9 Mart 2017 Perşembe

Gıyb-et



“Ey îman edenler!, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?. İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabûl edendir, çok esirgeyendir” (Hucurât).

Gıybet: “Arkadan çekiştirmek. Orada hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyâbında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek” diye geçer lûgatta.

Âyet, gıybetin târifini yaparken okuyucu mecbûren bir canlandırma yapıyor ve suratı değişiyor. Ölmüş kardeşinin etini yediğini, düşünmeye bile tahammül edemiyor. Kaldı ki psikolojik bir bozukluk yoksa hiç-bir “ölünün etini yemek” düşüncesi hoş değildir. İşte Allah, gıybetin ne kadar iğrenç bir şey olduğunun kıyasını bu şekilde yapmamızı istiyor. İnsanlar-arası ilişkileri olumsuz anlamda en çok ve kolay etkileyen şey “laf” ile olur-oluyor. Bir laf, en yakın iki kişiyi bir-anda düşman yapabiliyor. Lafın etkisi, olumsuz sözün kimden geldiğine göre değişir. Umurumuzda bile olmayan birinin bizim için ettiği bir söze kızsak da çok da kafamıza takmayız. Fakat yakınlarımızdan duyduğumuz sözler bizi çok yaralar. Bu yaralanma, yakınlığı bozar ve ânında bir uzaklaşma başlatır. Hele ki kendisine çok güvendiğimiz, sevdiğimiz, saygı duyduğumuz bir kişinin bizim aleyhimize ettiği söz, ölüme kadar sürecek bir ayrılığı doğurabilir. 

Gıybetin gıybet olabilmesi için, gıybet konusu olan şeyin gıybeti yapılan kişide olması gerekir. Aksi-hâlde o şey iftirâ olurdu. İftirâ ise, insanların Dünyâ’dayken uygulayabileceği cezâlardan biridir. İftirâ etmek zâlimliktir, zulümdür çünkü. Zâten en büyük zulüm olan şirk de bir iftirâdır:

“Gerçekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftirâ etmiş olur” (Nîsâ 48).

İnsanın ayırıcı özelliğinden biri de, anlamlandırabilme yetisidir. Bir görüntüyü, sesi ve sözü anlamlandırabilir. Bu nedenle de gıybeti ancak insan yapabilir ve gıybetten etkilenebilir. O hâlde gıybet büyük bir imtihandır. Peki bu kadar tiksindirici ve hem Dünyâ’da hem de âhirette çok ağır sonuçları olacak olan gıybeti bu kadar kolay yapmamızın nedeni nedir?. Herhâlde hem aymazlığımız ve uyarıyı yeterli derecede dikkate almamamız; hem de özellikle müslümanlar olarak “samîmi” bir toplum olmamızdır. Çünkü samîmi olduğumuz kişinin her özelliğini bilebiliriz. Kişinin bir-çok özelliğini bilmemiz, potansiyel gıybet konusudur ve gıybet etme ihtimâlini arttırabilir. Doğulu insanlar açıktır ki daha samîmidirler ve belki de bu samîmiyetten kaynaklanan yakınlıklardır gıybetin konusunu ortaya çıkaran ve gıybeti etkili kılan.      

Müslüman, kardeşinin hatâsını ve ayıbını ortaya çıkarmaya çalışmaz ve tam-aksine onun kusurlarını örtmeye çalışır. Tecessüs de etmez:

“Ey îman edenler!, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın)…” (Hucurât 12).

Gıybet, gıybetçiyi kibirli yapar. Gıybet eden kişi, kendisi gıybetin konusu olan o şeyden münezzehmiş gibi olacağından, kibri artar. Genelde tüm Dünyâ’da ama özellikle gıybetten kaçınması ağır ifâdelerle emredilen müslümanları perişân eden unsurlardan biri de gıybettir. Gıybet, müslümanları içeriden yıkan şeydir. Gıybet nice fitneleri ateşleyen ve körükleyen şeytan-işi bir pisliktir. Gıybet sözün bereketini öldürür. İçinde gıybet olan sözlerin kâlbe ulaşması imkânsızdır. Bu nedenle Kur’ân bizi gıybetten ve söz taşıyıcılığından sakındırarak şöyle der:

“Şunların hiç-birine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip-götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan)” (Kalem 10-11).

Âyet, gıybet edene ve laf taşıyana uyulmamasını emreder. Gıybeti ve laf taşıcılığını en çok yapanlardan birileri de siyâsetçilerdir ve siyâsetçiler bâzen gıybetin dibini bulmaktadırlar. Bu modern tarz gıybet, “anlaşmalı gıybet” bile olabiliyor.

Kişinin hoşlanmayacağı şeyi sâdece söz ile değil de hareketler yada küçük bir mimik ile ifâde etmek bile yasaklanmıştır:

“Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay hâline!; Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedî kılacağını sanıyor” (Hümeze 1-3).

Âyette, çekiştirip duran ve alay edenlerin daha çok, zenginlikten ve mal-mülk sâhibi olmaktan dolayı kendisini müstağni görenler olduğu söyleniyor. O hâlde kibri ortaya çıkaran özellikler; gıybeti, laf taşımayı ve alay etmeyi kolaylaştırıyor. Bu nedenle de bu özelliklere sâhip olanlar daha dikkatli olmak zorundadır. 

Peygamberlerin ortak ahlâki özelliklerinden öne çıkanı, “gıybetten uzak durmak”tır. Meselâ Îsâ aleyhisselâmın özelliklerinden bahsedilirken: “O, çok yemez, cimri değildir. Hîle yapmaz, kimseyi kötülemez, hiç acele etmez. Kendi için intikâm almaz. Tembel değildir. Kimsenin gıybetini yapmaz” denir.

Gıybeti gıybet olmaktan çıkaran durumlar da vardır. Peygamberimiz şöyle buyurur: “Üç grup vardır ki, gıybetlerini yapman sana haram değildir: Günahı açıkça işlemekten sıkılmayan kişi. Zâlim idâreci ve dinde olmayanı dîne sokan bid’atçı. Hayâ örtüsünü atan kimsenin arkasından konuşmak gıybet değildir. Ne fâsık, ne de günahı açıktan işleyen kimse için söylenen söz gıybet sayılmaz…” (Câmiu’s-sağîr, Hadis No: 8525. Müslim, Zühd 52).

Bir yazıda mü’minin hasleti için şunlar söylenir: “Mü’min doğru düşünür, pak ve temiz tabiatlıdır ve hâlis zevkler sâhibidir. Ahlâk-dışı şeylere karşı herhangi bir eğilim taşımaz. Yararlı ve doğru söz söyler, gevezelik etmez, ince bir şakacılığı vardır, ama bu hiç-bir zaman alay, eğlence, güldürmece ve taklit cinsinden değildir. Kulakların koğuculuk, gıybet, çekiştirme, iftirâ, yalan, iğrenç şarkı ve müstehcen sözlerden uzak kalamadığı bir toplum, mü’min için bir işkence kaynağıdır. Vaâd edilen cennetin bir özelliği de, “.... orda boş ve yararsız hiç-bir şeyin duyulmayacağı” değil midir?”.

Demek ki cennette gıybet olmaz. Fakat cenneti kazanmak için de cennette olmayan şeylerden (gıybet) uzak durmak gerekir.

İslâm âlimleri gıybetin aşağıdaki şekillerini câiz kabûl etmişlerdir:

1) Zulme uğrayan kişinin bu zulmü ortadan kaldırabilecek güçte olduğuna inandığı kimseye zâlim kimseyi şikâyet etmesi.

2) Düzeltilip ıslah edilmesi niyeti ile haksızlıkları ve kötülükleri giderebilecek yetkide olan kimselere bir kişi veya zümrenin kötülüklerinin anlatılması.

3) Fetvâ almak gâyesi ile bir müftüye veyâ bir İslâm âlimine, bir kişinin yanlış hareketlerini konu edinen bir olayın anlatılması.

4) Bir kişinin veya kişilerin şerlerinden sakınsınlar diye diğer insanlara bilgi verilmesi. Meselâ, hadis râvilerinin, şâhitlerin, kitap yazarlarının eksiklerini, hatâlarını açıklamak bütün âlimlerce, câiz değil, vâcip kabûl edilmiştir. Çünkü bu açıklama olmadan şeriatı yanlış rivâyetlerin yayılmasından, mahkemeleri adâletsizlikten ve insanları özellikle ilim araştırıcılarını sapıklıklardan korumak mümkün olmaz. Yuva kurmak isteyenlerin karşıki şahıs hakkında, yâhut yanından ev alınmak istenen kimsenin komşuluğu hakkında, yâhut birisi ile iş-ortaklığı kurulmak istendiği taktirde veyâ birine bir emânet verilmesi gerektiğinde kendisinden bilgi istenen kişinin bu kimselerin iyi ve kötü taraflarını bilmediğinden dolayı zarâra uğramasın diye soran kişiye açık-açık anlatması gerekir.

5) Fısk, fücur ve çeşitli ahlâksızlıklar yayan, yâhut dîni düşüncelerde sapık fikirler ve bid’atler dağıtan veyâ Allah’ın kullarını dinsizlik, eziyet ve zulüm fitnelerine boğan kimselerin kötülüklerini herkese karşı îlan ederek tenkit etmek, bunları anlatmak da gıybet değildir.
     
6) Kötü bir lâkapla meşhûr olan kimseleri bu lâkap dışında tanıtmak mümkün değilse, küçültmek ve hafife almak niyeti ile değil de kişiyi tanıtma niyeti ile o kötü lâkâbın kullanılması da gıybet değildir.

Bu istisnâi durumlar dışında birinin arkasından çirkin söz söylenmesi kesin olarak haramdır.

Mustafa İslamoğlu gıybet hakkında şunları söyler:

“Gıybet: “Sizden birinin kardeşini, o duyunca hoşlanmayacağı bir şekilde anmanızdır” der Peygamberimiz. “Onda olan bir şeyi söylesek de mi?” sorusuna ise; “zâten gıybet budur, aksi iftirâ olur” der. Gıybetin gıybet olması için, karşıdakinin “dinde kardeşi” olması lâzım. Gıybet, bilindiği kadarıyla Kur’ân’la gelmiştir. Gıybet etmenin bir ucu da, Allah’a gaybı bilme konusunda ortak olmaya gider. Diri olan kardeşi için “ölü” denmesinin nedeni, gıybet ederek onun şahsiyetini öldürdüğü içindir. Ne vejetaryenler vardır ki, ağzı-yüzü kan içindedir. AİDS, bağışıklık sistemini çökertir, gıybet ise, İslâm’i bağışıklık sistemi olan takvâyı çökertir. En tehlikeli olan virüs, gıybet virüsüdür. Gıybetkâr, bulaşıcı bir virüs taşıyan gibidir. İçki tüm kötülüklerin anasıdır. Gıybet ise tüm kötülüklerin babasıdır. Gıybetin anası ise “zan” dır. Gıybet, zan ile başlar. Dağ dururken taşın lafı edilir mi?. İşte gıybetkârın yaptığı budur. Allah’ın lafını edeceğine, kulun kötü lafını ediyor. Hüsn-ü zan değil, sû-i zan ediyor. Gıybetkâr, kabuğun lafını eder, öz’ün değil. Gıybet etmek, gaybı taşlamaktır. Allah’a gıybet edenler, O’ndan uzak oldukları için gıybet ederler. Gıybet bir uyuşturucudur, insanı uyuşturur, kâlbi paslandırır. Kâlp, bir “gıybet-metre”dir. Etlerimiz İslâm’i usülle kesildiği gibi, sözlerimiz de İslâm’i usülle kesilmeli. “Damlasını ağzıma koymadım” dedikten sonra, “(ölü kardeşimin) lokmasını ağzıma koymadım”) demeliyiz. Gıybet, toplumun kalitesini düşürüyor. Bütün gıybetkârlar kâtildirler. Gıybetkâr, başkasının ayıbını görmekten, kendi ayıbını göremeyendir. “Hakkını helâl et” demekle gıybet affolmaz. İstiğfâr etmesi lâzım. Başkalarının gözünde kötü gösterdiği kişiyi tam tersine iyi göstererek ve hayırla anarak. Gıybet, öteki ile ilgilenmektir, başkasıyla ilgilenen, kendisiyle ilgilenemez. Kendini unutur. Orucu farz kılan âyet ne kadar değerliyse, gıybet yapmaktan sakındıran âyetler de o kadar değerlidir. Eleştiremediğimiz için gıybet ediyoruz. Gıybet, eleştirinin yokluğu hâlidir. Gıybet etmemek için, “insanları çamura düşüp kirlenmiş kullar” olarak görmek lâzım”.

“Gıybet olmasın ama..” diye başlayan tüm sözler de gıybettir.

Dünyâ, gıybet etmekten, yâni “ölü eti yemekten dolayı obez olmuş” insanların doldurduğu bir yer hâline gelmiştir. Bu “gıybet obezliği”nden ancak, “gabya îman”la uzak durulabilir. Zîrâ gayba îman edenler gıybet etmezler; edemezler.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mart 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder