“...Allah’a şirk/ortak koşma!. Doğrusu şirk, büyük
bir zulümdür” (Lokman 13).
Zulüm: “Haksızlık. Eziyet,
işkence. Bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymak. “Hayâtı ve kâlpleri
karartmak” anlamında “karanlık”. Eşyâyı bulunduğu mükemmel konumundaki yerinden
etmek” anlamlarına gelir
Zulmün nedeni, “çıkar”dır.
Çıkarını sağlamak yada daha da iyileştirmek için güçlü(!) olan kişinin
başkalarının çıkarlarına türlü şekillerde maddî yada psikolojik olarak
saldırmasıdır. Tek “hak din” olan İslâm, temelde dinsizliği değil zulmü ortadan
kaldırmak için vardır fakat zulüm, İslâm’ın göz-ardı edildiği oranda ortaya çıkar.
Din göz-ardı edilmeye başladığında zulmün kaynağı olan şirk ortaya çıkmaya
başlar. Zâten âyetin de söylediği gibi şirk en büyük zulümdür. Şirk, zulmün
başlatıcısı, yayıcısı ve sürdürücüsüdür. Demek ki zulmün nedeni, Allah’ın tüm
kâinâta uyguladığı sünnetullahı, Dünyâ’da insanlar arasında da uygulamak
istemesi fakat bunun nefsin hoşuna gitmemesi nedeniyle, birileri tarafından
sünnetullahın yada onun yazılı şekli olan vahyin aksine işler yapmaktır.
Vahye aykırı işler yapmanın
yaygın göstergesi, Allah’ın sözünü ifsâd edip değiştirmek ve farklı anlamlara
sokmaktır. Zulüm böyle başlar. Yâni her tahrif bir zulümdür. Fıtrata tam uygun
olan Allah’ın sözü değiştiğinde mutlakâ zulüm çıkar ve o zulmü ber-tarâf edecek
doğru bir kaynak kalmaz ortada. Çünkü “panzehir” olan doğru kaynak değiştirilip
tahrif edilmiştir ve azap kapıya dayanmıştır:
“Ama zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla
değiştirdiler. Biz de o zâlimlerin yaptıkları bozgunculuğa karşılık, üzerlerine
gökten iğrenç bir azap indirdik” (Bakara
59).
Kur’ân’a bu
şekilde zulmedilmektedir. Kur’ân’a yapılacak en büyük zulüm, onu sünnetten
ayırmakla olur. Vahyi, pratiğinden yâni Peygamber’den ayırmak, zulmün de
başladığı yerdir.
Allah zulme karşı zinhar
sessiz kalmaz ve zâlimlerin kökünü kazır. Târih boyunca bu hep böyle olmuştur.
Fakat zulmün olduğu yerde bir ıslah çalışması varsa Allah azâbı erteler ve
hattâ kaldırır:
“Halkı, ıslah eden kimseler iken, Rabbin o ülkeleri
zulm ile helâk edecek değildi” (Hûd
117).
Azâbın ertelenmesini ve
kaldırılmasını sağlayan en etkili şey “sâlih ameller ve ıslah hareketleri”dir. Zîrâ
orada zulme karşı bir eleştiri, bir îtiraz ve isyân başlamıştır ve zulme karşı
olan bir harekette Allah’ın yardımı kaçınılmaz olacağından, mutlakâ zulüm ber-tarâf
edilecektir. Fakat özellikle günümüzde görüldüğü gibi, zulme sessiz
kalındığında feryatlar ayyuka çıkmakta ve Dünyâ bir “zulüm diyârı” hâline
gelmektedir. Bunun panzehiri vahyin ışığında yapılacak sâlih amellerdir:
“Kim de bir mü’min olarak, sâlih olan amellerde
bulunursa, artık o, ne zulümden korksun, ne hakkının eksik tutulmasından” (Tâ-hâ
112).
Allah zâlimlere karşı
savaşılmasını emreder. Tabi bu; tebliğ-ıslah-dâvet aşamalarından sonra olacaktır.
Zîrâ zulüm demek fitne demektir ve fitne adam öldürmekten bile daha beterdir.
Zâten savaş da zulme-zâlimlere karşı yapılır ve zâlimlerden başkasına düşmanlık
da yoktur:
“(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın.
Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur” (Bakara 193).
Peygamberler hep zâlim
kavimlere gönderilirler. Yoksa mutlu-mesut ve adâletli bir yaşamın olduğu yere
peygamber göndermeye gerek yoktur. Anlamsız da olur zâten. Fakat bu tarz
hayatlar lokâl ve kısa süreli olur ve şeytan her dâim görevinin başındadır. Şeytanın
vahyettiği taraftarları hemen mevcut iyi durumu değiştirmeye başlarlar, böylece
fitnenin ayak-sesleri duyulur ve hemen arkasından da zulüm başlar. Tabi zulmün
ayyuka çıktığı yere peygamberler hemen yetişir:
“Hani Rabbin, Musa’ya seslenmişti: Zulmetmekte olan
kavme git” (Şuârâ 10).
Zulüm, vicdanları bile
baskılayıp kişinin doğruya ulaşmasına mâni olur. Allah insanların hür olmasını
ister. Zîrâ insanlar fıtratlarıyla baş-başa kaldıklarında İslâm’a-vahye
duyarsız kalamayacaklar ve sünnetullaha uygun yaşamaya başlayacaklardır. Fakat
zulüm başladığında bunu blôke eder ve insanlar zâlimlerin kontrôlüne girerler.
Uzun yıllar baskı ve zulm altında yaşamak, mazlumları da zâlimleştirebilir. Yâni
zulüm, mazlumları da zâlimleştirebilir ve şiddetli bir İslâm-hak-hakîkat düşmanı
bile yapabilir. Artık bu kişileri yeniden İslâm’a döndürmek zor olur. Vicdanları
uyarıları kabûl etse bile nefisleri kabûl etmez:
“Âyetlerimiz onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak
gelince dediler ki: Bu, apaçık bir büyüdür. Vicdanları kabûl ettiği hâlde,
zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkâr ettiler. Artık sen, bozguncuların
nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak” (Neml 13-14).
Zulmün sonu virân olmaktır.
Târih boyunca bu hep böyle olmuştur. Nice Firavunlar, Nemrutlar, Hâmân, Kârun
ve Bel’amlar yâni kısaca şirkin başını tutan zâlimler ve zulüm yönetimleri,
bulundukları yerlerin altı üstüne getirilerek yok olup gitmişler ve ebedî
cehennemi boylamışlardır. Bunun nedeni hep zulüm olmuştur:
“İşte, zulmetmeleri dolayısıyla enkâza dönüşmüş
ıpıssız evleri. Şüphesiz bilen bir kavim için bunda bir âyet vardır” (Neml 52).
Azap ve helâk zulüm hâlinde
olan kavimlerin-devletlerin-yönetimlerin üzerine iner:
“Andolsun, biz Nûh’u kendi kavmine (elçi olarak)
gönderdik, içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar
zulme devâm ederlerken tûfân kendilerini yakalayıverdi” (Ankebût 14).
“Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, âlemlerin
Rabbi olan Allah’adır” (En-âm 45).
Mü’minler bir zulüm
karşısında birbirlerine yardım ederek mücâdele etmeli ve savaşmalıdırlar. Zâten
ümmetin hâl-i pür melâlinin nedeni, her türlü zulüm ayyuka çıktığı hâlde birlik
olup da zâlimlere karşı duramayışlarıdır. Fakat unutulmaması gereken şey şudur
ki zulme sessiz kalmak da zulüm ve zâlimliktir:
“(Mü’minler) Rablerine icâbet edenler, namazı
dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şûrâ ile olanlar ve kendilerine rızık
olarak verdiklerimizden infâk edenler ve kendilerine zulmedildiği zaman, birlik
olup karşı koyanlardır” (Şûrâ
38-39).
Zulüm, zulûmattır. Yâni
karanlıktır. Allah ise karanlığın olmasını istemez ve tüm âlemi nurlandırdığı
gibi Dünyâ’yı ve kâlpleri de nurlandırmak ister. Peygamberimiz: “Zulüm
yapmaktan kaçınınız. Zîrâ zulümler, kıyâmet gönü yapanın bir daha çıkamayacağı
bir karanlığa girmesine sebep olur” ve “Ey insanlar!; Allah’ın gazâbından
korkunuz. Allah’ın birliğine yemin ederim ki, Allah mü’mine zulüm eden bir kimseden
kıyâmet günü mü’minin intikâmını muhakkak alacaktır” der.
Güyâ modern ve ileri bir
uygarlık çağında yaşıyoruz. Fakat aslında târih boyunca görülmemiş oranda bir
zulüm hâkimdir Dünyâ’ya. Zulmün her çeşidi acı bir şekilde yaşanmaktadır. “Şu
konuda zulüm yoktur” denebilecek bir alan gösterilemez. Çoğu kimse bilmese de
Dünyâ’da şu-an îtibâriyle “bildiğimiz anlamda” bir kölelik bile vardır ve bu
kölelik çeşidi eskisine oranla daha zâlimcedir. İnsanların çoğunun Dünyâ’nın ve
insanların perişân bir hâlde olduğunun farkında olmaması da ayrıca bir
zulümdür.
İslâm-dışı tüm ideolojiler
zulüm üretirler. Kapitâlizm bir zulümdür. Şeytan-işi bir pislik olan fâizi
işleten bankalar zulmün merkezleridir. Neo-emperyâlizm hızla sürmektedir. İnsanların
mankurtlaştırılması, istihmarlaştırılması (eşekleştirilme), aptallaştırılması
zulümdür. İnsanlar sarhoş bir hâldedirler ve zulmün farkında olmadıkları gibi
her-şeyin güllük-gülistanlık olduğunu zannetmektedirler.
Fakat bu böyle gitmemelidir.
Bir eleştiri, îtirâz ve nihâyet kerîm öfkelere sâhip olanlar tarafından bir
isyân yükseltilip gidişâta çomak sokulmalı ve Dünyâ’nın altını üstüne getirmek
pahasına da olsa zulüm ve zâlimler ber-tarâf edilmeli ve mazlumlar rahat bir
yaşama kavuşmalıdırlar. Zâten Allah Dünyâ’da zâlimlerin değil, mazlumların, mustazafların,
zayıf bırakılmışların önder olmasını istemektedir:
“Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta
bulunmak, onları önderler yapmak ve mîrasçılar kılmak istiyorduk” (Kasas 5).
Dünyâ’nın perişân hâlini
anlatmaya ciltler dolusu kitaplar yetmez. Bir hipnoz hâlinde olan ekserun-nas
bunun farkında değildir. Zîrâ çeşitli yollarla uyuşturulmuş durumdadır. O hâlde
iş, İslâm ile aydınlanmış sâlihlere düşmektedir. Eğer bu Sâlihler;
tebliğ-ıslah-dâvet, bilgi-bilinç-eleştiri-îtirâz-isyân sürecine girerlerse
Allah mutlakâ onarla yardım edecek ve “zafer garantili yardım”ını
ulaştıracaktır. Zîrâ Allah kendi yolunda cihad edenlere yollarını gösterir:
“Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı
gösteririz. Gerçekten Allah ihsân edenlerle berâberdir” (Ankebût 69).
Tabî ki Allah rahmân ve rahîmdir
ve zâlim değildir. Zâlimler dâvetçilere ve vahye uyup kötülükten uzak durursa
ve müslüman olarak yaşayıp ölürse Allah’ın affına mahzar olacaklardır. Çünkü
Allah insanlara kendilerine gelmeleri için mühlet vermekte ve tövbeye
dönmelerini beklemektedir:
“Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya
çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç-bir şey bırakmazdı;
ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri
gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler” (Nâhl 61).
“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve
(davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabûl eder. Muhakkak
Allah, bağışlayandır, esirgeyendir”
(Mâide 39).
İslâm için “nefret dîni”
diyorlar. Evet; İslâm zulümden nefret eder ve zulmü ve zâlimi yok etmek için
mücâdele eder. Zûlüm aslında aslî değil de tâli olduğu yâni bir “hakkın ve
adâletin yokluğu durumu” olduğu için gerçek bir güce sâhip değildir. Stadyumlarda 100.000 kişi hep bir ağızdan “gol” diye
bağıracaklarına “Lâ” diye bağırsa, ortada zulüm kalmazdı. Zulüm,
fakirlerin, “yeter artık” deyip de ayaklanacağı zamâna kadar devâm edecektir.
Zulüm, “İslâmî hareket” başladığında yok olup gidecek ve karanlıklar aydınlığa
kavuşacaktır.
Evet; %100 yanlış olan bir
şey varsa, o da zulümdür.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Mart 2017
ALLAHIN EMİRLERİNE UYAN İNSAN,
YanıtlaSilEN AKILLI İNSANDIR.