“Bir şeyi dilediği zaman,
O’nun emri yalnızca, ‘ol’ demesidir; o da hemen oluverir (kün fe yekûn)” (Yâsin 82).
Modern Kur’ân çalışmalarında ve meâl-tefsirlerde, “kün fe yekûn”
cümlesi; “ol der ve hemen olur” yerine, “ol der ve hemen olmaya başlar” yada
“ol der ve oluş sürecine girer” diye çevriliyor. Aslında “kün fe yekûn”
cümlesinin geçtiği tüm âyetler, cümlenin akışı içerisinde, gerek okuyucu
tarafından okunurken gerekse de dinleyici tarafından dinlenirken, “bir şeyin olmasını dilediği zaman,
O’nun emri yalnızca, ‘ol’ demesidir” dendiğinde, arkasından gelecek ve cümleyi
tamamlayacak olan kelimelerin; “o da hemen oluverir” şeklinde beklenmesidir. Cümle
tamamlanırken beklenti böyledir. Cümlenin yapısı ve akışı bunu gerektirir. Yoksa
“ol der olmaya başlar” yada “ol der oluş sürecine girer” gibi kelimeler
cümlenin yapısını ve büyüsünü bozuyor, cümlenin enerjisini düşürüyor ve de
beklentiyi bozuyor. Bu nedenle; “Allah bir şeyin olmasını dilediği zaman, O’nun
emri o şeye yalnızca, ‘ol’ demesidir” sözünün arkasından cümleye yakışacak olan
söz, “o da hemen oluverir” şeklinde olmalıdır. Çünkü “olmaya başlar” yada “oluş
sürecine girer” sözü beklentiyi yaralıyor, sırıtıyor ve anlamı bozuyor.
Peki
özellikle akademisyenler ve modernizmle barışık ve dost olan araştırmacılar
niçin “kün fe yekûn” cümlesini; “ol der ve oluverir” demek yerine “ol der ve
olmaya başlar” yada “ol der ve oluş sürecine girer” diye çeviriyorlar?. Bunun
nedeni elbette modern telakkilerdir. “Ol” diyerek başlayan ve “oluverdi”
şeklinde bir-anda olan ve biten yaratmalar mecbûren Allah’ı hatırlatır. Fakat
modern-seküler-pozitivist sistem, Allah’ı hatırlamak istemediği hattâ Allah’ı
hatırlatan şeylerden nefret ettiği için buna hemen îtirâz ediyor ve bu
çevirinin modern-bilime uygun olmadığını söylüyor ve de moderniteye ve modern-bilime
uygun bir yorum bekliyor.
İşte modernizmle
barışık ve hattâ moderniteye meftûn olan akademisyenler ve araştırmacılar, sistemi
benimsedikleri ve sisteme sıkıca bağlı olduklarından dolayı, sistemin
beklentilerine uygun ve paralel yorumlar yapıyorlar. Bu kişiler özellikle
modern-bilime bağlıdırlar. Bu nedenle de düşünceleri modern-bilim nedeniyle çok
fazla etkilenmiştir.
“Ol der
oluverir” sözü modern-bilimin yaratılışla ilgi teorilerine aykırı olduğundan
dolayı bu çeviriyi değil, uzun zamanları gerektiren ve gösteren, aşama-aşama
olan yaratılışları (Big-Bang ve Evrim Teorileri’nde olduğu gibi) hatırlatacak
ve gösterecek şekilde “ol der olmaya başlar” yada “ol der ve oluş sürecine
girer” şeklinde çeviriler yapıyorlar. Yoksa “kün fe yekûn” sözü ille de ve
zorunlu olarak “ol der oluş sürecine girer” yada “ol der olmaya başlar” anlamına
gelmez. Çünkü İslâm târihi boyunca “kün fe yekûn” sözü ezici çoğunluk
tarafından “ol der, oluverir” şeklinde okunup anlaşılmış ve bu şekilde
çevrilerek tefsir edilmiştir. Diğer çeviriler ise modernitenin etkisinden sonra
ortaya çıkmaya başlamıştır.
“Ol der
oluverir” dendiğinde modern-bilim çöker, üstelik modern sisteme ağır bir küfür
edilmiş de olur. Zîrâ modern-bilim, Allahsız bir şekilde her-şeyin
kendi-kendine yavaş-yavaş ve uzun süreçlerin sonucunda ortaya çıktığını
savunur. Bu nedenle de “ol der olmaya başlar” dediğinizde modern-bilim için bir
sorun olmaz ve hattâ tam tersine modern-bilime ve sisteme destek vermiş
olursunuz. Çünkü bir süreçten bahsediyorsunuzdur ve ilk akla gelen süreçler
Big-Bang ve Evrim Teorisi süreçleridir. Çeviriyi bu şekilde yapınca sisteme ve
teorilere destek verilmiş olunur. Tabi sistem de kendisine destek verenlere
destek vermeye başlar.
Evet; “kün
fe yekûn” kelimesini “olmaya başlar” yada “oluş sürecine girer” diye çevirmek
ilk başta Big-Bang ve Evrim Teorisi’nin ihtiyaç duyduğu uzun zamanlar ve
süreçler için mutlakâ gereklidir. Big-Bang ve Evrim Teorileri böyle bir çeviri
için baskı yapar. Bu teorilere sıcak bakanlar da artık bu teorilere uygun yada
en azından aykırı düşmeyecek şekilde çeviriler ve yorumlar yapmaya başlarlar ve
en azından bunun için âyetleri aşırı zorlamaya ve yoruma tâbi tutarlar.
Dolayısı ile “kün fe yekûn” sözünü “ol der olmaya başlar” şeklinde çevirmek,
Big-Bang ve Evrim Teorilerine, zorlayarak da olsa argüman ve meşrûiyet sağlamış
olur.
Diyorlar ki
“yekûn kelimesi muzâri fiildir ve muzâri filler geniş zamânı ifâde eder”. Oysa
muzâri fiiller hem şimdiki, hem geniş, hem de gelecek zamânı ifâde eden
fiillerdir. Bir yazıda bu şu şekilde söylenir: “Muzâri fiil; şimdiki
zaman, geniş zaman ve gelecek zamanda bir iş, bir oluş ve bir hareket bildiren
fiillere denir”.
Muzâri fiil
şimdiki, geniş ve ilerideki zamânı ifâde etmesine rağmen modern anlayışta “geniş
zaman” olarak kullanılmak meyli ve isteği vardır. Zîrâ modern-bilimin ağır
kuşatması ve etkisi buna zorlamaktadır. Meselâ modern-bilimde kâinâtın 15
milyar yılda, insanın ise 2 milyon yılda yaratıldığı-oluştuğu düşüncesi hâkimdir.
Bu düşünceye göre “ol der oluverir” sözü modern-bilimin verileriyle açıkça
çelişmektedir. Bu çelişki karşısında müslüman bilim-adamları; “o hâlde
modern-bilimin verileri yanlıştır” demek yerine, âyetleri işkence edercesine
aşırı zorlayarak tam da modern-bilime uygun olarak yorumlama yoluna girerler. İşin
ilginç tarafı, modern-bilimin verilerini hiç yorumlamıyorlar ve tüm veriyi ve
teoriyi olduğu gibi koşulsuz-şartsız kabûl edebiliyorlar fakat Kur’ân’ın apaçık
âyetlerini, modern-bilime uydurana kadar, âyetlere bin takla attırmak pahasına
da olsa yorumladıkça yorumluyorlar. Bu, Kur’ân’dan ziyâde modern-bilime îman
etmekten dolayı böyledir. An îtibârıyla olan şey budur.
Şu da var ki, muzâri fiil,
mâzi fiilden yapılır. Bu nedenle “kün fe yekûn” sözünü “ol der oluverir” diye
çevirmekten ziyâde, “ol dedi oldu” şeklinde çevirmek daha isâbetli olabilir.
Zîrâ Allah’ın “ol” demesiyle o şeyin oluvermesi aynı şeydir.
Demek ki
buradaki problem, “yekûn” kelimesinin ne anlama geldiğidir. Türkçe’de bu kelimeyi
biz; “top-yekûn” olarak da kullanırız ve bu da “toplam”, “tamâmı”, hepsi” vs.
anlamlarına gelir. “Yekûn” toplam/totâl olan/bütünsel demektir. Allah; “kün fe yekûn” demekle, “ol” dedi ve
hepsi birden, âniden ortaya çıktı” demek istemiştir. Yâni “yekûn” kelimesi bir
süreçten bahsetmiyor. Bahsedilen “yekûn”ün anlamı “tamâmı”dır. Yekûn dendiğinde
olan şeyin tamâmının olduğu anlaşılır. Tabî ki, bir şeyin tamâmından
bahsedildiği yerde o şeyin tamamlandığından da bahsedilmiş olur. Bu da âni bir
oluşum ve vâr etmeyi gerektirir. Âni bir oluşumun olduğu yerde ise, bir
süreçten yada aşamadan bahsetmemiz yersiz olur. Zâten “kün” kelimesinin
türevleri olan kelimeler de varlığın tamâmına vurgu yaparlar: Kain: Olan, vâr olan, bulunan, mevcut;
Tekvin: Vâr etmek, meydana getirmek, yaratmak; Kevn: Hudus, varlık, vâr olmak,
vücud, âlem, kâinât, mevcûdiyet. Kâinât “kâinatın tamâmı için” söylendiğinden,
“kün” de tamâmına işâret eder.
Allah’ın irâdesi mutlak bir
irâdedir. “Kün fe yekûn”deki irâde, mutlak bir irâde olduğu için, o şey artık “derhâl”
olmak zorundadır. “Kün” emri ortaya konduğunda, emir verilen şey tanzim edilmiş
ve düzene girmiş bir şekilde ortada beliriverir.
Allah için bir “süreç”ten
bahsedilemez. Allah “süreç” ile kayıtlanamaz. Süreç; acziyet sâhibi insan/mahlûk
için gerekli ve geçerlidir. Bundan dolayı insan “ol” derse o şey ancak
belirli-belirsiz bir süreç içinde gerçekleşebilir. Fakat âcizlikten mutlak
anlamda münezzeh olan Allah “ol” derse, o şey ânında olur. Eğer “ol” sözünü
insan söylerse, o şey “oluş-sürecine” girer yâni o şey aşama-aşama olmaya başlar. Fakat “ol”
sözünü Allah söylediğinde, o şeyin ânında olmaması düşünülemez. “Kün fe yekûn”
ifâdesindeki muzâri fiil; âciz olan insan için kullanıldığında mecbûren gelecek
zamânı ifâde ederken; mutlak-kudret sâhibi Allah (c.c.) için kullanıldığında,
mecbûren şimdiki zamânı ifâde eder. Allah için sâdece “şimdiki zaman”
geçerlidir. Allah’a, geçmiş ve gelecek zaman isnât edilemez. Çünkü bu isnatlar
(hâşâ) Allah’ı kayıt altına almak olur. Allah, zamânı yaratandır. Bir şeyin
yaratıcısı için, yarattığı şeyin mahkûmu olması ve o şeyle kayıt altına
alınması düşünülemez.
Oluş-sürecinde olan şey
aslında “olma-sürecini” tamamlayamamış ve hiç-bir zaman da tamamlayamayacak
olan şeydir. “O hâlde, “olan” ve “olmuş” bir şey yoktur, “olmaya çalışan” bir
şey vardır” demek gerekir ki, bu çok saçmadır ve sağ-duyuya da aykırıdır. Böyle
bir söz-etmek aynı-zamanda tüm sorumlulukları ortadan kaldırır. Dîni ortadan
kaldırır. Çünkü henüz din oluş sürecindedir, her şey oluş-sürecindedir ve
tamamlanmamış bir şeyin sorumluluğu olmaz. Belirsiz olan şeyin sorumluluğu
olmaz. Herakleitos da, “var dediğimiz her-şey, gerçekte oluş-sürecinde olan bir
nesnedir” şeklindeki “akış kuramı”ndan bahseder. Bu “olma süreci” hiç-bir zaman
bitmez. Bu yüzden de hiç-bir şey bilinemez. Bilinemediği için de sorumlu
olunamaz. Neyden sorumlu olunacak ki?. Fakat hâyır! “oluş-süreci” yok, “olma”
var. Bu “olma” derinden bakıldığında her-an olan bir “olma”dır. Allah “ol” dedi
ve “ol”du. Bu yüzden biz de sorumlu olduk.
Bir şeyin olması için o
şeye sâdece, Allah’ın irâdesinin yönelmesi ve “ol” demesi yada bu sözü irâde
etmesi yeterlidir: “O da oluverdi”.
Kâinat, her-an “ol” sözüne muhâtaptır, “her-an” yeniden yaratılır. Zâten “kün
fe yekûn” sözündeki “fa” bağlacı çabukluk ifâde eder. Yâni “ol der, çabucak
oluverir” anlamı açığa çıkar. Hattâ “fa” bağlacı çabukluk ifâde ettiği için “ol
der olur” diye çevirmek de yanlıştır. “Ol dedi, oldu” yada “ol” der,
hemen/derhâl tamâmı olur” diye çevirmek gerekir. Allah “ol” deyince
âniden olur. Aynen şu âyetlerde olduğu gibi:
“Böylelikle (Mûsâ) âsâsını fırlatınca, ânında
apaçık bir ejderhâ oluverdi” (A’raf
107).
“(Bir de) Elini sıyırdı, o da ânında
bakanlara bembeyaz (görünüverdi)”
(A’raf 108).
“Bu-arada âni bir
yer-sarsıntısına tutuldular da oldukları yerde yığılıp kalıverdiler” (A’raf 91).
“Müjdeci gelip de onu (gömleği) onun yüzüne sürdüğü
zaman, derhâl (fe-rtedde=hemen geri
döndü) gözü görür olarak (sağlığına)
dönüverdi. Yâkub: Ben size demedim mi?. Allah’ın izniyle sizin bilmediklerinizi
bilirim” (Yûsuf 96). Buradaki “fe” hemen/derhâl anlamındadır. Çabukluk
ifâde eder çünkü.
“O
ki yaratıp düzene koyandır” (halâka fe sevvâ)” (Âlâ 2). “Yarattı ve sonra düzenledi” diyenler var. Ellezî
halâka fe sevvâ: “Yarattı ve ânında düzene koydu” demektir. “Fe”, “hemen yaptı” demektir. Ol demek ve
olmak arasında zaman yoktur. Zemahşerî,
Keşşaf”ında şöyle demektedir: “Nun” ve “fa” harfi ile başlayan fiiller geçip
gitmek ve sona ermek anlamlarına gelir.
Bir süreç
içinde yaratma, o şeyin olması için çalışmayı gerektirir. Fakat Allah çalışarak
yapmaz. Çünkü çalışarak yapmak âcizliktir, âciz varlıklar için geçerlidir. Bu
nedenle Allah bir şeyi vâr etmek için “ol” der yada irâdesini olmasını istediği
şeye yöneltir ve o şey hemen oluverir. Ehl-i Kitap, bir şeyin süreç içinde
yaratıldığını ve dolayısıyla Allah’ın çalışarak yarattığını zannettiklerinden
dolayı, Allah’ın yorulduğu için kâinâtı altı günde yaratıp yedinci günde dinlenmeye
geçtiğini zanneder. Zîrâ yaratma zaman içinde olunca (hâşâ) “Allah gayret
göstererek yaratma yapmış, bunun için çaba harcamış, dolayısıyla yorulmuş”
düşüncesi açığa çıkar.
“Şüphesiz, Allah katında
Îsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona ‘ol’
demesiyle o da hemen oluverdi” (Âl-i İmran 59).
Âyetin de
söylediği gibi, Allah, Âdem’i topraktan yaratmış zâten, peki öyleyse “olmaya
başlayan” nedir?. Yine başka bir âyette şöyle denir:
“İsrâiloğullarına elçi
kılacak. (O, İsrâiloğullarına şöyle diyecek:) Gerçek şu, ben size Rabbinizden
bir âyetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine
üfürürüm, o da hemencecik Allah’ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah’ın izniyle
doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim.
Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer
inanmışsanız bunda sizin için kesin bir âyet vardır” (Âl-i İmran 49).
Hz. Îsâ, kuş
biçiminde bir şey yapıyor ve içine üfürdüğü anda o şey hemen kuş oluveriyor.
Peki bu durumda “olmaya başlayan” ve “oluş sürecine giren” nedir?.
“Sana o (Kıyâmet)
saatin(in) ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Ona dâir bilgi tamamen
Rabbimin katındadır; onu tam vaktinde tecelli ettirecek de O’ndan başkası
değildir. O(nun ne zaman kopacağına dâir bilgi), göklerde ve yerde
(bulunanlara) ağır gelir. O size ansızın gelecektir. Sanki o senin kârınmış
gibi, bunu durup-durup sana soruyorlar!. De ki: Ona dâir bilgi tamâmen Allah
katındadır, fakat insanların çoğu bilmez” (A’raf 187).
Kıyâmetin yâni
son saatin kopması bir göz-kırpması kadar bir süredir. Fakat “oluş süreci”
mantığına göre Allah kıyâmete “öl” deyince, aynen “ol” dediğinde olduğu gibi,
kâinâtın ölüş sürecine girmesi gerekir ve bir-anda ölmemesi gerekir. Oluşu
süreç içinde olacaksa ölüşü de süreç içinde olmalıdır. Bir şeyin zıddıyla tersi
aynı şeydir. Allah’ın yarattığı kâinât bir-anda olur ve bir-anda ölür.
Son saatin
bilgisinin sâdece Allah’a mahsus olmasının nedeni, kıyâmetin yâni kâinâtın
ölüşünün, (aynen oluşu gibi) bir-anda olacak olmasından ve ansızın gelen şeyin
insana bir bilgi sunmayacağından dolayıdır. Zîrâ ansızın gelenin bir işâreti
olmaz.
“Ol der oluşum sürecine
girer yada olmaya başlar” cümlesi; “ol der (Allahsız bir şekilde) oluşum sürecine
girer” yada yine “ol der (Allahsız bir şekilde) olmaya başlar” anlamını verir.
Bu çeviri Allahsızca bir “olma”dan bahsetmektedir. Allahsızca olma zâten Allahsız-dinsiz
bilimin de söylediği şeydir ve -sözde- Allahlı söyleyenler de aslında Allahsız
bilimin söyleminin aynısını söylemektedirler. Sürecin Allah’ın kontrôlünde
olup-olmadığını söylemenin bir anlamı yoktur. Çünkü Allahsız-dinsiz bilimin
söylediği gibi Allahsız süreç baştan kabûl ediliyor ve çeviri bu şekilde
yapılıyor. Sonra da “Allah’ın kontrôlünde ve plânına göre oluyor” deniyor. Oysa
ateistler aynı süreç için, “kendi-kendine oluyor” diyorlar. Çünkü olmaya
başlayınca yada oluş-sürecine girince gerçekten de Allah’a gerek kalmıyor gibi
bir algı ortaya çıkıyor. Oysa “ol der oluverir” sözünde mutlakâ Allah vardır ve
bu vâr-oluş yüzde-yüzdür.
Bilim “var yok olmaz ve yok
da vâr ol(a)maz”, yâni “doğa-üstü bir güç tarafından yaratılmış hiç-bir şey yoktur,
yok edilen de hiç-bir şey yok” der. “Her-şey değişim ve dönüşümdür” ifâdelerinde
“yaratma” kelimesi yerine “oluşum” kelimesini tercih etmeleri bundan dolayıdır.
İşte bilim-perestler bu nedenle yaratmayı apaçık gösteren “olma”yı ve “olurverme”yi değil de “oluşu” yâni bir süreci
gösteren “oluş”u kullanırlar. Zîrâ asıl îman ettikleri şey Allah ve din değil, modern-bilimdir.
Yaratma ile “oluş süreciyle
olma” aynı şey değildir. Oluş-süreciyle olma yâni belli bir süreçte olma
Allahsızdır. Bu sürecin Allah ile bağlantılı olması şart değildir ki ateistler
hiç-bir bağ yok derken, deistler ise “Allah sâdece ilk hareketi vermiştir” derler.
“İlk hareketi vermekle yada kendi-kendine olan bir süreçte ortaya çıkan şey
yaratma değildir, o süreç Allah ile ilgili olmak zorunda değildir” mesajı
vardır Oysa “ol der hemen oluverir” sözünde kesin şekilde, bir Yaratıcı’nın olağan-üstü
bir yaratılışı vardır algısı ortaya çıkar.
“Allah” deyince akla ilk
gelen şey yaratmadır ve yaratma olağan-üstü bir şey olduğundan dolayı insanın
nasıllığını anlayamayacağı mûcizevî bir olaydır. Yaratma bir-anda yada çok kısa
sürelerde olur. Fakat oluşum ve süreç dediğinizde, orada kendi-kendine olma durumu
vardır yada böyle bir algı ortaya çıkar. Modernist müslümanlar “yaratma” yerine
oluşumdan ve süreçten bahsetmeleri Kur’ân’ı çok iyi idrâk etmelerinden dolayı
değil, batı’ya, moderniteye ve özellikle modern-bilime meftûn ve râm olmuş
olduklarından dolayıdır. Modern-bilimin kuyruğuna takılınca artık modern-bilimin
kavramlarıyla düşünmeye ve hattâ Kur’ân’ı da o kavramlarla okumaya, düşünmeye
ve yorumlamaya başlamışlardır. Kur’ân’ı, Allahsız modern-bilimin zihniyetiyle,
felsefesiyle ve paradigmasıyla okumaya başlarsınız onun davulunu çalmaya
başlarsınız ve sonuçta da yaratma yerine oluşumdan bahsedersiniz. Oluşum,
yaratmanın yerine ikâme edilmiş bir boş laftır ve Allah’ı değil, kendi-kendine
olmayı hatırlatır ve çağrıştırır. “Yokken vâr olmayı” değil, “bir şeylerden kendi-kendine
oluşmayı” çağrıştırır. Beyni ve zihni modern-bilimin yalanlarıyla ve zırvalıklarıyla
sulanmış olanların söylemleri elbette Allah’ı değil, Allahsız modern-bilimi
hatırlatacak ve çağrıştıracaktır.
“Kün fe yekûn” kelimesine “oluş
ve süreç” anlamı vermek, bir din değişiminin sonucudur. İslâm yerine modern-bilim
dînine intisâp etmiş olmanın bir sonucudur bu. Bu oluş ve süreç söylemin bu
kadar meşhûrlaşması ve destek bulması, söylenenler hakîkat olduğundan dolayı
değil, oluş ve süreç söyleminin ve bunu söyleyenlerin, şeytan, nefs ve
özellikle tâğutlar ve tâğûtî sistem tarafından bil-hassa desteklenmesinden
dolayıdır.
Etimolojik
tahlile ve sonu gelmez ayrıntılara girmeye gerek yok. Zâten etimolojiye bir kere
girdiğinizde elmayı armut yapmanız işten bile değildir. Kur’ân bir dilbilgisi
ve etimoloji kitabı değildir. O tabi ki kelimelerini özenle seçmiştir fakat bunlar
kara zorla ve yoğun uğraşlarla ancak anlaşılabilecek kelimeler-sözler değildir.
Lâkin, şu
ayrımı da mutlakâ yapmak gerekir. İlk önce konu ile ilgili âyetleri verelim:
“Allah yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra
onu iâde eder” (Rûm 11).
“O, sizi
yer-yüzünde yaratıp türetendir” (Mü’minûn
9).
“O, yer-yüzü toprağından sizi vâr ederken de, annelerinizin
karnında cenin hâlindeyken de sizinle ilgili her-şeyi bilir” (Necm 32).
“Allah sizi(n
ilk yaratılışınızı) topraktan, sonra nutfeden/embriyodan yarattı. Sonra
da çiftler (çok sayıda oluşturduğu
âile) hâline getirdi” (Fâtır
11).
Allah’ın
“ilk yaratması” ile “sonraki yaratması” bizim için aynı değildir. Bize göre
Allah “ilk yaratılış”ı bizim bilemeyeceğimiz ve idrâk edemeyeceğimiz bir şekilde
“ol” demekle bir-anda yaratmışken; sonraki yaratmayı (türetmeyi?) bizim
izleyip, görüp, idrâk edeceğimiz bir şekilde yavaş-yavaş yapmaktadır. “Benzersiz
yaratma” bir-anda, “örnekli yaratma” yâni yaratmayı tekrarlama ise yavaş-yavaş
olmaktadır. Tabi bu da aslında sürekli ve sonsuz “ol” emirleriyle olmaktadır. Yâni
aslında her-şey sürekli olarak “ol” emrine muhâtap olmakta ve her-şey her-an
yeniden olmaktadır. Yâni “ilk yaratma”dan sonraki yavaş-yavaş olan yaratmalar “bize
göre” olan aşamalı yaratmalardır. Yoksa Allah’a göre aşama yoktur ve yine
bir-anda olan yaratmalar vardır. Çünkü Allah zamanla kayıtlı değildir.
O hâlde “ol
der ve olmaya başlar” yada “ol der oluş sürecine girer” çevirisi, “bize göre”
ve “sonraki yaratılışlar” için geçerlidir, “ilk ve orijinâl yaratılışlar” için
değil. Çünkü ilk yaratılış, mûcizevî bir şekilde, “Allah’ın ol demesiyle tüm varlığın
tamâmının bir-anda oluvermesi” şeklindedir. Şu da var ki, ilk yaratmadan
sonraki, bize göre yavaş-yavaş olan yaratmaların bile her aşaması özel bir “ol”
emrine muhâtaptır.
Şimdi; ilk
yaratma ile sonraki yaratmayı ayırsalar ve; “ilk yaratmada Allah ‘ol der ve
her-şey bir-anda oluverir’ tamam, fakat ilk yaratmadan sonraki yaratılışlarda
bizim de varlığın oluşunu gözlemlememiz için vâr olma bir süreç içinde olur”
deseler anlayacağım. Fakat böyle demiyorlar ve ilk ve orijinâl mûcizevî yaratılış
yâni Allah’ın, tüm varlığı “yokken yada yoktan vâr etmesi” için de bir olma ve
oluş sürecinden bahsediyorlar ki bu abestir. Âlemlerin Rabbi olan Allah “ol”
diyecek ve o şey hemen olmayacak da “oluş süreci”ne girecek ve bu oluş süreci
milyarlarca ve milyonlarca yılı kapsayacak.. Böyle bir şey “ilk yaratılış” için
söz-konusu değildir. İlk yaratılış “Allah’ın ol demesi ve her-şeyin bir-anda
oluvermesi” şeklinde olmuştur. Fakat ilk orijinâl yaratılıştan sonraki tekrar
yaratılışlarda, bir süreç vardır ki biz zâten bu süreci gözlemleyip duruyoruz.
Allah, hiç-bir şey yokken
“kün” yâni “ol” der ve tüm varlık ilk orijinâl hâliyle mûcizevî bir şekilde
tamamlanmış olarak hemen ve bir-anda (fe yekûn) oluverir. “İlk yaratma” örneksiz
şekilde böyle olur. Biz onun neliğini ve nasıllığını bilemeyiz. Bu zâten
bilmenin değil, îmânın konusudur. Fakat Allah bize göstermek ve öğretmek için,
“ilk yaratma”dan sonraki “örnekli” yaratmaları yâni türetmeleri de yapar ve bu
“tekrar yaratma”lar yada türetmeler gözlemlediğimiz şekilde yavaş-yavaş ve bir
süreç içinde olur. İşte “oluş süreci” bu yavaş-yavaş olan “ikinci yaratma”lar
için ve ancak bize göre geçerli olabilir. Fakat bu ikinci yaratmalar bile
her-an Allah’ın özel bir “ol” emrine muhâtap ve muhtaçtır. Yazı boyunca
anlatmak istediğimiz şey budur. Allah, hiç-bir şey yokken; galaksileri,
yıldızları, gökcisimlerini ve Dünyâ’yı “ol” diyerek bir-anda yaratmış ve onlara
hareketini vermiştir. Bitkilerin, hayvanların ve insanın ilk prototipini ve
orijinâlini de “ol” diyerek bir-anda yaratmıştır. Meselâ Allah “ol” demekle
buğdayı yada bir ağacı, bizim nasıllığını hiç-bir zaman bilemeyeceğimiz
mûcizevî şekilde “ol” diyerek bir-anda yaratmıştır. “İlk yaratılış” böyle
olmuştur. Fakat “ilk yaratılış”tan sonraki yaratmalar yada türetmelerde oluş
bir süreç içinde olur. Meselâ toprağa buğday ekersiniz yada bir ağaç fidanı
dikersiniz ve bir süreç içinde buğday ve ağaç yeşerir ve ürün vermeye başlar.
“İkinci/sonraki/tekrar yaratılış” böyle olur.
Örneksiz ilk yaratmalar
Allah’ın “ol” demesi ve her-şeyin bir-anda oluvermesiyle yâni “kün fe yekûn” demesiyle;
sonraki “örnekli yaratmalar” ise, Allah’ın yine “ol” demesiyle ve bir süreç
içinde olmasıyla olur. Bu, bizim süreç içinde olan şeyleri gözlemlememiz ve
hayâtımızı bu süreçlere göre devâm ettirmemiz için böyledir. Zâten araştırması
ve ilmi yapılacak olan da gözlemleyip durduğumuz bu ikinci yaratılışlardır.
Zîrâ ilk yaratılış olan mûcizevî durum, bizim bilgimize kapalıdır. Biz hiç-bir
zaman “kün fe yekûn” yâni “ol der ve hemen olur”un nasıllığını bilemeyiz,
bilemeyeceğiz.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder