“İnsanların kendi
ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki,
dönerler diye (Allah) yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).
Makine, bir
“standartlaştırma nesnesi”dir. Ondan çıkan her-şey tıpa-tıp aynıdır. Oysa bu,
doğaya aykırıdır. Doğada hiç-bir şey aynı değildir. Bir şey doğaya aykırı
olunca insana da yakın-uzak vâdede mutlakâ zarar vermeye başlar. Bir şeyin
zararsız olması için o şeyin hem doğal, hem de fıtrata-rûha aykırı olmaması
gerekir. Zâten insana hem yarar hem de zevk verecek olan şey, rûha ve fıtrata
uygun olandır. Modernizm “fıtrata ve rûha isyân uygarlığı”dır. Modernite adına
yapılan her-şey fıtrata, doğala ve rûha aykırıdır. Böyle olunca da ilk başta
rûha, sonra da bedene zarar vermeye başlar. Zîrâ rûha aykırı olan şey mutlakâ
bedene zarar verir. Modernitenin demir-çelik temelli makineleri, insanlara hem
rûhen hem de fizîken zarar vermektedir.
Modern insan
makineler tarafından kuşatılmıştır. Bu kuşatma gün geçtikçe çoğalmakta ve insanı
da makineleştirmektedir. Çünkü insan, en çok ilgilendiği şeye benzemeye başlar.
Zâten Allah’ı, fıtratı ve rûhu hesâba katmayanlar insanın da bir “makine”
olduğunu söylerler. Pozitivist modern bilim-adamları Dünyâ’nın, hayvanların ve
insanın bir makine olduğunu kabûl eder. Etten ve kemikten mâmûl makinelerdir
canlılar. Tabi, rûh ve fıtrat hesâba katılmayınca insan ve hayvanlar için
söylenecek başka bir şey kalmaz. Çünkü bir ayrım yapılmaz aralarında. Zâten
Evrim Teorisi sapıklığı da bu nedenle ortaya çıkmıştır. İnsan rûhu ve fıtratı
hesâba katılmayınca insan da “havanlardan bir hayvan” gibi görülmeye ve kabûl
edilmeye başlanmıştır. “İnsan” olmaktansa hayvan olmak daha câzip görünmüştür.
Sapıklık işte böyledir, sapıtan insan, normâli değil de a-normâli kabûl etmeye
ve savunmaya başlar. Öyle ki, sonunda -hiç gerek olmamasına rağmen- artık insanı
bile “makine-insan” yâni “sayborg”lara çevirmenin yolunu arıyorlar ve bu alanda
çalışıyorlar. Üstelik bunu “üstünlük” ve “ilericilik” olarak görüyorlar.
Hâlbuki doğal ve fıtrî olan bir şeyi başkalaştırmak ilericilik değil
gericiliktir. Meselâ bir kuşun normâli
“ötmek”tir, konuşmak değil. Bu nedenle bir “muhabbet kuşu”nun konuşması bile
“normâl” değildir. Çünkü kuş dediğin konuşmaz, öter. İnsan da sayborg olunca
“insan” olmaktan çıkar ve “makine” olur. Çünkü insanı “insan” yapan şey
“rûh”tur. Rûh olmadığında insanlıktan çıkar. Makineler ruhsuz varlıklardır.
Allah’ı, dîni, rûhu ve fıtratı inkâr edenler, rûh sâhibi insan yerine ruhsuz
makineler ortaya çıkarmak istemektedirler. İnsan olmaktansa makine olmayı
yeğlemektedirler. Bunu kendilerine yaptıran şey, mânâyı inkâr eden zihinleri ve
yoldan çıkmış nefisleridir. Mânâyı ve rûhu inkâr eden zihin, makineyi insandan
daha üstün görmeye başlar. Şeytanın saptırması işte böyle olur. Şeytan insan
hakkındaki plânını başarıyla yürütmektedir:
“Onları ne
olursa-olsun şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim. Kim
Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (velî) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna
uğramıştır” (Nîsâ 119).
Mücâhit Gültekin insanın
makineleşmesi hakkında şunları söyler:
“Estetik cerrâhinin bu denli hızlı büyümesinin
ardında ‘bedenin her türlü müdâhaleye açık olduğu görüşü’ yatmaktadır. Bu da,
özellikle modern psikolojide, insanın maddeye indirgenerek, ‘makine’
metaforlarıyla açıklanmasıyla ilişkilidir. İnsanın makineye benzetilerek
açıklanması, hiç kuşkusuz insanın tanımlanırken materyâlist dünyâ görüşüne
dayanılmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, bundan yaklaşık 400 yıl önce Rene
Descartes, sâdece evrenin değil, insanın da saat benzeri bir düzenekle
çalıştığına vurgu yapmıştı. Psikoloji târihinin önemli isimlerinden J. O. De La
Mettrie de insanı anlattığı kitabına şu ismi vermişti: ‘İnsan Bir Makine’. De
La Mettrie bu kitapta insan denen bu makinenin aynen diğer makinelerde olduğu
gibi yaylardan oluştuğunu belirtmiş ve şöyle demişti: ‘Bütün hayâtı, hayvansal,
doğal ve otomatik hareketler bu yayların eylemleriyle gerçekleşirler’.
Mettrie’nin kitabının yayınlanmasından 250 yıl sonra psikolojide tüm zamanların
en önemli isimlerinden kabûl edilen B. F. Skinner de aynı şeyi söyleyecekti:
‘İnsan bir makinedir’.
Buna göre,
ilkin, diğer makinelere nasıl müdâhale edilip tâmir edilebiliyor,
geliştirilebiliyorsa insana da müdâhale edilip bedenin kusurlarının
giderilebileceği ve bedenin geliştirilebileceği düşünülmüştür. İkincisi,
insanın yaptığı makinelerin, insandan daha hızlı, daha dayanıklı ve daha
kusursuz çalıştığı ifâde edilmeye başlanmıştır. Üçüncüsü (bugün daha güncel ve
yoğun olarak tartışıldığı gibi) makine ve insan arasındaki ayrım giderek
bulanıklaşmaya başlamış, sâdece insan makineye benzetilmemiş, makineler de
insana benzetilmeye başlanmıştır”.
Makineler
ruhsuzdur ve ruhsuz ürünler ortaya çıkarırlar. Sürekli olarak makinelerin
ürünleriyle ilgilenenler de ruhsuzlaşmaya başlar. Modern insanın ruhsuzca işler
yapmasının nedeni budur. Ruhsuz olunca vicdân ve merhâmet de azalır ve biter.
Böyle olunca da insanlar vicdansızca ve merhâmetsizce işler yapmaktan
çekinmemeye başlar. Hattâ bu durum bir süre sonra normâl ve iyi olarak
görülmeye başlar.
Makineler
“tatmin etmeyen ürünler” üretirler. Zîrâ el değmeyince rûh da olmaz, o şeye rûh
katılmaz. Rûh olmayınca da tatmin etmemektedir. Modernitenin bir “tatminsizlik
uygarlığı” olmasının nedeni budur. Bir “kağnı arabası” aynı-zamanda rûha da
etki ettiğinden dolayı tatmin edicidir ama en son teknoloji ile üretilmiş
arabalar, insanları aşırı bir haz verse de “tatmin” etmemekte ve kısa zamanda o
şey câzibesinin yitirmektedir. Modern insanın teknolojik ürünlerden hemen
sıkılmasının ve sürekli olarak yeni şeyler istemesinin nedeni budur. Çünkü
insan ancak rûh içeren şeylerle tatmin bulur. Vahiy de bir rûh olduğu için,
insanı gerçek anlamda tatmin edecek olan tek şey “Allah’ın Kitabı olan Kur’ân
ve ona göre düzenlenmiş bir hayat”tır.
Makineleşme,
sürekli yeni makineleri ortaya koymayı gerektirir. Zîrâ ruhsuz oldukları için
insan onları çabuk kanıksamakta ve çok çabuk bıkmaktadır. Nefs sürekli
kışkırtılmak ve tatmin olmak isteyen bir şey olduğu için makine-merkezli olan
uygarlık sürekli olarak, yeni makinelerle “yeni makineler” îcâd etmek zorunda
kalmaktadır. Zâten kapitâlizm de bundan beslenir ve semirir. Bu nedenle de modernite
bir “isrâf uygarlığı” ve isrâf dünyâsı ortaya çıkartmaktadır. Artık Dünyâ bir “makineler
çöplüğü” hâline gelmiştir ki bu çöplüklerin uzayda bile şûbeleri oluşmaktadır.
Makineleşme
arttıkça insanın nesneleşmesi de artıyor. Çünkü insan makineler tarafından
sürekli olarak kontrôl edilmekte olduğu için, kendini makinelere uydurmak
zorunda kalıyor. Oysa o makineleri de kendisi üretmektedir. İşte putçuluk
budur. Putçulukta insan, kendi yaptığı şeye tapar. Makineler ise “modern putlar”dır.
Modern putları yapan insanoğlu, yaptığı putlara (makinelere) hayrân olmakta ve
onların kontrôlüne girmekten gocunmamaktadır. İşte Allah’ın şirk, küfür ve
cehâlet olarak gördüğü ve aslâ kabûl etmediği şey budur. Zîrâ makineler artık Tanrı’nın
yerine konulmakta ve insan makinelere tapmaktadır. Bir şeye tapmak, “o şeye
göre düşünmek ve yaşamak” demektir. Klâsik insan tahtadan-taştan şeylere
taparken, modern insan ise demirden-çelikten şeylere (makine) tapmaktadır. Tahtadan-taştan
yapılan putlar artık demir-çelikten (ve de plastikten) yâni makinelerden
yapılmaktadır. Makineler “makine put” yapmaktadırlar. Makineler birer “put
tezgâhları”dırlar. Tezgâhlarında her an yeni ve değişik putlar yâni makineler
ortaya çıkarmaktadırlar.
“İlerleme”
denilen şey, işlerin insan yerine makineler tarafından yapılmasıdır. Yâni
ilerleme, işlere “rûh” katmaktan vazgeçilmesidir. Makinelerin, insan elinden
daha “kıymetli” eserler ortaya çıkarabilecekleri inancı sapıklıktır. Çünkü bir
şeyi ruhtan koparmak ve ruhsuz yapmak mutlakâ sapmaya götürür. El ile yapılan
ve rûh katılan eserler, makinelerin aslâ yapamayacağı kadar etkileyicidir.
Modern
teknoloji, “yıkım teknolojisi”dir. Teknoloji ilerledikçe yıkım-gücü artan
makineler çıkıyor ortaya. Modernite bir “yıkım ve parçalama uygarlığı”dır.
Zâten modern-bilim ve teknoloji yıkma ve parçalama üzerine kuruludur. Yıkmadan
ve parçalamadan çalışamaz.
Makineler arttıkça işsizlik de artar,
zîrâ makineler insanların yerini almış ve onlarca insanın yaptığı işi
tek-başına yaparak insandan daha değerli(!) hâle getirilmiştir. Bu durumun,
halkın geneline faydasından çok zarârı vardır. Makineleşme daha çok makine
sâhiplerinin işine yarar. Modern insan, ürettiği makineler tarafından işsiz
bırakılmakta ve değersizleşmektedir. Fakat ne kadar ilginçtir ki modern insan
yine de makine-merkezli teknolojinin gelişmesini umûd etmekte ve işsizliğe bile
ancak yeni makinelerle çâre bulunacağını zannetmektedir.
Makineler insanlara geniş boş zaman
açmakta fakat insan bu zamânı ancak isrâf etmekte ve bu yolla hem
tembelleşmekte hem de boş kalınca zihni “şeytanın etki ve iktidâr alanı” hâline
gelmektedir. Zîrâ insan boş kalmaya gelmez, boşalan yeri mutlakâ ve hemen şeytan
ve nefs doldurur.
Makineler insanları robotlaştırmaktadır.
Böylece insanlar makinelerin küçük bir uzantısı durumuna gelmiştir. İnsan
kendini makinelere göre konumlandırmakta ve hayâtını makinelere göre düzenlemektedir.
Makineleşme “el”i ve zanaâtı öldürmüştür.
Artık neredeyse “el”in hiç-bir değeri kalmamıştır. Çünkü makineler ele gerek
bırakmamaktadır. El değmeden kullanılan ve el değmeden üretilen ürünler, insanı
olmasa da olur türünden “nesnelerden bir nesne” durumuna getirmiştir.
Makineleşme fıtrata aykırı olarak erkek
ve kadın rôllerinin değişmesine de neden olmuştur. Kol-kas gücüne olan ihtiyaç
makineleşmeyle birlikte azalınca, kas gücüne sâhip olan erkeklere olan ihtiyaç
da azalmış ve erkek istihdâmı yerine, daha uysal ve söz dinleyen, itaat eden ve
uyumlu olan kadınlar işe alınmış ve çalışan kadın sayısı alabildiğine artmıştır,
arttırılmıştır. Böylelikle makineler aslında toplumun yapısını ve düzenini
bozmuştur. Zîrâ kadının; doğal, normâl ve fıtrata uygun olan hayat-şeklini değiştirmiştir.
Makineler bereketi de kaçırmıştır, zîrâ
makineler ruhsuzdur ve bir şeye rûh katılmadığında o şeyin bereketi de kaybolur.
Bereketi hesâba katmayanların hedefi “daha çok üretim”dir. Bu yüzden modernizm
bir “bereketsizlik uygarlığı” hâline gelmiştir. İnsan eli, yaptığı ve ürettiği
şeye hem elindeki yararlı bakterileri hem de ellerinden ürettiği şeye geçen
rûhunu da katar ve aktarır. Böylece bereket de artar. Fakat makinelerde bunlar
bulunmaz ve hattâ makineler ne yaptığının bile farkında değildir. Böylece
Dünyâ’da ruhsuzluktan kaynaklanan bir doyumsuzluk ve tatminsizlik başlar.
Makinenin ve robotun hâkim olduğu yerde zamanla bir buhrân ve bunalım da
başlar, başlamıştır da. Makineler insan-insan ilişkilerini çok olumsuz
etkilemektedir. Makineler insanların birbirlerine olan ihtiyâcını azaltmış ve kesmiştir.
Artık insanlar diğer insanlarla değil de makinelerle ilgilenmekte ve onlara
muhabbet duymaktadırlar. Modern insanların birbirlerinden nefret eder hâle
gelmelerinin nedeni budur. Çünkü bir şeyden ne kadar uzak kalırsanız o şeye
olan ilgisizliğiniz ve dolayısıyla nefretiniz de o kadar artar.
Modern hayatta daha fazla makinesi olanlar,
daha az makinesi olanlara yada hiç makinesi olmayanlara tahakküm kurmuştur ve
kurmaktadır. Makinesi olanlar, makinesi olmayanları köleleştirmekte ve onlara
zulmetmektedirler. Fakat işin daha da kötüsü, modern insan bunu normâl ve meşrû
görmeye başlamıştır. “Makinesi olmayanlar gebersin” anlayışı
normâlleşmektedir.
Modern insan makinelere aşırı
güvenmektedir. Bir keresinde bir devlet kurumunda, %10’u hesaplanacak olan 200
lirayı bilgisayar 40 lira olarak hesapladı. Mêmur da benden 40 lira istedi.
Oysa 200 liranın %10’u 20 liradır ve bu hesâbı yapmak için makineye bile gerek yoktur.
“40 lira değil 20 lira yapar” dediğimde hesâbı yapan bilgisayarın başındaki
mêmur, “vallâ bilgisayar böyle çıkardı” dedi ve benden 40 lira almak istedi.
Kadına “200 liranın %10’u 20 lira yapar, niçin 40 lira vereyim ki” dedim.
Kendisi de bunun farkında olmasına
rağmen bilgisayarın yâni makinenin çıkardığı sonuca göre hareket etmek istedi.
“İşlemi yeniden yap” dedim ve yeniden yaptığında bu sefer doğru oran olan 20
lira çıkınca mêmur; biraz önce bilgisayar o şekilde çıkarmıştı, ben ne yapayım”
dedi. İşte makinenin ilahlaşması ve insanın makine karşısında pasif hâle
gelerek makineye teslim olması böyle bir şey. Makineler insanların beynini
kullanmasını de engelliyor aslında. Makinelere aşırı güvenen biri için, makine 2+2=5 eder dese, o kişi artık
2+2’nin 5 ettiğini kabûl etmeye başlayacaktır. Böylece makinelerin güdümünde
olan bir insan-modeli ortaya çıkmıştır.
Makineler insanın tasavvur, duygu, düşünce
ve hareket kâbiliyetlerini kısıtlıyor ve sınırlıyor. İnsan artık hiç-bir duygu ne
incelik taşımayan bir varlık hâline geldi. İnsan, yine insan elinden çıkan
el-ürünü bir ürünü yemeyi ve kullanmayı kötü görürken, makineden çıkmış ve el
değmemeden hazırlanmış olan bir yiyeceği ve ürünü gönül rahatlığı ile
yiyebilmekte ve kullanabilmektedir. Oysa “el değmeden” hazırlanan yiyecekler insanı hasta eder. Makine-ürünü
yiyecekler insanları çeşitli hastalıklara uğratmıştır/uğratmaktadır. En
azından, makineler ruhsuz olduğu ve dolayısıyla da ruhsuz ürünler ürettikleri
için insanların ruhları bedenlerinin gerisinde kalmakta, nefisler öne çıkmakta
ve bu da insan psikolojisinin bozulmasına neden olmaktadır. Psikolojik
sorunların artmasının bir nedeni de budur.
Modern insan makinelere aşırı
güvenmektedir. Çünkü modernite bir makine uygarlığıdır. Tülin Bumin; “Descartes
insanlığın doğal güçlere boyun eğişten, aynı-zamanda bilgelik ve güç anlamına
gelen bilimin ürünü olan makine yoluyla kurtulacağına inanır” der.
Modern
makineleşme son 300-500 yıldır başlamıştır. Elektrik ve motor son 200 yıldır
vardır sâdece. Daha önce doğala uygun teknik ile üretilmiş araçlar ve âletler
yâni doğal makineler vardı. Meselâ 900’lü yıllarda tıp cihazları vardı ve
çeşitli ameliyatlar yapılıyordu, 1.000 sene önce çamaşır makinesi vardı ve
çamaşırlar, kol ile döndürülen bir kazanda yıkanıyordu. İnsanlar bir-çok makine
yapmıştı. Çinliler toprağı kazan ve süren çapa ve pulluk yapmışlardı ki bu
makineler toprağı sürüp çapaladıktan sonra otomatik olarak tohumu toprağa bırakıyor
ve tohumun üstünü de kapatıyordu. Yâni doğal makineler de vardı. Bu makineler
insanları nesneleştirmiyordu. O hâlde yapılan makineler hem doğaya hem de
insana zarar vermeyecek ve insanı ıskartaya çıkarmayacak şekilde olmalıdır. Fakat
modern dünyâ bir “mühendislik ve makine uygarlığı” hâline getirilmiştir. Bu
kadar çok makine arasında insan kaybolmakta ve değersizleşmektedir. Neil
Postman, makinenin insanın fikirlerini bile etkilediğinden bahseder:
“Birisi,
özel ve sınırlı bir amaç için bir makine üretir. Fakat makine bir kez
yapılınca, bâzen korkuyla, genellikle rahatsızlıkla, dâima da şaşkınlıkla
makinenin ‘kendi fikirleri’ olduğunu keşfederiz. Makine sâdece
alışkanlıklarımızı değil, zihinsel alışkanlıklarımızı da değiştirmede oldukça
güçlü etkide bulunur”.
Proudhon, teknolojik gelişmenin insanları
makineye dönüştürdüğünü, Marx ise, teknolojik gelişmenin yabancılaşmaya yol
açtığını, toplumsal çelişkileri artırdığını ve çatışmayı hızlandırdığını
söyler.
Makineler pürüzsüz
ürünler ortaya çıkarır. Çünkü modernite bir “pürüzsüzlük uygarlığı”dır. Modern
insan, bir ürün ne kadar pürüzsüz ise o kadar hoşnut olmaktadır. Artık
hayâtında hiç-bir pürüz istememektedir. Fakat pürüzsüz olan şey “doğal” değildir,
zîrâ doğada pürüzsüz bir şey yoktur. En küçük bir pürüzde bile sıkıntıya giren
modern insan, bir “pürüzsüzlük hastalığı”na yakalanmıştır ki bunun nedeni de
makinelerdir.
Sınır, yâni
ulaşamamak, fikri ve sanatı ortaya çıkarır. Sınırsızlıkta fikir ve sanat
oluşmuyor. Bu nedenle, ulaşmayı çabuklaştıran ve kolaylaştıran makineleşme,
fikri ve sanatı öldürdü. Bu nedenle “sanat” adına ortaya çıkarılan şeyler
saçmalıktan başka bir şey olmuyor. Sanatta el ne kadar etkili olursa, sanat da
o oranda etkili ve değerli olur.
Makineler zanaatı
bitirmiştir yada bitme noktasına getirmiştir. Böyle olunca aslında sanat da
bitmiştir ve artık o eşsiz sanat ürünlerine benzer sanat eserleri yapılamamaktadır.
Zîrâ modern insan her-şeyinde makineleri kullanmaktadır ve makinelerle yapılan
şey ruhtan mahrûm olduğu için ruhsuz eserler ortaya çıkmıştır ve çıkmaktadır ki
onların aslında ”sanat” değeri yoktur. Zâten bu nedenle de ortaya çıkan absürd
şeylere post-sanatlar, sürreâl sanatlar denilmektedir. Zîrâ bakıldığında
anlamsızdırlar ve insanı etkilememektedir. Bu yüzden de sanki onlarda bir
derinlik varmış havası oluşturmak için, onlara derinliği varmış gibi isimler
verilmektedir.
İnsanın nefis-merkezli
aklı modern makineyi otaya çıkarmıştır. Oysa rûh-merkezli akıl, tekniği ortaya
koymuş ve doğal makineleri üretmiştir. Doğal makineler rûh-merkezli olan ve burâm-burâm
rûh içerirken, nefis-merkezli olan makineler ruhsuzluktan dolayı insanı
sapkınlığa itmekte ve götürmektedir. Modern insanın sapmasına neden olan gizli
etken budur.
Dünyâ modernler
tarafından kendi-kendine işleyen bir makine gibi görülmektedir. Bu düşünce Deizm’e
ve oradan da ateizme kapı aralamış ve kapıyı ardına kadar açmıştır. Makineleşmenin
çoğalmasıyla birlikte Deizm’in ve Ateizm’in çoğalmasının nedeni de budur. En
sonunda insanın da aslında bir makine olduğu, bu makinenin işleyişini bildikten
sonra onun da geliştirilebileceğini ve sayborg hâline getirilebileceğini, en sonunda
yapay zekâ ile tanrılaştırılabileceğine inananlar ortaya çıkmıştır. İnsandaki
bilincin bile alsında makine-beden işleyişinin bir sonucu olduğunu düşünmektedirler.
Makineler her-şeyi
makineleştirmek için araç olmuştur. Artık makineler de küçülmüş ve her insanın
cebine kadar girmiştir. İnsan böylelikle makinelerin gözetimine ve kontrôlüne
girmiştir. Makineler insanları bir ilah gibi sürekli gözetip kontrôl altında
tutmaktadır. Makineler ve makinelerin yaptıkları tam da nefse uygun olduğu için
makinelere meftûn olan modern insan, makineleşmeyi “üstünlük ölçüsü” olarak
görmektedir. Makineler tarafından en çok gözetlenip kontrôl edilen insanlar, toplumun
önde gelenleri ve ünlüleri olmuştur. İnsanlar makineler tarafından gözetlenmekten
ve her anlarının makineler tarafından kaydedilmesinden hoşnutluk duymakta ve makineler
tarafından onaylanmayı üstünlük işâreti olarak görmekte ve kabûl etmektedirler.
Oysa Allah üstünlüğün ölçüsünün “takvâ” olduğunu söyler. Takvâ ile makinenin
bir-arada olması pek mümkün değildir. Makineleşme arttıkça takvâ azalmaktadır.
Modern insan îmandan ve takvâdan vazgeçip makineyi ortaya çıkarmış ve makineye
göre bir üstünlük ölçüsü kurmuştur. Artık makinelere tapmakta ve makinelere îman
edip güvenmektedir. Her türlü sorunda makinelerin o sorunları çözebileceğine
inanmakta ve bu inançla teselli bulmaktadır. Fakat aslında modern insanın
başına gelen her musîbet, kendi elleriyle yaptığı makinelerin bir sonucudur.
Modern makineler
hem seküler ideolojilerin hem de Allah’sız modern-bilim ve teknolojinin bir
sonucudur. O hâlde makineler, şeytânî-beşerî sistemin meyveleridir. “Makinelerin
meyveleri” olan ürünler ise, bunalımda olan modern insanın tamponudur. Bu tampon,
insanın maddî yönüne bâzı yararlar sağlasa da mânevî yapısını çökertmektedir.
Mânevî yapısı çöktüğü için kısa zaman sonra maddî yapısı da çökmekte ve modern
insan, makinelerin de kurtaramayacağı, madden ve mânen ağır bir yıkıma doğru sürüklenmektedir.
Modern insan her-şeyin makinesini yapmakla övünüyor. Peki samanı
süte dönüştürecek bir makine yapabilir misiniz?.
Uyku bir çeşit
zaman-makinesidir, insanı bir-anda 6-7 saat ileri götürür. Ölüm de bir
zaman-makinesidir, kişiyi bir-anda âhirete götürür.
Rûhu olmayan
şeyin ahlâkı da yoktur, bu yüzden ahlâkı olmayan şey ahlâksızlaştırır. Makine
uygarlığı insanoğlunu hiç olmadığı derece ahlâksızlaştırmıştır. Zîrâ modern insan
için anlamın bir anlamı yoktur. Modernite bir “anlamsızlık uygarlığı”dır, zîrâ
Allah’sızdır. Allah’ın olmadığı yerde anlamsızlık başlar ve her-şey
anlamsızlıkla kuşatılır ki makineleşme işte bu anlamsızlığın ve de Allah’sızlığın
hem nedeni hem de sonucudur.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder