“Andolsun, sizin için,
Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın
Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır”
(Ahzâb 21).
Ahlâk
“eyleme zorlayan” şeydir. Ahlâk bir
felsefe değildir. Ahlâkın bilgisi “ahlâk” değildir çünkü. Zâten hiç-bir
şeyin bilgisi o şeyin kendisi değildir, olamaz. Bilgi amele-eyleme döndüğünde ancak,
bir görünürlük ve ahlâk kazanır.
Güzel örneklik, en başta “ahlâk
örnekliği”dir. Zîrâ İslâm, âlemleri inşâ etmeye iç-âlemlerden başlar. İç-âlemini
en güzel şekilde inşâ eden kişiyi ve örnekliği Sünnet’te ve Peygamberimiz’de buluruz.
Çünkü o “muhteşem bir ahlâk’a sâhiptir:
“Gerçekten
sen, pek büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem 4).
“Ahlâkı Kur’ân’dan değil de Sünnet’ten mi alacağız”
sorusu ciddî ve samîmi bir soru değildir. Kur’ân her okuyana aynı ve benzer şeyi
söyler ama, her okuyan aynı şeyi yap(a)maz. Öyleyse Kur’ân’ı okuyunca en ideâl
olan amel-eylemi yapan ve yaptığı şeyi Allah’ın onayladığı kişinin ahlâkıyla
ahlâklanmak en doğru davranış olur. Zâten Hz. Âişe de, kendisine Peygamber’in
ahlâkı sorulduğunda; “o’nun ahlâkı Kur’ân idi” demiştir. Yâni Peygamberimiz’in
ahlâkını Kur’ân inşâ etmiştir. Böylece “El-Emîn” iken, “âlemlere rahmet Hz.
Muhammed” olmuştur. Çünkü ahlâk güzelliği kişiyi âlemlere rahmet kılar.
Modern insanlar ve özellikle
müslümanların bir-çoğu, ahlâk-timsâli, örnek şahsiyet olan Peygamberimiz ve
diğer peygamberler yerine, her türlü hırsızlık, yolsuzluk, şiddet,
terbiyesizlik ve ahlâksızlık örnekleri olan gerçek yada çizgi-sanal karakterleri
örnek alıyorlar. Şehvet, şöhret, servet ve makâm sâhiplerini örnek alıyor
insanlar. Böylece aslında nefsi örnek almış oluyorlar. Çünkü örnek alınan
kişiler haz içinde yaşayanlar yâni nefis-merkezli olanlardır. Bu, “ahlâkı örnek
almak” değildir elbette. Açıkçası ahlâk, nefis ile paralel gidemez, nefisler
ahlâk tarafında terbiye edilmeli ve haddi bildirilmelidir. Aksi-hâlde nefisler
kışkırtıldığında ahlâk kaçar gider. Çünkü ahlâka yâni yaratılışa aykırı bir
durum oluşmuş olur.
Sahih Sünnet, ahlâkın
tezâhür etmiş şeklidir. Ercüment Özkan Sünnet hakkında şunları söyler:
“Sünnet;
Kur’ân’ın Peygamber tarafından pratize edilişi, Kur’ân’da anlayıp
uyguladıklarının toplamı, Resulûllah’ın İslâm’ı yaşayış şeklidir. Kur’ân’ı
ahlâk edinişte tuttuğu yoldur. Bu anlamıyla bütün müslümanlar için
bağlayıcıdır. Sünnet’i hafif görmek İslâm’ı hafif görmektir, Sünnetsiz İslâm
olmaz. Sünnet’e îtirâz eden İslâm’dan çıkar.
Bir insan
olarak Peygamber’i rahatlıkla örnek edinebileceksek Peygamber’in kendisine
gelen Kur’ân vahyi dışında bizden bir farkının bulunmaması gerekir.
Aksi-takdirde geçerli bir mâzeretimiz olurdu ve Peygamber bizim için ‘usve-i
hasene’ olarak takdim edilmezdi. Kur’ân, ahlâk edinilmek için gönderilmiş bir
Kitap’tır. Öncelikle Peygamber’in ve onu tâkip eden inananların dünyâ
görüşlerini ve buna bağlı olarak amellerini düzene koyan bir Kitap’tır.
Peygamber ve tâkip edenleri Kur’ân’ı ahlâk edinmeye özen göstermişler,
hayatlarını ona uyarlamışlardır. Diğer bir ifâdeyle Kur’ân ‘sünnet edilsin’
diye gönderilmiş bir kitaptır. Peygamber’in en büyük Sünnet’i de ‘Kur’ân’a
uymak’tır. Bu Sünnet’ini de hiç-bir zaman terk etmemiştir.
Allah,
Peygamber’ini yanlış üzerinde bırakmamış, onu düzeltmiştir. Allah, dînini
Peygamber seçtiği kimseler vâsıtasıyla ilettiği gibi, o dînin uygulanmasını da
aynı peygamberler vâsıtasıyla göstermiştir. Bu uygulama sırasında yanlış
yapmışlarsa, Allah hemen yanlışları düzeltmiştir. Allah göndermiş olduğu
elçisini düzeltmeli ki ondan dînini alanlar düzgün olsun, yâni düzeltme işi elçiyi
gönderene Allah’a âitti. ‘Namazları benden gördüğünüz gibi kılınız’ hadisi, ‘Hz
Peygamber kendinden bir şey yapmıyor. Allah onun yaptığına müdâhale etmemekle
o’nu onaylamış oluyor’. Sükûtunda onaylamak olduğunu düşünürsek böyle bir
kanaât sergilenebilir”.
Rôl-modelimiz Peygamberimiz
ve diğer peygamberler yâni Sünnet’tir. Biz Kur’ân’ın da emriyle Peygamberimiz’i
örnek ve rôl-model olarak alırız. O örnek ahlâkını Kur’ân ile oluşturmuş
El-Emîn birisidir. Onu Allah vahiyle yetiştirmiş ve iç-âlemini, ahlâkını ve
karakterini inşâ etmiştir. Böylece ideâl bir ahlâk ve karakter örneği, “insan
örneği” ortaya çıkmıştır.
Bir âile, karakterini ve ahlâkını
Kur’ân ve Sünnet ile oluşturmuşsa, o âilenin diğer fertleri de sağlam
karakterli ve ahlâklı olurlar. Zîrâ çocuklar her-şeyi ilk başta anne-babalarından
görüp öğrenirler. Âile ahlâken ve karakter olarak iyi durumdaysa, çocuk da iyi
olur Allah’ın izniyle.
Müslümanlar Peygamber’e dış
görünümünü değil, ahlâkını ve karakterini benzetmelidir. Yoksa dıştan
benzemekle içten de benzemiş olunmaz. Kendini Peygamber’e içten
benzetemeyenler, dıştan benzetmeye çalışıyorlar. Bu nedenle biz Peygamberimiz’in
kılık-kıyâfetinden, saçı-sakalından vs. ziyâde, vahiy-merkezli o tâvizsiz duruşunu
yâni ahlâkını örnek almalıyız ve kendimizi o’na benzetmeliyiz. Zâten ancak o’na
benzeyen insanlardan oluşmuş bir toplum vahiy-merkezli bir yapı kurabilir ve
Allah’ın sözünü hayâta hâkim kılma yolunda olabilir ve de ölebilir.
Allah bize Peygamberimiz’i
rôl-model olarak gösterirken, şeytan, nefs ve tâğutlar ise, ahlâksızlığı ortaya
çıkaranları ve yaygınlaştıranları örnek gösterir. Çocuklar çizgi film kahramanlarını
örnek alırken, gençler film ve pop yıldızlarını örnek alıyorlar ki onların genelde
nasıl da ahlâk-dışı bir yaşamları olduğunu her yerden görmek mümkündür.
“Aklını kullan, hiç kimse
seni doğruya ulaştıramaz, sen kendi yolunu kendin bul, ahlâkını kendine göre
kendin belirle, başkalarına bakma” diyenlerin mutlakâ başkalarını örnek
aldıklarını görürsünüz. Bir dönem ülkenin güvenliğinin başında bulunmuş olan
biri şöyle demişti: “Ben bir konuda çözüm bulamayınca ve ne yapacağımı bilemeyince,
hemen; ‘acaba Atatürk bu konuda ne demiş, böyle durumlarla karşılaştığında ne
yapmış’ diye ona bakıyorum ve ona göre bir çözüm yolu arıyorum”. Bu yaptığı
lâik inancı bakımından tutarlıdır elbette. Kendi dînine ve inancına göre
yapılması gerekeni yapıyor. Fakat sıra, Allah’ın; “örnek alın” dediği Peygamber’i
örnek almaya gelince niçin iş tersine dönüyor ve “elin arabı”, “1.400 yıl önceki
bedevi”, “çöl adamı”, “ilkel” vs oluyor?. 100 senelik bir süre az da 1.400 senelik
süre mi çok yâni. İyi de, müslümanlar nasıl böyle düşünebilirler ki!. Çünkü âyet
çok açıktır ve yazının başına lamba gibi asılmıştır. Ey müslümanlar!; şunu çok
iyi bilin ki, Peygamber düşmanı olarak sağlam karakterli ve ahlâklı bir insan
olmazsınız.
İnsanlar mutlak inandıkları ve
güvendikleri kişilerin sözlerine, tavırlarına ve eylemlerine bakarlar ki, bu,
insanların ahlâkıdır. Öyleyse insanlar ya beşerî zihniyete, düşünceye ve
amel-eyleme sâhip olan örneklere yada Kur’ân-merkezli zihniyete, düşünceye ve
amel-eylem şekli olan örnekliğe yâni Sünnet’e bakacaklardır. Müslümanlar için
bu zorunludur. Zîrâ Ahzâb Sûresi 21. âyet bu örnekliği bize “izlenilmesi
gereken güzel örneklik” olarak sunmuştur. Alınacak en güzel örnek Peygamber
örnekliğidir. Çünkü Peygamberimiz’i Allah seçmiştir, vahiy ile yetiştirmiştir
ve Peygamberimiz kesin şekilde Kur’ân’a bağlıdır. Fakat sâdece okumayla ve
raflarda tutmakla Kur’ân ahlâklı bir toplum ortaya çıkaramaz. Netîcede Kur’ân,
hakîkati barındıran bir Kitap’tır sâdece. Onu okuyup, idrâk edip hayatta
uygulamadıkça vahye uygun ahlâklı bir toplum ortaya çıkmaz. Kur’ân’ın 23 yılda
fâsıla-fâsıla inmesi, “indikçe hayâta aktarılması, hayatta mâkes bulması ve
harekete dönüşerek bir ahlâk ortaya çıkarması için”dir. İnsan oturduğu yerde
ahlâklı olamaz. Ahlâk, bir hareketin sonucunda ortaya çıkar. Zîrâ ahlâk sâdece
bilgi değil, “bilgi ve eylem”dir.
Goethe: “insan karakteri, en
çok nelere güldüğünden belli olur” der. İnsanın en çok güldüğü ve
üzülüp-ağladığı şeyler insanın karakterini ve ahlâkını gösterir. İnsanın neye
güldüğüne ve neye üzüldüğüne bakarak onun karakterini ve ahlâkını anlayabiliriniz.
Modern insan nefsine haz veren şeylere gülüyor ve neredeyse hiç-bir şeye üzülmüyor
yada üzülmek istemiyor. Sürekli olarak relâks hâlinde olmak, haz ve zevk içinde
yaşamak istemektedir. Fakat Dünyâ’nın formatı buna müsâit olmadığı gibi, bu
şekilde bir hayat, imtihan içindeyken olabilecek bir şey değildir. Böyle bir
yaşamı ancak, hak edenler cennette göreceklerdir. Modern insan üzülmekten
alabildiğine kaçıyor. Tâ ki ölüme kadar. Ölümle karşılaşınca üzüntü yerini
kahrolmaya ve buhrâna bırakıyor.
Tasavvuf ve târikatlarda,”Allah’ın
ahlâkıyla ahlâklanmak” diye bir absürdlükten bahsedilir. Ahlak, ahlâksızlık
yapma potansiyeli olanlar içindir. Allah ahlâkı da yaratmıştır zâten. O’nun
ahlâkı olmaz. Çünkü ahlâk “yaratılış”la alâkalıdır ve Allah “yaratılmış”
değildir. O sırât-ı müstakîm üzere yaratışını yapar ve yönetime geçer.
Televizyon, internet, cep
telefonu ve sosyâl medya, ahlâkı zayıflatıyor ve insanı yozlaştırıyor. Çünkü
televizyon, cep telefonu, internet ve bilgisayar gibi modern iletişim araçları
çok büyük oranda ahlâksızlığı üreten ve yaygınlaştıran araçlardır. Bağlı
oldukları ve adandıkları bir din ve tâkip ettikleri Kitab’ı olmayanlar ve de örnek
alacağı bir karakterden ve kriterden yoksun olanlar, işte bu araçların
kuşatması altında ahlâken çökmektedirler. Oysa yazılı kültürde ve kulağa hitâp
eden iletişim araçları böyle kötü bir etki yapmıyordu. Zîrâ sözlü ve yazılı
kültür rûh içeriyordu ve kişilere bir ahlâk katıyordu. Oysa görsel kültür insanların
dış-âlemlerini ve nefislerini parlatırken iç-âlemlerini paramparça ederek yıkıp
mahvetmiştir. El ve kulak medeniyeti insanı bu derece etkilemiyordu. Ne olduysa
“göz” ile birlikte başladı. Göz, ahlâkın yitimi için en uygun organdır. Göze
hitâp eden araçlarla insanların karakteri ve ahlâkı ayaklar altına düşmüştür. M.
Esat Altıntaş karakter ve ahlâk hakkında şunları söyler:
“Gerçeği
kavramak ve yeni yaşantılar edinmekle karakterin değişmesi mümkündür. Bu
sebeple karakter, hem ahlâkî hükmün konusudur, hem de insanın ahlâkî
gelişiminin hedefidir. İnsanın ‘karakter özelliği’ demek, bir anlamda, ‘davranış
özelliği’ demektir. Bu açıdan karakter, insanın ayırt edici özelliği olan
davranış kalıbıdır. İslâm Dîni, insanın ahlâkını güzelleştirmek için,
karakterini eğitmeye büyük önem verir. Sağlam bir karakter oluşturmak için,
önce insanın doğru bir inanç sistemine sâhip olmasını ister. İnanç sistemine
uygun bir yaşantı gerçekleştirebilmesi için de, insanın irâdesini güçlendirmeyi
hedefler. Bunu da ibâdet esaslarıyla gerçekleştirir. Hattâ diyebiliriz ki, ibâdetlerden
beklenen maksat, insanlarda güzel ahlâkın oluşturulmasıdır. Meselâ, namazın
hikmetlerinden birisi de insanı kötülüklerden alıkoymasıdır. Hac, nefsi
arındırma yöntemi olarak ahlâkın düzeltilmesine; zekât, hem nefsi bencillikten korumaya
ve hem de toplumsal barışın sağlanmasına bir vâsıta, oruç ise, nefsin kötülüklerden
arındırılmasına bir vesîle olarak yüksek ahlâkî değerlere ulaşmaya sevk edici
önemli etkenler arasında sayılabilir. Din dilinde güzel ahlâkın zirvesi, ihsan makâmıdır.
İhsan, her zaman ve her yerde insanın Allah’ın ilâhî gözetimi altında bulunma
idrâkini yaşama durumudur.
Diğer
taraftan İslâm, insanın ahlâkî gelişimini sağlayabilmesi için, ona tâkip edeceği
bir ‘ideâl ve model’ sunar. Çünkü ahlâk için ‘salt bilgi’ yeterli değildir, ama
çok önemli bir başlangıç faktörüdür. Burada asıl önemli olan ‘bilgi’yi
‘eylem’le bütünleştirmektir. Bu nedenle biz güzel ahlâka ve ihsân makâmına ulaşmayı,
‘mükemmel olanı modelleme’ yoluyla başarabiliriz. İşte şahısların gerek düşünce
ve gerekse eylem-plânında belirli bir sonucu üretmek için tam ve kesin olarak
neler yapacağının açığa çıkartılmasına ‘modelleme’ denir. Bir mü’min olarak
bizim ‘modelleyebileceğimiz’ yegâne şahsiyet Hz. Muhammed’dir. Eğer biz, onun
inanç ve ahlâk sistemini modelleyebilirsek, onun yaptığı gibi davranmaya doğru
ilk adımı atmış oluruz. Mü’minin alacağı karakter eğitiminin örneği, Hz.
Peygamberin (s.a.s.) karakteridir. Nitekim bu durum, Kur’ân’da şöyle ifâde edilmiştir:
‘Allah’ın elçisinde sizin için üstün bir örnek vardır’. O hâlde gerek Kur’ân’dan
ve gerekse Hz. Peygamber’in hayâtından beslenen bir kimse mükemmel bir karakter
eğitimini pratik olarak gerçekleştirebilir”.
Sünnet örnekliğini örnek almaktan
gocunanlar ve çekinenler, nice ahlâksızları ve karaktersizleri örnek alırlar ve
taklit ederler. Örnek aldıkları kişilerin onları ahlâka taşımadığı mevcut ortamdaki
sonuca bakıldığında çok bellidir. Kur’ân’ın “güzel örneklik” dediği Peygamberimiz’in
Sünnet’i, “halk edildiğimiz gibi tertemiz olmak ve bu minvâlde hayâta devâm
etmek” demektir ki ahlâk budur. Bunu Allah’ın onayıyla ve örnek göstermesiyle
Peygamberimiz en ideâl şekilde ortaya koymuştur. Çünkü ahlâk, “Hallâk’ın ilk
yarattığı gibi tertemiz olmak ve tertemiz kalmak” demektir. Bunun için tam da “Muhammed’ce”
yaşamak gerekir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder