10 Şubat 2016 Çarşamba

Matematiğin Yanılmazlığı Yanılgısı


İmam Gazali:

 

“Astronomi ve matematik inanç dünyâsı üzerinde yıkıcı etkilerde bulunmuştur” der.

 

Bülent Akyürek:

 

“Îman, matematik hesaplarından önceki duraktır” der.

 

Mahcub Taha:

 

“Kuantum mekaniğinin temel prensipleri, bir kimsenin, sistemin durumunu belirlemesi için ya konum değişkenini yada hız değişkenini kullanmasını, ikisini birden kullanmamasını gerektirmektedir. İki değişkenin bir-arada olması, tıpkı konum ve hız gibi, sistemin ölçülememesine ve ölçümlerin uyumsuz olmasına neden olur” der. 

 

“İndirgenemez komplekslik”te olmayan hiç-bir şey yoktur kâinâtta. Hiç-bir şey için belli bir sınırdan -ki bu atom sınırıdır- aşağısı için tahminlerin ötesinde konuşulamaz. Çünkü daha atomun temel parçacığı olan elektron bile “belirsizlik ilkesi” nedeniyle gözlemlenemez. Bu yüzden de gerçek ve mutlak-doğru bir tespit yapılamaz. “Mary’nin Odası” deneyinde olduğu gibi, gözlemlenemeyen tüm varlık için kesin-bilgiye ulaşılamaz. Bilim-teknoloji ne kadar gelişirse-gelişsin fark etmez. Zâten araştırma derinleştikçe araştırılan şey anlamsızlaşır. Artık incelediğiniz şey “o” değildir çünkü. Varsayımları inceliyorsunuzdur ve bulduğunuz yada daha doğrusu “kabûl ettiğiniz” matematiksel sonuçlara “teori” diyorsunuzdur. Mehmet Keçeci:

 

“Biz fizikçiler, evreni sürekli matematik formüllerle açıklamaya çalışan kişileriz” der.

 

  Evren “matematik evren” şeklinde gösterilmektedir ve bu, tek bir sonuç dayatır. Oysa “dönüp duran gök” için farklı yorumlar ve sonuçların çıkması çok doğaldır. Hâki Demir:

 

Matematik evren tasavvurdan ibârettir ve farklı tasavvurlar mümkündür” der.

 

Bilim-adamları, bir fikir-teori için, “o aşamada neden öyle oldu?” sorusuna: “e öylesi daha uygundu da o yüzden” diye cevap verirler. Her aşamada sonuca bilimsel bir kılıf bulurlar böylece. Tabi bunlar yine masa-başında ürettikleri “matematik” önermeler ve sonuçlardır. Yoksa, o olduğu varsayılan şey hiç-bir zaman masa-başında belirlendiği gibi gözlenemez. Çünkü deney-dışıdır. Meselâ “karanlık madde” mecbûren matematiğin bir sonucudur. Atom gerçekten de matematik olarak bölünebilir fakat fizîki olarak bölünemez. Bölünse bile bir-şey görülemez, bilinemez, açıklanamaz.

 

Modern-bilim, bir teoriyi matematiğe uygun olup-olmamasına göre değerlendiriyor ve kabûl ediyor, ‘fizîken mümkün olup-olmamasına’ göre değil. Teorisini kurduktan sonra, matematiği buna uydurmaya kalıyor. Üstünde durdukları olay ve olguları açıklasın ve işe yarar olsun yeter; yoksa fiziksel gerçeklikle uyuşup-uyuşmaması önemli değil. Çünkü aslında matematik soyut bir şeydir, gerçek dünyâda bir karşılığı yoktur. 1+1’in 2 etmesi bile soyutta öyledir. Yoksa kâinatta iki tâne aynı şey yoktur ki ikisini toplayıp 2 sonucuna ulaşılabilsin. Bilim-adamlarının yaptıkları şeyler, masa-başında ortaya çıkardıkları teorilerine uygun matematik formüller bulmaktır. Zîrâ “ancak o zaman teorinin doğru olduğu anlaşılır” diyorlar. Fakat bu, soyut bir sonuçtur ve matematiksel sonuçların çoğunun fiziksel dünyâda somut bir karşılığı yoktur. Ayhan Küflüoğlu matematik hakkında şunları söyler:

 

İlginç olan matematiksel olan bir doğrunun (fiziksel bir karşılığının bulunmaması anlamında) bize Dünyâ hakkında hiç-bir şey anlatmıyor olmasıdır. Gerçekliğin özünü sâdece matematiksel ifâdelerin bizzat kendisinde aramak tamâmen boş bir çabadır. Aslında yapılan şey, tabiat olaylarının temelinde yatan gerçekliğin zihnimizin bir ürünü olan matematiksel bir kalıpla ifâdesi edilmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla matematiksel kalıplarla deneysel veriler arasında görülen uygunluk, gerçeğin kendisinin açıklanmasından ziyâde, aklımızın fiziksel olayları başarı ile kendi idrak çerçevesine uygun hâle getirebilmesinden kaynaklanmaktadır.

 

Doğadaki tüm kuvvetler matematiksel isimlendirmelerdir. Görülen bir şey yoktur, çünkü kuvvetler maddî değildir. Bir makâlede şöyle denir:

 

“Bilimde, özellikle de mikro-fizikte nötrino, kuark vb. parçacıklar “varlık” diye tanımlanmaktadır. Ancak bu parçacıkların varlığı günlük yaşamda algıladığımız (söz-gelimi toprak, petrôl, masa gibi) nesnelerin varlığından farklıdır. Mikro-fizik dalında çalışan bilim-insanları bu parçacıkların varlığını kanıtlayamasalar da araştırmalarını sürdürebilmek için kuramsal (matematiksel) olarak kabûl etmektedirler”.

 

Doğada yalın hâlde ireler, üçgenler, doğru çizgiler vs. yoktur. Yâni aslında doğal dünyâda matematiğe gerek yoktur. “Doğal matematik”e eyvallah fakat matematik, doğaldan nefret eden modernliğin sonucunda abartılmıştır merkeze konmuştur. Bu bağlamda bir yazıda şunlar söylenir:

 

“Antik-dünyâ insanlarına göre doğa, matematikleştirilebilir yapıda değildir. Kuşkusuz bir ağacın bir ottan daha uzun olduğu söylenebilir; ama onların kesin olarak ölçümü mümkün değildir. Bu dünyâ ‘yaklaşıklıklar’, ‘aşağı-yukarılıklar’ dünyâsıdır. Kesinlik bu dünyânın özelliği değildir”.

 

Modernite, matematiği tartışılmaz kesinlik” olarak rmekte ve böylece onu -hâşâ- Allah yerine koymaktadır. Fakat matematikte bir-çok çıkmaz vardır ve bu çıkmazları “çıkar” yapmak için sürekli olarak yeni sâbiteler ortaya çıkartılmaktadır. Matematiğin önermelerinin ve formüllerinin sebebi insan keyfîliğidir. Oraya keyfine göre istediği bir sâbiteyi yerleştiriverir. Comte de Buffon, temel önermelerin (belit) sâdece insan zihninin keyfî ürünleri olduğunu söyler. Matematiğin bilgiye ulaşmak için bir temel olduğunu reddederek, bilimin, doğal olayların sık-sık incelenmesiyle elde edilebilecek sonuçlara dayanması gerektiğini savunur. Bilim, keyfî insan düşüncelerine değil, dikkatlice yapılmış gözleme dayanır. Gözlem, yüksek bir olasılığa sâhip olup kesin olarak kabûl edilmesi gereken sonuçlar verir. Sonuç olarak, bilgi, doğa-kânunları gibi, bilimsel olarak gözlenebilen olayların kavranması ile sınırlır.

 

Bilim-adamları, evrenin oluşturdukları matematikle bire-bir uyuştuğunu söylüyorlar ama, teorileri mi matematiğe uyuyor, yoksa, matematiği mi teorilerine uyduruyorlar diye düşününce bâzı şüpheler ortaya çıkıyor. Gerçekte var olmayan şeylerin matematikte doğru gibi gösterilebilmesinin mümkün olduğunu ünlü matematikçi Sir Herbert Dingle şöyle açıklar:

 

“Matematiğin lîsânı içinde biz doğrular kadar yalanlar da söyleyebiliriz. Ve matematiğin sınırları içinde bunların birini diğerinden ayırma şansı yoktur. Bu ayrımı ancak deneyle yada matematik dışında kalan bir akıl yürütme ile yapabiliriz; matematiksel çözüm ile onun fiziksel karşılığı arasındaki muhtemel ilişkiyi inceleyerek. Kısaca, matematikte soyut-teorik olarak varılan bir sonuç, bunun gerçek bir karşılığının olmasını gerektirmez”.

 

Enis Doko:

 

“Matematik ilk bakışta anlaşmazlıklara yer olmayan bir disiplin gibi gözükse de, aslında matematikte bir-çok çözülmesi çok zor ikilem mevcuttur” der.

 

Pascal’a göre insan-aklı kendisini açık ve seçik olarak aydınlatan matematik yöntem sınırında kalmaz. İnsan-aklı bundan daha ileri gidebileceği sınırları aşmak durumundadır. Çünkü matematik, sonsuz varlığı kavrama konusunda bize yardım edemez. Dînî ve ahlâkî sorunlar matematikle çözülemez. Sıkıntılar, kaygılar, üzüntüler matematikle giderilemez. Matematik bize insanın özünün ne olduğunu gösteremez. İnsan sonsuz ile hiçlik arasında bir yerdedir. Bilim, bize bu anlamda gerçeği çok az bildirir, ama hayâtın bilmeceleri karşısında güvenilir ve sağlam bir dayanak sunmaz.

 

Matematik çok basit işlemleri bile kesin sonuçlarla ortaya koyamaz. Meselâ matematik, 10’u 3’e kesin şekilde bölemez. Bu 3’e bölünmesi gereken her-şey için geçerlidir. Meselâ yuvarlak bir pastayı matematikle tam ve kesin olarak 3’e bölemezsiniz. Fakat birisi çıkıp da pastayı göz-karârınca herkesin râzı olacağı şekilde 3’e bölebilir. Pascal, matematiğin sınırlarından bahsederken şunları söyler:

 

“İnsan aklının çerçevesi içinde yer alan her-şeyi açık ve seçik olarak aydınlatan matematiğin de gelip dayandığı, artık daha ilerisine gidemeyeceği sınırlar vardır. İlkin; matematik, bütün bilgilerimizin dönüp-dolaşıp kendisine yöneldiği ‘sonsuz varlığı’ kavrayamaz. Sonra, dînî-ahlâkî hayâtımızın ortaya koyduğu sorunları çözemez; içimizin, gönlümüzün kaygılarına ve üzüntülerine çâre bulamaz. Kısaca, insan bilmecesini aydınlatamaz, insanın özünün ne olduğunu gösteremez”.

 

Matematik, kişinin özgün bir yorum yapmasına izin vermiyor. “Zâten yapılmış olan” yorumları tekrâr ederek ve işleme tâbi tutarak kabûl edilmesini ön-görüyor. Bu yüzden matematik totaliter ve dayatmacı bir yöntemdir. Netîcede matematik, “atom-altı” denilen parçacıklar üzerinde açıklamalar yapıyor ve bu soyut varlıklar üzerinde de çalışıyor. “Gerçek olmayan” varlıklar üzerinde çalışıyor. Bu yüzden de matematiğin net gerçeklik için olduğunu söyleyemeyiz. Ziyaüddin Serdar:

 

“Tabiatın yasaları gözlere silinmez mürekkeple yazılmış matematik formülleri değildir” der.

 

Rakamlar yalan söylemez ama rakamlara yalan söylettirilebilir.

 

“Batı”nın insanlık, ahlâk, tevâzu gibi insana has değerler içeren bir cümlelik bile söyleyecek sözü olmadığı için, sürekli bilimin matematik kolu ile uğraşmakta, ilâhlaştırdığı matematiği öne çıkarmaktadır. Çünkü matematikte meta-fizik, duygusal, insancıl şeyler yoktur. Ruhsuzdur matematik.

 

Kâinâtın bu görünümde olması aslında “matematik olarak” imkânsızdır. Matematik, kendi uydurduğu formülleri kullanarak evrene bir hayat-öyküsü yazıyor. Matematik çok ruhsuz bir sistemdir. Çok fazla teoriktir. Zâten pratikte sonuç çoğu-kez matematiğin verdiği sonuçlarla uyuşmaz. (Bilim-adamları sâdece uyanları gündeme getirirler). Her-yanı “Ruh” içeren kâinât, bu ruhsuz matematikle ispatlanamaz.

 

Matematiğe göre; 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 rakamlarıyla; 8, 12, 15, 24, 28, 36, 45 rakamları arasında “rakam olma” yönünden fark yoktur ve meselâ 1’den 50’ye kadar rakamların bulunduğu bir torbadan çekiliş yapıldığında, iki gruptaki rakamların çıkma olasılığı da aynıdır. İki grup da yedi rakamdan oluştuğu için, çıkma olasılıklarının aynı olduğu söylenir. Bu söyledikleri bir yanılsamadır. Çünkü ilk gruptaki rakamların ikinci gruptaki rakamlara göre iki farklı özelliği vardır. İlk gruptaki rakamlar çok fazla komplekstir. Hem ilk rakam olan 1’den başlayarak sıralı şekilde 7 rakamına kadar sıralanmışlardır; hem de bu rakamlar düzenli bir sıra oluşturur. İkinci gruptaki rakamlar torbadan belli bir denemeden sonra çıkabilir, fakat ilk gruptaki rakamların olduğu şekliyle çıkması, sonsuza kadar deneme yapılsa bile imkânsızdır. İkinci gruptaki rakamlar basittir ve çok fazla bir özelliği yoktur; ilk gruptaki rakamlar ise süper-kompleks özelliktedir. İşte kâinât da ilk gruptaki rakamlar gibi süper-kompleks bir yapıdır. Bu yüzden de kesin doğru hesap yapılamaz kâinât hakkında. İşte bu yüzden matematik çok-basit hesaplar yaparak evreni açıklamaya çalışmakla yanlış yapıyor. Çünkü kâinât süper-kompleks bir yapıdır.

 

Yine ruhsuz matematik; 1 ile 50 sayıları arasındaki, “1,2,3,4,5,6,” rakamlarıyla, “8,14,21,28,34,41” rakamlarını 1 ile 50 sayıları arasındaki “farksız rakam-grupları” olarak gösteriyor. Hâlbuki ilk gruptaki rakamlarla diğer gruptaki rakamlar çok farklıdır. İkinci gruptaki rakamlar meselâ 1 ile 50 sayıları arasındaki sıradan rakamlardır ve bu ikinci gruptaki rakamların 1’den 50’ye kadar sayıların olduğu kapalı bir torbadan 6 rakam çekmek kaydıyla teker-teker çekilmesi hâlinde 8,14,21,28,34,41 rakamlarının çıkması olasıdır. Belli bir olasılık sonunda mutlaka çıkar. Fakat ilk gruptaki rakamların ikinci gruptaki rakamlara göre iki farklı özelliği vardır. İlki; bu rakamların arada boşluk olmayacak şekilde arka-arkaya gelmesiyken; ikincisi; bu rakamların ilk sayı olan 1’den başlayarak arka-arkaya gelmesidir. İşte bu yüzden ilk gruptaki bu rakamların kapalı bir torbadan 6 rakam çekmek kaydıyla teker-teker çekilmesi hâlinde çıkması imkânsızdır. Bu rakamlar sonsuz zamanlar ve sonsuz denemeler olsa bile 1,2,3,4,5,6 şeklinde sıralı olarak çıkmaz. Ama ruhsuz-klâsik matematik, iki gruptaki rakamların da çıkma olasılığını aynı görür. Çünkü ilk gruptaki rakamların düzenini-farklılığını-özelliğini-kompleksliğini-mükemmelliğini-anlamlılığını vs. göremez ve anlayamaz. Bunu anlayacak bakış-açısı/felsefesi olmadığı/oluşmadığı için bunu fark edemez.

 

Matematiğin her zaman doğru olduğu ne mâlûm?. Sir Herbert Dingle’in söylediği gibi matematik de pek-âlâ kurgulanabilir. Meselâ birinin bir matematik formülü bulması ve onunla evrenin yaşını hesaplamasının doğru olduğunun delîli nedir?. Formülün doğru olduğunun delîli nedir?. Evrende-Dünyâ’da karşılığı var mı?. Bir fikrin-formülün “sâdece vâr olması” onun kesin doğru olduğunu göstermez. İşte bu sorun yüzünden hep “olasılıklardan” bahsediliyor. Hep “%”lerden bahsediliyor. Aslında ortada kesin bir şey yok. Caner Taslaman bu konuda şöyle der:

 

“Matematik olan-bitenin (evrendeki gerçeğin) matematiği olduğu müddetçe hiç-bir paradoksu olamaz”. Eğer matematiğin ontolojik statüsünde (matematiksel kavramların kurgusal mı, gerçek mi olduğunda) hatâ yapılmazsa, paradokslar oluşmayacaktır. Nitekim bilimlerin ilerlemesinde matematiğin doğru uygulamalarının tartışılmaz bir yeri vardır. Kurgusal olarak tasarlanıp evrendeki gerçekliğe uymayan matematiğin ise bu ilerlemede hiç-bir katkısı olmamıştır. Bu matematik ancak bir oyalanma, bir fikir jimnastiği ve bir paradoks üretme kaynağı olmuştur”.

 

Kâinât sâdece matematiğin târif ettiği-edebildiği kadar mıdır?. Caner Taslaman:

 

“Bana göre doğa yasalarındaki hassas ayarlar, matematiksel betimlemenin avantajına sâhip olsalar da, doğa yasalarının varlığı daha da önemli bir boyuta işâret etmektedir. Kurgusal olup, gerçeklikte karşılığı olmayan matematiğin, fizik ile bir alâkası yoktur” der.

 

Kartezyen Felsefe’ye göre şekillenmiş modern-bilimde tek kesin bilgi, matematik ve fizikten çıkarılan ilke ve kavramlardan oluşur. Bugünkü matematik ruhsuzdur. O yüzden matematiğe kilitlenmiş insanlar evrendeki her-şeye ruhsuz bir gözle bakıyor ve ruhsuz yorumlar yapıyorlar. Çünkü matematik bakış-açısı her-şeye matematiksel bir gözle baktığı ve yorumladığı için varlığa bir ruh yüklemiyor. Bu yüzden her-şeyi standartlaştırıyor. Bilinen ve kullanılan matematik için “kâinâtın her-yerinde geçerlidir” deniliyor meselâ, ama ne mâlûm böyle olduğu?. Bilim-adamları matematikten anladıkları hâlde matematiğin felsefesi olan meta-matiği anlamıyorlar. Bu, her-şeyin standartlaşmasına yol açıyor ve bu da anlamdan yoksun bir dünyâ-algısı meydana çıkarıyor. Atasoy Müftüoğlu:

 

“Hakîkati, matematiksel bir yaklaşımın-algının sınırları içerisine sıkıştıran bir Dünyâ’da insanî-ahlâkî bir gelecek olamaz” der.

 

Matematik zaman-dışıdır. Zamânı gösterme özelliği yoktur. Çünkü matematik cansızdır-ruhsuzdur. Bir “matematik uygarlığı” olan modernizmin ruhsuzluğu buradan gelir. Matematik, kibirlidir. Onda bir tevâzu göremezsiniz. Modern insanın kibri biraz da buradan gelir. Modernizm, mütevâzi insanların bulunmadığı bir sistemdir. Mütevâzi insanları barındırmaz. Matematik çok katı ve kuralcıdır. Aynı-zamanda merhâmetsizdir de. En küçük bir hatâyı bile affetmez. Oysa insan yanılabilen bir varlıktır. Yine matematik akılcıdır, zekâya ve beyne yöneliktir, kâlple hiç ilgilenmez. Matematik “nasıl” ile ilgili şeyler söyleyebilir ama “niçin”i aslâ bulamaz. Çünkü “niçin” için his ve rûh gerekir. Pascal, matematik hakkında şunları söyler:

 

“Matematik gerçeği açık ve seçik olarak kavramada en sağlam bir bilgi çeşididir. Fakat diğer yandan, kaynağı akılda olan matematik bilginin bir sınırı vardır. Bu bilginin insanın iç-dünyâsını, bu iç-dünyânın bilmecelerini kavrayamaz, bunları kavrayıp aydınlatacak olan başka çeşit bir bilgidir; gönülden, duygudan, daha doğrusu dînî yaşantıdan doğan bir bilgidir ve bu bilgi de, değerce en yüksek olan bir bilgidir.

 

Matematik bilgi en kesin olan bilgimizdir; matematiğin gelişmesi, insan bilgisinin büyük adımlarla ilerlemesini sağlamaktadır; kullanabileceğimiz yöntemler arasında en kesin, en güvenilir olan matematiğinkidir. Ancak, insan aklının çerçevesi içinde yer alan her-şeyi açık ve seçik olarak aydınlatan matematiğin de gelip dayandığı, artık daha ilerisine gidemeyeceği sınırlar vardır. îlkin: matematik, bütün bilgilerimizin dönüp dolaşıp kendisine yöneldiği “sonsuz varlığı” kavrayamaz. Sonra, dinî-ahlâkî hayatımızın ortaya koyduğu sorunları çözemez; içimizin, gönlümüzün kaygılarına, üzüntülerine çâre bulamaz; kısaca, insan bilmecesini aydınlatamaz, insanın özünün ne olduğunu gösteremez”.

 

           Matematik, her bir insanın orijinâlliğini reddedip, insanların tümünü “bir-örnek”miş gibi kabûl eder. Ürünlerini de ona göre ortaya koyar. Modern insanın başının belâsı budur işte!. İhsan Fazlıoğlu: “Mekanik-maddeci-matematik zihniyetin doğal sonucu, otomatik olmaktır” der.

 

 İnsan matematik ile evren hakkında bilgi edinebilir ama kendisi ve Allah hakkında herhangi bir bilgi edinemez. Matematik, gerçeklikten uzaktır. Sûni sonuçlar verir. Hattâ matematik sonuçlar, çağın telâkkilerine göre değişebilir de. Sayılardan hangi sonucun çıkması gerektiğini o telâkkiler belirler. Bu, 2x2’nin 4 etmesi gibi basit şeyler için geçerli değildir tabî ki. Bayle:

 

“Matematiğin aksiyomlarının sarsılmazlığından bile şüphe edilebilir. Belki bunlar, şimdiye kadar değişmeden kalmış olan bir denemeden türetilmişlerdir. Ama bu denemenin bundan böyle de değişmeyeceğini kimse garanti edemez” der.

 

Matematik, insanın dînî-felsefî düşüncesini blôke ediyor. Maddî gerçeklikleri aşırı bir şekilde açığa çıkarınca, mânevi olanlar blôke oldu. Böylece hakîkat silikleşti ve anlam kayboldu. Böyle olunca da “özne” olan insan nesneleşti. Nesneleşen insanda merhâmet, vicdan, acıma duygusu bitti. Zirâ matematikte bu duygular yoktur. Atasoy Müftüoğlu:  

 

“Modern zamanlar hesap yapan düşünceyi öğretti. Hakîkatin yerine matematik geçtiği günden beri, hakîkate yabancılaştık. Modern-seküler târihle birlikte matematik, hakîkatin yerine geçmiş, düşünen düşüncenin yerini, hesap yapan düşünce almıştır. Tekniğin dünyâsıyla tanışan, uzlaşan ve bütünleşen insanlığın dünyâsı, bu uzlaşmayla birlikte anlamın ve bilgeliğin dünyâsına bütünüyle yabancılaşmıştır. Teknik bir uygarlık, insanı nesneleştirdiği gibi, bilimi, felsefeyi de nesneleştirmiştir” der.

 

Tabî ki de biz küçük-çaplı kâinâtta yâni Dünyâ’da ve belki Güneş Sistemi içerisinde matematiği kullanabiliriz ve de kullanmalıyız. Fakat matematik kâinât ölçeğinde tam mânâsıyla işleyemez. O yüzden rakamları/sayıları gerçeğin üstüne çıkartmak yanlıştır. Zîrâ gerçekler nesne, sayılar özne olur. Bu büyük bir sorundur. Çünkü matematiği ilahlaştırır. Matematiğin ilâhlaştırılmasını şimdilerde lâik-seküler-kapitâlist Dünyâ, insanları sömürmek için kullanıyor.

 

Matematik, matematik, matematik… “Şöyle şöyleyse, şöyle olması lâzım” derler. Matematik, mâlûmun îlânını yapmak için kullanılır daha çok. Yâni “yengemin … olursa amcam olur” der gibi. Oysa Yengemin yengem olduğu ne kadar da açık. Onun yengem olup-olmadığını niye araştırayım ki?. Sağ-duyu yetiyor zâten onun yengem olduğunu anlamam için. Hz. Ali ne kadar da haklı: “İlim bir noktaydı, câhiller onu çoğalttı” der.

 

Bu evrendeki her-şey ille de hesaplanabilir olmak zorunda mıdır?. Penrose, matematikteki “polyonimo kümeleri”ni örnek vererek, genelde zannedildiği gibi determinist olan her sistemin hesaplanabilir olmak zorunda olmadığını, bu kümelerde olduğu gibi determinist bir yapının hesaplanamaz nitelikli olabileceğini belirtir.

 

Roger Penrose; Matematiksel anlayışın kendisinin bile matematiksel olarak ifâde edilmesine olanak olmadığını söyler. Ona göre “anlayış” hesaplamadan farklı bir şeydir. Penrose, matematiksel anlayışın hesaplamaya dayanmadığını; olup-bitenlerin “farkına varmaya” bağlı olduğunu söyler.

 

Caner Taslaman:

 

“Evrende her-hangi bir gerçekliği daha iyi anlamamıza yaramayan matematiksel modeller Ockhamlı’nın usturasıyla kesilmelidir. Çünkü matematiksel bir model, ancak evrendeki gerçeklikleri anlamamıza katkısı olduğu ölçüde değerli olabilir. Yoksa salt zihinsel bir kurgunun ötesine geçemez” der.

 

İsmet Özel:

 

“Planck Sâbiti, yarım asır boyunca atom-fiziği hesaplamalarına hâkim olmakla berâber, başka evrensel nicelikler gibi îzah edilememiş olan matematik bir vakıadır” denir.

 

Aristotelesçi Simplicio; “doğal şeylere ilişkin konularda, her zaman matematiksel tanıtlamaların zorunluluğunu aramamıza gerek olmadığını” söyler. Aristo düşüncesi; “doğaya ilişkin tanıtlamalarda “matematiksel doğruluk kuralı aramamalıyız, çünkü olanaksızdır” der. Matematiksel kavramlarla kesinliğe ulaşılamaz. Hep “yaklaşık” sonuçlar çıkar. Zîrâ döngüsel olan kâinatta kesinlik yoktur, varsa da onu ancak Allah bilebilir. 

 

Simplicio; “yeryüzündeki madde hiç-bir zaman tam matematiksel biçimler göstermez; biçimler, onun hakkında hiç-bir zaman tam ve eksiksiz bilgi vermez. Bu nedenle matematiksel bir doğa felsefesi kurmaya çalışmak boşunadır. Bu uğraş daha başlamadan bitmiştir. Hakîkate değil yanlışa götürür. Bütün bu matematiksel incelikler “soyut olarak” doğrudur. Fakat duyulur ve fizik maddeye uygulandığında işlemez. Gerçek doğada, ne dâire, ne üçgen, ne de doğru çizgi vardır. Matematiksel biçimlerin dilini öğrenmek boşunadır öyleyse. Doğa kitabı onlarla yazılmamıştır. Doğrusu yararsız değildir yalnızca, tehlikelidir de”.

 

Aristotelesçiler; “niteliğe ilişkin bir matematikselmden-gelim kurmak olanaksızdır. Doğa bilimleri, yönteminin matematiksel olması gerekmediğini sözler, matematiğe gerek bırakmayacak kadar yalın ve açıktır her-şey” derler. Aristoteles fiziği duyulur algı” üzerine kurulur; bu yüzdendir ki, matematiğe kökünden karşıdır.

 

Üç boyutlu bir evrende matematik “kesin doğru” olarak işleyemez. Matematik, kesin sonuçlarını ancak “iki boyutlu uzayda” verebilir. Her ne kadar holografik (üç boyutluymuş gibi görünen iki boyutlu evren) bir evrenden bahsedilse de, bu durum ancak teorik olarak böyledir. Pratikte ise üç boyutlu bir mekân vardır. İşte bu üç boyutlu mekânda matematiğe kesin bir şekilde güvenemeyiz.

 

Matematik mi?.. İki kere iki dört eder, hepsi bu. “Kuantum Teorisi’nde 2X2 farklı bir sonuç verir” mi diyorlar?.. Onu boş-verin de; ne olacak bu memleketin hâli?.. ona cevap verin.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir, matematik değil.

 

Hârûn Görmüş.

Şubat 2016

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder