“Kendi istek ve
tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi
vekil olacaksın?” (Furkân 43).
Nefs-Nefis: “Can, kişi, öz
varlık, bir şeyin zâtı olan, kendisi” gibi anlamlar verilir nefs kelimesine.
Fakat bizce nefse; “bedeni maddî anlamda yönlendiren, arzu duyuran, Dünyâ’ya
bağlayan, çıkarı ve bencilliği ortaya çıkaran, şehveti sağlayan şey” anlamı
vermek daha doğru gözüküyor. Nefs bizce, insanın ne bedeni ne de rûhu değil,
psikolojisidir. Psikoloji ile rûh aynı şey değildir. Beden-Nefs-Rûh konusunu
ayrı bir yazıda ele aldığımız için ayrıntıya girmiyoruz ama biz “nefs” deyince
insanın psikolojini anlıyoruz. Çoğunlukla bozulan ama bâzen de düzelen şey
insanın rûhu değil, psikolojisi yâni nefsidir.
Allah, varlığı, varlığın en
ideâl durumuna yâni İslâm’a meyilli olarak yaratmıştır. Nefsi de İslâm’a
meyilli olarak yaratmasına rağmen, imtihan ve sünnetullah gereğince nefse
potansiyel bir aykırılık durumu da koymuştur. Bu aykırılık nefste ille de açığa
çıkacak diye bir şey yoktur. Aykırılığın açığa çıkıp-çıkmaması insanın
davranışına bağlı kılınmıştır. Allah nefse de bir düzen ve biçim vermiştir.
İrâdeli olmayan tüm varlık yaratılışına uygun hareket eder. Fakat nefsin
zirveye çıktığı hayvanlarda ve nefsinin kölesi olmuş olan insanlarda meyil İslâm’a
değil, şeytana doğru yönelir ve yoldan sapar. Rûhun etkisi ve baskısı altında
kalan nefisler kendini kınamaya başlar ve yeniden yörüngesine girmeye meyyâl
olur.
Nefs, şeytanla çok ilişkilidir
ve şeytandan aldığı taktikle sürekli olarak mâzeret üretir. Bu mâzeretlere göre
kendine yol belirler. Şeytanda mâzeret bitmeyeceği için nefste de mâzeret
bitmez. Böylece nefs şeytanın yörüngesine girerek şeytanın eline geçer ve
şeytan onu istediği gibi yönlendirir ve yönetir. İnsan da, şeytanın yörüngesinde
yüzen nefsin aşırı kışkırtılması ve güçlenmesi nedeniyle nefse karşı koyamaz ve
nefsine tapmaya başlar. Nefsine tapan kişinin artık tek amacı nefsini beslemek
ve daha da fazla kışkırtmaktan başkası olmaz. İnsanın nefsini ilah edinmesi
böyle olur. Nefsinin kulu olmuş olan insan artık nefsi ona ne derse ve ne
fısıldarsa onu düşünür, onu söyler ve onu yapar. En güzel ve doğru hayâtı da, “nefsin
dediğini yapmak, nefse göre davranmak” olarak görür. Çünkü nefsini tatmin
ettiği oranda haz almakta ve kendini mutlu oluyor zannetmektedir. Nefsine
tapanlar için kişi mutlu hissediyorsa sorun yoktur ve her-şey yolundadır. Sonuçta
insanın o kendine özgü olan tarafı da nefsin peşine düşer ve hayvanlaşır çıkar.
Zamanla hayvandan bile daha aşağı bir duruma gelir. Çünkü hayvanlar aslında
yaratılışları gereği nefs-merkezli yaşarlar ve bu onlar için doğru ve normâldir.
Fakat insanda bir de ona özgü bir rûh vardır ve Allah nefislerin rûh ile ve
vahyin kontrôlünde olup terbiye edilerek insan olunmasını, aksi-hâlde hayvandan
daha aşağı olunacağını söyler. Nefsinin peşine takılarak hayvandan daha aşağı
bir konuma gelen insan aslında nefsine tapmış olur.
Tabi nefs “öldürülmesi” gereken
değil “terbiye edilmesi” gereken şeydir. Zîrâ nefs bizim hayâtiyetimizi devâm
ettirmemizi de sağlar. Arzularımız ve şehvetimiz hep nefistendir. Bu duygularını
yitirmiş olanların yaşaması mümkün değildir. Bu duyguların eksikliğinde en
azından psikolojiler bozulur. Hastaların ve ölmek üzere olanların nefisleri
işlemez olmuştur. Hastalık belki de biraz da bu nedenle nefisler açısında “iyi
ve terbiye edici” olarak görülür. Nefsi köreltmeye çalışmak ve aşırı serbest
bırakmak, ona zulmetmek demektir.
İnsan madde-nefs ve ruhtan
oluşur. İki taraf da boşluk kabûl etmez. Maddî taraf rûh ile doldurulamayacağı
gibi rûh tarafı da madde ile doldurulamaz. O hâlde beden, nefs ve rûh bir denge
hâlinde olmalıdır.
Tüm zamanlar boyunca,
insanlar ya vahye uymuştur, yada nefsine. İslâm’ın evrensel değerleri seküler
bir yorumlamaya tâbi tutularak ve nefse uygun hâle getirilerek, “beşerî
değerler” olarak sunuluyor.
İnsanlar ikiye ayrılır: 1-
Vahyin peşinden gidenler; 2- Nefsinin peşinde sürüklenenler. İnsanlık târihinde
nefsi tatmin etmek için tüketilen enerji miktârı, başka hiç-bir şey için kullanılmamıştır.
İslâm, “Dünyâ-nefs yerine
vahyin merkeze alınması”dır. İslâm; şeytana, tâğuta ve nefse bir “dur” deme
dînidir. Müslümanca yaşamak, “nefsine göre yaşamak” değil, “Allah’ın emrine
göre yaşamak” demektir. Kriter olarak
Allah’ı-Peygamber’i-Kur’ân’ı yâni İslâm’ı kriter almayanların kriterleri
“nefs”tir. İslâm’a göre yaşamak istememek, “nefse göre yaşayamayacak
olma korkusu”ndan kaynaklanır.
Şeytanın telkinleriyle nefse
uyarak, her türlü düşünce, amel-eylem ve üretimler nefse göre yapıldığında, bir
süre sonra Dünyâ, tam da nefse uygun bir hâle gelirken; Allah’ın emir ve
nehiylerine uyarak, her türlü düşünce, amel-eylem ve üretimler İslâm’a,
Kur’ân’a ve Sünnet’e göre yapıldığında ise Dünyâ tam da İslâm’a, Kur’ân’a ve
Sünnet’e uygun hâle gelir. Dünyâ’yı nefse yada İslâm’a göre şekillendirmek için
birilerinin on numara ve kusursuz bir plân yapmasına gerek yoktur. Mekân,
şartlar ve dolayısı ile zaman, ne yaparsanız ve nasıl davranırsanız ona göre
şekillenir.
Nefs bağımsızlaştıkça
tatminsizlik artar. Modern müslümanlar da dâhil modern insan, nefsine hitâp
eden şeylere zinhar laf ettirmiyor. Modern insan; “değer bilinci” olmayan
insandır. Olmazsa-olmaz olan bir değeri bulunmadığı için, görüşlerinin
sağlamasını yapacak bir dayanağı yoktur. Böylece mecbûren nefsine göre
düşünmekte ve yaşamaktadır.
Mevcut sistem bağlamında
düşünmek, okumak, yazmak ve konuşmak ne kadar da kolaydır, zîrâ “nefsi merkeze
almak” yeterlidir. Sisteme aykırı bir din (İslâm) bağlamında düşünmek, okumak,
yazmak ve konuşmak ise ne kadar da zordur. Zîrâ nefsi karşınıza almanız
gerekir. Nefsi karşınıza almak, icâbında tüm Dünyâ’yı karşınıza almak anlamına
gelebilir.
Nefis imtihanın bir sonucu olarak insanda
bulunur. İnsan melek olmadığı için nefs sâhibi bir varlıktır. Nefisler nefis
sahiplerinin kendileri tarafından gönüllü olarak kontrôl edilmedikçe, nefisleri
sürekli bir şekilde hiç kimse sürekli olarak kontrôl edemez.
İslâm dışındaki beşerî sistemler
ne kadar katı ve diktatörce olsalar da, en nihâyetinde “nefislerini dizginleyebilmek”
için ideolojilerinden yâni dinlerinden tâviz vermek zorunda kalmıştır ve
kalıyorlar. İslâm ise nefislere zulmetmemeyi ve terbiye etmeyi ölçü alır. Nefislerin
gönüllü olarak ıslahının nefis sâhipleri tarafından yapılması önerildiği için
nefisleri kontrôl etmede en başarılı olan düzen İslâm’dır. Beşerî düzenler ise
nefisleri ya aşırı serbest bırakır yada aşırı şekilde hareket alanını kısıtlar
ki ikisi de nefse zulmetmek demektir. İslâm, nefisleri terbiye etmeyi ve ona
zulmetmemeyi esas alır. Zâten bu nedenle Dünyâ’da en başarılı olacak olan hattâ
gerçek anlamda tek başarılı olabilecek düzen İslâmî düzendir. Zîrâ İslâm denge
dînidir ve nefisler ancak dengede olduğunda insanı mutmain eder ve ruhlara
baskı yapmayı bırakır.
Nefisler kışkırtılmak için
sürekli olarak “özgürlük” peşindedir. Modernizmin “özgürlük” dediği şey
“nefislerin özgürlüğü”dür. Oysa nefis özgürleştikçe tutsaklığı artar. Öyle ki,
en sonunda bu tutsaklıktan kurtulmak için nefisler kendilerini ilah îlân etmeye
başlarlar.
Nefisler bir kere kışkırtıldığında
tüm nefisler kışkırtılmadan etkilenir ve kışkırtılmış nefislere sâhip bir
toplum ortaya çıkar. Öyle ki nefislerine tapmayan ve nefislerine göre hareket
etmeyen bir kişi bile kalmaz. Nefsine tapmayan adam bulmak neredeyse imkânsız
hâle gelir. Azâba uğrayan kavimlerde nefsine tapmayan insan kalmamıştı da azâba
uğramışlardı. Yaratılış 18:26’da
şöyle denir: “Rab, ‘Eğer Sodom’da elli doğru kişi bulursam, onların
hatırına bütün kenti bağışlayacağım’ diye karşılık verdi”. Fakat gelin görün ki
o sayıda bile nefisleri temiz kalmış kimse kalmamıştı ki zâten temiz olanlar da
Hz. Lût ile birlikte oradan ayrılıp gitmişlerdi.
Nefisleri sınırsız ve
sonsuzca kışkırtan ideolojilerin ortaya çıkardığı kötü sonuçların, toplumları
ve de Dünyâ’yı yıkıma getirdiği gerçeğini kabûllenmek istemeyenler,
bireyselliği arttırarak, ideolojileri güçlendirerek, dolayısı ile nefisleri daha
fazla kışkırtarak sorunları ve yıkımı engelleyebileceklerini düşünmeleri, nefislerin
kendilerine oynadığı bir oyundan başkası değildir. Çünkü ruhtan bağımsız kalmış
nefisler, kışkırtılmalarının önünü kesecek her-şeye karşı düşman oldukları
için, şeytandan aldıkları ilhamları nefsin sâhibine ulaştırırlar ve kişinin
nefsinin güdümüne girmesini sağlarlar.
Modern
özgürlük telâkkisi, “ilâhi olan”ın güdümünden çıkıp, “bedenî-nefsî olan”ın
güdümüne girmek demektir. Modern
sistemin en büyük düşmanı, “nefsin dizginlenmesi”dir. Zîrâ modernite
hayâtiyetini, “nefsin kışkırtılması”ndan alır. Modernizm, insanın nefsini güçlendirirken,
rûhunu zayıflatır. Rûhu zayıflamış olanların varacağı yer Ateizm ve Deizm’dir. Ateizm
ve Deizm’in yaygılaşmasının nedeni, “din”den çok, nefisle alâkalıdır. İslâm
nefse hoş gelmediği için ateist ve deist oluyorlar.
Bâtılın ve bâtılın
lîderlerinin başarısını(!) o kadar da büyütmeye gerek yok, zîrâ nefse uygun
işler yapmak o kadar da zor değildir. Zâten şeytan en büyük destekçileri olur.
Nefsin doğrultusunda işler yapınca, bâtılın başarılı olması çok kolay ve çok çabuk
olur. Zîrâ insanların, nefislerine uygun olan şeyleri kabûl etmeleri çok
kolaydır. Böylece bâtıl çarçabuk yaygınlaşıverir. Kitleler de zannederler ki,
adamlar çok üstün ve etkili bir uygarlık kurmuşlar. Oysa nefsin kışkırtılmasının
sonucunu yaşamaktadırlar. Rûhun hâkim olduğu bir zamanda ve mekânda yaşamayanlar
yâni İslâm medeniyetini bilmeyenler ve de görmeyenler, nefis uygarlığını matah
bir şey zannederler.
İnsanlığın
bu çağda en büyük sorunu, bedeninin=nefsinin hoşuna giden şeylerin “doğru”, bedene
sıkıntı veren şeylerin ise “kötü” olduğunu zannetmesidir.
Akıl; doğu’da “Allah’ın
kontrôlü”nde iken, batı’ya-Yunan’a gidince “nefsin kontrôlü”ne girmiştir.
“Akıl-merkezlilik” denilen şey aslında, “nefis-merkezlilik”tir. Zîrâ akıllar
Allah’a göre değil, nefse yâni şeytana göre şekillenmiştir.
Bâzıları,
nefislerini “akılları” zannediyor. Bunlara göre akıllı yaşamak, “nefsine göre
yaşamak”tır. Îman ile sınırlanmayan ve
yönlendirilmeyen akıl, nefsin güdümüne girer ve ancak fitne üretir ve ifsâd
eder. Îmâna taâllûk etmeyen akıl, nefsin güdümünde olacağından dolayı, ancak
ifsâd eder. Nefis, hevâ ve hevesini tatmin etmek için her zaman “seküler aklı”
kullanır. Nefsinin kulu olmuş ve nefsine tapmakta olanlar, modern telâkkiden
dolayı “akıllarına uyduklarını” zannediyorlar.
Nefisler ancak, “İslâm’ın
kânunları” ile dizginlenebilir ve normâl hâle gelebilir. Nefsten, tâğuttan,
seküler-liberâl-kapitâlist sistemden zihnen ve kâlben kurtulup özgürleşmedikçe
Allah’a hakkıyla kul olunamaz. Allah’a hakkıyla kulluk yap(a)mayanlar
nefislerine tapmaya başlarlar. Modern müslümanların sorunu da budur. Kur’ân’ı,
moderniteye, nefse ve çıkara uydurmak için yorumlamaya bir başladınız mı,
şeytan en büyük destekçiniz olur. Böylece vahiy, kendi iç-bütünlüğüne göre
değil de, mevcut zamâna ve mekâna göre yorumlanmaya başlanır. Zamâna göre
nefsin değişmesi, zamâna göre vahyin değişmesini gerektirmez.
Modern-bilim ve teknoloji,
nefse dönük ve nefse yöneliktir. Modern-bilim iyi-kötü ayırımı yapmadığı için,
nefsinin kontrôlündeki insan, modern-bilim ve teknolojinin kötü ve yıkıcı
yönlerini daha çok açığa çıkaracaktır. Çünkü kışkırtılmış nefs sınır tanımaz ve
sınırlanmayan nefsin yapmayacağı şey yoktur. Modern-bilim ve teknoloji bu
yüzden yıkıcıdır. Modernite “nefsin alabildiğine kışkırtıldığı” bâtıl bir
sistemdir.
Ne kadar da “güçlü” nefsimiz
var ve ne kadar da “güçsüz” irâdemiz var. Fakat insanın nefsini ancak yine o
insanın kendisi sınırlayabilir. Nefs ne kadar açık olursa, bilinç o kadar
kapalı olur. Nefs ne kadar palazlanırsa, hayvâniyet o oranda artar. Kötülük ve sapma, insanın nefsi ile ilgilidir, fıtratı
ile değil. Zîrâ insanın fıtratı İslâm’la birebir örtüşür.
Nefs, gafletten beslenir. En
büyük sefillik, nefsin peşinden hırsla koşmak ve yarışmaktır. Takvâda
yarışmayınca “nefste yarış” başlar.
Tüm sorunlar nefsten
kaynaklanır. O hâlde sorun giderici en iyi sistem, “nefse karşı olan sistem”dir
ki nefse karşı olan sâdece İslâm’dır. Nefsine karşı İslâmî bir darbe-devrim
yap(a)mayanlar, şirke-küfre karşı da darbe-devrim yap(a)mazlar.
Rûh karşısında nefse verilen
en küçük bir tâvizde nefs rûhu inkâr etmeye başlar. İnkâr, mutlakâ zulmü, zulüm
de mutlakâ azâbı yanında getirir. Lâkin nefsi kışkırtılmış ve yoldan çıkmış
insana azap yetmez. Onu ancak “acı azap” kendine getirir. Tevbe, nefsimize
karşı şiddet ve zor kullanmaktır.
Nefsine sâhip çıkamıyorsan,
müslümanlığına da sâhip çıkamazsın. Dünyâ’ya “nefsin penceresinden” bakmaya
alışmış olanlar, nefse uygun olmayan şeyleri idrâk edemezler.
Allah rızâsı
için yapılmayan işler, nefsin rızâsı için yapılmaya başlar.
Cennet, nefsin değil, “rûhun
tatmin olduğu yer”dir. Rûhun tatmin olmadığı her yer cehennemdir.
Uyuyan insan mâsum görünür.
Zîrâ nefsi o anda etkisizdir. Uykunun kardeşi olan ölüm ânında ise nefs
işlevsizdir. Zîrâ beden hareketsizdir. Bedenin hareketsiz kalması, nefsin de o
oranda hareketsiz kalması demektir. Bu nedenle nefsin terbiyesinde bedeni
gıdâsız ve hareketsiz bırakmak ve rûhu daha fazla harekete geçirmek
vardır.
İnsan ya nefsinin peşine düşer
ve hazlar ve zevklerle ömrünü heder eder yâni nefsine tapar ve sonunda da
âhirette hüsrâna düşer ve perişân olur; yada Kur’ân’a-Peygamber’e yâni İslâm’a
göre bir hayat yaşar ve hem nefsini meşrû yoldan tatmin eder hem de rûhunu
âhirete hazırlar. Böylece iki cihanda da iyiliğe ulaşmış olur.
“(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü
gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü
emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir” (Yûsuf 53).
“Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene. Sonra
ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene
(andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felâh bulmuştur. Ve onu
(isyânla, günahla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır” (Şems 7-10).
Peygamberimiz’in
bir duâsıyla yazımızı bitirelim:
“Ey
Allah’ım!; Sen’in rahmetini umuyorum, beni göz açıp-kapayıncaya kadar (da olsa)
nefsimle baş-başa bırakma. Hâlimi tümüyle düzelt, Sen’den başka ilâh yoktur”
(Ebu Dâvûd, Edeb, 110).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder