“Kendi istek ve
tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi
vekil olacaksın?” (Furkân 43).
Tüm zamanlar boyunca,
insanlar ya vahye uymuştur yada nefislerine yâni kendilerine. Kendine uymak;
isteklerine, arzularına, ihtiraslarına, rahatına ve konforuna uymak demektir.
Bu bağlamda insanlar ikiye ayrılır. 1- Vahyin peşinden gidenler; 2- Nefsinin yâni
kendi düşüncesinin, arzularının, ihtiraslarının ve hazlarının peşinde
sürüklenenler. İnsanlık târihinde nefsi tatmin etmek için tüketilen enerji
miktârı, başka hiç-bir şey için kullanılmamıştır.
İslâm, “Dünyâ ve nefs yerine
âhiretin İslâm’ın merkeze ve öne alınması”dır. İslâm, insanın kendi düşüncelerine
ve arzularına yâni nefsine göre değil; “Allah’a, vahye ve Peygamber örnekliğine
göre bir yaşam-tarzı ve hayat-şekli benimsenmesi” demektir. İslâm; şeytana,
tâğuta ve nefse bir “dur” deme dînidir. Müslümanca yaşamak, “nefse göre
yaşamak” değil, “Allah’ın emrine göre yaşamak” demektir. Kriter olarak Allah’ı-Peygamber’i-Kur’ân’ı yâni
İslâm’ı kriter almayanların kriterleri “nefs”tir yâni çok sevdikleri
kendileridir. İslâm’a göre yaşamak istememek, “nefse göre yâni kendi
kafasına ve düşüncelerine göre yaşayamayacak olma korkusu”ndan kaynaklanır.
İslâm göre yaşamak düşüncesi ve eylemi, kendini aşırı sevenlerin çok endişe
ettiği bir konudur.
“Nefse zulmetmemek” de
vardır İslâm’da. Fakat İslâm’ın, kendisini kabûl edenlere yüklediği sorumluluklar
vardır ve bunlar farzdır. Bu sorumlulukları almayınca “müslümanım” demek
geçerli olmaz. Zîrâ müslümanlığı (daha doğrusu müslim olmayı) kabûl etmek,
İslâm’ın insana yüklediği sorumlulukları almak ve İslâm’ın tavsiye ve emrettiği
bir hayat-şeklini benimsemeyi gerektirir. Lâkin bunu yapmak, kılına bile zarar
gelmesinden dehşete düşenler, kendilerini çok sevip önemseyenler ve konforlarına-hazlarına
tapanlar için pek de mümkün değildir. Zâten böyle kişiler bencilleşmiştir ve
başkalarını da gözeten İslâmî sorumlulukları almayı çok da mantıklı gör(e)mezler.
Kendini çok sevenlerde aşırı
bir tedbir alma düşüncesi ve davranışı da vardır. Fakat aşırı tedbir ve temkinin
nefret ettirici bir özelliği vardır. Kendini aşırı seven kişiler resmî kurumlar
hâricinde hiç-bir kişiye ve şeye tam olarak inanıp güvenemezler hattâ resmî
olmayan kişilere ve bilgilere inanmayı gereksiz gördükleri için, devlet
hâricindeki kişilerin ve kuruluşların söylemlerinden şüphe duyarlar. Tabi bu durum
onları dostsuz ve arkadaşsız bırakır. Gerçi onlar bunu çok da dert edinmezler
ve bu nedenle hiç kimseyle samîmi dost ve arkadaş ol(a)mazlar. Çünkü
kendilerini çok önemsemekte ve aşırı sevmektedirler. Bu durum onların
bencilleşmesine neden olmuştur. Bu nedenle de “başkası için de bir şey yapmak
ve yardımlaşmak, birlikte bir şeyler yapmak” demek olan dostluktan uzak dururlar.
Zîrâ dostlukta mutlakâ kendini sevmeye ara verilmesi ve dost için kendinden
vazgeçilmesi gereken zamanlar ve durumlar olur.
Kendini çok sevenlerin riske
girmeleri mümkün değildir, çünkü aşırı tedbirlidirler. Bu nedenle de
tevekküllerini kaybetmişlerdir. Allah’ın açık bir emri karşısında bile riske
giremezler de ucundan-kıyısından îman ederler. Hâlbuki îman, kişiyi riske
girmeye de zorlar. İslâm, kendinden ödün vermeyi, duruma göre zorluğu
göğüslemeyi ve hattâ Allah yolunda mallarla ve canlarla ölmeyi bile
gerektirebilir.
Kendini çok sevenler en
küçük bir eleştiriyi bile kendilerine yapılmış bir düşmanlık gibi görürler. Çok
kırılgandırlar. Riske girme oranları çok düşüktür. Birileri için bir şey
yapmayı zor ve gereksiz gördükleri gibi, Allah rızâsı için de pek bir şey
yapamazlar. Çok güvensiz, şüpheci ve kaygılıdırlar ve bu yüzden de depresiftirler.
Kendilerini çok sevenler
resmîyete ve devletin kânun ve kurallarına aşırı bağlıdırlar ve resmîyete ve
devlete çok güvenirler. Zâten bu nedenle de mêmur ve devlet işçisi olmak ana
hedeflerinden biridir. “Kapağı devlete artmak” derdindedirler. Çünkü Allah’tan
bile daha çok güvendikleri mercî devlettir. Bu nedenle de Allah’ın kânunlarını
uygulama noktasında “yapacak bir şey yok” gibi laflar ederek işi geçiştirirlerken,
devletin kânunları karşısında kılı kırk yararak emirleri tam-tamına yerine
getirmek için her-şeyi yaparlar. Kudreti sonsuz âlemlerin Rabbi olan Allah’ın,
meleklerin pâdişâhı olan Cebrâil vâsıtasıyla “âlemlere rahmet” olan
Peygamberimiz’e yedi kat göklerden indirdiği ve sonsuz nîmetler diyârı olan
cenneti kazanmak için okunması ve uygulanması farz olan Kur’ân’ı okumak onlara
çok zor ve gereksiz gelirken; iş hayatlarında ve emeklilik günlerinde bir
miktar daha fazla maaş alabilmek için yüksek-okul mêzunu olmak gerektiğinden
dolayı, 3-5 yılı yoğun şekilde okumakla ve ders çalışmakla geçirmeyi zevkle göze
alabilmektedirler. Kendini aşırı sevenler, ilk önce bu dünyâda rahat etmenin
derdindedirler.
İslâm’ın kânunları
karşısında “bir şey yapmaya gerek yok, durum bu” demeye getirecek şekilde
konuşurlar. Zîrâ İslâm’ın emirlerini yerine getirmede risk vardır. Kendilerine
âşık olanların Allah rızâsı için de olsa böyle bir riske girmeleri söz-konusu
bile değildir. İslâm’ı hem bilmediklerinden hem de aslında çok da
önemsemediklerinden dolayı “Allah bizden böyle bir şey beklemiyor” zannına
kapılırlar.
Kendini çok sevenlerin devlete-resmîyete
bu kadar bağlı olmasının ilk nedeni, insanın Dünyâ’ya göbeğinden bağlı
olmasıdır. Üstelik modern insan, konforuna ve hazzına çok fazla düşkündür.
Dünyâ’ya bağlı olmak bir noktaya kadar mâkûl olsa da, bir müslüman-mü’min için
Dünyâ bir “imtihan dünyâsı” olduğundan dolayı Dünyâ’ya aşırı bağlanmak, ona sıkı-sıkıya
yapışmak ve asıldıkça asılmak doğru olmaz. O hâlde aslında Dünyâ sevgisinin
sonucunda ortaya çıkan kendini aşırı sevmek, İslâm’ı hakkıyla yerine getir(e)memekle
sonuçlanır.
Kendini çok sevenler devlete
çok güvenirler ama her zaman da devletten kazık yerler. Zîrâ lâik-seküler-demokratik
ülkelerde halk her zaman devletin düşmanıdır.
Kendini çok
sevenler kendilerini cehenneme yakıştıramazlar ve cennetlik gibi görürler. Ne
de olsa kimseye bir zararları yoktur. Fakat kimseye bir faydaları da yoktur.
Zâten kimseye zararlı olmadıkları iddiâları, Allah’ın emir ve yasaklarına çok
riâyet edip uymaktan dolayı değil, resmî kânunlardan ve kendilerine bir zarar
ve sıkıntı dokunmaması için yaptıkları bir şeydir. Yâni çok da bilinçli bir
hareket değildir. Çünkü birilerine bir faydalarının dokunması için bir şeyleri
göze alabilmeleri yada en azından konforlarını bozmaları yada en azından konforlarını
gevşetmeleri gerekir ki bu, kendini çok sevenler için çok zor bir şeydir.
Kendilerini çok sevenler,
risk içerdiği için âlemlerin Rabbi olan Allah’ın emirlerini-kânunlarını birebir
yerine getirmekten kaçınırlar ve hattâ bu emir ve yasakları çok da
önemsemezler. Fakat iş beşerin-devletin yâni resmîyetin kânunlarını-kurallarını
uygulamaya gelince iş değişir ve devletin dediğini ikiletmezler ve
sorgusuz-suâlsiz tam olarak uygularlar ve uygulamak için her-şeyi yapabilirler.
Fakat bu şirke girer. Allah’ın kânunlarını es geçerek beşerî kânunlara riâyet
etmek ve hayâtı Allah’ın değil de beşerin kânun ve kurallarına göre yaşamak
şirktir. Şirk zâten budur.
Kendini çok sevenler ve
kendi kararlarını çok önemseyenler, bir konu hakkında size danışsalar ve
sorsalar da sonunda yine de kendi bildiklerini yaparlar. Size danışmalarının nedeni,
aslında danışıyormuş gibi yapıp kendi düşüncelerini onaylatmaktır.
Kişisel gelişimciler ve bâzı
psikologlar, insanlara sürekli olarak “kendini affet”, “kendini sev”, “kendini
önemse”, “kendini ödüllendir” vs. telkini yaparlar. “Nefsine zulmetme” deseler
tamam anlaşılır. Fakat kendini affetmek, kişinin kendisine aşırı önem vermeye
başlaması ve kendini aşırı sevmesine, bu yüzden de kılına bile zarar verecek
risk olduğunda bundan uzak durmayı, kafa ve beden konforunu bozacak her-şeyden
alabildiğince kaçmayı da yanında getirir. Öyle ki, kendini aşırı sevenler, kafa
konforlarının bozulmaması için genellikle kötü haberlerin verildiği televizyon
ve diğer haber kanallarını izlemekten kaçınırlar. Böyle yapmakla güyâ
kendilerini affetmektedirler. Oysa insanı affedecek tek mercî Allah’tır.
Kişinin kendini affetmesi “kendini ilah îlân etmesi” demektir. Böylece her
türlü günahında, suçunda ve yanlışında kendini affedip rahatlayacak ve ona
kırmızı çizgi koyacak bir mercî kalmayacaktır. Lâkin şu da var ki, kendilerini sürekli
affedenler için öyle bir zaman ve durum ortaya çıkar ki, kendilerini
affetmeleri hiç-bir işe yaramaz da çâreyi psikologlarda ve psikolojik ilaçlarda
görürler ve kendilerini dandik terapilerin içinde kaybolmuş bulurlar.
Tabi nefs “öldürülmesi”
gereken değil “terbiye edilmesi” gereken bir şeydir. Zîrâ nefs bizim
hayâtiyetimizi devâm ettirmemizi de sağlar. Arzularımız ve şehvetimiz hep
nefistendir. Nefsini öldürmüş olanların dengeli bir yaşam sürmesi pek mümkün
değildir. Zîrâ nefse zulmetmek de bir zulümdür. Bu nedenle insanın kendini ölçülü
şekilde önemsemesi ve ölçülü bir şekilde sevmesi gerekir. Bizim, yazı boyunca
eleştirdiğimiz şey, insanın kendini aşırı şekilde sevmesi ve önemsemesi, dolayısıyla
kendine tapması durumudur ki modern insan bu aşırılıklarla mâlûldür.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder