“Onlar Allah’ı unuttular;
O da onları unuttu. Şüphesiz, münâfıklar fıska sapanlardır” (Tevbe 67).
“…Eğer bilmiyorsanız, ilim
(zikir) sâhiplerine sorun” (Nâhl 43).
Kâinât ilim üzere
kurulmuştur. Zîrâ Allah, rast-gele ve karmaşık bir yaratılış yapmamıştır. Sırât-ı
müstakîm üzere olmak, “hakîkate mebnî olarak, ilim üzere olmak” demektir. Zâten
“sünnetullah” hem kâinâtın yasaları hem de insanlar için toplumsal yasalar hep
ilme tâbidir. Öyle körü-körüne bir yaratılış ve oluş olmaz. Kader, “Allah’ın
keyfî olarak bir şeyleri yazması” değil, ilim üzere, “bir şeyi diğer şeyin
sebebi ve sonucu olarak yaratması”dır. O hâlde ilim çok önemlidir ve hattâ
insanı diğer varlıklardan farklı kılan ve “insan” yapan şey ilim ve bilinçtir. Tabî
ki ilim, ancak vahiy-merkezli olduğunda yâni “Allahlı” olduğunda bilinç açığa
çıkarabilir. Aksi-hâlde şeytan ve nefs işe karışır ve insana yakışmayacak
bilinçsizce düşünceler ve eylemler açığa çıkar. Zâten Allah ancak hakka bağlı
ve hak-merkezli ilim ve bilinç üzere aklını kullananlara yollarını açar ve bunu
yapmayanların yâni aklını işletmeyenlerin ise üzerine pislik yağdırır:
“… O, akıl
erdir(e)meyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar” (Yûnus 100).
Buraya kadar söylemek
istediğimiz şey şudur: Allah insana bir akıl vermiştir ve bu akıl, ilim ile,
tecrübeyle ve Allah’ı hesâba katmak koşuluyla kullanıldığında ancak doğruya,
hakka ve hakîkate ulaşılabilir. Zâten Allah Kur’ân’da anlatılanlara ve verilen
örneklere en iyi ve doğru şekilde ancak ilim-sâhiplerinin yâni âlimlerin akıl
erdirebileceğini söyler:
“İşte bu örnekler; biz
bunları insanlara vermekteyiz. Ancak âlimlerden başkası bunlara akıl erdirmez” (Ankebût 43).
Demek ki insanlık her zaman
âlimlere yâni ilim-sâhiplerine ihtiyaç duymuştur. Hakka ve hakîkate yâni Allah’a
bağlı olan âlimler insanları hep doğruya ve iyiye yönlendirmiştir. Tabi bir de
Allah’ı hesâba katmayanlar sözde bilgi-sâhipleri de vardır ki bunlar da insanları
hep bâtıla ve batağa sevk-etmiştir, etmektedir.
Modernite ile birlikte ise
bilenlere “bir şeyin ustası” anlamında “uzman” (us/z-man) ismi verilmektedir. Uzman:
“Belli bir işte, belli bir konuda; bilgi, görüş ve becerisi çok olan kimse,
mütehassıs, kompetan” (TDK) demektir. Bu uzmanlar; modern sistem lâik, seküler
ve demokratik yâni Allahsız olduğu için, tâ baştan îtibâren eğitimlerini Allah’ı
hesâba katmayacak şekilde almıştır. Zîrâ modern eğitim Allahsızdır ve bu
nedenle de Allah’ı, vahyi, dîni vs. hesâba katmayı ilkellik, gerilik ve en
sonunda da şiddetin kaynağı ve teröristlik olarak görür. Böyle olduğu içindir
ki, Allah’ı es geçince, “akıllarını ilahlaştırmak” zorunda kalmışlardır, kalmaktadırlar.
Çünkü insan sonsuz ilim kaynağı olan Allah’ı hesâba katmaktan vazgeçtiğinde
yâni vahye kulak vermediğinde, geriye sâdece “kuru akıl” kalmaktadır. Akıl
elbette önemlidir ve insanın aklını kullanması olmazsa-olmazdır. Fakat akıl da
nihâyetinde yaratılmış bir şeydir ve bu nedenle de noksandır, sınırlıdır. O
hâlde akıl da Sınırsız Olan’a dayanmalı yâni Allah’ı, peygamberleri, dîni,
vahyi ve gaybı hesâba katmalıdır. Aksi-hâlde -akıl mutlakâ bir şeye dayanmak
zorunda kalacağından dolayı- Allah’a dayanmadığında ve O’nu hesâba katmadığında
mecbûren şeytana, nefse ve tâğutlara dayanacaktır. İşte modern akıl bunlara
dayanarak ortaya çıkmıştır.
Modern dönemde aklını
(Allahsız bir şekilde) en çok kullananlar uzmanlar olarak görüldüğü için, artık
Allah’ı unutan, hesâba katmayan, peygamber örnekliklerini es geçen ve vahyi
umursamayan insanlar uzmanlara yönelmekte, onları gözlerinde aşırı büyütmekte,
onları hakîkatin tek kaynağı olarak görmekte ve hattâ onları ilahlaştırmaktadırlar.
İsminin başında Doç. yada Prof. yazısını gördüklerinde artık onlara hiç-bir eleştiri
ve îtirâz edememekte, “adam profesör, vardır bir bildiği” diye düşünmektedirler.
Böylece uzmanlar, modern peygamberler ve kader belirleyiciler, hayat-şekli belirleyiciler
yâni din belirleyiciler hâline gelmektedirler. Hâlbuki onlar da belli bir
düşünceye, ideolojiye ve sisteme bağlıdırlar, bilgileri yetersizdir, çoğu-zaman
da eksik ve yanlış düşünüp konuşurlar.
Modern insanlarda uzmanlara
karşı müthiş bir güven vardır. Eğer uzmanlar aslında yanlış bir şey söylemiş
olsa bile, siz ne kadar mantıklı ve doğru bir şey söylerseniz-söyleyin yine de
sizi dinlemezler de uzmanların dediklerini uygularlar ve onlara göre yaşarlar.
Hele de bu uzmanlar resmî makamlara sâhip uzmanlar iseler yâni devlet mêmuru ve
devletin görevlendirdikleri kişiler iseler, işte o zaman onlara karşı bir şey
söylemek imkânsız hâle geldiği gibi, onlara sorgusuz-suâlsiz inanmak farz
olmaktadır. İnsanlar, göklere mûcizevî bir şekilde uzmanların söylediklerinden
daha farklı yada tam aksi bir şey yazılmış olsa bile yine de gökteki mûcizevî
yazıyı-bilgiyi değil, uzmanların -yanlış da olsa- söylediklerini dinlerler ve
onların yolunda gitmeye devâm ederler. Zîrâ insan, Allah’ı hesâba katmamaya bir
kez başladığında, O’nu unutur gider. Tabi, Allah’ı unutmanın cezâsı, Allah’ın
da onları unutması yâni onlardan yardımını kesmesidir.
“Uzmanlara göre”, “uzmanların
yaptığı araştırmalara göre, “prof. dr. x kişinin söylediğine göre” diye
başlayan cümleler sanki, “Allah diyor ki” denmiş gibi dikkatle dinleniyor, ve
uzmanların söylediklerine harfiyen uyuluyor. Böylece aslında uzmanlara “sığınılmış”
oluyor. Bu sığınma “Allah’ı unutarak uzmanlara sığınmak” şeklindedir. Allah’ı
hesâba katmadan uzmanlara sığınmak elbette “Allah’tan başkasına tapmak”
anlamında şirktir.
Kur’ân “bilenlere sorun”
der. Bu bilenler bir konuda yada bir-kaç konuda uzman da olabilirler. Fakat
Allah’ın bahsettiği “bilenler”, Allah’ı hiç unutmayan “vahiy-merkezli bilenler”dir.
Allah hesâba katılmadığında işe mutlakâ şeytan karışır ve “şeytan gibi bilmek”
açığa çıkar. Şeytan gibi bilmek şeytanı lânetlenmekten ve kovulmaktan kurtaramamıştır.
O hâlde gerçek bilgi “Allah-merkezli olan bilgi ve biliş”tir. Allah hesâba katılmadığında
ise bilmek mutlakâ eksik kalacağından dolayı, en azından bereketsiz olur.
Bilmek, Allah-merkezli
olunca bilenler de birbirleriyle iyi uzlaşırlar. Söylemleri ve eylemleri
benzeşir ve aynı olur. Böylece çelişkilerden kurtulmuş olunur ve sonuçta da bir
netlik açığa çıkar. Netlik olunca yapılacaklar daha açık olarak kendini belli
eder. Modern bilginler olan uzmanlar ise daha birbirleriyle uzlaşamıyorlar da
birbirlerini yalanlıyorlar. Birinin dediğini diğeri inkâr ediyor ve farklı,
bambaşka şeyler söylüyorlar. Çünkü uzmanlaşmışlardır ve hepsi de kendi uzmanlık
alanlarını merkeze alarak konuşmaktadır. Böyle olunca da âdetâ şu âyet tecelli
ediyor:
“Kendi dinlerini (inanışlarını, uzmanlık alanlarını H.G.) fırkalara
ayırmış ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle
övünüp sevinç duymaktadır” (Rûm 32).
Korona-virüs bağlamında
konuşacak olursak; uzmanların son 1,5 senedir söyledikleri ve önerdikleri
şeylere genel olarak uyulmasına ve söylenenler uygulanmasına rağmen hastalık
önlenememiş ve tam tersine daha fazla artmış durumdadır. Açıkça söylemek gerekir
ki son 1,5 senede yapılan teşhisler, tespitler, önermeler ve tedâviler pek de
bir işe yaramamıştır. Çünkü hastalık ve ölümler çoğalmıştır. İnsanlar hep uzmanların
dediklerine göre hareket etmişlerdir ama sonuçta daha da kötü bir noktaya
gelinmiştir. Korona-virüs de bir ilim konusu olduğuna göre (çünkü korona-virüs
meta-fizik bir şey değildir) o hâlde uzmanların teşhis, tespit, görüş, önerileri
ve tedâvi yöntemleri çok büyük oranda doğru olmamıştır. Zâten ulusal medyada
bahis konusu edilmese, yayına çıkarılmasa ve onların da görüşlerine yer verilmese
de, internette ve bâzı cesur kanallardaki yayınlara çıkan tıp ve sosyâl bilimler
uzmanlarının söyledikleri bambaşka şeylerdir ve de daha mantıklı ve doğrudur.
Çünkü onların çoğu Allah’ı hesap dışına koymuyorlar. En azından doğal olanı,
normâli ve fıtratı hesâba katıyorlar ve ona göre düşünüyorlar ve konuşuyorlar. Tavsiyelerini
de ona göre veriyorlar.
Yaratıcı’yı hesâba katmadan,
yaratılmış bir şeyin ortaya çıkardığı bir sorunun çözülebileceğini sanmak, her
hâlde insanlığın yaptığı en büyük ahmaklık olur. Tüm virüsler gibi korona-virüsü
de Allah yarattı. O hâlde Allah’ı hesaba katmadan ve O’ndan yardım dilemeden
bunun üstesinden gelmek nasıl mümkün olacaktır?. Olmuyor, olmaz da zaten.
Virüsü yaratanı hesâba katmadan virüsten kurtulmak nasıl mümkün olacak?. Aslâ
mümkün olmaz ve ancak yine Allah’ın kâinâta koyduğu doğal yasaların sonucunda (kitle
bağışıklığı) virüs doğal olarak def olur gider ki zâten virüsten de ancak bu
şekilde kurtulmak mümkündür. Fakat doğal olunca “belli bir süreçte olacağı” ve
modern etkiler nedeniyle insanların bağışıklık sistemleri çöktüğü yada çökme
noktasına geldiği için, bu-arada birilerinin canı fenâ hâlde yanacaktır.
İddiâ ediyorum ki, insanlar
temizliğe ve beslenmeye dikkat edip önem verdikten sonra sürekli olarak Allah’a
duâ edip yalvarıp-yakarsalardı, şimdiye kadar virüs bitip giderdi. Çünkü duâ,
bir “Allah’ı hesâba katma şekli”dir ve duâ istikrarlı ve samîmi bir şekilde
yapıldığında çok etkilidir. Fakat hiç kimsenin böyle bir şey yapmak aklına/işine
gelmiyor yada Allah’ı hesâba katmayan sistem ve kişiler bunu dillendirmiyor. “Tek
yol bilim”, “uzmanların dediğin yapmaktan başka çâremiz yok”, hurâfelere değil
bilime güvenmeliyiz”, “din ve duâ ile değil, modern-bilim ve teknoloji ile
çözülecek” vs. gibi söylenen yüzlerce sözün, gelinen yer îtibârıyla boşa
çıktığı ve anlamını kaybettiği açıkça görülmüştür. Açıkçası iş Allah’a
kalmıştır. Çünkü hiç-bir şey bâriz bir şekilde işe yaramamaktadır. Hattâ basit
bir virüs, Allah hesâba katılmadığı için alt edilememektedir.
Meselâ şu niçin denenmiyor?:
“Temizliğe ve beslenmeye dikkat ettikten başka, takviye gıdâlar ve “alternatif”
olanlar da dâhil yapılması gereken her-şey yapıldıktan sonra; müzik ve reklâm kanalları
dâhil radyo-tv tüm kanallardan aynı-anda, canlı yayında iyi bir hatibin
yapacağı içten bir duâya “âmin” denilse.. Ama olmaz tabi. Lâikiz ya, seküleriz
ya, demokrasiye inanıyoruz ya, akıl ve bilimin yolunda ilerleyen bir ülkeyiz
ya.. Uzmanlara göre, yapılacak olan bu şey “bilimsel” olmaz zâten. Üstelik
böyle yapıldığında yâni duâ etmenin faydalı olduğunu gösteren bilimsel bir
yayın da yok öyle değil mi?. Çünkü “bilimsel olmayınca bir işe yaramaz”
düşüncesi hâkim. Peki sizin “bilimsel” diyerek 1,5 yıldır yaptıklarınız ne işe
ne kadar yaradı?.. O hâlde Allah’ı hesâba katmamaya ve uzmanlara uyarak küresel
şeytanları daha da zenginleştirmek için alan açmaya devâm edelim. Dünyâ’nın şu-andaki
ve ilerideki belâlarıyla uğraşmaya ve maddî zararları çekmeye devâm. Yeter ki
Allah’ı hesâba katmayalım, işe Allah’ı karıştırmayalım ve O’na göre yaşamayalım.
O zaman şeytana, nefse,
“tâğut” denilen küresel güçlere, standart belirleyicilere, sermâyedarlara ve
onlara çok bağlı oldukları için onların uşaklığını ve yalakalığını yapan (istisnâlar
hâriç) uzmanlara sığınmaya devâm edin. Fakat şunu unutmayın ki, Allah dışında
veliler edinip de onlara sığınanlar hiç-bir zaman iflah olmayacaktır. Çünkü:
“Allah’ın dışında başka
veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek
şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi” (Ankebût 41).
Uzmanlık çok mekaniktir. O
yüzden işin rûhî-mânevî-derûnî yönünü bilmezler. Çünkü Allah’ı hesâba katmazlar
yada çok da hesâba katmazlar. O yüzden soğuktur, hayâtı dar eder, hep olumsuz
konuşur, her-şeyi bildiğini zanneder, o yüzden de sâdece kendisinin karar
vermesi gerektiğine inanır ama aldığı kararlar kısa yada uzun vâdede insanlara-toplumlara,
doğaya ve zamanla her-şeye zarar verir. Zîrâ doğalı, normâli ve fıtratı hesâba katmak,
dîni-vahyi yâni Allah’ı hesâba katmayı gerektirir. Bunları hesâba katmayanları
Allah da hesâba katmaz. Allah’ın hesap-dışı bıraktığı kimselerden bir yarar
ummak boşunadır. Uzmanların tümünü genellemeden söylüyorum; “uzman-merkezlilik
bir çeşit İslâmsızlıktır, uzman-merkezlilik bir çeşit Allahsızlıktır”.
Vel-hâsıl kelâm; Allah’ı hesâba katmayıp da mutlak anlamda uzmanlardan medet ummak
şirktir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder