18 Ekim 2020 Pazar

Makinelerin Güdümünde Modern İnsan


“İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).

 

Makine, bir “standartlaştırma nesnesi”dir. Ondan çıkan her-şey tıpa-tıp aynıdır. Oysa bu, doğaya aykırıdır. Doğada hiç-bir şey aynı değildir. Bir şey doğaya aykırı olunca insana da yakın-uzak vâdede mutlakâ zarar vermeye başlar. Bir şeyin zararsız olması için o şeyin hem doğal, hem de fıtrata-rûha aykırı olmaması gerekir. Zâten insana hem yarar hem de zevk verecek olan şey, rûha ve fıtrata uygun olandır. Modernizm “fıtrata ve rûha isyân uygarlığı”dır. Modernite adına yapılan her-şey fıtrata, doğala ve rûha aykırıdır. Böyle olunca da ilk başta rûha, sonra da bedene zarar vermeye başlar. Zîrâ rûha aykırı olan şey mutlakâ bedene zarar verir. Modernitenin demir-çelik temelli makineleri, insanlara hem rûhen hem de fizîken zarar vermektedir.

 

Modern insan makineler tarafından kuşatılmıştır. Bu kuşatma gün geçtikçe çoğalmakta ve insanı da makineleştirmektedir. Çünkü insan, en çok ilgilendiği şeye benzemeye başlar. Zâten Allah’ı, fıtratı ve rûhu hesâba katmayanlar insanın da bir “makine” olduğunu söylerler. Pozitivist modern bilim-adamları Dünyâ’nın, hayvanların ve insanın bir makine olduğunu kabûl eder. Etten ve kemikten mâmûl makinelerdir canlılar. Tabi, rûh ve fıtrat hesâba katılmayınca insan ve hayvanlar için söylenecek başka bir şey kalmaz. Çünkü bir ayrım yapılmaz aralarında. Zâten Evrim Teorisi sapıklığı da bu nedenle ortaya çıkmıştır. İnsan rûhu ve fıtratı hesâba katılmayınca insan da “havanlardan bir hayvan” gibi görülmeye ve kabûl edilmeye başlanmıştır. “İnsan” olmaktansa hayvan olmak daha câzip görünmüştür. Sapıklık işte böyledir, sapıtan insan, normâli değil de a-normâli kabûl etmeye ve savunmaya başlar. Öyle ki, sonunda -hiç gerek olmamasına rağmen- artık insanı bile “makine-insan” yâni “sayborg”lara çevirmenin yolunu arıyorlar ve bu alanda çalışıyorlar. Üstelik bunu “üstünlük” ve “ilericilik” olarak görüyorlar. Hâlbuki doğal ve fıtrî olan bir şeyi başkalaştırmak ilericilik değil gericiliktir. Meselâ  bir kuşun normâli “ötmek”tir, konuşmak değil. Bu nedenle bir “muhabbet kuşu”nun konuşması bile “normâl” değildir. Çünkü kuş dediğin konuşmaz, öter. İnsan da sayborg olunca “insan” olmaktan çıkar ve “makine” olur. Çünkü insanı “insan” yapan şey “rûh”tur. Rûh olmadığında insanlıktan çıkar. Makineler ruhsuz varlıklardır. Allah’ı, dîni, rûhu ve fıtratı inkâr edenler, rûh sâhibi insan yerine ruhsuz makineler ortaya çıkarmak istemektedirler. İnsan olmaktansa makine olmayı yeğlemektedirler. Bunu kendilerine yaptıran şey, mânâyı inkâr eden zihinleri ve yoldan çıkmış nefisleridir. Mânâyı ve rûhu inkâr eden zihin, makineyi insandan daha üstün görmeye başlar. Şeytanın saptırması işte böyle olur. Şeytan insan hakkındaki plânını başarıyla yürütmektedir:

 

“Onları ne olursa-olsun şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (velî) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna uğramıştır” (Nîsâ 119).

 

Mücâhit Gültekin insanın makineleşmesi hakkında şunları söyler:

 

 “Estetik cerrâhinin bu denli hızlı büyümesinin ardında ‘bedenin her türlü müdâhaleye açık olduğu görüşü’ yatmaktadır. Bu da, özellikle modern psikolojide, insanın maddeye indirgenerek, ‘makine’ metaforlarıyla açıklanmasıyla ilişkilidir. İnsanın makineye benzetilerek açıklanması, hiç kuşkusuz insanın tanımlanırken materyâlist dünyâ görüşüne dayanılmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, bundan yaklaşık 400 yıl önce Rene Descartes, sâdece evrenin değil, insanın da saat benzeri bir düzenekle çalıştığına vurgu yapmıştı. Psikoloji târihinin önemli isimlerinden J. O. De La Mettrie de insanı anlattığı kitabına şu ismi vermişti: ‘İnsan Bir Makine’. De La Mettrie bu kitapta insan denen bu makinenin aynen diğer makinelerde olduğu gibi yaylardan oluştuğunu belirtmiş ve şöyle demişti: ‘Bütün hayâtı, hayvansal, doğal ve otomatik hareketler bu yayların eylemleriyle gerçekleşirler’. Mettrie’nin kitabının yayınlanmasından 250 yıl sonra psikolojide tüm zamanların en önemli isimlerinden kabûl edilen B. F. Skinner de aynı şeyi söyleyecekti: ‘İnsan bir makinedir’.

 

Buna göre, ilkin, diğer makinelere nasıl müdâhale edilip tâmir edilebiliyor, geliştirilebiliyorsa insana da müdâhale edilip bedenin kusurlarının giderilebileceği ve bedenin geliştirilebileceği düşünülmüştür. İkincisi, insanın yaptığı makinelerin, insandan daha hızlı, daha dayanıklı ve daha kusursuz çalıştığı ifâde edilmeye başlanmıştır. Üçüncüsü (bugün daha güncel ve yoğun olarak tartışıldığı gibi) makine ve insan arasındaki ayrım giderek bulanıklaşmaya başlamış, sâdece insan makineye benzetilmemiş, makineler de insana benzetilmeye başlanmıştır”.

 

Makineler ruhsuzdur ve ruhsuz ürünler ortaya çıkarırlar. Sürekli olarak makinelerin ürünleriyle ilgilenenler de ruhsuzlaşmaya başlar. Modern insanın ruhsuzca işler yapmasının nedeni budur. Ruhsuz olunca vicdân ve merhâmet de azalır ve biter. Böyle olunca da insanlar vicdansızca ve merhâmetsizce işler yapmaktan çekinmemeye başlar. Hattâ bu durum bir süre sonra normâl ve iyi olarak görülmeye başlar.

 

Makineler “tatmin etmeyen ürünler” üretirler. Zîrâ el değmeyince rûh da olmaz, o şeye rûh katılmaz. Rûh olmayınca da tatmin etmemektedir. Modernitenin bir “tatminsizlik uygarlığı” olmasının nedeni budur. Bir “kağnı arabası” aynı-zamanda rûha da etki ettiğinden dolayı tatmin edicidir ama en son teknoloji ile üretilmiş arabalar, insanları aşırı bir haz verse de “tatmin” etmemekte ve kısa zamanda o şey câzibesinin yitirmektedir. Modern insanın teknolojik ürünlerden hemen sıkılmasının ve sürekli olarak yeni şeyler istemesinin nedeni budur. Çünkü insan ancak rûh içeren şeylerle tatmin bulur. Vahiy de bir rûh olduğu için, insanı gerçek anlamda tatmin edecek olan tek şey “Allah’ın Kitabı olan Kur’ân ve ona göre düzenlenmiş bir hayat”tır.

 

Makineleşme, sürekli yeni makineleri ortaya koymayı gerektirir. Zîrâ ruhsuz oldukları için insan onları çabuk kanıksamakta ve çok çabuk bıkmaktadır. Nefs sürekli kışkırtılmak ve tatmin olmak isteyen bir şey olduğu için makine-merkezli olan uygarlık sürekli olarak, yeni makinelerle “yeni makineler” îcâd etmek zorunda kalmaktadır. Zâten kapitâlizm de bundan beslenir ve semirir. Bu nedenle de modernite bir “isrâf uygarlığı” ve isrâf dünyâsı ortaya çıkartmaktadır. Artık Dünyâ bir “makineler çöplüğü” hâline gelmiştir ki bu çöplüklerin uzayda bile şûbeleri oluşmaktadır.

 

Makineleşme arttıkça insanın nesneleşmesi de artıyor. Çünkü insan makineler tarafından sürekli olarak kontrôl edilmekte olduğu için, kendini makinelere uydurmak zorunda kalıyor. Oysa o makineleri de kendisi üretmektedir. İşte putçuluk budur. Putçulukta insan, kendi yaptığı şeye tapar. Makineler ise “modern putlar”dır. Modern putları yapan insanoğlu, yaptığı putlara (makinelere) hayrân olmakta ve onların kontrôlüne girmekten gocunmamaktadır. İşte Allah’ın şirk, küfür ve cehâlet olarak gördüğü ve aslâ kabûl etmediği şey budur. Zîrâ makineler artık Tanrı’nın yerine konulmakta ve insan makinelere tapmaktadır. Bir şeye tapmak, “o şeye göre düşünmek ve yaşamak” demektir. Klâsik insan tahtadan-taştan şeylere taparken, modern insan ise demirden-çelikten şeylere (makine) tapmaktadır. Tahtadan-taştan yapılan putlar artık demir-çelikten (ve de plastikten) yâni makinelerden yapılmaktadır. Makineler “makine put” yapmaktadırlar. Makineler birer “put tezgâhları”dırlar. Tezgâhlarında her an yeni ve değişik putlar yâni makineler ortaya çıkarmaktadırlar.

 

“İlerleme” denilen şey, işlerin insan yerine makineler tarafından yapılmasıdır. Yâni ilerleme, işlere “rûh” katmaktan vazgeçilmesidir. Makinelerin, insan elinden daha “kıymetli” eserler ortaya çıkarabilecekleri inancı sapıklıktır. Çünkü bir şeyi ruhtan koparmak ve ruhsuz yapmak mutlakâ sapmaya götürür. El ile yapılan ve rûh katılan eserler, makinelerin aslâ yapamayacağı kadar etkileyicidir.

 

Modern teknoloji, “yıkım teknolojisi”dir. Teknoloji ilerledikçe yıkım-gücü artan makineler çıkıyor ortaya. Modernite bir “yıkım ve parçalama uygarlığı”dır. Zâten modern-bilim ve teknoloji yıkma ve parçalama üzerine kuruludur. Yıkmadan ve parçalamadan çalışamaz.

 

Makineler arttıkça işsizlik de artar, zîrâ makineler insanların yerini almış ve onlarca insanın yaptığı işi tek-başına yaparak insandan daha değerli(!) hâle getirilmiştir. Bu durumun, halkın geneline faydasından çok zarârı vardır. Makineleşme daha çok makine sâhiplerinin işine yarar. Modern insan, ürettiği makineler tarafından işsiz bırakılmakta ve değersizleşmektedir. Fakat ne kadar ilginçtir ki modern insan yine de makine-merkezli teknolojinin gelişmesini umûd etmekte ve işsizliğe bile ancak yeni makinelerle çâre bulunacağını zannetmektedir.

 

Makineler insanlara geniş boş zaman açmakta fakat insan bu zamânı ancak isrâf etmekte ve bu yolla hem tembelleşmekte hem de boş kalınca zihni “şeytanın etki ve iktidâr alanı” hâline gelmektedir. Zîrâ insan boş kalmaya gelmez, boşalan yeri mutlakâ ve hemen şeytan ve nefs doldurur.

 

Makineler insanları robotlaştırmaktadır. Böylece insanlar makinelerin küçük bir uzantısı durumuna gelmiştir. İnsan kendini makinelere göre konumlandırmakta ve hayâtını makinelere göre düzenlemektedir.

 

Makineleşme “el”i ve zanaâtı öldürmüştür. Artık neredeyse “el”in hiç-bir değeri kalmamıştır. Çünkü makineler ele gerek bırakmamaktadır. El değmeden kullanılan ve el değmeden üretilen ürünler, insanı olmasa da olur türünden “nesnelerden bir nesne” durumuna getirmiştir.  

 

Makineleşme fıtrata aykırı olarak erkek ve kadın rôllerinin değişmesine de neden olmuştur. Kol-kas gücüne olan ihtiyaç makineleşmeyle birlikte azalınca, kas gücüne sâhip olan erkeklere olan ihtiyaç da azalmış ve erkek istihdâmı yerine, daha uysal ve söz dinleyen, itaat eden ve uyumlu olan kadınlar işe alınmış ve çalışan kadın sayısı alabildiğine artmıştır, arttırılmıştır. Böylelikle makineler aslında toplumun yapısını ve düzenini bozmuştur. Zîrâ kadının; doğal, normâl ve fıtrata uygun olan hayat-şeklini değiştirmiştir.

 

Makineler bereketi de kaçırmıştır, zîrâ makineler ruhsuzdur ve bir şeye rûh katılmadığında o şeyin bereketi de kaybolur. Bereketi hesâba katmayanların hedefi “daha çok üretim”dir. Bu yüzden modernizm bir “bereketsizlik uygarlığı” hâline gelmiştir. İnsan eli, yaptığı ve ürettiği şeye hem elindeki yararlı bakterileri hem de ellerinden ürettiği şeye geçen rûhunu da katar ve aktarır. Böylece bereket de artar. Fakat makinelerde bunlar bulunmaz ve hattâ makineler ne yaptığının bile farkında değildir. Böylece Dünyâ’da ruhsuzluktan kaynaklanan bir doyumsuzluk ve tatminsizlik başlar. Makinenin ve robotun hâkim olduğu yerde zamanla bir buhrân ve bunalım da başlar, başlamıştır da. Makineler insan-insan ilişkilerini çok olumsuz etkilemektedir. Makineler insanların birbirlerine olan ihtiyâcını azaltmış ve kesmiştir. Artık insanlar diğer insanlarla değil de makinelerle ilgilenmekte ve onlara muhabbet duymaktadırlar. Modern insanların birbirlerinden nefret eder hâle gelmelerinin nedeni budur. Çünkü bir şeyden ne kadar uzak kalırsanız o şeye olan ilgisizliğiniz ve dolayısıyla nefretiniz de o kadar artar. 

 

Modern hayatta daha fazla makinesi olanlar, daha az makinesi olanlara yada hiç makinesi olmayanlara tahakküm kurmuştur ve kurmaktadır. Makinesi olanlar, makinesi olmayanları köleleştirmekte ve onlara zulmetmektedirler. Fakat işin daha da kötüsü, modern insan bunu normâl ve meşrû görmeye başlamıştır. “Makinesi olmayanlar gebersin” anlayışı normâlleşmektedir.   

 

Modern insan makinelere aşırı güvenmektedir. Bir keresinde bir devlet kurumunda, %10’u hesaplanacak olan 200 lirayı bilgisayar 40 lira olarak hesapladı. Mêmur da benden 40 lira istedi. Oysa 200 liranın %10’u 20 liradır ve bu hesâbı yapmak için makineye bile gerek yoktur. “40 lira değil 20 lira yapar” dediğimde hesâbı yapan bilgisayarın başındaki mêmur, “vallâ bilgisayar böyle çıkardı” dedi ve benden 40 lira almak istedi. Kadına “200 liranın %10’u 20 lira yapar, niçin 40 lira vereyim ki” dedim. Kendisi de bunun  farkında olmasına rağmen bilgisayarın yâni makinenin çıkardığı sonuca göre hareket etmek istedi. “İşlemi yeniden yap” dedim ve yeniden yaptığında bu sefer doğru oran olan 20 lira çıkınca mêmur; biraz önce bilgisayar o şekilde çıkarmıştı, ben ne yapayım” dedi. İşte makinenin ilahlaşması ve insanın makine karşısında pasif hâle gelerek makineye teslim olması böyle bir şey. Makineler insanların beynini kullanmasını de engelliyor aslında. Makinelere aşırı güvenen biri  için, makine 2+2=5 eder dese, o kişi artık 2+2’nin 5 ettiğini kabûl etmeye başlayacaktır. Böylece makinelerin güdümünde olan bir insan-modeli ortaya çıkmıştır.

 

Makineler insanın tasavvur, duygu, düşünce ve hareket kâbiliyetlerini kısıtlıyor ve sınırlıyor. İnsan artık hiç-bir duygu ne incelik taşımayan bir varlık hâline geldi. İnsan, yine insan elinden çıkan el-ürünü bir ürünü yemeyi ve kullanmayı kötü görürken, makineden çıkmış ve el değmemeden hazırlanmış olan bir yiyeceği ve ürünü gönül rahatlığı ile yiyebilmekte ve kullanabilmektedir. Oysa “el değmeden” hazırlanan  yiyecekler insanı hasta eder. Makine-ürünü yiyecekler insanları çeşitli hastalıklara uğratmıştır/uğratmaktadır. En azından, makineler ruhsuz olduğu ve dolayısıyla da ruhsuz ürünler ürettikleri için insanların ruhları bedenlerinin gerisinde kalmakta, nefisler öne çıkmakta ve bu da insan psikolojisinin bozulmasına neden olmaktadır. Psikolojik sorunların artmasının bir nedeni de budur.

 

Modern insan makinelere aşırı güvenmektedir. Çünkü modernite bir makine uygarlığıdır. Tülin Bumin; “Descartes insanlığın doğal güçlere boyun eğişten, aynı-zamanda bilgelik ve güç anlamına gelen bilimin ürünü olan makine yoluyla kurtulacağına inanır” der.

 

Modern makineleşme son 300-500 yıldır başlamıştır. Elektrik ve motor son 200 yıldır vardır sâdece. Daha önce doğala uygun teknik ile üretilmiş araçlar ve âletler yâni doğal makineler vardı. Meselâ 900’lü yıllarda tıp cihazları vardı ve çeşitli ameliyatlar yapılıyordu, 1.000 sene önce çamaşır makinesi vardı ve çamaşırlar, kol ile döndürülen bir kazanda yıkanıyordu. İnsanlar bir-çok makine yapmıştı. Çinliler toprağı kazan ve süren çapa ve pulluk yapmışlardı ki bu makineler toprağı sürüp çapaladıktan sonra otomatik olarak tohumu toprağa bırakıyor ve tohumun üstünü de kapatıyordu. Yâni doğal makineler de vardı. Bu makineler insanları nesneleştirmiyordu. O hâlde yapılan makineler hem doğaya hem de insana zarar vermeyecek ve insanı ıskartaya çıkarmayacak şekilde olmalıdır. Fakat modern dünyâ bir “mühendislik ve makine uygarlığı” hâline getirilmiştir. Bu kadar çok makine arasında insan kaybolmakta ve değersizleşmektedir. Neil Postman, makinenin insanın fikirlerini bile etkilediğinden bahseder:

 

“Birisi, özel ve sınırlı bir amaç için bir makine üretir. Fakat makine bir kez yapılınca, bâzen korkuyla, genellikle rahatsızlıkla, dâima da şaşkınlıkla makinenin ‘kendi fikirleri’ olduğunu keşfederiz. Makine sâdece alışkanlıklarımızı değil, zihinsel alışkanlıklarımızı da değiştirmede oldukça güçlü etkide bulunur”.

 

Proudhon, teknolojik gelişmenin insanları makineye dönüştürdüğünü, Marx ise, teknolojik gelişmenin yabancılaşmaya yol açtığını, toplumsal çelişkileri artırdığını ve çatışmayı hızlandırdığını söyler.

 

Makineler pürüzsüz ürünler ortaya çıkarır. Çünkü modernite bir “pürüzsüzlük uygarlığı”dır. Modern insan, bir ürün ne kadar pürüzsüz ise o kadar hoşnut olmaktadır. Artık hayâtında hiç-bir pürüz istememektedir. Fakat pürüzsüz olan şey “doğal” değildir, zîrâ doğada pürüzsüz bir şey yoktur. En küçük bir pürüzde bile sıkıntıya giren modern insan, bir “pürüzsüzlük hastalığı”na yakalanmıştır ki bunun nedeni de makinelerdir.  

 

Sınır, yâni ulaşamamak, fikri ve sanatı ortaya çıkarır. Sınırsızlıkta fikir ve sanat oluşmuyor. Bu nedenle, ulaşmayı çabuklaştıran ve kolaylaştıran makineleşme, fikri ve sanatı öldürdü. Bu nedenle “sanat” adına ortaya çıkarılan şeyler saçmalıktan başka bir şey olmuyor. Sanatta el ne kadar etkili olursa, sanat da o oranda etkili ve değerli olur.

 

Makineler zanaatı bitirmiştir yada bitme noktasına getirmiştir. Böyle olunca aslında sanat da bitmiştir ve artık o eşsiz sanat ürünlerine benzer sanat eserleri yapılamamaktadır. Zîrâ modern insan her-şeyinde makineleri kullanmaktadır ve makinelerle yapılan şey ruhtan mahrûm olduğu için ruhsuz eserler ortaya çıkmıştır ve çıkmaktadır ki onların aslında ”sanat” değeri yoktur. Zâten bu nedenle de ortaya çıkan absürd şeylere post-sanatlar, sürreâl sanatlar denilmektedir. Zîrâ bakıldığında anlamsızdırlar ve insanı etkilememektedir. Bu yüzden de sanki onlarda bir derinlik varmış havası oluşturmak için, onlara derinliği varmış gibi isimler verilmektedir.

 

İnsanın nefis-merkezli aklı modern makineyi otaya çıkarmıştır. Oysa rûh-merkezli akıl, tekniği ortaya koymuş ve doğal makineleri üretmiştir. Doğal makineler rûh-merkezli olan ve burâm-burâm rûh içerirken, nefis-merkezli olan makineler ruhsuzluktan dolayı insanı sapkınlığa itmekte ve götürmektedir. Modern insanın sapmasına neden olan gizli etken budur.

 

Dünyâ modernler tarafından kendi-kendine işleyen bir makine gibi görülmektedir. Bu düşünce Deizm’e ve oradan da ateizme kapı aralamış ve kapıyı ardına kadar açmıştır. Makineleşmenin çoğalmasıyla birlikte Deizm’in ve Ateizm’in çoğalmasının nedeni de budur. En sonunda insanın da aslında bir makine olduğu, bu makinenin işleyişini bildikten sonra onun da geliştirilebileceğini ve sayborg hâline getirilebileceğini, en sonunda yapay zekâ ile tanrılaştırılabileceğine inananlar ortaya çıkmıştır. İnsandaki bilincin bile alsında makine-beden işleyişinin bir sonucu olduğunu düşünmektedirler.

 

Makineler her-şeyi makineleştirmek için araç olmuştur. Artık makineler de küçülmüş ve her insanın cebine kadar girmiştir. İnsan böylelikle makinelerin gözetimine ve kontrôlüne girmiştir. Makineler insanları bir ilah gibi sürekli gözetip kontrôl altında tutmaktadır. Makineler ve makinelerin yaptıkları tam da nefse uygun olduğu için makinelere meftûn olan modern insan, makineleşmeyi “üstünlük ölçüsü” olarak görmektedir. Makineler tarafından en çok gözetlenip kontrôl edilen insanlar, toplumun önde gelenleri ve ünlüleri olmuştur. İnsanlar makineler tarafından gözetlenmekten ve her anlarının makineler tarafından kaydedilmesinden hoşnutluk duymakta ve makineler tarafından onaylanmayı üstünlük işâreti olarak görmekte ve kabûl etmektedirler. Oysa Allah üstünlüğün ölçüsünün “takvâ” olduğunu söyler. Takvâ ile makinenin bir-arada olması pek mümkün değildir. Makineleşme arttıkça takvâ azalmaktadır. Modern insan îmandan ve takvâdan vazgeçip makineyi ortaya çıkarmış ve makineye göre bir üstünlük ölçüsü kurmuştur. Artık makinelere tapmakta ve makinelere îman edip güvenmektedir. Her türlü sorunda makinelerin o sorunları çözebileceğine inanmakta ve bu inançla teselli bulmaktadır. Fakat aslında modern insanın başına gelen her musîbet, kendi elleriyle yaptığı makinelerin bir sonucudur.

 

Modern makineler hem seküler ideolojilerin hem de Allah’sız modern-bilim ve teknolojinin bir sonucudur. O hâlde makineler, şeytânî-beşerî sistemin meyveleridir. “Makinelerin meyveleri” olan ürünler ise, bunalımda olan modern insanın tamponudur. Bu tampon, insanın maddî yönüne bâzı yararlar sağlasa da mânevî yapısını çökertmektedir. Mânevî yapısı çöktüğü için kısa zaman sonra maddî yapısı da çökmekte ve modern insan, makinelerin de kurtaramayacağı, madden ve mânen ağır bir yıkıma doğru sürüklenmektedir.

 

Modern insan her-şeyin makinesini yapmakla övünüyor. Peki samanı süte dönüştürecek bir makine yapabilir misiniz?.

 

Uyku bir çeşit zaman-makinesidir, insanı bir-anda 6-7 saat ileri götürür. Ölüm de bir zaman-makinesidir, kişiyi bir-anda âhirete götürür.

 

Rûhu olmayan şeyin ahlâkı da yoktur, bu yüzden ahlâkı olmayan şey ahlâksızlaştırır. Makine uygarlığı insanoğlunu hiç olmadığı derece ahlâksızlaştırmıştır. Zîrâ modern insan için anlamın bir anlamı yoktur. Modernite bir “anlamsızlık uygarlığı”dır, zîrâ Allah’sızdır. Allah’ın olmadığı yerde anlamsızlık başlar ve her-şey anlamsızlıkla kuşatılır ki makineleşme işte bu anlamsızlığın ve de Allah’sızlığın hem nedeni hem de sonucudur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder