“Ey îman edenler!; içki,
kumar, dikili taşlar ve fal okları (şans
oyunları) ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan
kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz” (Mâide 90).
Şans:
“Mantıkla açıklanamayan bir-takım rastlantısal olayların nedeni olan güç, baht,
tâlih, felek. Rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi veyâ kötü durumlar
hazırladığına inanılan doğa-üstü güç, kut, baht, tâlih, felek” anlamlarındadır.
Şans sekülerdir,
önünde ve sonunda Allah düşüncesi yoktur. Şans kelimesi, “Allah’ın yerine”
konmuş bir sözdür. Şans kelimesinin geçtiği her yerde Allah’tan bağımsız bir
işleyişten bahsedilmektedir. “Çok şanssızım” sözü, “Allah bana âdil davranmadı”
demeye gelir.
Şanslı gibi görünen insanlar
eleştirel ve îtirazcı olmadıkları için imtihana dolayısıyla soruna fazla mâruz
kalmadıklarından dolayı o kişilerin “şanslı insanlar” oldukları sanılır. Çünkü
insan ne kadar eleştirel, îtirazcı ve hattâ isyankâr ise o kadar çok imtihanla
dolayısıyla sorunlarla karşılaşır ki bu size “şanssızlık” gibi görünür. Aslında
şans yada şanssızlık zannedilen şey “imtihanla daha fazla karşılaşmak”tan
başkası değildir. İmtihan “zorluk” demektir.
İnsanların kiminin
işlerin yolunda gitmesi, kimininse işlerinin bir türlü rayına oturmaması, şanstan
dolayı değil, gerek yeterli tedbiri ve önlemi almadığından, gerekse de kişideki
olumsuz bir tutumdan dolayıdır. Bâzı insanlar her-şeyi kontrôl etmek isterler
ve bu bağlamda hayatlarının kendi düşündükleri gibi, her-şeyin kendi
istedikleri gibi olmasını arzu ederler. Fakat bu doğru bir tutum değildir ve
belki de genel bir bakış-açısına göre bu iyi de değildir. Belki de Allah’ın
rahmetinden dolayı bir iş yolunda gitmemiştir yada kişiye öyle görünür yada o
işin çok da yolunda gitmemesi “iyi”dir. Bâzı insanlar ise, hayatlarını çok da
plânlamazlar ve zuhurâta uyarlar ve nasıl olup-bittiğine bakmazlar. Diğer bâzı
insanlarsa, hem önceden kendilerince bir plân-program yaparlar hem de işe besmeleyle
yâni Allah ile başlayarak yola çıkarlar ve işleri yolunda gidebilir. Fakat şu da
var ki hiç-bir insanın işleri tüm hayâtı boyunca yolunda gitmez ve mutlakâ
yolunda gitmeyen bir şeyler olur. Bu durum “imtihan dünyâsı” sebebiyle
böyledir.
Bir de insan, kıyası
hep kendine göre yapar. Oysa genel bir bakışa göre çok da fazla bir fark yoktur.
İşin inceliklerini çok araştıranlar yada irdeleyenler, kendilerine göre
başkalarının daha şanslı olduğunu ve
işlerinin yolunda gittiğini zannederler. Ama gerçekte neyin iyi neyin de
kötü olduğunu sâdece Allah bilir. Meselâ bir taşıtla yol alırken âniden önünüze
çıkan bir başka taşıt yada engel sizi yolunuzdan alıkoyabilir yada
duraklatabilir. Bu sizin canınızı sıkabilir. Siz de buna kızarsınız, çünkü
sizin biraz önünüzdeki kişi o engele yakalanmamıştır. Çünkü şanslıdır. Fakat
-bâzen gözlemlediğiniz de olur ki-, Allah bu engeli çıkarmakla sizi belki de
başka bir engelden ve sonuçları daha ağır olacak kötü bir durumdan
kurtarmıştır. Yâni hayatta önümüze çıkan bâzı engeller bizim hayrımıza da
olabilir. Şanssızlık denen şey bâzen iyi olmuş olabilir. Bu nedenle hayatta
önümüze çıkan engelleri çok da irdelememek en iyisidir. Allah hayırlı ve şerli
olanı, insanların tam olarak idrâk edemeyeceğini söyler:
“…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için
hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de
siz bilmezsiniz” (Bakara 216).
İnsan aceleci bir varlık
olduğundan dolayı işin sonunu düşünmez de “işlerim hiç yolunda gitmedi” yada “işler
yolunda gitti” der ve duâsını da buna göre yapar. Hâlbuki o işin sonucunu Allah
bilir:
“İnsan hayra duâ ettiği
gibi, şerre de duâ eder. İnsan, pek acelecidir” (İsrâ 11).
Şans
“kader” anlamında kullanıyor ki çok yanlıştır. Aynen “yanlış kader inancında”
olduğu gibi, insanlar kendilerinin ilk baştan şanssız yada şanslı yaratıldığını
sanırlar ve bu yüzden de şirke ve küfre düşebilirler. En azından câhillik
yapmış olurlar. Yanlış kader inancında insanlar, kötü ve zor hayatlarının,
Allah tarafından en baştan yazılan kaderden dolayı böyle olduğuna inanırlar ve
ya isyân ederler yada pasif bir sabra yönelirler de hayatlarında yine bir
değişiklik olmaz ve her-şey zamanla daha da kötüleşebilir. Bunun gibi, şans da,
inançsızlar tarafından; felek, kötü talih, olasılık vs. olarak görülür ve
isyânı arttırır. İnançlılar tarafından ise şansın da aslında kader olduğunu ve
Allah tarafından ayarlandığını zannederler. Oysa Allah, her kuluna, hayatta iyi
bir yaşam sürecek özellikler vermiştir ve kişi o özelliklerini kullandığı
müddetçe karşılığını alır ve işleri genelde yolunda gider. Fakat insanlar hem sorumluluk
almak istemediklerinden, hem de tembelliklerinden ve konforlarını bozmak
istemediklerinden dolayı işin gereğini yapmadıkları için işleri çok da yolunda
gitmez ve kendilerine kıyasla başkalarına bakarak işlerini yolunda gitmediğini
söylerler ve işi şansa bağlarlar. “Şansımız yok işte, ne yapalım” derler.
Burada yanlış olan şey şudur ki, eğer insanın başına bir kötülük gelmişse yada
işleri yolunda gitmediyse bu, Allah’tan değil, insanın kendisinden dolayıdır.
Kendi yaptığı yanlışlar ona kötü bir hayat getirmiştir. Kur’ân’da bu şu şekilde
ifâde edilir:
“Sana iyilikten her ne
gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni
insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah yeter” (Nîsâ 79).
“Size isâbet eden her musîbet,
(ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder” (Şûrâ 30).
Siz neyi seçerseniz ve neye göre yaşarsanız Allah da
ona göre yaratır yada rahmetinden dolayı kötü sonuçlanacak olan şeyi yaratmaz:
“Her nerede olursanız (olun), ölüm sizi bulur;
yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik
dokunsa: ‘Bu, Allah’tandır’ derler; onlara bir kötülük dokunsa: ‘Bu sendendir’
derler. De ki: ‘Tümü Allah’tandır’. Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç-bir
sözü anlamaya çalışmıyorlar?” (Nîsâ
78).
Şu da var ki Dünyâ bir cennet
değildir ve Dünyâ “imtihan dünyâsı”dır. İmtihanın olduğu yerde elbette işlerin
yolunda olduğu ve yolunda gitmediği zamanlar olacaktır. Biz kendi yaptıklarımız
yüzünden başımıza gelen hayırla da şerle de imtihan ediliriz. Zîrâ Allah bizi hayırla
da şerle de dener ve imtihan eder:
“Her nefis ölümü
tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak
bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35).
Bizim başımıza gelenler,
Allah’ın, “şu zamanda şöyle olsun, şu zamanda böyle olsun” diye her ayrıntıyı
baştan belirlemesiyle değil, bizim seçimlerimizle ve yaşamda neyi merkeze
aldığımızla alâkalıdır. Allah kişiyi, işlerinin yolunda gideceği şekilde şanslı
yada şanssız olarak yaratmaz. Allah’ın yaratma şekli böyle değildir. Allah,
kâinâta sünnetullah denen bir yasa koymuştur ve Dünyâ’da olan şeyler
sünnetullahın gereğini yapmanın yada yapmamanın sonucuna göre belirlenir.
Aksini düşünmek, “Allah’ı hakkıyla takdir edememek”ten kaynaklanır. Allah’ın
bizim için yazdıkları “sünnetullah” denen şeylerdir ki Allah’ın kâinâta koyduğu
yasalardır. Meselâ bir şeyi yerli-yerine koymazsak, sünnetullah gereğince o
şeyin âkıbeti iyi olmaz. Bir şeyi yeri neresi ise oraya koymak gerekir, aksi-halde
o şey bir zarâra yol açar ve zulme döner. Yâni meselâ buzun üstünde yatarsanız
hasta olursunuz. Bunun kaderle ve şansla alâkası yoktur. Fakat şöyle bir durum
olabilir; buzun üstüne yatan iki kişiden bünyesi daha zayıf olan daha çabuk
hasta olacakken, bünyesi daha sağlam olan ise daha dayanıklı olabilecektir. Fakat
buzun üstünde yatmak kişiyi mutlakâ hasta eder. İşte Allah’ın yazdığı budur: “Üşütürseniz
hasta olursunuz, elinizi ateşe tutarsanız eliniz yanar”. “Yazılan” şey budur ve
sünnetullahın yazılı olduğu yer “levh-i mahfûz”dur:
“De ki: Allah’ın bizim
için yazdığından (yasasından) başkası başımıza gelmez. Bizim dostumuz ve
gözeticimiz O’dur. Öyleyse mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler” (Tevbe 51).
“Yeryüzünde ve kendi
nefislerinizde uğradığınız hiç-bir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan
önce, bir kitapta (Levh-i
Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır” (Hadîd
22).
İnsan imtihan dünyâsında
yaşadığını unutur da sürekli olarak işlerin yolunda gitmesini ve sorunsuz bir hayat
yaşamayı ister. Bu nedenle de sürekli hayır ister. Ama her zaman hayrın
gereğini yapmıyor olabilir. O yüzden de başına bir şer geldiğinde basar vaveylayı:
“İnsan, hayır istemekten
bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye’se düşen bir
umutsuzdur” (Fussilet 49).
“İnsana nîmet verdiğimiz
zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman ise, artık o,
geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir duâ sâhibidir” (Fussilet 51).
“Gerçekten, insan,
‘bencil ve hâris’ olarak yaratıldı. Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman
feryâdı basar. Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (veyâ cimrilik
eder). Ancak namaz kılanlar hâriç; Ki onlar, namazlarında süreklidirler” (Meâric 19-23).
İnsanlar
arasında işleri yolunda gidenler bunu genelde Allah’tan bilmezler ve şükretmek
yerine; “şansım
yâver gitti”, “şans bana güldü”, “şansım yardım etti”, “şanslı olarak Dünyâ’ya
gelmişim” gibi sözlerle Allah’sız bir düşünceye kapılırlar. İşleri
yolunda gitmeyen kişiler ise; “bizde şans mı var?”, “şanssızın biriyim”, “şansım olsaydı bu hâle
düşmezdim” gibi sözler söyleyip dururlar. Sanki hayat boş tesâdüflerin
bir sonucudur. Hayatta yasalar vardır ve sünnetullah denen o yasaları hayâta,
âlemleri yaratan Allah koymuştur. O hâlde hayatta işlerinizin genel anlamda
yolunda gitmesini istiyorsanız, işin gereğini yapmanız yâni sünnetullaha uygun
davranmak ve sünnetullaha uygun bir yaşam sürmek zorundasınız. Yoksa işin
gereğini yapmayarak işi şansa bağlamanın hiç-bir anlamı ve yararı yoktur. Meselâ
erkek olanlar, erkek olmanın gereğini yapmadıkları yada yapmak istemedikleri
için (çünkü erkeklerin sorumluluğu daha fazladır) “şanslı olsaydım anam beni
kız doğururdu” derler. Bunu genelde bir şaka olarak söyleseler de, burada da
şansa anlamsız bir gönderme vardır. Oysa söylenmesi gereken şey şudur; “Allah
beni erkek olarak mevcut hâlimle yarattı, benim de bu durumuma göre
sünnetullaha uymam ve buna göre yaşamam gerekir”.
Şans-tâlih kuru-kuruya ve durduk
yerde açığa çıkan bir şey değildir. Ya zihni gelişime yada mantıklı bir eyleme
geçildiğinde açığa çıkar. Francis Bacon; “insanın
zihnî gelişimi ve şansının artması aynı şeydir” der.
Şansızlık yâni “işlerin sürekli
olarak ters gitmesi”, “domino etkisi”nden dolayıdır. Dominonun ilk taşı
devrilmeye başladıysa diğer taşlar da ardından devrilmeye başlar. O taşların
arasına “parmak koymak” zahmetine katlanılmadıkça da diğer taşlar sonuna kadar devrilmeye
devâm eder. Böylece işler genelde ters gider.
Şans insanlar tarafından bir
tanrı edinilmiştir ve işlerin iyi yada kötü gitmesi şansa yada şanssızlığa
bağlanıyor. Fakat işlerin şans ile belirlendiği söylendiğinde Allah hesâba katılmamış
olur ve orada küfür ve şirk başlar. Şans şirktir, küfürdür.
Cehâlet ile tembellik bir-araya
gelince şanssızlık denen o şey ortaya çıkar. Meselâ yapılması gereken bir şey zamânında
yapılmayınca şanssızlık denilen “işlerin ters gitmesi” durumu ortaya çıkar.
Çünkü yapılması gereken bir şeyin zamânında ve güzelce yapılmamsı, o şeyin ya
hiç yapılmaması yada “gereğince yapılmamış” olmasında dolayı işin kötü, eksik
ve çirkin olmasına neden olarak bir terslik açığa çıkarır. Fakat işlerini
gereğince yapan kişilerin yaptıkları işlerde bir terslik çıkmaz. Fakat insanlara
bunu şans yada şanssızlık olarak değerlendirmek daha kolay gelir. Çünkü insan
kendini eleştirmeyi sevmez.
Demek ki şans yada
şanssızlık denilen “işlerin yolunda gitmesi yada gitmemesi” durumu, yapılması
gereken şeylerin gereğince yapılıp-yapılmamasıyla alâkalıdır. Zîrâ bir şeyin
gereği tam olarak yapıldığında sünnetullah (Allah’ın kâinâta koyduğu yasalar)
gereğince o şey sorunsuz olarak sonuçlanacaktır. Çünkü aynı şeyi yapanlar aynı
sonuçla karşılaşırlar.
Bir
kesim insan gayretle çalışırken, tedbir alırken ve plânlı-programlı hareket
ederken işleri yolunda gider, fakat diğer bir kısım ise tembellik yapar ve plânsız-programsız
ve tedbirsiz davranırsa işleri yolunda gitmez ve zor bir hayâtı olur. O zaman
da, işin sorumluluğunu almadığı, işin gereğini yapmadığını ve tembelliğini
değil de şansızlığını öne çıkarır. Oysa “şans, işin gereğini yapanların
yanındadır”. Aslında işin gereğini yapanlar için şansa gerek yoktur, çünkü
sünnetullah gereği işin gereğini yapanlar o işin olumlu sonucunu görürler. Eğer
bir şeyin olması için kalkar ve o şeyin gereğini yaparsanız istediğiniz o şey
olur. Fakat o şeyin gereğini yapmazsanız o şey olmaz yada iyi olmaz. Bunun şans
ile alâkası yoktur. Tabi o şey bâzen sizin için bâzen de karşı taraf için daha
kolay olabilir. Bu da, ayrıntılarını sâdece Allah’ın bilebileceği bir şeydir.
Fakat onda bile bir hesap vardır. Allah kendisine tevekkül edilmesi gereken
yerde tevekkül edenlerin işlerini kolaylaştırır. Kendisini unutanların da daha
fazla unutması için hayatlarındaki sorunları azaltır. Fakat genel olarak Allah,
sünnetullaha yâni vahye göre yaşamayanların işlerini yoluna koymaz:
“Kim de benim
zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu
kıyâmet günü kör olarak haşredeceğiz”
(Tâ-hâ 124).
Lâkin şu da vardır ki, Allah herkese ayrı bir yetenek
vermiştir ve o yeteneği sürekli desteklemektedir. Bundan dolayı aynı alanda iki
farklı kişinin yaptığı şeylerin sonuçları, yeteneğe bağlı olarak biraz daha
farklı olabilir ve o alanda daha yetenekli olan kişinin yaptıkları daha üstün
olacağından dolayı ona daha fazla avantaj sağlayabilir. Yâni belli bir alanda
daha yetenekli olanın yaptığının sonuçları biraz daha farklı olabilir. Fakat
diğer kişinin yeteneği ile ilgili bir konuda da sonuç onun lehine biraz daha
farklı olacaktır. İşte insanlar, şansı yada şanssızlığı en çok da böyle
zamanlarda öne çıkarırlar ve değerlendirmelerini buna göre yaparlar.
Şans değince insanların aklına daha çok; kumar, piyango, toto-loto
gibi şeyler gelir. Millî Piyango ve diğer kumar türleri, “şans oyunları” değil,
şeytan-işi pislik uygulamalardır. Kumar, “şansa güvenmek”tir. Üstelik devlet de
bunlara destek vermekle, denetlemekle ve hattâ bunları kendisi yönetmekle hem günahkâr
ve kâfir olmuş oluyor hem de halkı da bu günaha ve küfre yönlendirerek
alıştırıyor ve zulmediyor. Devletin dar
gelirli vatandaştan kolayca vergi toplamasının bir yolu da, şans oyunlarının
çeşidini arttırması ve bu oyunları vergi alarak desteklemesi ve teşvik
etmesidir. Bu bağlamda; “şansınızı deneyin”, “iyi şanslar”,
“şans kapınızda” vs. gibi sözler tekrarlanır durur. Şans oyunları
kumardır ve Allah’ın sünnetullahına uymak yâni işin gereğini yaparak hayatta
bir rızka ulaşmak yerine kısa yoldan zenginliğe kavuşma umûdudur. Oysa insan
için sâdece çalışmasının karşılığı vardır:
“Şüphesiz insana
kendi emeğinden başkası yoktur” (Necm
39).
Modern-bilim
de şans düşüncesine destek olur ve bir “şans geni”nden bahseder ki bu söz insanlara
çok mâkûl gelir. Çünkü kendi kötü durumlarının nedenini ona
bağlayabilmektedirler. “Şanslı genler vardır” derler. “Bu genler daha
sağlıklıdır, daha yeteneklidir” denir. Böyle nasipli genler olabilir tabî ki
fakat bu durum şanstan dolayı değil, Allah’ın takdirinden dolayı böyledir.
Allah o sözde şanslı genlere sâhip olanları da mevcut durumlarıyla imtihan
edecektir. Sonunda şanslı(!) genlere sâhip olanların âkıbetinin iyi mi kötü mü
olacağı yine kişinin sünnetullaha uyup-uymamasına yâni vahiy-merkezli bir hayat
yaşayıp-yaşamamasına bağlıdır. Aksi-hâlde görece iyi özelliklere sâhip genlere
sâhip olmak mutlak anlamda iyi olmayabilir. Belki de imtihanı zorlaştırabilir.
O hâlde şanslı(!) genlere yâni “doğuştan şanslı” olmaya inanmak, Allah’ın
adâletsiz bir yaratış yaptığı anlamına gelir. Oysa Allah herkese özel bir
yetenek vermiştir ve kişi bu yeteneğini geliştirdiğinde Dünyâ’da mutlu-mesut
yaşayabilir. Allah bu bağlamda herkese birebir aynı değil ama benzer fırsatlar
vermiştir. Fakat dediğimiz gibi, şunu da unutmamak gerekir ki Dünyâ cennet
değildir ve Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır. Bu dünyâda imtihanı kazananlar, âhirette
ve cennete memnun olacakları nîmetlere kavuşacaklardır.
Allah tüm yaratışını imtihan
bağlamında yapar. Herkesin kendine özel bir imtihanı vardır. Bu bağlamda
insanlar imtihan olmakta eşittirler. İnsanın, doğuştan gelen özelliklerini
değiştirme şansı ve hakkı yoktur. Kimileri doğuştan gelen ve halkın popüler
kabûl ettiği özelliklere sâhip olabilir. Fakat bunlar genel bir yaratılış hesâba
katıldığında önemini kaybeder. Sizin çok şanslı gördüğünüz bir kişi yada kişiler,
belki de kendilerini şanssız görüyor ve sizi şanslı görüyor olabilir. O hâlde
şans, “görece bir kavram”dır. Burada önemli olan şudur; insanlar şans sözünü
kullanarak Allah’ı hesâba katmamış ve Allah’tan râzı olmamış oluyorlar. Üstelik
şans düşüncesi, insanları birbirine düşman etmekte ve kadere yada sünnetullaha
isyân ettirmektedir. Allah Kur’ân’da birilerinin görece iyi durumlarına
imrenilmemesini emreder:
“Şu-hâlde onların malları
ve çocukları seni imrendirmesin…” (Tevbe
55).
Şöyle bir şey de
vardır ki şansa bağlanır.. Dominonun ilk taşı düştüğünde arkasından diğerleri
de düşer ve bu durum iyi yönde hep iyi sonuçlar verirken, kötü yönde ise hep
kötü sonuçlar verir. Tabi bu da sünnetullah gereğince böyledir. Meselâ bir adam
kirâda oturuyorsa çocuğu da büyük ihtimâlle kirâda oturur. Çünkü kirâda oturan
adam, kaynağının önemli bir kısmını kirâya aktardığı için çocuğunun iyi bir hayat
yaşaması için gerekenleri tam anlamıyla yapamayacaktır. Yine bir adamın kronik
ve genetik bir hastalığı varsa yada yaşam-tarzı kötüyse, bu durum çocuklarına
da yansıyacak ve çocuklara da hayatta bir-çok engeller çıkacaktır. Kendisi
asgarî ücretli bir işçi olanın çocuğu da aynı derecede işçi, mêmur olanın
çocuğu da mêmur, âmir olanın çocuğu da âmir olacak ve çark bu şekilde dönmeye
devâm edecektir. Çünkü sünnetullah-merkezli değil de beşer-merkezli olan siyâsal,
sosyâl ve ekonomik yönetimlerde çarkın işlemesi hep birilerinin çıkarlarına
göre olur. Aslında bir nevî bir kast sistemi uygulanır. O yüzden de genelde
zenginlerin çocukları da zengin olurken, fakirlerin çocukları da fakir olur,
hastaların çocukları da hasta olur yada hastalığa çok yatkın olur. İnsanlar
bunu çoğunlukla kader yada şans olarak değerlendirir. Bir yazıda şöyle denir:
“Doğuştan bâzılarının daha şanslı olması, onlara
doğrudan sermâye ve/veyâ en iyi okullarda okuyup kendilerini geliştirip diploma
sâhibi olmalarına imkân sağlarken, kimi insanların en doğal insânî haklarını
bile elde edemiyor olması ve kendi gelecekleri ve hattâ çocuklarının
gelecekleri hakkında umutlarının tükenmesi, aslında ders kitaplarında görüp de
sâdece Hindistan’da olduğunu zannettiğimiz kast sisteminin, modernize edilmiş
bir hâli içinde yaşadığımızın resmini gözlerimizin önüne sermiyor mu?”.
Beşerî sisteme tâbi olanlar
ve işi şansa bağlayanlar: “Keşke Kârun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı;
doğrusu o çok şanslı!” (Kasas 79) derken; İlâhi sisteme tâbi olanlar ise: “Yazıklar
olsun size!. Îman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha
üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” (Kasas 80) der. Böylece
Kârûn’un zenginliğinin şans değil de
imtihan olduğu açıkça ortaya çıkmış olur.
İnsan ile eşyâ
aynılaştırılınca, insan çeşitli eşyâları “uğurlu” ve “şans getirici” olarak
görmeye başlar. Eskiden ilkel bir şekilde yapılan “eşyâyı ilahlaştırma”,
şimdilerde bilimsel olarak yapılıyor. Maddeye kilitlenmiş ve maddeyi
ilahlaştırmış olanlar için artık her eşyâ şans getiren yada şansı gösteren bir
uğurdur. Modern-bilim, varlığı da şansa bağlar. Ortaya koyduğu teoriler hep şansın
gereği olmuştur. İşler yolunda gitmiş ve bir “patlama” olmuş evren yaratılmış,
bir “çatlama” olmuş ve insan ortaya çıkmıştır. Sonra da evrim ile yine şanslı
bir süreç içinde evren ve insanlar mevcut hâllerine gelmişlerdir. Şimdi modern-bilimin
bu verileri, bir-çok insanın şansı ilahlaştırmasına ve şansı din yapmasına
neden olacaktır. Oysa bu iş evrimle-aşamayla falan ilgili değildir. Bilim-adamları
tıkandıkları yerde yada mâkûl bir açıklama yapamadıkları yerde şansı ve “rastlantı”yı
devreye sokuyorlar, hepsi bu. “E işte o anda bir şekilde oluvermiş” diyorlar.
Evet; tıkandıkları yerde; “şans”, “bir şekilde”, “bir-takım tepkimeler” vs.
gibi mantıksız şeyler söylüyorlar ve söylemek zorundalar. Çünkü o noktada
söyleyecek başka bir şey yok ve olamaz da. O noktada doğru olarak söylenecek
tek şey şudur: “Canlılığı (ve hattâ tüm varlığı), âlemlerin rabbi olan Allah,
bizim idrâk edemeyeceğimiz bir şekilde bir-anda yaratmıştır”.
Şans diye bir şey olması
için, “ilâhî tasarım” ve “ilâhî irâde” diye bir şeyin olmaması gerekir.
Yaratılmış olan bâzı şeylerin de absürd bir şekilde olması gerekir ki bir şanstan
bahsedilebilsin. Fakat kâinâtın hiç-bir yerinde absürd bir şey yoktur ki
şanstan bahsedilsin ve şans ile kâinattaki bir nokta ayrıcalıklı hâle gelsin.
Kâinatta her yer zâten mükemmel olduğu için, şansa gerek yoktur. Sâdece
insanlar arasındaki düzen bozuktur ki bu bozuk düzende birilerinin görece iyi
hâlleri şans olarak görülür. Herkesin âdil ve eşit bir ortamda yaşadığı yerde
şanstan bahsedilemez. Öyleyse şans, adâletsizliğin olduğu yerde ârızî olarak
açığa çıkar.
Şanssızlık denilen şey,
ahmaklık, aptallık ve tembelliğin sonuçlarından başka bir şey değildir. Eğer
işin gereğini, düşünerek akıllı-uslu yapıyorsanız şanslı, yapmıyorsanız şanssız
olursunuz.
Allah’sız sistemlerde
körü-körünelik vardır ve her-şey şansa bağlanır. Sistem bunun üzerine kurulmuştur.
Şimdi; diyelim ki ben bir oyun kurdum ve oyunun tüm kurallarını da yine ben
koydum ve istediğim zaman da bu kuralları keyfime göre değiştirebiliyorum.
Üstelik tüm seyirciler de beni destekliyor. Hattâ oyundaki rakipler de benim
üstünlüğümü daha baştan kabûl etmişler. Şimdi bu oyunda yarışı benden
başkasının kazanma ihtimâli var mı?. Tabî ki yok. İşte bunu gibi;
modern-dünyâdaki sistem, şeytanın ve onun uşakları olan tâğutun sistemidir ve
bu sistemin tüm kurallarını onlar koymuştur. Kendileri şansa göre hareket
etmezken ve işi şansa bırakmazken, insanların ise şans-merkezli düşünmelerini
isterler. Çünkü böylece eleştirinin, îtirâzın ve isyânın önünü kesmiş
olacaklardır. Bu nedenle bu zulüm sistemini tâğutun kulvarında koşarak alt edip
değiştirmek mümkün değildir. O hâlde tâğutun kulvarını terk edip İslâm’ın
kulvarına yönelmemiz ve tüm gayretimizle o kulvarda koşmamız gerekiyor. Ancak o
kulvarda tüm gayretimizle koşarsak tâğutu yakalayıp geçebiliriz ve onu
yenebiliriz. Böylece sünnetullaha göre bir yaşam olur ve şans yerine işin
gereğini yapmaya koyuluruz ve imtihan bilinciyle şans yerine sünnetullahı
göz-önüne alırız. İdrâkimizin yetmediği yerde de Allah’tan sabır ve yardım
dileriz. Böyle olursa ancak, insanlar hem her-şeyi şansa bağlayarak sahte tatminlerden
uzaklaşırlar hem de işin gereğini yapmak için kendilerinde bir güç bulurlar.
İşte böyle bir hayâtın
Dünyâ’da hâkim olması için Allah vahiylerini yâni Kur’ân’ı göndermiştir. Kur’ân’ın
“son Kitap”, Hz. Muhammed’in ise “son peygamber” olarak gönderilmesi, Allah’ın
zımnen; “bu sizin son şansınız-fırsatınız” demesidir.
Ancak vahye ve onun
örnekliğine göre yaşarsanız yâni sünnetullaha uygun hareket ederseniz ve buna
uygun bir yaşamınız olursa işleriniz genelde yolunda gider. Böylece nasibiniz
artar. Zîrâ mü’minler şanslı değil nasipli olurlar ki Allah nasibini,
sünnetullaha uygun davrananlara verir. Sünnetullaha bilinçli ve îmanlı bir
şekilde uyanlar, hem işin hayırlı sonucunu hem de bereketli sonucunu görürler.
Sünnetullaha uygun davrandığı yâni işin gereğini yaptığı hâlde bilinçsiz ve
îmansız olanlar ise, işin sonucunda bir kazanç elde etseler de bu kazanç
bereketli olmaz. “Rahmân”a ulaşsalar da “Rahîm”e ulaşamazlar.
Eğer Allah'ı inkar
eder ve onun yerine şans ve rastlantılarla dolu olan başka bir inanç
koyarsanız, yanlış ve doğru için bir temel kalmaz. Böyle bir hayatta mutlaklık yoktur,
tutulması gereken prensipler yoktur. İnsanlar kendi kurallarını yazarlar. Kural
belirleme hakkı olmayanlar ise şansa göre hareket ederler. Fakat sonuçta
sünnetullah gereğince, nefse göre yapılan işler zamanla sarpa sarar ve bir kaos
oluşur. Şans, kaotik bir ortam oluşturur. Şeytan işte böyle kaotik ortamları
sever. Zîrâ hâkimiyetini ancak böyle kaotik ortamlarda kurabilir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder