7 Ekim 2022 Cuma

Sosyâl Hastalıklar, Doktorlar ve Tedâvi

 

“Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur” (Şuârâ 80).

 

Modern dünyâda hemen-hemen hepimiz hem sosyâl-psikolojik hastayız, hem bunun farkında değiliz, hem de buna rağmen kendimizi sağlıklı kabûl ediyoruz. Bu nedenle hasta olduğumuzu söyleyenlere de inanmıyoruz.

 

Sosyâl-psikolojik hastalıklar, fizîki hastalıklardan çok daha fazladır ve çok daha bulaşıcıdır. Çabuk ve çok fazla yayılmasının nedeni budur. Sosyâl hastalıklar bizim psikolojimizi bozduktan başka bir de bizi mâneviyattan uzaklaştırıyor. Bu durum insanları derin bir boşluğa düşürüyor ve yozlaştırıyor.

 

Hastalıklar, Allah’ın kâinâta koyduğu yasalar olan sünnetullah ve imtihan gereğince olmazsa-olmaz sorunlar yada etkenlerdir. Çünkü hastalık olmasaydı insanlar zıvanadan çıkarlar ve kendilerini ilahlaştırmaya başlarlardı. Böyle olunca da Dünyâ “tanrıların savaş alanı”na dönerdi. İnsanı bu Dünyâ’da durduracak ve frene basmaya zorlayacak en önemli iki etkenden biri hastalıklardır. Diğeri ise ölümdür. Tabi bir de vahyin kazandırmış olduğu bilinçle kendi içinde bir devrim yaparak çıtayı doğal-normâl sınırlara çekenler vardır. Lâkin bunlar ne kadar da azdır.

 

Firavun’un ve Nemrud’un hiç hastalanmadığından bahsedilir. Kendilerini ilahlaştırmalarının nedeninin bu olduğu söylenir. Târih boyunca tüm diktatörler ve zâlimler, enerjileri yüksek ve sağlık sorunu olmayan kişiler olmuştur. Fakat bu kişiler sosyâl-psikolojik hasta olan insanlardır. Yüksek enerjileri onları hasta olmaktan bir süreliğine uzak tutunca onlar bu durumu “ilâhî bir özellik” olarak görmüşlerdir. Lâkin en sonunda âciz bir şekilde geberip gitmişlerdir. Zîrâ fizîken ne kadar sağlıklı olunsa da, sosyâl-psikolojik olarak sağlıklı, dolayısıyla da mânen güçlü olunmayınca fitne üretmek ve ifsâd çıkarmak kaçınılmaz olmaktadır.   

 

Târih boyunca ama özellikle modern süreçte insanlar, fizîkî hastalıklara çok önem vermişler ve hastalıklarına çâreler aramışlar, fakat sosyâl-psikolojik hastalıklara çok önem vermemişlerdir. Hâlbuki hastalığın sosyâl olanı daha tehlikelidir ki fizîki bir-çok hastalığın bile nedeni sosyâl hastalıklardır.

 

Arabamızdan bir ses geldiğinde yada bir sorun hissettiğimizde hemen servise gidip arabamızdaki sorunu gidermeye çalışıyoruz, servis-tâmirci arabanın doktorudur. Evde meselâ elektrik ve su têsisatlarında yada beyaz eşyâmızda bir sorun olduğunda hemen o konunun uzmanını yâni doktorunu çağırıp sorunun bir-an önce giderilmesine çalışıyoruz, evdeki ârızayı yâni hastalığı giderecek doktoru çağırıp sorunu gidermesini istiyoruz. Yetiştirdiğimiz bitkilerde bir hastalık olduğu zaman hemen ziraatçıya yâni bitkilerin doktoruna gidip doğal yada kimyâsal ilaçlar kullanıyoruz ve sorunun giderilmesine çalışıyoruz. Hayvanlarımızda bir hastalık olduğunda hemen hayvan doktoru olan baytar-veteriner çağırıp hastalığın iyileştirilmesine çalışıyoruz. Hele insanın kendisi hastalandığı zaman hiç aksatmadan hemen hastâneye doktora gidip çeşitli tahlil ve tetkikler yaptırıp hastalığının bir-an önce geçmesine çalışıyor ve hattâ bu konuda destek olması için doğal ürünler de kullanıyoruz. Bunlar elbette yapılması gereken şeylerdir.

 

Peki “toplum” hastalandığında yâni sosyâl bir hastalık olduğunda ne yapıyoruz?. Toplumsal hastalıklara bakan doktorlar kimlerdir?. Toplumsal hastalıklara bakanlar sosyâl-bilimler konularında uzman olanlardır yâni felsefeciler, sosyologlar, psikologlar ve târihçiler. Bunlar da toplumsal hastalıkların doktorlarıdırlar. Lâkin insanlar toplumsal hastalıklara pek önem vermedikleri için sosyâl hastalıklar devâm ediyor ve zamanla ilerliyor. Sosyâl hastalıkların doktorları önemsiz kişiler olarak görülüyor ve onların teşhis ve tedâvi metodları insanların ilgisini çekmiyor. Bu nedenle -özellikle modern zamanlarda- insanlar bilim, teknoloji ve bir-kaç öne çıkan mesleğe yönelmiş oldukları için, sosyâl alanlarla ilgilenmiyorlar. Gerçi bu konulardan pek anladıkları da söylenemez.   

 

Tabi şu da var ki, sosyâl alanlar “modern” olduğundan ve bu alanların öğretilerinde ve söylemlerinde çok farklı düşünceler ve fikirler olduğundan dolayı insanlar bu alanlardan uzak duruyorlar. Çünkü bu alanlar ve bu alanların doktorları genelde yüce ve aşkın bir hakîkate dayanmıyorlar. Bu da insanları onlardan ve sosyâl konulardan uzak tutuyor. Sosyâl alanlar, yoruma çok açık olduğu için, halkın genel düşüncesine, anlayışına ve kabûlüne aykırı olan çok farklı düşünceler ortaya çıkabiliyor ve bu da sosyâl alanların insanlar tarafından tehlikeli olarak görülmesine ve ilgi gösterilmemesine neden oluyor. Üstelik hem sosyâl alanlar hem de sosyâl alanların modern doktorları, hakîkate yâni Allah’a dayanmadıkları ve hattâ İslâm’a-dîne karşı oldukları için hastalıklara yaptıkları teşhisler ve tedâvi yöntemleri çok da işe yaramadığı gibi yeni ve farklı hastalıkların ortaya çıkmasına ve hastalıkların artmasına neden olmaktadırlar. Demek ki hem Allahsız düşünceler ve sosyâl doktorlar hem de ön-yargılı halk, sosyâl hastalıkların ortaya çıkıp çoğalmasına hep birlikte sebep olmuş oluyorlar.

 

O-hâlde bu alanların dayanacağı yüce ve aşkın bir hakîkat olmak zorundadır. İşte o hakîkat, Allah katındaki tek din olan İslâm’dır. Sosyâl alanlar ancak, İslâm-merkezli olduğunda ve vahyin kontrôlüne ve yönlendirmesine girdiğinde toplumsal-sosyâl hastalıkların teşhisini tam ve doğru bir şekilde yapabilecek ve de tam ve doğru bir tedâviyle hastalıkları-hastaları iyileştirebileceklerdir. Sosyâl hastalıklar çok önemlidir ve tedâvi edilmediğinde toplum içten-içe yavaş-yavaş çökmeye başlar. Zîrâ insan tek-boyutlu bir varlık değildir ve hem beden, hem psikoloji, hem de rûh sâhibi olduğu ve toplumsal hastalıkların da bedenden önce insanın psikolojisini bozduğundan dolayı, işin sosyâl-mânevî-derûnî yönü de mutlakâ hesâba katılmalıdır, yâni mutlakâ bu hastalıkların-hastaların çâresine ve tedâvisine de bakılmalıdır. Tabi bunun için olmazsa-olmaz şart, Allah’ın hesâba katılmasıdır. Zîrâ Allah hesâba katılmadığında sosyâl hastalıkların hem doğru teşhisi hem de tedâvisi yapılamayacaktır. Zâten son 200 yıllık Allahsız modern târihî sürece bakıldığında, sosyâl hastalıklar geçirilemediği gibi, hastalıkların zamanla çeşitlenip fazlalaştığı ve de kronikleştiği gün gibi ortadadır. O-hâlde sosyâl hastalıkların çâresi, vahiy ve peygamberler merkezli olmak zorundadır. 

 

İşte bu nedenle Allah, toplumsal hastalıkların -ki tüm hastalıkların ana nedeni budur- iyileştirmek için, bu işin doktorları olarak peygamberleri göndermiş ve reçete olarak da vahyi indirmiştir. Çünkü sosyâl alanlar ancak Allah, vahiy, din ve peygamber merkezli olduğunda doğru ve düzgün çalışabilecek, sosyâl hastalıklara doğru teşhis koyduktan sonra doğru tedâviyle toplumu bu hastalıklardan kurtarabilecektir. Biz bu yazıda sosyâl alanları, İslâm-merkezli kabûl ederek insanların dikkatini sosyâl alanlara çekmek istiyoruz ve diyoruz ki; sosyâl-toplumsal-psikolojik hastalıkların ve dolayısıyla mânevî sorunların çâresi, İslâm-merkezli sosyâl alanlar, bunların peygamberi örnek alan doktorları ve fıtrî-doğal tedâvi yöntemleridir.     

 

Lâkin; böyle olsa bile insanlar felsefe, sosyoloji, psikoloji, târih ve edebiyat gibi sosyâl alanları ciddî bulmazlar. Çocuklarını da bu alanlara yönlendirmezler. Sanki bu konuda toplumsal bir konsensüs sağlanmış gibidir. Zîrâ bu alanların para getirmeyeceği ve bu nedenle de bu alanlarla ilgilenmeye gerek olmadığı düşünülmektedir. Hattâ insanların çoğu bu alanları gereksiz ve faso-fisodan ibâret görürler. Özellikle de paraya ve makâma kilitlenmiş olan modern insan bu alanların olmasına bile bir anlam veremez de bu alanlar için boşuna para harcandığını düşünür. İnsanlar sosyâl hastalıklar için dîne ve din hakkında bilgili olan kişilere yönelirler fakat din ile ilgilenenler ve dîn bilginlerinin bir-çoğu da sosyâl hastalıkların reçetesi olan vahiy ve bu hastalıkların doktorları olan peygamber-merkezli değillerdir ki!. Bir taraf Allah’ı devre-dışı bırakmış ve sosyâl alanları dinsizleştirmişken, diğer taraf ise dîni hem Kur’ân’dan-Sünnet’ten hem de sosyâl alanlardan uzaklaştırmıştır. Bu nedenle de mecbûren eksik ve yanlış teşhisler ve tedâviler uyguluyorlar fakat sonuçta hastalıkları geçiremedikleri ve hastalara çok fayda sağlayamadıkları gibi yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden oluyorlar. Çünkü teşhis ve tedâvi metodları yanlıştır. 

 

Türkler sosyâl alanlara pek ilgi duymazlar. Zâten çok da anlamazlar. Çünkü anlamaya pek yatkın değillerdir. Zîrâ bir imparatorluk bakiyesidirler ve imparatorluklar sosyâl alanlara çok önem vermezler. Çünkü zâten tüm Dünyâ’yı yönetmekte ve yönlendirebilmektedirler. Kitap ve  Peygamber-merkezli olmasa da mevcut dîni görüşle insanları da belli bir ayarda tutabiliyorlar. Fakat sünnetullah gereğince bu işi sonuna kadar sürdürmeleri imkânsızdır ve zâten sürdürememişlerdir de. Şartlar değişince ve aldıkları o tedbirler yetersiz gelince işe yaramamaya başlamış ve ardından çöküş başlamıştır.

 

Sosyâl alanlarla ilgilenenler ve bu alanlarda öğrenim görenler, “ne gerek var” türünden bir bakışa ve söyleme mâruz kalıyorlar. Çünkü genelde târih boyunca tüm insanlar ama özellikle modern insan, -çağ modern bilim teknoloji, görüntü ve madde-merkezli olduğundan dolayı- popüler alanlardan biriyle ilgilenilmediğinde yada bu alanlarda okunmadığında (tıp, hukuk, mühendislik, eğitim vs.) o ilgiyi ve öğrenimi boş ve gereksiz olarak görüyor. Bunlar aslında din ile de çok ilgili değildirler ve sâdece şekilsel olarak yaptıkları şeyler vardır. Yoksa çocuklarının ilâhiyat fakültesinde okumalarını da istemezler. Oysa tüm hastalıkların, teşhislerin, tedâvilerin ve doktorluğun temelinde sosyâl bilimler vardır. Pozitif bilimlerin temelini bile sosyâl bilimciler yâni felsefeciler, sosyologlar, psikologlar kurmuştur. Modern-bilim ve teknoloji bile kaynağını dînin yönlendirmesiyle ortaya çıkmış meraktan ve yönlendirmelerden alır.

 

Fakat insanlar işin nedenine değil de sonucuna bakarlar ve sonuca bir-an önce ulaşmaya çalışırlar. Bu bağlamda kendilerinde ortaya çıkan fizîkî hastalıkları bir-an önce geçirmeye bakarlar ama geçen sâdece belli bir süreliğine semptomlar yâni belirtilerdir. Hastalığın semptomunu yâni belirtisini, dışa yansıyan etkisini o an için geçirmek hastalığı şifâ anlamında tedâvi etmek değildir. Hastalığın kaynağını bulup ona göre bir teşhis ve tedâvi yapılmadığında hastalık alttan-alta sürecek ve en zayıf anda yeniden hortlayıverecektir.

 

İşte bu nedenle sosyâl hastalıkların ve de sosyâl hastalıkların yansıması olan fiziksel hastalıkların önlenmesinde, teşhisinde ve tedâvisinde olmazsa-olmaz olan şey, -insanlar ne kadar gereksiz ve önemsiz bulsa da- vahiy-merkezli sosyâl alanlardır yâni felsefe, sosyoloji, psikoloji, târih ve İslâm’a aykırı olmayan edebiyat ve sanattır.

 

Toplumsal hastalıklar önlenemedikçe Dünyâ’da bir düzelme olmayacak ve zamanla insanlar çeşitli sosyâl hastalıkların müptelâsı olacaklardır. Üstelik tedâvi edilmediğinde bu hastalıklar kronikleşecek ve yayılacaktır. İnsanlar eşyâ, bitki, hayvan ve fizîkî hastalıklarıyla hemen ve dikkatle ilgilenmelerine rağmen toplumsal-sosyâl hastalıklara önem vermedikleri ve ilgilenmedikleri, hattâ bunu düşünmedikleri için, toplum günden-güne daha çok hastalanmakta ve zamanla yozlaşıp çürümeye başlamaktadır. Bu nedenle sosyâl-toplumsal hastalıklar diğer hastalıklardan çok daha önemlidir.

 

Demek ki toplumsal hastalıkların da ilgiye, teşhis ve tedâviye ihtiyâcı vardır ve bu diğer hastalıklar kadar önemlidir. Bu da, hastalıkların teşhisi ve tedavisi için Allah’ın hesâba katılmasını zarûrî kılmaktadır. Yâni bu hastalıklar gerçek anlamda ancak vahyi ve peygamberi örnek alan doktorların yapacağı teşhis ve tedâviyle olacaktır. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, târih vs. tüm bu sosyâl alanlar ancak vahyi merkeze aldıklarında toplumsal-sosyâl hastalıkların doğru teşhisini yapıp “şifâ” anlamında tedâvisini sağlayabileceklerdir. Aksi-hâlde hem hastalıkların ancak o anlık şiddetini kısa bir süreliğine dindirebilecekler ama sonra hastalık tekrar nüksedecek, hem de kesin şifâ olmayacağı için insanlar toplumsal-sosyâl hastalıklarla, doktorlarla ve tedâviyle ilgilenmeyecek ve bu hastalıkları, doktorları ve tedâvileri gereksiz göreceklerdir.

 

Sosyâl-toplumsal hastalıkların dolayısıyla mânevî sorunların fiziki hastalıklardan farkı, onların sonuçlarının âhirete taşınacak olması ve âhirette bunlarla yargılanacak olmamızdır. Yâni fizîkî hastalıklar bir-şekilde geçer yada ölümle yok olur gider. Fakat sosyâl-toplumsal hastalıklar âhirete kadar bizimle gelir. O yüzden sosyâl hastalıklara önem vermek gerekir.

 

Sosyâl ve mânevî hastalıkların modernizm süreci ile birlikte çok fazlalaştığı bârizdir. O hâlde fiziksel hastalıklar gibi sosyâl-psikolojik hastalıkları arttıran şey de modern-bilim, teknoloji, modern felsefeler, modern ideolojiler-düşünceler-uygulamalar ve modern ürünlerdir.

 

Mânevî-sosyâl bünyemizi zayıflatıp çürüten ve diğer hastalıklara da dâvetiye çıkaran, asıl ve temel hastalığımız, “Rabbimizi unutmuş olmamız”dır. Ömrümüzün her gününü, her saat ve dakîkasını sanki “Rabbimiz yok(muş) gibi” algılamak ve yaşamaktır. Günlük algı ve yaşayış, tutum ve hareketlerimizde; sanki O görmüyor, işitmiyor, bilmiyor(muş) gibi hislerle yaşıyoruz. Bu durum toplumu bozmakta ve hasta etmektedir. Sosyâl hastalıklar bizi cimrilik, yalancılık, hırsızlık, su-i zan, gıybet, tembellik, rahat düşkünlüğü, mâzeret üretme, üşengeçlik, ibâdeti erteleme gibi sosyâl ve mânevî olarak yozlaştırmaktadır.   

 

Ne yazık ki bedenî hastalıklarımızdan kaynaklanan hastalıklara hemen çözüm arayıp, teşhis ve tedâviye sarıldığımız gibi; sosyal-toplumsal hastalıklarımız için acele etmiyoruz. Hâlbuki bugün vefât etsek, bu hastalıklar, öbür âlemimizde etki ve sonuçları îtibâriyle dâimî kalacaklardır.

 

Her hastalığın bir teşhisi, tedâvisi ve doktoru vardır. Buna en önemli hastalıklar olan toplumsal-sosyâl hastalıklar da dâhildir. Toplumsal hastalıkların doktorları peygamberler ve onları tâkip edenler, onların yolunda olanlardır. Teşhisi ve tedâviyi yapacak olan ise vahiy ve vahiy-merkezli sosyâl doktorlardır. Zâten peygamberler ve vahiy, toplumsal hastalıkların (şirk, küfür, adâletsizlik, eşitsizlik, ahlâksızlık, şiddet, merhâmetsizlik, zulüm) teşhisini ve tedâvisini yapmak için gönderilmiştir. Din, toplumsal ve de bireysel hastalıkların ana-dalıdır. Zîrâ sosyâl-toplumsal hastalıklar önlenmedikçe çeşitli bireysel hastalıkların da şifâ anlamında son bulması mümkün değildir.

 

Îman enerjisini kullanmamaktır bizi asıl hasta eden ve mecâlsiz bırakan. Hâl-i pür melâlimizin nedeni budur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2021

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder