7 Şubat 2016 Pazar

İslâm Ülkesinde Endüstri


İslâm ülkelerinde ham-madde sıkıntısı olmadığı için endüstri çok çabuk gelişmelidir. Tekstil, ayakkabı, metâl sanâyi, ağaç sanâyi, inşaat sanâyi vs. tüm endüstri kurumlarını besleyecek ham-madde bulunur çünkü İslâm coğrafyasında.

İslâm ülkesinde endüstri-sanâyi kurumları İmam’a bağlı endüstri vekili tarafından denetlenir. Dış-pazarlar ekonomi vekili ile berâber bu vekil tarafından organize edilir. İç-pazarlar doğal olarak oluşur zâten. Üretilen ürünler en fazla iki kalite olabilir. Bu iki kalite de kendi içinde en fazla yedi model olabilir. Sınırsız çeşitlilik budalalığı yoktur İslâm’da ve çeşitliliğin çok fazla olmasını şeytanın bir taktiği olarak görür müslümanlar. Şeytânî kişilerin, insanları bu çeşitlilik sayesinde alış-veriş manyağı hâline getirdiklerini düşünürler. “Sınırsız çeşitliliği insanlara zarar vermeden ancak Allah yapabilir” derler. Aksi durumu “vahşî kapitâlizm” olarak değerlendirirler. Kapitâlizm, tüketimin artmasını sağlayacak ürünün çeşitli olması yöntemine dayanır. Müslümanlar sınırsızlığı sevmez. Neye ihtiyaçları varsa onun peşine düşerler. Peşine düştükleri “ihtiyaç”larıdır, “ihtiras”ları değil. Zarûrî ihtiyaçlarını yeterli görürler. Sokrates’in pazarda gezerken söylediği: “Pazarda ne kadar çok şey var, hiç işime yaramayacak” sözü dilden-dile dolaşır. Gerçek ihtiyaçların aslında sâdece bir-kaç şeye dayandığını, gerisinin ise gerçek ihtiyaçlar olmadığının farkındadırlar. Misâl olarak da: “yemek, sâdece bir-kaç türde ve şekilde yenmeli ve kimse bunu dert edilecek bir durum olarak görmemeli, zâten bin çeşit yemek olsa bunu kimse yiyemez” derler. Üretilen her bir ürün en fazla iki kalite olabilir, bu iki kalite de en fazla yedi model olabilir demiştik. Bu yedi model de en fazla yedi renkte olabilir. Yâni İslâm’da, meselâ bir ütü sâdece iki kalite, yedi model olarak ve yedi renkten meydana gelebilir. Burada bir “mutlak komünizm” yada her-hangi bir baskı aramak abes olur. Çünkü bakınca ortada 98 çeşit ütü vardır ve bu, çeşitlilik açısından iyi bir sayıdır. Tabi bu kural İslâm’ın net bir kuralı olmadığı için katı bir şekilde uygulanmaz. Çünkü bu konuda İslâm’da kesin sınırlar-hatlar yoktur. Doksansekiz değil de doksandokuz ya da doksanyedi olsa kimse bu durumu çok anormâl karşılamaz. Sâdece bir önermedir bu kural aslında ve daha çok ağır mallarda ve beyaz eşyâda uygulanır. Bu önermenin yapılmasının nedeni, müslümanların sınırsızlığı sevmemeleri ve “maddî şeyleri sınırsızca çoğaltanlar ve tüketenler; düşünceyi, tefekkürü, hikmeti, adâleti, eşitliği, vs. üretemez ve çoğaltamazlar” demeleridir.

Üreticiler ürünlerini en fazla iki kalite olmak üzere üretebilecekleri için hileye baş-vurmaya gerek duymazlar. Zâten baş-vuramazlar da sıkı denetim yüzünden. Sıkı bir denetimin olması ise, üreticilerin bozuk tabiatlı olmasından değil, halkta güven oluşması içindir.

İslâm’da sermâyedar denilen kesim yoktur. Zâten ağır sanâyi üretimi devletin elindedir. Gerçek sermâyedar “devlet”tir, yâni “halk”tır. Devletin geliri arttıkça bu artıştan hem müslümanlar, hem de diğer ülkelerdeki mazlum halklar nasiplenir. Devlet-kapitâlizmi de yoktur İslâm’da. Devlet de elinde tutmaz/tutamaz parayı. Hem yeni yatırımlar yapar hem de tüm Dünyâ’da ihtiyaç sâhipleri için harcar. Mü’minler parayı-malı-mülkü emânet olarak gördükleri için emâneti sâhiplenmezler/sâhiplenemezler. İslâm ülkelerinde sanâyici vardır ama bu kişiler büyük sermâyedar değillerdir ve olamazlar da. Çünkü İmam-Halife önderliğindeki içtihat kurulu, sanâyicilerin üretim kapasitelerini kesin çizgilerle olmasa da belirlemiştir. Serbest piyasa ekonomisi yada katı piyasa ekonomisi yoktur İslâm ülkelerinde. Satılan ürünlerin fiyatları %10’luk bir farkı aşamaz. Yâni bir yerde on lira olan bir ürün diğer yerde ancak onbir lira olabilir. Ulaşım-kargo mâliyetlerinden dolayı. Kimseye sınırsız üretim izni verilmemiştir. Çünkü bu sınırsızlık ancak kapitâlist ülkelerde olur. Sınırsız üretilen bir ürünün satılması için mecbûren tüketilmesi gerekeceğinden, bu tüketimi çığırından çıkarmak gerekecektir. Kapitâlizmin yaptığı budur. “Sermaye tek elde toplanmasın” emri gereğince kimse belli bir büyümeyi geçemez. Zâten din de buna belli ölçüde engel olur. Çünkü ne kadar gelir varsa o kadar vergi, zekat, hayır vs. vardır. Meselâ İslâm’da bir sanâyici, zekatını, sadakasını, vergisini vs. verdikten sonra, kendisine düşen belli bir yerin belli bir oranda; yol, su, eğitim, iş, asker vs. işlerini üstlenmesi gerekir. Tabî ki bu durum o sanâyicinin her ne kadar ortalama halktan daha fazla gelire sâhip olsa da, belli bir sınırı aşmasına engel olur. Aslında bu kişiler de İslâm ahlâkıyla yetiştikleri için bu işleri seve-seve ve zevk alarak yaparlar. Şeytanın bu konuda onlara galebe çalması belli eğitimlerle engellenmiştir.

İslâm’da ihrâcât ithâlâtın on katı fazla olmalıdır. Müslümanlar hemen her-şeyi üretebildiklerinden, çok da fazla bir şeye ihtiyâcı olmadığı için ithâlâta gerek de duymazlar. Lâkin diğer ülkelerle gerek iyi ilişkilerini sürdürmek için, gerekse de oralara has ürünler kendilerinde bulunmadığı için ithâlat da canlıdır İslâm ülkelerinde. İslâm ülkeleri neredeyse Dünyâ’nın tüm ülkeleriyle alış-veriş hâlindedir. Kendine has sanâyi ürünleri vardır. Sanâyiciler o konuda uzman elamanlarıyla hem yeni ürünler üretirler, hem de kaliteyi arttıracak çalışmalar yaparlar. 

İslâm ülkelerinde insanlar, bir şeyi almada “ihtiyaçta zarûret” prensibini benimsediklerinden dolayı, sanâyici de bu prensibi doğal olarak benimser. Üretim-merkezli tüketim değil; tüketim-merkezli bir üretim anlayışı vardır. Bu nedenle haddinden fazla üretim yoktur İslâm ülkelerinde. İhtiyaç kadar üretim yapılır. İç ve dış pazarın talebi kadar üretim yapılır. Böylece stokçuluğun önüne geçilmiş ve şeytanın kullanabileceği bir kapı daha kapanmış olur. Haciyyat ve tahsiniyyat denen “gerekli olan” ve sâdece “güzel olduğu ve beğenildiği için” alınması meşrû olan ürünler de üretilir ve alım-satımı yapılır. Fakat bu konuda haddi aşmamaya özen gösterilir.

Dünyâ’nın değişik yerlerinde çıkan yeni bir ürün, “içtihat kurulu” tarafından alınması onaylandıktan sonra İslâm ülkelerine girebilir. Ne-idüğü belirsiz ve kısa-uzun vâdede yararı olmayacak, hele-hele zarar vermesi kaçınılmaz olacak ürünler ve ham-maddeler alınamaz ve sanâyiciler tarafından kullanılamaz-üretilemez.

İslâm ülkeleri hem kendi içinde hem de dış ülkelere yönelik ham-madde ve ürün satışlarında kâr marjı en fazla %35 olabilir. Sanâyiciler makinelerinin %90’ını kendi ülkelerinden temin ederler. Sanâyiciler ülkeyi dışa-bağımlı hâle getirmemekle de görevlidirler. Dışarıyla iş yapılabilir ama “dışa-bağımlı” yapılmamalıdır ülke. Çünkü dışa-bağımlı olan bir ülkenin ipleri de dışarıda demektir. Bu önlemi almak sanâyici-devlet ikilisine düşer.

Doğal ve normâl olarak endüstri en çok tarım alanında gelişme gösterir İslâm ülkelerinde. Çünkü müslümanlar, “bir ülkeye araba ille de lâzım değildir ama besin ürünleri olmazsa-olmazdır” diye düşünürler. Ülkede ağır-sanâyi devletin elindedir. İslâm ülkelerinde hemen-hemen tüm fabrikalar kurulmuştur. Bu fabrikalar çok büyük fabrikalar değildir. Üretmek isteyenin ürettiğini satabileceği ve işini devâm ettirebileceği alan büyük fabrikalar tarafından daraltılamaz ve kapatılamaz. Bir fabrika sâdece tek bir dalda üretim yapabilir. Alâkasız iki mal aynı fabrikada üretilemez. Sandalye üreten bir fabrika sâdece çeşitli sandalyeler üretebilir. Meselâ yanında bir de makas-bıçak üretemez.

İslâm ülkesinde-ülkelerinde olması gereken endüstri-sanâyi anlayışı bu şekilde ya da buna benzer bir şekilde olmalıdır.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Şubat 2016
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder