“Sonra o gün, nîmetlerden mutlakâ hesâba
çekileceksiniz?” (Tekâsûr 8).
Yazının başlığına bakıp da:
“AVM çılgınlığı yazacakmış ama yanlışlıkla AVM sapıklığı yazmış” diye
düşünülmesin. Ne yazdığımın farkındayım. AVM’ler artık, bir çeşit “manyaklık
merkezleri” oldu. Çılgınlık ifâdesi çok yumuşak kalıyor ve zâten çılgınlık
kelimesi artık kötü görülen bir ifâde de değil. Hattâ tam tersine, çılgın
olunca, çılgınca olunca iyi görülüyor ve çılgın olan kişiler toplumun öne
çıkarılmış gözdeleri olarak kabûl ediliyor. Çılgın olmayanlar a-sosyâl, mal,
inek gibi görülüyor. Çılgınlığın ve çılgınların reklâmı olumlu anlamda ve aşırı
olarak yapıldığı için artık çılgın sözü bir şeyin kötülüğünü gösteren bir ifade
olmaktan çıkmıştır. O nedenle artık bir çılgınlıktan değil, manyaklıktan söz-etmek
daha uygun oluyor. Evet; AVM’ler, manyaklığın normâlleştirildiği yerlerdir.
AVM’ler, tüm kötü örnekliklerin
üretildiği ve insanları oyalamak için yeni düşüncelerin formüle edildiği
Avro-Amerikan kültürünün tüm Dünyâ’ya ihrâç ettiği, daha doğrusu bir-şekilde dayattığı
sömürü merkezleridir. Avro-Amerikan kültür bu dayatmayı, kendi kültürüne uygun
olarak ürettiği ürünlerini hiç zahmet çekmeden pazarlayabilmek için yapmıştır.
Çünkü bu merkezlerde, bulunduğu ülkenin dînî ve örfî-geleneksel ürünlerinden
çok-çok daha fazla, Avro-Amerikan kültürün ürünleri bulunuyor. Avro-Amerikan
kültür, daha önceden; ideolojilerle, filmlerle, reklâmlarla, kişilerle, sporla,
müzikle, medya ile beynini uyuşturduğu ve kafaya aldığı toplumları; ürettiği ve
alıştırdığı ürünlerin tamâmını bir-arda bulabileceği ve têmin edebileceği ve aslında
gerçekte ihtiyaç olmayan ürünleri de almaya zorlayacağı, adına AVM denilen
yerleri kendi ülkelerinde ve tüm dünyâ-ülkelerinde açmış ya da açtırmıştır. Böylelikle
tüm Dünyâ’da bir tüketim-şekli meydana çıkarmıştır. İş öyle bir duruma
gelmiştir ki, insanlar adı AVM olmayan yerlerden artık alış-veriş yapmak
istememektedirler. Bu nedenle de eskiden “mahallenin bakkalı” olan yerler bile “bakkal”
tabelasını indirip, yerine AVM tabelasını koymuştur.
AVM olan yerde, AVM
felsefesine göre bir-çok şey bulunmalıdır. Bir-çok farklı tüketim malzemesinin
bir-arada bulunduğu yerlerdir AVM’ler. Bu merkezler nefse yönelik ürünleriyle
insanları cezbedip buralara çekiyorlar ve insanların gerçekten ihtiyaçları olan
bir-kaç şeyden başka, aslında hiç de ihtiyaçları olmayan ve evde zâten bulunan
ürünleri yeniden alıyorlar. Böylece buralar bir tüketim manyaklığının yaşandığı
merkezler oluyor. “Manyaklıktır” diyoruz, zîrâ ihtiyaç duyulmayan bir şeyi
almak bir çeşit manyaklıktır. İnsan ihtiyâcı yokken bir şeyi niye alır?.
Kafa gittiği için alır. İşte bu merkezler insanları böyle manyak yapıyor. İsrâf
etmek insanı aptallaştırır zâten. Bu yerler isrâfın ayyuka çıktığı merkezlerdir.
AVM’ler kendi ararlında da
bir yarış içindedirler. Biri diğerinden daha büyük ve kapsamlı AVM’ler yapmak
telâşında. Halk da “bir AVM ne kadar büyükse o kadar iyidir” düşüncesiyle en
büyük olan AVM’ye gidiyor. Yeni bir AVM açılmaya görsün; sanki Allah’ın bir
emri gibi, insanlarda oraya gitmek ve girmek için nasıl bir telaş. Sanki oraya
girince “hacı” olacak. Gerçi bu merkezler Kâbe gibi tavaf edilip duruyor tüm
gün boyunca. Oraya gidenler toplumun önde gelen kişilerinden zannediyorlar
kendilerini ve sanki oralara gidebilenler cenneti kazanıyorlar gibi bir huşû
duyuyorlar. Hemen söyleyelim ki bu merkezler yeryüzü cennetini modern kentlerde
kurmak için oluşturulmuş kutsal(!) mekânlardır, cennettir biraz da. Çünkü
her-şeyin bulunduğu, tüm nîmetlerin olduğu yer cennettir ya!.
Tiyatro şu şekilde
oynanıyor: Özellikle karı-koca mêmur ve bir ya da iki çocuğu olan âileler -ki
bu merkezlerin en sevdiği müşteri kitlesi bunlardır-, sabah çok da geç olmayan
bir saatte kalkıp gösterişli kıyâfetlerini giyiniyorlar ve arabalarına binip bu
merkezlere biraz da heyecanla ulaşıyorlar. Arabalar park ediliyor ve o “büyüler
ülkesi”nden içeriye otomatik açılan kapılardan giriliyor. Tabi sizi içeride
karşılayan kızlı-erkekli gençler (hûri-ğılman) oluyor ve “hoş geldiniz” sözleriyle
gülücükler dağıtıyorlar. Yâni sizi daha baştan, tam da bu mekânlara uygun
olarak hazırlıyorlar. Bu kadar îtibâra karşı para harcamak lazım tabi. İçeri
giriliyor ve hemen kahvaltı yapmak için bir yere oturuluyor. Her an dakika-dakika
kaydedilmelidir bu yerlerde yapılanlar ki buranın farzlarından biridir. Bu
doğrultuda selfiler/öz-çekimler başlıyor. Kahvaltı masasında akşama kadar ne
yapılacağının plânı konuşuluyor ve öğle sonrası seans için bilet alınıyor ve
başlıyorlar gezmeye, daha doğrusu almaya. Evdeki bir-kaç eksik için zorunlu
olan ihtiyaçtan sonra gereksiz şeyler alınıyor ve hattâ bile-bile, hiç
kullanılmayacak şeyler bile alınabiliyor. Buralarda nakitten çok kredi-kartları
geçerlidir. Yeme-içme-kıyâfet-oyuncak vs. vs. bilumum alış-veriş (daha doğrusu
tüketim) yapıldıktan sonra çocuk için oyuncakların olduğu yere, büyükler
çeşitli oyunların oynandığı bowling, bilardo, masa-tenisi gibi yerlere;
kadınlar-kızlar kuaför, güzellik-merkezi, kozmetik dükkanlarının olduğu yere;
beyler teknolojik ürünlerin bulunduğu yerlerde koşturuyor. Buralarda cirit
atıyorlar âdetâ.
Sonra sinemaya giriliyor
film seyrediliyor, daha sonra tekrar acıkıldığı için yeniden yemekler yeniyor
ve tüketim devâm ediyor. Zâten bir teoriye göre oralarda çalınan müzikler bile
özeldir ve tüketimi psikolojik-zihinsel olarak uyaracak melodiler çalınır ve
dinletilir insanlara. Tüm etkinliklerden sonra epey vakit geçirilen (daha
doğrusu öldürülen) bu yerden çıkma zamânı gelir ve nefisler dibine kadar
doyurulmuş ve kredi-kartının limitine yaklaşılmış olarak bir sonraki hafta tekrar
gelinceye kadar ayrılınır bu yerlerden. Güyâ insanlar burada “süper bir zaman”
geçirmişlerdir. Hâlbuki buralar, ücret karşılığında aranılan tüm ürünlerin
bulunduğu bir çeşit kapalı hapis-hânelerdir ki diğer hapis-hânelerden farkı,
alışkanlık yapmasıdır. Öyle ki tekrar gelmek için sabırsızlanılan yerlerdir buralar.
Bu merkezler, buralara galen
insanlarda oranın görece kaliteli ve zengin olan görünümü ve kapitâlist-liberâl
zihniyete uygun bir-çok neden yüzünden sûni bir mutluluk oluşturur. Aslında
mutluluk değildir o, hazdır. İnsanlar nefisleri gırtlağına kadar tatmin
edebildikleri için sürekli aldıkları hazzı mutluluk zannediyorlar. Aslında
bilinç-altında farklı bir mutsuzluk ve kompleks oluşturur bu mekânlar ve zâten
kuruluş amaçlarından biri de budur. Şöyle ki: Buralarda aranılan her-şey bol
miktarda vardır. İstenilen, nefsin hoşuna giden her-şey vardır buralarda. Buraların
zenginliği göz-kamaştırıcıdır ve buralara giden insanlar salt tüketime
kilitlendiklerinden, her-şeyi alma dürtüleri oluşuyor ve sanki isteseler her-şeyi
alabileceklerini düşünebiliyorlar. Ama bir-anda kendilerine geldiklerinde bir
hayâl içinde olduklarını ve ne kadar da “eksik” olduklarını görmeye
başlıyorlar. Çünkü buraların ürünlerinin bir sonu yoktur ve gidilen bu yerler bir
AVM zinciridir ve bulundukları yer bir-çok şûbeden biridir. Bunun gibi daha
bir-çok yer vardır. Oraya giden en zengin olan kişi bile oranın hem ihtişâmı
hem de zenginliği, maddî gücü karşısında
eziliyor ve kendini zavallı hissedebiliyor bu zenginlik karşısında.
Çünkü ulaşamayacağı bir-çok şey vardır ve bu merkezler kişilere bunu,
kafalarına vura-vura alttan-alta söyleyip duruyor. Buna rağmen bu kişiler buralara
gelmeye devâm ederler ve o aşağılık duygusu yer eder. Böylelikle kişiler,
oranın tamâmına ulaşamasa da bir-çoğuna ulaşabilme düşüncesiyle, ne gerekiyorsa
legâl-illegâl işleri bile yapabilecek bir zihniyete sâhip oluyor. Yâni dememiz
o ki buralar, kişileri maddeye-nefse kilitler ve ahlâksızlaştırır. Çünkü bu
merkezler “sınırsızlığın merkezleri”dir ve sınırsızlık ile ahlâksızlık aynı
şeydir. Bir sınır olmadığında hiç-bir sınır kalmaz ve bir sınırın olmadığı
yerde ahlâk da olmaz. Ahlâk “sınır” demektir zîrâ. Artık kişiler bu yerlere
gittiğinde en azından o aşağılık kompleksinden, düşüklük kompleksinden
kurtulacak kadar zengin olabilmelidir. Buna kilitlenir ve bunun için çalışır. Böylelikle
bu merkezleri kuranlar insanların zihniyetlerini de inşâ etmiş olurlar. Hattâ
çok ilginç; o zengin duruma gelememiş kişiler, bir-süre sonra sanki o
durumdaymış gibi rôl yaparlar ve film içinde film gerçekleşir.
“Tüketmek” ifadesi bu
yerlerde en zirve ifâdedir. Hâlbuki İslâm’da bu sözün yerine “tasarruf” ifâdesi
kullanılır ki tasarruf aynı-zamanda “ölçülü olmak” da demektir. Hâlbuki bu yerlerde
ölçüyü aşmayana rastlanamaz.
Bu yerlerin popülerliğini
söndürmenin ve bitirmenin tek yolu, insanların buraları protesto etmeleri
olacaktır. Özellikle müslümanlar bu yerlerden büyük ölçüde geri durmalıdırlar.
Çünkü bu yerler çeşitli kötülüklerinin yanında ekonomik ilişkileri de yerle bir
ediyor ve mahalledeki bakkalın da ahlâkını bozuyor ve kendini AVM gibi gören
eski bakkalımız, başlıyor benzer ürünler satmaya ve aynı oralardaki gibi ticâri
ahlâk(sızlık) geliştirmeye. Bakkal-müşteri ilişkisi ve güveni bitiyor ve
vicdansız bir ticâret oluşuyor. Böyle giderse insanlar bir-birlerine girecekler.
Çünkü bu yerler toplumu ayrıştırıyor aynı-zamanda. AVM’ler, toplumun ekonomik
durumlarının seviyesini gösteren yerler oluyor. Böyle merkezlere hayâtında hiç
gitmemiş milyonlarca insan var. Özellikle müslümanlar bu konuda duyarlı olmalı,
buraları en azından “gitmeyerek” protesto etmelidirler. Bir bilinç, bir
duyarlılık oluşturmak şarttır. Böyle yerlerin kurulması suç olmalıdır. Çünkü bu
merkezler insanları bir-çok açıdan sömüren yerlerdir. AVM yâni alış-veriş
merkezleri, aslında ŞSM’dir. Yâni şeytanın sömürü merkezleri.
Atasoy Müftüoğlu böyle
yerler için oluşturulacak duyarlılığı Bolivya örneği üzerinden şu şekilde
gösteriyor:
“2010’da McDonalds Bolivya’da on adet şûbe açıyor.
Halk toplu protesto düzenliyor ve kimse bu şûbelerden alış-veriş etmiyor. Firma
10 ay sonra tüm şûbelerini kapatıyor ve tasını-tarağını toplayıp gidiyor. İşte toplumsal
farkındalık budur. Kapitâlizm-liberâlizm dünyâ-görüşü içselleştirilmiş durumda.
Bolivya örneğindeki farkındalıkları gençler sergileyebilirler”.
Şükrü Hüseyinoğlu:
“Türkiye’ye ilk olarak 80’li yılların sonunda
Ataköy’de inşâ edilen “Galeria” adlı AVM ile giriş yapan bu tarz, şimdilerde
her tarafta mantar gibi türeyen yüzlercesiyle, insanların sâdece alış-veriş
alışkanlıklarını değil, hayat-algılarını ve yaşayış-biçimlerini de
değiştiriyor, biçimlendiriyor. Kapitâlizmin arzu ettiği, “ânı yaşayan”, hiç-bir
aşkın kaygısı bulunmayan, bolca alış-veriş yapıp tüketen ve eğlenceyi hayâtın
anlamı hâline getiren “tek tip” insan-türü buralarda yetişiyor” der.
Celaleddin Vatandaş AVM’ler hakkında şunları söyler:
“Günümüzde insanlar, alış-veriş
edecekleri mekânlara sâdece maddî ihtiyaçlarını karşılamak için değil,
alış-veriş merkezleri bir hayat-tarzının merkezi olduğu için, alış-veriş
merkezleri bir hayat-tarzı inşâ ettiği ve hattâ bireyi psikolojik açıdan
rahatlatan bir inanç merkezine dönüştüğü için gitmektedirler. Hattâ geleneksel
dinlerin ritüelleri ile tüketici ve alış-veriş merkezi arasındaki ilişkilerde
tesâdüfî olmayan benzerlikler vardır. Bir dînin inanmışı ile hac nesnesi
arasındaki ilişki bu benzerliklerden en göze çarpanıdır; tavaf etmek, el
sürmek, karşısında durup bakınmak gibi. Bu benzerlikler arasında haftalık
ibâdet ritüelini de eklemek gerekir. Bireyler haftada bir kez olsun alış-veriş
merkezine gitmeden rahatlayamamakta, arınamamaktadır. Bu günün dünyâsında
AVM’ler birer tapınak, tüketim kültürü de bir dindir; üstelik insanların tüm
hayatlarını etkileyen, yönlendiren son derece kapsamlı ve derinlikli bir din. Moskova’daki
McDonald’s restoranının açılışından bir işçi; ‘sanki Chartes Katedrali’ydi
orası, kutsal bir haz, yaşama yeri’ diye söz etmişti”.
AVM’ler, bize tüketimi öğreten merkezlerdir. Bize ne
isterlerse, ellerinde fazla üretim ya da stok olan ne varsa onu
tükettirebilirler. O ürünlerin nasıl-neden tüketileceğini bir şekilde
öğreterek. Pavlov ve Skinner de, fâreler ve maymunlar üzerinde yaptığı deneylerde,
“gereksinimin doğal yâni fizyolojik olabileceği gibi, öğretilebilen bir form
olduğunu” da göstermişlerdir.
AVM’lerdeki ürünlerin %95i,
aslında ihtiyâcımız olmayan ürünlerdir. Bu %95 oranındaki ürünler, ihtiyaçlarımız
için değil, ihtiraslarımız için üretilmiş ve sergilenmektedir. Fakat
unutmayın ki; ihtiraslarınız ihtiyaçlarınız değildir.
Sokrates bir-gün pazarda
gezerken satılan şeylere bakmış ve: “Ne kadar da çok, ‘işime yaramayacak ve
ihtiyâcım olmayan’ şey var” demiş.
Vel hâsıl kelam, stresin
geçici olarak atıldığı yerler zannedilse de, Allah’ı unutturan; Dünyâ’ya ise
perçemlerden bağlanılan yerlerdir AVM’ler.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Şubat 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder