“Ey îman
edenler!, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin
(birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın
(arkasından çekiştirmesin) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever
mi?. İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah,
tevbeleri kabûl edendir, çok esirgeyendir” (Hucurât).
Gıybet: “Arkadan çekiştirmek. Orada hazır olmayan
birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyâbında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek”
diye geçer lûgatta.
Âyet, gıybetin târifini yaparken okuyucu mecbûren bir
canlandırma yapıyor ve suratı değişiyor. Ölmüş kardeşinin etini yediğini,
düşünmeye bile tahammül edemiyor. Kaldı ki psikolojik bir bozukluk yoksa
hiç-bir “ölünün etini yemek” düşüncesi hoş değildir. İşte Allah, gıybetin ne
kadar iğrenç bir şey olduğunun kıyasını bu şekilde yapmamızı istiyor.
İnsanlar-arası ilişkileri olumsuz anlamda en çok ve kolay etkileyen şey “laf”
ile olur-oluyor. Bir laf, en yakın iki kişiyi bir-anda düşman yapabiliyor.
Lafın etkisi, olumsuz sözün kimden geldiğine göre değişir. Umurumuzda bile
olmayan birinin bizim için ettiği bir söze kızsak da çok da kafamıza takmayız.
Fakat yakınlarımızdan duyduğumuz sözler bizi çok yaralar. Bu yaralanma,
yakınlığı bozar ve ânında bir uzaklaşma başlatır. Hele ki kendisine çok
güvendiğimiz, sevdiğimiz, saygı duyduğumuz bir kişinin bizim aleyhimize ettiği
söz, ölüme kadar sürecek bir ayrılığı doğurabilir.
Gıybetin gıybet olabilmesi için, gıybet konusu olan
şeyin gıybeti yapılan kişide olması gerekir. Aksi-hâlde o şey iftirâ olurdu. İftirâ
ise, insanların Dünyâ’dayken uygulayabileceği cezâlardan biridir. İftirâ etmek
zâlimliktir, zulümdür çünkü. Zâten en büyük zulüm olan şirk de bir iftirâdır:
“Gerçekten,
Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise,
dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftirâ
etmiş olur” (Nîsâ 48).
İnsanın ayırıcı özelliğinden biri de, anlamlandırabilme
yetisidir. Bir görüntüyü, sesi ve sözü anlamlandırabilir. Bu nedenle de gıybeti
ancak insan yapabilir ve gıybetten etkilenebilir. O hâlde gıybet büyük bir
imtihandır. Peki bu kadar tiksindirici ve hem Dünyâ’da hem de âhirette çok ağır
sonuçları olacak olan gıybeti bu kadar kolay yapmamızın nedeni nedir?. Herhâlde
hem aymazlığımız ve uyarıyı yeterli derecede dikkate almamamız; hem de
özellikle müslümanlar olarak “samîmi” bir toplum olmamızdır. Çünkü samîmi
olduğumuz kişinin her özelliğini bilebiliriz. Kişinin bir-çok özelliğini
bilmemiz, potansiyel gıybet konusudur ve gıybet etme ihtimâlini arttırabilir. Doğulu
insanlar açıktır ki daha samîmidirler ve belki de bu samîmiyetten kaynaklanan
yakınlıklardır gıybetin konusunu ortaya çıkaran ve gıybeti etkili kılan.
Müslüman, kardeşinin hatâsını ve ayıbını ortaya
çıkarmaya çalışmaz ve tam-aksine onun kusurlarını örtmeye çalışır. Tecessüs de
etmez:
“Ey îman
edenler!, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin
(birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın)…” (Hucurât 12).
Gıybet, gıybetçiyi kibirli
yapar. Gıybet eden kişi, kendisi gıybetin konusu olan o şeyden münezzehmiş gibi
olacağından, kibri artar. Genelde tüm Dünyâ’da ama özellikle gıybetten
kaçınması ağır ifâdelerle emredilen müslümanları perişân eden unsurlardan biri
de gıybettir. Gıybet, müslümanları içeriden yıkan şeydir. Gıybet nice fitneleri
ateşleyen ve körükleyen şeytan-işi bir pisliktir. Gıybet sözün bereketini
öldürür. İçinde gıybet olan sözlerin kâlbe ulaşması imkânsızdır. Bu nedenle
Kur’ân bizi gıybetten ve söz taşıyıcılığından sakındırarak şöyle der:
“Şunların
hiç-birine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, alabildiğine ayıplayıp
kötüleyen, söz getirip-götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan)” (Kalem 10-11).
Âyet, gıybet edene ve laf
taşıyana uyulmamasını emreder. Gıybeti ve laf taşıcılığını en çok yapanlardan
birileri de siyâsetçilerdir ve siyâsetçiler bâzen gıybetin dibini
bulmaktadırlar. Bu modern tarz gıybet, “anlaşmalı gıybet” bile olabiliyor.
Kişinin hoşlanmayacağı şeyi
sâdece söz ile değil de hareketler yada küçük bir mimik ile ifâde etmek bile
yasaklanmıştır:
“Arkadan
çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay hâline!; Ki
o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini
ebedî kılacağını sanıyor” (Hümeze
1-3).
Âyette, çekiştirip duran ve alay edenlerin daha çok,
zenginlikten ve mal-mülk sâhibi olmaktan dolayı kendisini müstağni görenler
olduğu söyleniyor. O hâlde kibri ortaya çıkaran özellikler; gıybeti, laf
taşımayı ve alay etmeyi kolaylaştırıyor. Bu nedenle de bu özelliklere sâhip
olanlar daha dikkatli olmak zorundadır.
Peygamberlerin ortak ahlâki özelliklerinden öne
çıkanı, “gıybetten uzak durmak”tır. Meselâ Îsâ aleyhisselâmın özelliklerinden
bahsedilirken: “O, çok yemez, cimri değildir. Hîle yapmaz, kimseyi kötülemez,
hiç acele etmez. Kendi için intikâm almaz. Tembel değildir. Kimsenin gıybetini
yapmaz” denir.
Gıybeti gıybet olmaktan çıkaran durumlar da vardır.
Peygamberimiz şöyle buyurur: “Üç grup vardır ki, gıybetlerini yapman sana haram
değildir: Günahı açıkça işlemekten sıkılmayan kişi. Zâlim idâreci ve dinde
olmayanı dîne sokan bid’atçı. Hayâ örtüsünü atan kimsenin arkasından
konuşmak gıybet değildir. Ne fâsık, ne de günahı açıktan işleyen kimse için
söylenen söz gıybet sayılmaz…” (Câmiu’s-sağîr, Hadis No: 8525. Müslim, Zühd
52).
Bir yazıda mü’minin
hasleti için şunlar söylenir: “Mü’min doğru düşünür, pak ve temiz tabiatlıdır
ve hâlis zevkler sâhibidir. Ahlâk-dışı şeylere karşı herhangi bir eğilim taşımaz.
Yararlı ve doğru söz söyler, gevezelik etmez, ince bir şakacılığı vardır, ama
bu hiç-bir zaman alay, eğlence, güldürmece ve taklit cinsinden değildir.
Kulakların koğuculuk, gıybet, çekiştirme, iftirâ, yalan, iğrenç şarkı ve
müstehcen sözlerden uzak kalamadığı bir toplum, mü’min için bir işkence
kaynağıdır. Vaâd edilen cennetin bir özelliği de, “.... orda boş ve yararsız
hiç-bir şeyin duyulmayacağı” değil midir?”.
Demek ki cennette gıybet
olmaz. Fakat cenneti kazanmak için de cennette olmayan şeylerden (gıybet) uzak
durmak gerekir.
İslâm âlimleri gıybetin
aşağıdaki şekillerini câiz kabûl etmişlerdir:
1) Zulme uğrayan kişinin bu zulmü ortadan kaldırabilecek güçte
olduğuna inandığı kimseye zâlim kimseyi şikâyet etmesi.
2) Düzeltilip ıslah edilmesi niyeti ile haksızlıkları ve
kötülükleri giderebilecek yetkide olan kimselere bir kişi veya zümrenin
kötülüklerinin anlatılması.
3) Fetvâ almak gâyesi ile bir müftüye veyâ bir İslâm âlimine,
bir kişinin yanlış hareketlerini konu edinen bir olayın anlatılması.
4) Bir
kişinin veya kişilerin şerlerinden sakınsınlar diye diğer insanlara bilgi
verilmesi. Meselâ, hadis râvilerinin, şâhitlerin, kitap yazarlarının
eksiklerini, hatâlarını açıklamak bütün âlimlerce, câiz değil, vâcip kabûl
edilmiştir. Çünkü bu açıklama olmadan şeriatı yanlış rivâyetlerin
yayılmasından, mahkemeleri adâletsizlikten ve insanları özellikle ilim
araştırıcılarını sapıklıklardan korumak mümkün olmaz. Yuva kurmak isteyenlerin
karşıki şahıs hakkında, yâhut yanından ev alınmak istenen kimsenin komşuluğu
hakkında, yâhut birisi ile iş-ortaklığı kurulmak istendiği taktirde veyâ birine
bir emânet verilmesi gerektiğinde kendisinden bilgi istenen kişinin bu
kimselerin iyi ve kötü taraflarını bilmediğinden dolayı zarâra uğramasın diye
soran kişiye açık-açık anlatması gerekir.
5) Fısk,
fücur ve çeşitli ahlâksızlıklar yayan, yâhut dîni düşüncelerde sapık fikirler
ve bid’atler dağıtan veyâ Allah’ın kullarını dinsizlik, eziyet ve zulüm
fitnelerine boğan kimselerin kötülüklerini herkese karşı îlan ederek tenkit
etmek, bunları anlatmak da gıybet değildir.
6) Kötü bir
lâkapla meşhûr olan kimseleri bu lâkap dışında tanıtmak mümkün değilse,
küçültmek ve hafife almak niyeti ile değil de kişiyi tanıtma niyeti ile o kötü
lâkâbın kullanılması da gıybet değildir.
Bu istisnâi durumlar dışında birinin arkasından çirkin söz
söylenmesi kesin olarak haramdır.
Mustafa İslamoğlu gıybet hakkında şunları söyler:
“Gıybet: “Sizden birinin kardeşini, o duyunca hoşlanmayacağı bir şekilde
anmanızdır” der Peygamberimiz. “Onda olan bir şeyi söylesek de mi?” sorusuna
ise; “zâten gıybet budur, aksi iftirâ olur” der. Gıybetin gıybet olması için,
karşıdakinin “dinde kardeşi” olması lâzım. Gıybet, bilindiği kadarıyla Kur’ân’la
gelmiştir. Gıybet etmenin bir ucu da, Allah’a gaybı bilme konusunda ortak
olmaya gider. Diri olan kardeşi için “ölü” denmesinin nedeni, gıybet ederek
onun şahsiyetini öldürdüğü içindir. Ne vejetaryenler vardır ki, ağzı-yüzü kan
içindedir. AİDS, bağışıklık sistemini çökertir, gıybet ise, İslâm’i bağışıklık
sistemi olan takvâyı çökertir. En tehlikeli olan virüs, gıybet virüsüdür. Gıybetkâr,
bulaşıcı bir virüs taşıyan gibidir. İçki tüm kötülüklerin anasıdır. Gıybet ise
tüm kötülüklerin babasıdır. Gıybetin anası ise “zan” dır. Gıybet, zan ile
başlar. Dağ dururken taşın lafı edilir mi?. İşte gıybetkârın yaptığı budur.
Allah’ın lafını edeceğine, kulun kötü lafını ediyor. Hüsn-ü zan değil, sû-i zan
ediyor. Gıybetkâr, kabuğun lafını eder, öz’ün değil. Gıybet etmek, gaybı
taşlamaktır. Allah’a gıybet edenler, O’ndan uzak oldukları için gıybet ederler.
Gıybet bir uyuşturucudur, insanı uyuşturur, kâlbi paslandırır. Kâlp, bir
“gıybet-metre”dir. Etlerimiz İslâm’i
usülle kesildiği gibi, sözlerimiz de İslâm’i usülle kesilmeli. “Damlasını
ağzıma koymadım” dedikten sonra, “(ölü kardeşimin) lokmasını ağzıma koymadım”)
demeliyiz. Gıybet, toplumun kalitesini düşürüyor. Bütün gıybetkârlar kâtildirler.
Gıybetkâr, başkasının ayıbını görmekten, kendi ayıbını göremeyendir. “Hakkını
helâl et” demekle gıybet affolmaz. İstiğfâr etmesi lâzım. Başkalarının gözünde
kötü gösterdiği kişiyi tam tersine iyi göstererek ve hayırla anarak. Gıybet,
öteki ile ilgilenmektir, başkasıyla ilgilenen, kendisiyle ilgilenemez. Kendini
unutur. Orucu farz kılan âyet ne kadar değerliyse, gıybet yapmaktan sakındıran
âyetler de o kadar değerlidir. Eleştiremediğimiz için gıybet ediyoruz. Gıybet,
eleştirinin yokluğu hâlidir. Gıybet etmemek için, “insanları çamura düşüp kirlenmiş
kullar” olarak görmek lâzım”.
“Gıybet olmasın ama..” diye başlayan tüm sözler de
gıybettir.
Dünyâ, gıybet etmekten, yâni “ölü eti yemekten dolayı
obez olmuş” insanların doldurduğu bir yer hâline gelmiştir. Bu “gıybet obezliği”nden
ancak, “gabya îman”la uzak durulabilir. Zîrâ gayba îman edenler gıybet
etmezler; edemezler.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart
2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder