“Hastalandığım zaman bana
şifâ veren O’dur” (Şuârâ 80).
Modern dünyâda hemen-hemen
hepimiz hem sosyâl-psikolojik hastayız, hem bunun farkında değiliz, hem de buna
rağmen kendimizi sağlıklı kabûl ediyoruz. Bu nedenle hasta olduğumuzu
söyleyenlere de inanmıyoruz.
Sosyâl-psikolojik
hastalıklar, fizîki hastalıklardan çok daha fazladır ve çok daha bulaşıcıdır. Çabuk
ve çok fazla yayılmasının nedeni budur. Sosyâl hastalıklar bizim psikolojimizi
bozduktan başka bir de bizi mâneviyattan uzaklaştırıyor. Bu durum insanları
derin bir boşluğa düşürüyor ve yozlaştırıyor.
Hastalıklar, Allah’ın kâinâta
koyduğu yasalar olan sünnetullah ve imtihan gereğince olmazsa-olmaz sorunlar
yada etkenlerdir. Çünkü hastalık olmasaydı insanlar zıvanadan çıkarlar ve kendilerini
ilahlaştırmaya başlarlardı. Böyle olunca da Dünyâ “tanrıların savaş alanı”na dönerdi.
İnsanı bu Dünyâ’da durduracak ve frene basmaya zorlayacak en önemli iki
etkenden biri hastalıklardır. Diğeri ise ölümdür. Tabi bir de vahyin
kazandırmış olduğu bilinçle kendi içinde bir devrim yaparak çıtayı doğal-normâl
sınırlara çekenler vardır. Lâkin bunlar ne kadar da azdır.
Firavun’un ve Nemrud’un hiç
hastalanmadığından bahsedilir. Kendilerini ilahlaştırmalarının nedeninin bu
olduğu söylenir. Târih boyunca tüm diktatörler ve zâlimler, enerjileri yüksek ve
sağlık sorunu olmayan kişiler olmuştur. Fakat bu kişiler sosyâl-psikolojik
hasta olan insanlardır. Yüksek enerjileri onları hasta olmaktan bir süreliğine
uzak tutunca onlar bu durumu “ilâhî bir özellik” olarak görmüşlerdir. Lâkin en
sonunda âciz bir şekilde geberip gitmişlerdir. Zîrâ fizîken ne kadar sağlıklı
olunsa da, sosyâl-psikolojik olarak sağlıklı, dolayısıyla da mânen güçlü
olunmayınca fitne üretmek ve ifsâd çıkarmak kaçınılmaz olmaktadır.
Târih boyunca ama özellikle
modern süreçte insanlar, fizîkî hastalıklara çok önem vermişler ve
hastalıklarına çâreler aramışlar, fakat sosyâl-psikolojik hastalıklara çok önem
vermemişlerdir. Hâlbuki hastalığın sosyâl olanı daha tehlikelidir ki fizîki
bir-çok hastalığın bile nedeni sosyâl hastalıklardır.
Arabamızdan bir ses
geldiğinde yada bir sorun hissettiğimizde hemen servise gidip arabamızdaki sorunu
gidermeye çalışıyoruz, servis-tâmirci arabanın doktorudur. Evde meselâ elektrik
ve su têsisatlarında yada beyaz eşyâmızda bir sorun olduğunda hemen o konunun
uzmanını yâni doktorunu çağırıp sorunun bir-an önce giderilmesine çalışıyoruz,
evdeki ârızayı yâni hastalığı giderecek doktoru çağırıp sorunu gidermesini
istiyoruz. Yetiştirdiğimiz bitkilerde bir hastalık olduğu zaman hemen
ziraatçıya yâni bitkilerin doktoruna gidip doğal yada kimyâsal ilaçlar
kullanıyoruz ve sorunun giderilmesine çalışıyoruz. Hayvanlarımızda bir hastalık
olduğunda hemen hayvan doktoru olan baytar-veteriner çağırıp hastalığın
iyileştirilmesine çalışıyoruz. Hele insanın kendisi hastalandığı zaman hiç
aksatmadan hemen hastâneye doktora gidip çeşitli tahlil ve tetkikler yaptırıp
hastalığının bir-an önce geçmesine çalışıyor ve hattâ bu konuda destek olması
için doğal ürünler de kullanıyoruz. Bunlar elbette yapılması gereken şeylerdir.
Peki “toplum” hastalandığında
yâni sosyâl bir hastalık olduğunda ne yapıyoruz?. Toplumsal hastalıklara bakan
doktorlar kimlerdir?. Toplumsal hastalıklara bakanlar sosyâl-bilimler konularında
uzman olanlardır yâni felsefeciler, sosyologlar, psikologlar ve târihçiler.
Bunlar da toplumsal hastalıkların doktorlarıdırlar. Lâkin insanlar toplumsal
hastalıklara pek önem vermedikleri için sosyâl hastalıklar devâm ediyor ve
zamanla ilerliyor. Sosyâl hastalıkların doktorları önemsiz kişiler olarak
görülüyor ve onların teşhis ve tedâvi metodları insanların ilgisini çekmiyor. Bu
nedenle -özellikle modern zamanlarda- insanlar bilim, teknoloji ve bir-kaç öne
çıkan mesleğe yönelmiş oldukları için, sosyâl alanlarla ilgilenmiyorlar. Gerçi
bu konulardan pek anladıkları da söylenemez.
Tabi şu da var ki, sosyâl
alanlar “modern” olduğundan ve bu alanların öğretilerinde ve söylemlerinde çok
farklı düşünceler ve fikirler olduğundan dolayı insanlar bu alanlardan uzak
duruyorlar. Çünkü bu alanlar ve bu alanların doktorları genelde yüce ve aşkın
bir hakîkate dayanmıyorlar. Bu da insanları onlardan ve sosyâl konulardan uzak
tutuyor. Sosyâl alanlar, yoruma çok açık olduğu için, halkın genel düşüncesine,
anlayışına ve kabûlüne aykırı olan çok farklı düşünceler ortaya çıkabiliyor ve
bu da sosyâl alanların insanlar tarafından tehlikeli olarak görülmesine ve ilgi
gösterilmemesine neden oluyor. Üstelik hem sosyâl alanlar hem de sosyâl
alanların modern doktorları, hakîkate yâni Allah’a dayanmadıkları ve hattâ
İslâm’a-dîne karşı oldukları için hastalıklara yaptıkları teşhisler ve tedâvi
yöntemleri çok da işe yaramadığı gibi yeni ve farklı hastalıkların ortaya çıkmasına
ve hastalıkların artmasına neden olmaktadırlar. Demek ki hem Allahsız
düşünceler ve sosyâl doktorlar hem de ön-yargılı halk, sosyâl hastalıkların
ortaya çıkıp çoğalmasına hep birlikte sebep olmuş oluyorlar.
O-hâlde bu alanların
dayanacağı yüce ve aşkın bir hakîkat olmak zorundadır. İşte o hakîkat, Allah katındaki
tek din olan İslâm’dır. Sosyâl alanlar ancak, İslâm-merkezli olduğunda ve
vahyin kontrôlüne ve yönlendirmesine girdiğinde toplumsal-sosyâl hastalıkların
teşhisini tam ve doğru bir şekilde yapabilecek ve de tam ve doğru bir tedâviyle
hastalıkları-hastaları iyileştirebileceklerdir. Sosyâl hastalıklar çok
önemlidir ve tedâvi edilmediğinde toplum içten-içe yavaş-yavaş çökmeye başlar.
Zîrâ insan tek-boyutlu bir varlık değildir ve hem beden, hem psikoloji, hem de
rûh sâhibi olduğu ve toplumsal hastalıkların da bedenden önce insanın
psikolojisini bozduğundan dolayı, işin sosyâl-mânevî-derûnî yönü de mutlakâ
hesâba katılmalıdır, yâni mutlakâ bu hastalıkların-hastaların çâresine ve
tedâvisine de bakılmalıdır. Tabi bunun için olmazsa-olmaz şart, Allah’ın hesâba
katılmasıdır. Zîrâ Allah hesâba katılmadığında sosyâl hastalıkların hem doğru
teşhisi hem de tedâvisi yapılamayacaktır. Zâten son 200 yıllık Allahsız modern
târihî sürece bakıldığında, sosyâl hastalıklar geçirilemediği gibi, hastalıkların
zamanla çeşitlenip fazlalaştığı ve de kronikleştiği gün gibi ortadadır. O-hâlde
sosyâl hastalıkların çâresi, vahiy ve peygamberler merkezli olmak zorundadır.
İşte bu nedenle Allah,
toplumsal hastalıkların -ki tüm hastalıkların ana nedeni budur- iyileştirmek için,
bu işin doktorları olarak peygamberleri göndermiş ve reçete olarak da vahyi
indirmiştir. Çünkü sosyâl alanlar ancak Allah, vahiy, din ve peygamber merkezli
olduğunda doğru ve düzgün çalışabilecek, sosyâl hastalıklara doğru teşhis
koyduktan sonra doğru tedâviyle toplumu bu hastalıklardan kurtarabilecektir.
Biz bu yazıda sosyâl alanları, İslâm-merkezli kabûl ederek insanların dikkatini
sosyâl alanlara çekmek istiyoruz ve diyoruz ki; sosyâl-toplumsal-psikolojik
hastalıkların ve dolayısıyla mânevî sorunların çâresi, İslâm-merkezli sosyâl
alanlar, bunların peygamberi örnek alan doktorları ve fıtrî-doğal tedâvi
yöntemleridir.
Lâkin; böyle olsa bile insanlar
felsefe, sosyoloji, psikoloji, târih ve edebiyat gibi sosyâl alanları ciddî
bulmazlar. Çocuklarını da bu alanlara yönlendirmezler. Sanki bu konuda
toplumsal bir konsensüs sağlanmış gibidir. Zîrâ bu alanların para getirmeyeceği
ve bu nedenle de bu alanlarla ilgilenmeye gerek olmadığı düşünülmektedir. Hattâ
insanların çoğu bu alanları gereksiz ve faso-fisodan ibâret görürler. Özellikle
de paraya ve makâma kilitlenmiş olan modern insan bu alanların olmasına bile
bir anlam veremez de bu alanlar için boşuna para harcandığını düşünür. İnsanlar
sosyâl hastalıklar için dîne ve din hakkında bilgili olan kişilere yönelirler
fakat din ile ilgilenenler ve dîn bilginlerinin bir-çoğu da sosyâl hastalıkların
reçetesi olan vahiy ve bu hastalıkların doktorları olan peygamber-merkezli değillerdir
ki!. Bir taraf Allah’ı devre-dışı bırakmış ve sosyâl alanları dinsizleştirmişken,
diğer taraf ise dîni hem Kur’ân’dan-Sünnet’ten hem de sosyâl alanlardan
uzaklaştırmıştır. Bu nedenle de mecbûren eksik ve yanlış teşhisler ve tedâviler
uyguluyorlar fakat sonuçta hastalıkları geçiremedikleri ve hastalara çok fayda
sağlayamadıkları gibi yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden oluyorlar.
Çünkü teşhis ve tedâvi metodları yanlıştır.
Türkler sosyâl alanlara pek
ilgi duymazlar. Zâten çok da anlamazlar. Çünkü anlamaya pek yatkın değillerdir.
Zîrâ bir imparatorluk bakiyesidirler ve imparatorluklar sosyâl alanlara çok
önem vermezler. Çünkü zâten tüm Dünyâ’yı yönetmekte ve yönlendirebilmektedirler.
Kitap ve Peygamber-merkezli olmasa da
mevcut dîni görüşle insanları da belli bir ayarda tutabiliyorlar. Fakat sünnetullah
gereğince bu işi sonuna kadar sürdürmeleri imkânsızdır ve zâten sürdürememişlerdir
de. Şartlar değişince ve aldıkları o tedbirler yetersiz gelince işe yaramamaya
başlamış ve ardından çöküş başlamıştır.
Sosyâl alanlarla ilgilenenler
ve bu alanlarda öğrenim görenler, “ne gerek var” türünden bir bakışa ve söyleme
mâruz kalıyorlar. Çünkü genelde târih boyunca tüm insanlar ama özellikle modern
insan, -çağ modern bilim teknoloji, görüntü ve madde-merkezli olduğundan dolayı-
popüler alanlardan biriyle ilgilenilmediğinde yada bu alanlarda okunmadığında
(tıp, hukuk, mühendislik, eğitim vs.) o ilgiyi ve öğrenimi boş ve gereksiz
olarak görüyor. Bunlar aslında din ile de çok ilgili değildirler ve sâdece şekilsel
olarak yaptıkları şeyler vardır. Yoksa çocuklarının ilâhiyat fakültesinde okumalarını
da istemezler. Oysa tüm hastalıkların, teşhislerin, tedâvilerin ve doktorluğun
temelinde sosyâl bilimler vardır. Pozitif bilimlerin temelini bile sosyâl
bilimciler yâni felsefeciler, sosyologlar, psikologlar kurmuştur. Modern-bilim
ve teknoloji bile kaynağını dînin yönlendirmesiyle ortaya çıkmış meraktan ve
yönlendirmelerden alır.
Fakat insanlar işin nedenine
değil de sonucuna bakarlar ve sonuca bir-an önce ulaşmaya çalışırlar. Bu
bağlamda kendilerinde ortaya çıkan fizîkî hastalıkları bir-an önce geçirmeye
bakarlar ama geçen sâdece belli bir süreliğine semptomlar yâni belirtilerdir.
Hastalığın semptomunu yâni belirtisini, dışa yansıyan etkisini o an için
geçirmek hastalığı şifâ anlamında tedâvi etmek değildir. Hastalığın kaynağını
bulup ona göre bir teşhis ve tedâvi yapılmadığında hastalık alttan-alta sürecek
ve en zayıf anda yeniden hortlayıverecektir.
İşte bu nedenle sosyâl
hastalıkların ve de sosyâl hastalıkların yansıması olan fiziksel hastalıkların
önlenmesinde, teşhisinde ve tedâvisinde olmazsa-olmaz olan şey, -insanlar ne
kadar gereksiz ve önemsiz bulsa da- vahiy-merkezli sosyâl alanlardır yâni
felsefe, sosyoloji, psikoloji, târih ve İslâm’a aykırı olmayan edebiyat ve sanattır.
Toplumsal hastalıklar
önlenemedikçe Dünyâ’da bir düzelme olmayacak ve zamanla insanlar çeşitli sosyâl
hastalıkların müptelâsı olacaklardır. Üstelik tedâvi edilmediğinde bu hastalıklar
kronikleşecek ve yayılacaktır. İnsanlar eşyâ, bitki, hayvan ve fizîkî hastalıklarıyla
hemen ve dikkatle ilgilenmelerine rağmen toplumsal-sosyâl hastalıklara önem
vermedikleri ve ilgilenmedikleri, hattâ bunu düşünmedikleri için, toplum günden-güne
daha çok hastalanmakta ve zamanla yozlaşıp çürümeye başlamaktadır. Bu nedenle
sosyâl-toplumsal hastalıklar diğer hastalıklardan çok daha önemlidir.
Demek ki toplumsal hastalıkların
da ilgiye, teşhis ve tedâviye ihtiyâcı vardır ve bu diğer hastalıklar kadar
önemlidir. Bu da, hastalıkların teşhisi ve tedavisi için Allah’ın hesâba
katılmasını zarûrî kılmaktadır. Yâni bu hastalıklar gerçek anlamda ancak vahyi
ve peygamberi örnek alan doktorların yapacağı teşhis ve tedâviyle olacaktır.
Felsefe, sosyoloji, psikoloji, târih vs. tüm bu sosyâl alanlar ancak vahyi merkeze
aldıklarında toplumsal-sosyâl hastalıkların doğru teşhisini yapıp “şifâ”
anlamında tedâvisini sağlayabileceklerdir. Aksi-hâlde hem hastalıkların ancak o
anlık şiddetini kısa bir süreliğine dindirebilecekler ama sonra hastalık tekrar
nüksedecek, hem de kesin şifâ olmayacağı için insanlar toplumsal-sosyâl hastalıklarla,
doktorlarla ve tedâviyle ilgilenmeyecek ve bu hastalıkları, doktorları ve tedâvileri
gereksiz göreceklerdir.
Sosyâl-toplumsal hastalıkların
dolayısıyla mânevî sorunların fiziki hastalıklardan farkı, onların sonuçlarının
âhirete taşınacak olması ve âhirette bunlarla yargılanacak olmamızdır. Yâni
fizîkî hastalıklar bir-şekilde geçer yada ölümle yok olur gider. Fakat sosyâl-toplumsal
hastalıklar âhirete kadar bizimle gelir. O yüzden sosyâl hastalıklara önem vermek
gerekir.
Sosyâl ve mânevî
hastalıkların modernizm süreci ile birlikte çok fazlalaştığı bârizdir. O hâlde
fiziksel hastalıklar gibi sosyâl-psikolojik hastalıkları arttıran şey de
modern-bilim, teknoloji, modern felsefeler, modern
ideolojiler-düşünceler-uygulamalar ve modern ürünlerdir.
Mânevî-sosyâl bünyemizi
zayıflatıp çürüten ve diğer hastalıklara da dâvetiye çıkaran, asıl ve temel
hastalığımız, “Rabbimizi unutmuş olmamız”dır. Ömrümüzün her gününü, her saat ve
dakîkasını sanki “Rabbimiz yok(muş) gibi” algılamak ve yaşamaktır. Günlük algı
ve yaşayış, tutum ve hareketlerimizde; sanki O görmüyor, işitmiyor, bilmiyor(muş)
gibi hislerle yaşıyoruz. Bu durum toplumu bozmakta ve hasta etmektedir. Sosyâl
hastalıklar bizi cimrilik, yalancılık, hırsızlık, su-i zan, gıybet, tembellik,
rahat düşkünlüğü, mâzeret üretme, üşengeçlik, ibâdeti erteleme gibi sosyâl ve
mânevî olarak yozlaştırmaktadır.
Ne yazık ki bedenî hastalıklarımızdan
kaynaklanan hastalıklara hemen çözüm arayıp, teşhis ve tedâviye sarıldığımız
gibi; sosyal-toplumsal hastalıklarımız için acele etmiyoruz. Hâlbuki bugün vefât
etsek, bu hastalıklar, öbür âlemimizde etki ve sonuçları îtibâriyle dâimî
kalacaklardır.
Her hastalığın bir teşhisi,
tedâvisi ve doktoru vardır. Buna en önemli hastalıklar olan toplumsal-sosyâl
hastalıklar da dâhildir. Toplumsal hastalıkların doktorları peygamberler ve
onları tâkip edenler, onların yolunda olanlardır. Teşhisi ve tedâviyi yapacak
olan ise vahiy ve vahiy-merkezli sosyâl doktorlardır. Zâten peygamberler ve
vahiy, toplumsal hastalıkların (şirk, küfür, adâletsizlik, eşitsizlik,
ahlâksızlık, şiddet, merhâmetsizlik, zulüm) teşhisini ve tedâvisini yapmak için
gönderilmiştir. Din, toplumsal ve de bireysel hastalıkların ana-dalıdır. Zîrâ sosyâl-toplumsal
hastalıklar önlenmedikçe çeşitli bireysel hastalıkların da şifâ anlamında son
bulması mümkün değildir.
Îman enerjisini
kullanmamaktır bizi asıl hasta eden ve mecâlsiz bırakan. Hâl-i pür melâlimizin
nedeni budur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder