6 Nisan 2021 Salı

Beden, Nefs, Rûh


“Hani Rabbin meleklere demişti: ‘Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım (innî hâlikun beşeren) (Hicr 28).

 

“Kendi istek ve tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân 43).

 

“Sana rûhtan sorarlar; de ki: ‘Rûh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir” (İsrâ 85).

 

Beşer: “İnsan derisinin dış yüzü”. Beden, insanın beşer tarafıdır. Beşer denilen şey, insanın vücûdu, bedenidir. “Canlılık” denilen şeydir.

 

Nefs-Nefis: “Can, kişi, öz varlık, bir şeyin zâtı olan, kendisi” gibi anlamlar verilir nefs kelimesine. Fakat bizce nefse; “bedeni maddî anlamda yönlendiren, arzu duyuran, Dünyâ’ya bağlayan, çıkarı ve bencilliği ortaya çıkaran, şehveti sağlayan şey” anlamı vermek daha doğru gözüküyor.

 

Rûh: “Öz, hülâsa, en mühim nokta. His. Kur’ân. Cebrâil. İnsanın vücûdunda bulunan, maddesel olmayan varlık, ölümsüz sayılan töz, ilke”.

 

İnsan beden ve rûh olarak iki yapı ve cevherden değil, “beden, nefs ve rûh” olarak üç yapı ve cevherden oluşmaktadır. Rûh, beden ve nefsten apayrı ve “maddî olmayan” bir cevherdir. Nefs maddîdir fakat rûh maddî değildir. Nefs güdülerle, rûh bilinç-şuur ile çalışır ki bilincin maddeden kaynaklanmadığı çok açıktır. Zâten şu-ana kadar yapılan onca araştırmaya rağmen bilinç-şuur, beynin yada vücûdun belli bir yerinde bulunamamıştır. Nefs ise, “şeytanın vesveselerini üflediği, arzulara ve şehvete sâhip olan bedenin bir yönüdür” diyebiliriz.

 

Nefs denilen şey “psikoloji” denilen şeydir. Psikoloji rûh ile değil, nefs ile ilgilidir ve psikolojinin bozulması rûh ile değil, nefs ile ilgilidir. Bu bağlamda “rûh hastalığı” diye bir şey olmaz. Zîrâ rûh hastalanmaz. Hastalanan yâni bozulan şey, insanın nefsidir. Nefs aşırı serbest bırakıldığında yada aşırı kısıtlandığında yâni ona zulmedildiğinde bozulmaya ve hastalanmaya başlar. Psikolojinin bozulması, nefse ifrat yada tefrit ile yapılan zulmün bir sonucudur.

 

Nefs insanın ne bedeni ne de rûhu değil, psikolojisidir. Psikoloji ile rûh aynı şey değildir. Biz “nefs” deyince insanın psikolojini söylüyoruz. Çoğunlukla bozulan ama bâzen de düzelen şey insanın rûhu değil, psikolojisi yâni nefsidir. Nefsin yâni psikolojinin bozulması, hem doğadan ve doğaldan uzak kalmasıyla hem de ruhtan koptukça, rûhu besleyen vahyin rûhundan ve nûrundan uzak kaldıkça ortaya çıkmaya başlar. Bu bağlamda son 200 yıldır ortaya çıkmış bulunan Allah’sız-dinsiz sistem ve ideolojiler bütünü olan modernizm içinde ve onun ortaya çıkardığı modern dünyâda yaşayan modern insanın bu kadar yoğun şekilde bunalımda olmasına şaşmamak gerekir. Zîrâ modernitenin yakın-uzak vâdede insana vereceği şey, buhranlardan ve bunalımlardan başkası değildir. Modern insanın “ruhsal” denilen hastalıklarla muzdarip olmasının nedeni, doğal, normâl ve fıtrî olmayan yâni dinsiz-Allah’sız bir dünyâda yaşıyor olmaktan başkası değildir. Çünkü hem kapitâlizm, hem komünizm-sosyâlizm hem de diğer beşerî-sapkın ideoloji, sistem ve düşünceler içinde yaşayan insanların mutlakâ nefisleri hastalanacak ve dolayısı ile de psikolojileri bozulacaktır. İnsanların nefisleri ya aşırı serbest bırakılınca yada aşırı kısıtlanınca, dolayısı ile nefislere zulmedilince hastalanır ve bozulur. Modern insanın nefisleri bu yüzden hastalanır yâni psikolojileri bu nedenle bozulur.

 

Nefs hastalanınca yâni psikoloji bozulunca bedene de etki eder ve bedende de bir-çok sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Zîrâ beden ile nefs “beşer” olmakta birleşmekte ve beşerî yönden etkilenmektedir. Zâten psikolojinin “physique”si, “fizik” demektir; “bünye, vücut, vücut yapısı, fizîki yapı, beden” demektir. Tabi rûh da bedenin içinde yada birlikte olduğundan dolayı nefs kışkırtıldıkça yada ezik bırakıldıkça rûh da ezik kalmakta ve etkisini kaybetmektedir. Fakat bu, “rûhun hastalanması değil”, “etki etmesine izin vermemek ve onu kısıtlamak” demektir sâdece. Yoksa rûh serbest kaldığında ve vahiy denilen nûr ve rûh ile desteklendiğinde peygamberlere ve sâlihlere yaptığı etkinin aynısını tüm insanlara yapacaktır.

 

Psikolojik hastalıklar rûh ile değil, nefs ile ilgilidir. İnsan; beden, psike (psykhe) ve rûhtan oluşur. Rûh hasta olmaz. Hasta olan psike’dir ki, psike “nefs”tir. Tüm psikolojik hastalıklar nefs ile ilgilidir. Nefsini gerektiğinde sınırlandırmayan yada belli ölçüde serbest bırakmayanların nefisleri hastalanır yâni psikolojileri bozulur. “Psikolojik hastalık” denilen nefsin bozulması, ona zulmedilmesinden dolayıdır. 90’lı yıllardan sonra kapitâlist-liberâl özgürlük düşünce ve sistemleriyle aşırı oranda serbest kalan ve çok aşırı şekilde kışkırtılan nefs, dengesini kaybederek artık tatmin olamayacak hâle gelmiştir ve bunun sonucunda da karamsarlığa, buhrâna ve sıkıntılara gark olarak hastalanmakta ve bu da “psikolojik sorun” olarak gözükmektedir. Nefs kışkırtılmaya bir kere başladığında yerinde durmaz ve sürekli ve artarak kışkırtılmaya sürekli ve kesintisiz bir şekilde devâm etmek ister. Fakat Dünyâ sınırlıdır, beden sınırlıdır ve bu yüzden de nefsin kışkırtılmasının yada kısıtlanmasının bir sınırı vardır. Bu sınır bir yerden sonra ister-istemez ortaya çıktığında nefs bunu kabûl edemediği için hastalanmaya ve psikolojiler de bozulmaya başlar. Beden de bundan etkilenir ve bedende de çeşitli şikâyetler ortaya çıkmaya başlar. Zîrâ nefs ile beden arasında sıkı bir ilişki vardır. 

 

Ruh hasta olmaz, bozulmaz ve kötüleşmez, fakat “rûhun kullanılmama durumu” olabilir. Bozulan şey beden de değildir, beden dolaylı yoldan bozulur. Bozulan şey nefstir yâni bilimin “psikoloji” dediği şeydir. “Gerçekten Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz(R’ad 11) der Kur’ân. Nefsiniz değiştirmedikçe ve dönüşmedikçe ne birey ne de toplum düzelmez. Değişmesi gereken ilk başta nefstir, çünkü bozukluk ondadır.

 

Nefs şerre meyillidir. Nefsin şerre meyilli olması, akıl ve rûh gibi “yaratılıştan gelen bir şey” olmasını gerektirir. Kanımca nefs maddenin işleyişinin, yeme-içme-giyinme, görme, düşünme vs. yapmaların sonucunda ortaya çıkan bir arzu, istek ve alışkanlık durumudur. Nefsin isteği hayra yönelik ise nefs kışkırtılmamış, şerre yönelik ise kışkırtılmış demektir. Dizginlenmeyen ve kışkırtılan nefste şerre yöneliş olur. Şer, nefsi daha da kışkırtır ve bozar. Bu, psikolojinin bozulması demektir.

 

Modern insanın, rûhun gerçek anlamda gücünden ve etkisinden faydalanmadığı görülür. Zîrâ rûh-merkezli olmanın bir bedeli vardır. En baştaki bedel, fazla serbest kalmış ve kışkırtılmış olan nefsin, dolayısıyla bedenin sınırlandırılması ve bir dengeye getirilmesidir. Bu sınırlandırma kişinin sâdece kendisinin değil, yakınlarının da hayat-şekillerinin değişimini gerektirdiğinden dolayı kişinin bunu göze alması çok zor olur ve genelde göze alıp da yaşam-tarzını değiştirmez. Yaşam-tarzını değiştirmek istememesinden dolayı mevcut hayâtına devâm etmesi ve rûh-nefs çatışması yaşaması nedeniyle nefsin hastalanıp bozulması kaçınılmaz oluyor. Böylece hem psikolojinin hem de dolaylı yönden bedenin bozulması sorunu ortaya çıkıyor. Tabi sonuçta ruhlar da hasta olan bedene ve nefse yeterince hitâp edememekte, sönük kalmakta ve etki gösterememektedir.

 

Nefsi bozulan ve psikolojik hasta olanlara -âcizâne- baktığımda, bu kişilerin “kötü insanlar” olmadıkları, fakat belki de âileden kaynaklı olarak zayıf bir psikolojiye yatkın oldukları, üstelik sorunlar karşısında dik bir duruş (dirâyet) gösteremeyen kişiler olduğunu görüyorum. Genellemek istemem ama, özellikle göçmen ve göçmen kökenli olanlarda da bunu görüyorum. “Çünkü onlar kısa süreler içinde; İslâm, komünizm ve kapitâlizm süreçleri yaşamışlar ve nefisleri renkten-renge girerek afallamış ve hastalanmış, sonuçta da bozuk bir psikolojiye sâhip olmuşlardır” diye düşünüyorum. Yâni nefisleri müslümanlıkla birlikte uzun süre bir düzen içindeyken, bir-anda kapitâlizm ile aşırı kışkırtılmaya yada komünizm ile aşırı kısıtlanmaya uğramış olduğundan dolayı hastalanmıştır. Bu etki azalsa da hâlen sürmekte ve psikolojik sorun olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Bu kişilerin maddî durumları da orta seviyededir. Vicdanları (temiz olduğundan dolayı) nefis-merkezli bir hayâta îtirâz etmekte ve ruhlarına sürekli olarak baskı yapmaktadır. Fakat yaşadıkları, bildikleri, inandıkları ve alışkın oldukları hayat ile rûhun yönelttiği hedef çatışmaktadır. Kötü insanların ise vicdanları ruhlarına baskı yapmıyor ki onları rahatsız etsin. Onlar zâten nefse kesmişlerdir ve sâfi nefs olmuşlardır. Çünkü psik’in yâni nefsin tüm isteklerini ve arzularını yeterince ve fazlasıyla beslemektedirler. Vicdanları köreldiği için artık nefs-rûh-beden arasında bir çatışma yaşamamaktadırlar. Oysa iyi, temiz, dürüst insanların vicdanları-ruhları onlara sürekli baskı yapmakta, nefs-merkezlilikten, rûh-merkezliliğe kayması için sürekli olarak nefse rahatsızlık vermektedir. Buna rağmen rûh lehine yaşam-tarzlarında değişiklik yapmayanlarda vicdan-nefis-rûh çatışması sürekli olduğundan dolayı bir buhrân ortaya çıkmakta, buhran büyüdükçe nefsi hasta etmekte ve psikolojiyi bozmaktadır. En doğrusunu tabî ki de sâdece Allâh bilir. Ben âcizâne böyle olduğunu düşünüyorum.

 

İnsanın rûhu vardır, fakat bozulan şey rûh değildir. Bedensel bir bozulmadır psikolojik bozulma. Zîrâ rûh bozulmaz. İnsanlar rûhlarını beslemedikleri, ruhlarına yönelik şeyler yapmadıkları yâni ruhtan uzak kaldıkları zaman nefisleri hasta olur ve psikolojik işlevleri bozulur. Zîrâ rûh-beden-nefs dengesi bozulmuş olur. Bu bozulma bedende korku, kaygı, endişe gibi sıkıntılar meydana getirerek bedene de zarar verir. Sürekli endişe ve sıkıntı hâlinde olan bedende de çeşitli sorunlar ve hastalıklar çıkmaya başlar. Davranış bozuklukları ortaya çıkar. Zîrâ rûh o anda sönük kaldığında nefse ve bedene etki edememektedir. Çünkü vahiyle desteklenmemekte ve beslenmemektedir. Böylece denge korunamamaktadır.  

 

Rûh-bilimi mümkün bir şey değildir. Çünkü “rûh hakkında bize az bir bilgi verilmiştir” (İsrâ 85). Rûh Rabbin emrindendir. Onun ne olduğunu sâdece Allah bilir. Zâten sorun rûhta değil, nefiste ve dolayısı ile psikolojidedir. Psikoloji denen şey nefstir. Beden, hayâtiyetini ancak nefsin ölçülü arzuları ve istekleriyle dengeli bir şekilde sürdürebilir. Bu denge ise ancak rûhun kontrôlünde korunabilir. Rûh-merkezli olunduğunda denge bozulmaz. Fakat rûh ötelenince nefs yükselir ve nefs-merkezlilik ortaya çıkar. Nefs aşırı arzular ve isteklerle ölçüyü aşınca denge bozulur ve nefs hastalanmaya başlar. Nefsin hastalanması “psikolojinin bozulması” demektir.   

 

Psikolojik tedâvi rûhu tedâvi etmez, zâten rûh bildiğimiz anlamda hastalanmaz. Maddî olan ilaçların maddî olmayan rûha bir etkisi olmaz. Bedene ve nefse yâni psikolojiye etkisi olabilir ama o da tam bir etki olmaz ve sürekli ilaç kullanımı gerekir. Zîrâ rûh-beden dengesi bozulduğunda psikolojinin düzelmesi mümkün değildir. Rûhun gıdâsı müzik değil, vahiydir. Zîrâ vahiy de rûhtur. Bâzı melodiler ise “nefsin gıdâsı” olabilir. Müzik belki rûhun dolaylı ve sınırlı bir gıdâsı olabilir. Müzik bedeni-nefsi-psikolojiyi rahatlatınca ve nefse ara verildiğinde rûhun açığa çıkmasıyla rûh gıdâlanmış olabilir. Rûh maddî olmadığı için maddî ilaçlarla tedâvi edilemez. Psikolojik ilaçlarla, insanın zihin karışıklığı ve beyin buhranı tedâvi edilmeye çalışılır. Bu ise, nefsin yâni psikolojinin tedâvi edilmesi demektir. Lâkin nefsin yâni psikolojinin tedâvisi, aslında ve gerçek anlamda, onun mahrûm olduğu şey ile olabilir ki o da rûhtur. Rûh yâni vahiy ile iç-âlem ve sonra da dış-âlem inşâ edildiğinde yada bu çaba içerisinde olunduğunda, rûh doygunluğa ulaşacak, böylece nefse ve psikolojiye “huzûr” olarak etki edecektir. Böylece nefs-psikoloji düzeldiği gibi beden de rahat bir nefes alacaktır. Yâni nefsin denge hâline gelmesiyle nefs ve dolayısı ile psikoloji düzelmiş olacaktır. Zîrâ beden-nefs-rûh dengesi oluşmuş olacaktır. Böylece beden de sağlıklı olacaktır. Tabi bedenin sağlıklı olabilmesi için yediklerinin ve içtiklerinin de sağlıklı olması gerekir.   

 

Psikoloji rûh ile değil beden ile ilgilidir. Bu yüzden de psikolojinin bozulması “nefsin bozulması” demektir. Nefsin bozulması ise, insanların düşündüğü, hayâl ettiği, beklediği ve umduğu şeyleri, -sünnetullah ve imtihan gereğince- istediği ve umduğu gibi karşısında göremeyince, yâni Dünyâ’da sanki cennetteymiş gibi sorunsuz bir şekilde yaşayamayınca, nefsinin bunu bir türlü kabûl edememesi ve bunun sonucunda da psikolojisinin yâni nefsinin bozulması durumudur. Peki nefs bunu niçin kabûl edemez?. Çünkü nefs serbest olmak ister, yapacağını serbestçe işlemek ister, sürekli olarak kışkırtılmak ve daha çok yapmak ister. Bu nedenle de insanlar hep nefislerini beslemişler ve nefsin isteğine göre bir hayat düşlemişlerdir tüm târih boyunca. Psikolojinin bozulması işte bu düşün gerçekleşememesinin sonucunda nefsin zayıflamasına, zayıflaması ise çökmesine neden olmaktadır. Bu duruma gelinmesinin nedeni, kişinin aşkın bir hakîkate dayanmak yerine nefs-merkezli olarak düşünmesi ve edip-eylemesidir. Nefsin zayıf olması, kişinin âhiret-merkezli değil de Dünyâ ve nefs-merkezli yaşamak istemesinden ve yaşamsından dolayıdır. Bu şekilde yaşamak düşünüldüğünün aksine, nefsi yâni psikolojiyi zayıflatır ve çökertir.

 

Peki depresyon ile hüzün arasında nasıl bir fark vardır?. Bu ikisi nasıl ayrılır?. Yoğun hüzün depresyon mudur?. Çünkü psikologlar-psikiyatristler yoğun hüzne “ağır depresyon” teşhisi koyabiliyorlar ve ilaç başlıyorlar. Fakat bu hiç-bir işe yaramıyor. Çünkü psikolojik bozukluk yada depresyon nefs ve beden ile ilgiliyken, hüzün rûh ile ilgilidir. Hüzünlü olmak kötü bir şey değildir. Depresyonda “umutsuzluğun baskın olduğu bir mutsuzluk”, hüzünde ise “çâresizliğin baskın olduğu bir mutsuzluk” vardır. Tabi hüznün bir mutsuzluk olup-olmadığı da tartışılır. Depresyondaki kişi sabredemez ve en sonunda intihar eder yada etmek ister. Hüzünlü olan ise, umûdu dâim olduğu için “bu da geçer be!” diyebilir ve sabreder. Çâresizlik “ölüme çâre yok” gibidir. Fakat umutsuzluk, hiç-bir umudun ve beklentinin olmaması durumudur. Hüzün içten-içe güzel bile olabilir fakat depresyonun güzel bir tarafı yoktur. Çünkü kâlpler ve ruhlar bir umut olduğu için Allah’ı zikretmekle tatmin bulup ferahlayabilir.

 

Rûhun maddî olmadığının delillerinden biri de, Kur’ân’ın vahye rûh demesidir:

 

“Böylece sana emrimizden bir rûh vahyettik. Sen, kitap nedir, îman nedir bilmiyordun...” (Şûrâ 52).

 

Nefs, rûh ve bedenle irtibatlı olmasına rağmen ne rûh ne de bedendir. Nefs, maddenin bir özelliğidir ama maddenin kendisi değildir. Madde ile kâimdir ve madde ölünce ve yok olunca o da yok olur gider. Nefs rûh değildir. Rûh madde ile alâkası olmayan ama neliğini bilemeyeceğimiz bilinç kaynağıdır. Bu nedenle hastalanan şey, rûh değil, bedene bağlı ve bedenin bir özeliği olan nefstir.

 

Hayvanlarda rûh yoktur ve sâdece beden ve nefs vardır. Nefs güdü üretir ve bedeni güdülere göre yönlendirir. Rûh ise nefse etki edebilen bir şeydir. Eğer rûh yine bir rûh olan vahiyle beslenmezse, beden ve nefs ruhsuz kalır ve hayvanca davranır. Ruhtan mahrûm olan nefs ve beden sâdece bedene yönelik şeyler yaparlar. Fakat rûh vahiy ile beslendikçe ve güçlendikçe nefse ve dolayısı ile bedene de etki etmeye başlar. Zîrâ Allah, rûhu, nefsi ve dolayısıyla bedeni kendine has etkisiyle düzene soksun diye üflemiştir.

 

Bedeni canlı ve diri tutan şey rûh değil nefstir, rûh, kâlbi canlı tutar. Bu nedenle rûh çıkınca insan ölmez, tam-tersine, insan ölünce rûh çıkar gider. Kanımca nefsin merkezi beyin, rûhun merkezi kâlptir; akleden kâlp. Aklın özel ve orijinâl bir varlığı yoktur. Rûh akletme yeteneğine sâhiptir. Vahiyle beslenmeyen rûh kâlbe etki etmeyeceği yada çok da etki etmeyeceği için akletme gerçekleşmez. Akletme olmadığında ise ancak beyni merkez olarak kullanan nefsin zekâsını kullanması durumu yaşanır. Lâkin rûhun etkisinden uzak kalan zekâ dünyevî ve beşerî şeylere yönelik çalışır. Böylece dünyevileşme ve beşerîleşme başlar. Sonuçta da -aynen günümüzde olduğu gibi- ruhsuz bir dünya ve insanlık ortaya çıkar. 

 

Vahiy yâni Kur’ân ile desteklenen rûh, nefisleri terbiye edip de kontrôl ettiğinde nefs (psikoloji) ve beden de vahiy-merkezli olmuş olur ve tam bir denge kurulur. Bu dengeyi kuran kişilerin psikolojileri çok iyi ve sağlam olur. Aksi-hâlde çatışma, bozulma ve hastalanma kaçınılmazdır. Nefislerin hastalanması, psikolojilerin bozulması demektir. Böylece bedenler de etkilenir ve ruhlar da silik-sönük kalır. Bu durumdaki insan bunalımlar-buhranlar ve “sanki göğe çıkıyormuş gibi” sıkıntılar içinde kalır. Üstelik nefisleri yâni psikolojileri hastalanıp bozulanların sayısı her geçen gün artar.

 

Psikolojilerin düzelmesi yâni nefislerin hastalığının tedâvisi için tıbbî ilaçlarlar hiç-bir zaman yetmez ve sorunlar, sâdece tıbbî ilaçlar ile kesin şekilde giderilemez. Mutlakâ rûhun da katkısı olmalıdır. Rûhun katkısı da vahyin katkısıyla desteklenmelidir. “Kur’ân’ın kâlplere şifâ olması” bu demektir. Bu katkı sâdece ilmî olarak değil, amelî olarak da olduğunda ve yanlış yaşam-şekli vahye göre değiştiğinde ancak, nefisler şifâ bulur ve psikolojiler düzelir. Aksi-hâlde modern insana ne psikolojik ilaçlar ne de absürd terapiler yeter. Vahiy-merkezli değişim yaşanmadığında, kişi hayâtına intiharla son vermediyse, buhranlar, bunalımlar, endişeler ve korkular içinde yaşamak zorunda kalır. Böyle kişilerin hayatları kaygılar içinde sürer ve pişmanlıklar içinde son bulur.

 

Beden-nefs-rûh dengesi, insanı bu dünyâda iyilik ve güzellik içinde yaşatacağı gibi, âhirette de sâlihlerin arasına katar. Çalışanlar işte bunun için çalışmalıdır. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder