübenin konusu olmaz. Onlar sâdece gözlem ve ibret almak içindir.
“Sen af
(veyâ kolaylık) yolunu benimse, örf ile emret ve câhillerden yüz çevir” (A’raf 199).
Allah Kur’ân’da mâruf örfe de izin verir. Çünkü örf de tecrübeye dayanır.
Tabi örf, mâruf örf yâni İslâm’a uygun ve aykırı olmayan örf olmalıdır.
Kur’ân’da
Allah’a itaatten sonra ana-babaya itaat gelir. Bu itaatin bir nedeni de
tecrübeye olan güven olsa gerektir. Anne ve baba, yaşanmışlıktan gelen
tecrübeye sâhiptirler.
Kur’ân
“kurucu metin”, Sünnet ise “kurucu tecrübe”dir. Sünnet, “peygamber
tecrübesi”dir.
Allah bizi
tecrübe etmek için yâni sınamak ve imtihan etmek için yaratıp Dünyâ’ya
gönderdi. Bu imtihanı geçmek için bilgi ve bilinç şarttır. Bilgi ve bilinç ise tecrübe
ile taçlanmalıdır.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder