“De ki: ‘Gelin size
Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiç-bir şeyi ortak koşmayın,
anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin
de, onların da rızıklarını biz vermekteyiz-. Çirkin-kötülüklerin açığına ve
gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah’ın (öldürülmesini)
haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur
ki akıl erdirirsiniz” (En-âm 151).
“De ki: ‘Allah’ın sizin
için indirdiği sizin bir kısmını haram ve helâl kıldığınız rızıktan, haber var
mı?. Söyler misiniz?’. De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah hakkında
yalan uydurup iftirâ mı ediyorsunuz?”
(Yûnus 59).
Günaha alışmak, arkasından
harama mecbur kalmayı da yanında getirir. Eğer günaha alıştıysanız haram
işlemek sizin için ilk önce ürkütücü olmaktan çıkar, sonra da şeytanın da
vesveseleriyle “az da olsa işlenebilir” hâle gelir. Öyle ki, harama iyice alıştığınızda
ve artık haram hayâtınızı kuşattığında da artık haram işlemek bu insana sevimli
gelmeye başlar ve hattâ artık haramı savunur hâle gelirsiniz ki an îtibârıyla
durum böyledir. Çünkü kâlpler İslâm’la ve “helâl” ile tatmin olmayınca,
nefisler Dünyâ ve “haram” ile tatmin olmak isterler. Yüce hedeflerden yoksun
olan insanlar haramlara yönelirler ve sâdece haramlarla teselli bulabilirler.
Fakat böyle olmayan ve haramla
karşılaşmak istemeyenler de vardır. Lâkin haram tüm Dünyâ’yı kuşatmış ve yeryüzü
neredeyse harama basmadan yürünemeyecek bir yer hâline geldiği için, artık “harama
mecbur kalmak” durumu oluşmuştur. Dünyâ öyle bir yer hâline gelmiştir ki,
yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, kullandığımız her-şey, yaşadığımız evler,
sokaklar, kullandığımız taşıtlar-araçlar, yaptığımız ve çalıştığımız işlerden
kazandığımız paralar, üzerinde inceden-inceye düşündüğümüzde haramlaşmış yada
haram karışan şeyler hâline gelmiştir. Yâni, insanlar harama mecbur kalmışlardır.
Dünyâ helâl ve tayyip olanın artık neredeyse yok olduğu ve
bulunmadığı bir zamâna gelmiştir. Neredeyse yediğimiz-içtiğimiz her-şey haram
ve necis hâle gelmiştir. Helâl ve tayyip yâni temiz ve meşrû olan bir şey
bulamaz hâle geldik. Peki böyle zamanlarda duyarlı müslümanlar ne yapmalıdır?. Harama
bulaşmak ve karışmak istemeyen müslümanlar ne yapmalıdır?. Peygamberimiz böyle
zamanlarda yapılması gereken şey için şunları söyler:
“Kişinin en hayırlı malının peşine takılıp dağ geçitlerini
ve yağmur düşen yerleri tâkip edeceği, koyunu olacağı zaman yakındır. Böylece
dînini fitnelerden kaçırmış olur” (Buhârî, İman 12, Bed’ü'l-Halk
14, Menâkıb 25, Rikak 34, Fiten 14; Muvatta, İsti’zan 16, [2, 970]; Ebu Davud,
Fiten 4, [4267]; Nesâî, Îman 30, [8, 123, 124]).
“Fitne
zamanlarında kişi, kendi hayvanının etinden-sütünden yer-içer. O kişi
insanların en hayırlısındandır”.
“Fitne zamânında
insanların en hayırlısı, dağ başında koyununun etinden-sütünden yiyendir”
(Râmuz el e-hadis, 280. sayfa, 11. hadis).
İşin kötüsü nedir biliyor
musunuz?. Artık ücrâ köşelerde yada köy kenarında “kendi tarımımı kendim
yapacağım” deseniz bile yine de ürettiğiniz şey %100 helâl, temiz ve doğal
olmayabilir. Zîrâ sizin ektiğiniz doğal ve helâl olan tohumla biten nebâtat,
yandaki köyün yada evin ektiği-diktiği GDO’lu ürünün ortaya çıkardığı polenle
karışıp tozlanıyor, dölleniyor ve aşılanıyor. O zaman da sizin ürettiğiniz
ürünler de doğallıktan çıkıyor yada en azından doğallığına, dolayısı ile
helâlliğine ve temizliğine halel geliyor. Modern dünyâda %100 helâl ve tayyip
bir gıdâ üretmek ve yiyip-içmek imkânsızlaşıyor. Yüce dağların zirvelerinde
güdülen koyunların etinden ve sütünden başka bir şey kalmıyor geriye helâl
olarak.
Haramı takmayan ve
tınlamayan lâik-seküler-demokratik-modern toplumlarda ve ülkelerde, vergisi
verilen günahlar (içki, kumar, zinâ, fâiz) “haram” olmaktan çıkar ve kutsal
hâle gelir!. Çünkü o ülke ve devlet haramlardan beslenmeye başlamıştır.
Dolayısıyla halk de geçimini haram ile sağlamaktadır.
Peki bu niçin böyledir?. Modern
insanın doyumsuzluğu ve domuzluğu, modern üretimlerin “sâdece bedene, hazza, nefse
yönelik” olması ve “rûha hitâp etmemesi”nden dolayıdır. Zâten el değmeden üretilen
ürünler rûha hitâp etmez ve ancak nefsi kışkırtır. El değmeden üretilen ürünler
genelde helâl olmaz. Fakat kışkırtılmış olan nefisler için bir şey haram olmuş-helal
olmuş fark etmez ki!. O sâdece tükettiği şeyin haz verip-vermediğine bakar.
Günah, suç, haram, ayıp,
kötü, çirkin, çirkef vs. gibi gayrı-meşrû olan şeyler; aşırı izlenmeyle,
okumayla, dinlemeyle, konuşmayla meşrûlaştırılıyor. İnsan, incelediği şeyi
aşırı araştırınca, o şey o olmaktan çıkar. Meselâ şarabı inceledikçe şarap
“şarap” olmaktan ve dolayısı ile haram olmaktan çıkmaya başlar o kişi için. Sonra
da “sirke de şaraptır” gibi laflar etmeye başlar. Öyle ki, ortada helâl olarak
târif edilecek bir şey kalmaz. Zîrâ haram-merkezli düşünülmekte, haram-merkezli
konuşulmakta-yazılmakta ve haram-merkezli hareket edilmektedir.
Harama mâzeret bulmak çok
kolaydır. Şeytan insana sağdan yaklaşır ve haramı normâlleştirir yada en
azından zarârını azmış gibi gösterir. Meselâ; “evi olmayan insanlar çok sıkıntı
yaşıyorlar, evleri olması iyidir diye; araba ile iş yapacak olanlara araba lâzım,
o yüzden arabaları olmalıdır diye; iş kuracak olanların, fabrika kuracak
olanların hem geçimlerini sağlamak hem işçi çalıştırmak ve hem de
vatana-millete yarârı dokunacak diye apaçık haram olan fâizli kredi çekmeleri
sorun olmayacaksa ve meşrû kabûl edilecekse, peki hangi şey ve ne için kredi
çekildiğinde yâni fâize bulaşıldığında günah ve haram olur?. Kredi ne için çekildiğine
haram olur?. “İmtihan” (yâni zorluk) hangi alanda ve neydedir?.
Haram ve günah büyük
kitleler tarafından işleniyor olunca haram meşrûlaşmaz ve helâl olmaz; haramı
televizyondan izleyince o şey haram ve günah olmaktan çıkmaz. Televizyonda
içilen içki, yenen domuz, alınan fâiz, yapılan zinâ vs. haram olmaktan çıkmaz.
Hattâ onlar haramı işlemekten başka yaygınlaştırdıkları için çok daha fazla
günahkâr olurlar.
Haramdan gelen bir malı
dağıtmak düşüncesi, “haramı dağıtmak ve yaygınlaştırmak” anlamına gelir. Haram
olan bir şeyi garibanlara dağıtınca o şey haram olmaktan çıkmaz. Çünkü
dağıtılan şey haram olan bir şeydir.
Son zamanlarda haram iyice
yaygınlaşınca, yeme-içme-giyme-kullanma kelimelerini kullanmak bırakıldı ve “tüketme”
kelimesi kullanılır oldu. Çünkü tüketmek, haram için geçerli ve çok uygun bir
kelimedir. Tüketmek “haramı tüketmek”tir. Helâl olan için ise “yeme, içme, giyme
ve kullanma” kelimeleri uygundur ve bu kelimeler yakışır. İnsanın Allahsızca
hareket etmesi ve haram-helâl demeden domuz gibi tüketmesi, haram, günah, ayıp
ve suçtur.
Bizi haramlarla kuşatanlar
ve karşı-karşıya bırakanlar çok acımasızdır ve vicdansızdır. Haramdan uzak
kalınmaya saygı duymadıkları gibi harama karşı çıkanlara da karşı çıkarlar.
Zîrâ Dünyâ harama bulanmıştır ve hemen her-şey haram hâle gelmiştir. Neredeyse
tüm üretimler haramdır yada her-şeye haram bulaşmıştır. Küresel şeytanlar
haramdan geçinmektedirler çünkü. Yapılan haram üretimler tüketilmekte ve
tüketildikçe de tâğutlar palazlanmaktadır. Bunların içinde ideolojilerin,
sistemlerin ve lîderlerin hatırına harama ses çıkarmayan ve hattâ haramı
savunan -sözde- müslümanlar da vardır.
Peki diyelim ki bizi aç bıraktılar
yada açlıktan ölmeyle karşı-karşıya kaldık. Önümüzde de yiyecek olarak sâdece
domuz var, içecek olarak da sâdece şarap var. Peki bu durumda ne yapmak gerekiyor?.
Kur’ân bu konuda şunu söylüyor: “Ölmeyecek kadar yiyebilirsiniz”:
“Kim kaçınılmaz bir
ihtiyaçla karşı-karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu
sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir). Şüphesiz Rabbin bağışlayandır,
esirgeyendir” (En-âm 145).
Elbette haram ile kurtuluş
olmaz. Haram ile şifâ olmaz, huzûr olmaz, doyum olmaz, tatmin olmaz. Çünkü
Allah sâdece en zor anlarda yada ölüm gibi durumlarda buna ruhsat veriyor. Zâten
“ölmeyecek kadar” dediği için sâdece yeme-içmeyle ilgilidir.
Peki bu ruhsat her-şey için
de geçerli olabilir mi?. Meselâ az miktarda fâiz almak-vermek, gözümüze-gözümüze
battığı için göz ucuyla da olsa harama bakmak, ki az biraz ilkelerden tâvizler
vermek ve geçici olarak moderniteye, sekülerizme, lâikliğe ve demokrasiye uymak,
birazcık haram işlemek ve ucundan-kıyısından günahlar işlemek…
Tabî ki de olmaz. Lâkin
modern insan, sanki tüm bunları birazcık yapınca yada herkes kadar yaptıktan sonra
tevbe etmesine rağmen aynı haramı işlemeye devâm edince, yada her türlü haramı,
günahı, suçu ve ayıbı işledikten sonra affedileceğini umuyor. Çünkü, haram
bollaştığı için haramdan uzaklaşmak düşüncesi azalmıştır.
İşte bu nedenle bir İslâm
toplumu, bir İslâm devleti düşündüğümüzde, o toplumun ve devletim, bir süreliğine
de olsa harama yönelik bir tâviz vereceğini ve kısa süreliğine de olsa harama
bulaşacağını düşünemeyiz. Böyle bir şey Kur’ân’da olmadığı gibi Peygamber örnekliğinde
de yoktur. Nübüvvet süreci boyunca haram lehine hiç-bir tâviz verilmemiştir
vahye tam uyulmuştur.
Bir mü’minin harama bulaşması
çok olağan-üstü ve ruhsat verilen durumlar hâriç söz-konusu değildir.
Olağan-üstü bir atılımla ortaya çıkan bir topluluk, bir İslâm toplumu ve bir
süreç içinde kurulan İslâm devletinin ilk başta güçsüz, yeni ve zayıf
olmasından dolayı tâviz vererek haramlara bulaşması yada harama karışması söz-konusu
olamaz. Çünkü İslâm devrimcidir, kesindir ve yüzde-yüz İslâm’dır. İslâm olmanın
bir bedeli vardır. O hâlde mü’minlerin hiç-bir tâviz vermeden ve Allah’a
dayanarak hak yolda dosdoğru yürümeleri gerekir. Bu yolda hiç-bir harama dönüp
bakmamaları şarttır. Böylece Allah’a liyâkatlerini ispatlayan ve Allah’ın lâyık
bulduğu kullar olanlara, Allah hiç hesap etmedikleri yönden-yerden yardımını ulaştıracaktır.
Evet; Allah varsa, îman
varsa imkân da vardır. Allah îman eden ve îmanlarında sağlamca gidenlere
mutlakâ yardım eder ve yeni imkânlar açar. Allah’ın yardım ettikleri ise şeytana,
nefse ve tâğutlara mutlakâ gâlip gelir. Allah’ın zafer ve imkân verdiği mü’minler
harama bulaşmaktan kurtulmuş olurlar. Böylece Dünyâ’da helâl-merkezli yaşayanlar,
sonunda da her-şeyin helâl olduğu cennet ile ödüllendirilirler.
Mü’minler için ya helâl, ya
helâk, başka seçenek yoktur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder