14 Eylül 2021 Salı

Kendini Aşırı Sevmek

 

“Kendi istek ve tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân 43).

 

Tüm zamanlar boyunca, insanlar ya vahye uymuştur yada nefislerine yâni kendilerine. Kendine uymak; isteklerine, arzularına, ihtiraslarına, rahatına ve konforuna uymak demektir. Bu bağlamda insanlar ikiye ayrılır. 1- Vahyin peşinden gidenler; 2- Nefsinin yâni kendi düşüncesinin, arzularının, ihtiraslarının ve hazlarının peşinde sürüklenenler. İnsanlık târihinde nefsi tatmin etmek için tüketilen enerji miktârı, başka hiç-bir şey için kullanılmamıştır.

 

İslâm, “Dünyâ ve nefs yerine âhiretin İslâm’ın merkeze ve öne alınması”dır. İslâm, insanın kendi düşüncelerine ve arzularına yâni nefsine göre değil; “Allah’a, vahye ve Peygamber örnekliğine göre bir yaşam-tarzı ve hayat-şekli benimsenmesi” demektir. İslâm; şeytana, tâğuta ve nefse bir “dur” deme dînidir. Müslümanca yaşamak, “nefse göre yaşamak” değil, “Allah’ın emrine göre yaşamak” demektir. Kriter olarak Allah’ı-Peygamber’i-Kur’ân’ı yâni İslâm’ı kriter almayanların kriterleri “nefs”tir yâni çok sevdikleri kendileridir. İslâm’a göre yaşamak istememek, “nefse göre yâni kendi kafasına ve düşüncelerine göre yaşayamayacak olma korkusu”ndan kaynaklanır. İslâm göre yaşamak düşüncesi ve eylemi, kendini aşırı sevenlerin çok endişe ettiği bir konudur.

 

“Nefse zulmetmemek” de vardır İslâm’da. Fakat İslâm’ın, kendisini kabûl edenlere yüklediği sorumluluklar vardır ve bunlar farzdır. Bu sorumlulukları almayınca “müslümanım” demek geçerli olmaz. Zîrâ müslümanlığı (daha doğrusu müslim olmayı) kabûl etmek, İslâm’ın insana yüklediği sorumlulukları almak ve İslâm’ın tavsiye ve emrettiği bir hayat-şeklini benimsemeyi gerektirir. Lâkin bunu yapmak, kılına bile zarar gelmesinden dehşete düşenler, kendilerini çok sevip önemseyenler ve konforlarına-hazlarına tapanlar için pek de mümkün değildir. Zâten böyle kişiler bencilleşmiştir ve başkalarını da gözeten İslâmî sorumlulukları almayı çok da mantıklı gör(e)mezler.

 

Kendini çok sevenlerde aşırı bir tedbir alma düşüncesi ve davranışı da vardır. Fakat aşırı tedbir ve temkinin nefret ettirici bir özelliği vardır. Kendini aşırı seven kişiler resmî kurumlar hâricinde hiç-bir kişiye ve şeye tam olarak inanıp güvenemezler hattâ resmî olmayan kişilere ve bilgilere inanmayı gereksiz gördükleri için, devlet hâricindeki kişilerin ve kuruluşların söylemlerinden şüphe duyarlar. Tabi bu durum onları dostsuz ve arkadaşsız bırakır. Gerçi onlar bunu çok da dert edinmezler ve bu nedenle hiç kimseyle samîmi dost ve arkadaş ol(a)mazlar. Çünkü kendilerini çok önemsemekte ve aşırı sevmektedirler. Bu durum onların bencilleşmesine neden olmuştur. Bu nedenle de “başkası için de bir şey yapmak ve yardımlaşmak, birlikte bir şeyler yapmak” demek olan dostluktan uzak dururlar. Zîrâ dostlukta mutlakâ kendini sevmeye ara verilmesi ve dost için kendinden vazgeçilmesi gereken zamanlar ve durumlar olur.

 

Kendini çok sevenlerin riske girmeleri mümkün değildir, çünkü aşırı tedbirlidirler. Bu nedenle de tevekküllerini kaybetmişlerdir. Allah’ın açık bir emri karşısında bile riske giremezler de ucundan-kıyısından îman ederler. Hâlbuki îman, kişiyi riske girmeye de zorlar. İslâm, kendinden ödün vermeyi, duruma göre zorluğu göğüslemeyi ve hattâ Allah yolunda mallarla ve canlarla ölmeyi bile gerektirebilir.   

 

Kendini çok sevenler en küçük bir eleştiriyi bile kendilerine yapılmış bir düşmanlık gibi görürler. Çok kırılgandırlar. Riske girme oranları çok düşüktür. Birileri için bir şey yapmayı zor ve gereksiz gördükleri gibi, Allah rızâsı için de pek bir şey yapamazlar. Çok güvensiz, şüpheci ve kaygılıdırlar ve bu yüzden de depresiftirler.

 

Kendilerini çok sevenler resmîyete ve devletin kânun ve kurallarına aşırı bağlıdırlar ve resmîyete ve devlete çok güvenirler. Zâten bu nedenle de mêmur ve devlet işçisi olmak ana hedeflerinden biridir. “Kapağı devlete artmak” derdindedirler. Çünkü Allah’tan bile daha çok güvendikleri mercî devlettir. Bu nedenle de Allah’ın kânunlarını uygulama noktasında “yapacak bir şey yok” gibi laflar ederek işi geçiştirirlerken, devletin kânunları karşısında kılı kırk yararak emirleri tam-tamına yerine getirmek için her-şeyi yaparlar. Kudreti sonsuz âlemlerin Rabbi olan Allah’ın, meleklerin pâdişâhı olan Cebrâil vâsıtasıyla “âlemlere rahmet” olan Peygamberimiz’e yedi kat göklerden indirdiği ve sonsuz nîmetler diyârı olan cenneti kazanmak için okunması ve uygulanması farz olan Kur’ân’ı okumak onlara çok zor ve gereksiz gelirken; iş hayatlarında ve emeklilik günlerinde bir miktar daha fazla maaş alabilmek için yüksek-okul mêzunu olmak gerektiğinden dolayı, 3-5 yılı yoğun şekilde okumakla ve ders çalışmakla geçirmeyi zevkle göze alabilmektedirler. Kendini aşırı sevenler, ilk önce bu dünyâda rahat etmenin derdindedirler.  

 

İslâm’ın kânunları karşısında “bir şey yapmaya gerek yok, durum bu” demeye getirecek şekilde konuşurlar. Zîrâ İslâm’ın emirlerini yerine getirmede risk vardır. Kendilerine âşık olanların Allah rızâsı için de olsa böyle bir riske girmeleri söz-konusu bile değildir. İslâm’ı hem bilmediklerinden hem de aslında çok da önemsemediklerinden dolayı “Allah bizden böyle bir şey beklemiyor” zannına kapılırlar.

 

Kendini çok sevenlerin devlete-resmîyete bu kadar bağlı olmasının ilk nedeni, insanın Dünyâ’ya göbeğinden bağlı olmasıdır. Üstelik modern insan, konforuna ve hazzına çok fazla düşkündür. Dünyâ’ya bağlı olmak bir noktaya kadar mâkûl olsa da, bir müslüman-mü’min için Dünyâ bir “imtihan dünyâsı” olduğundan dolayı Dünyâ’ya aşırı bağlanmak, ona sıkı-sıkıya yapışmak ve asıldıkça asılmak doğru olmaz. O hâlde aslında Dünyâ sevgisinin sonucunda ortaya çıkan kendini aşırı sevmek, İslâm’ı hakkıyla yerine getir(e)memekle sonuçlanır.

 

Kendini çok sevenler devlete çok güvenirler ama her zaman da devletten kazık yerler. Zîrâ lâik-seküler-demokratik ülkelerde halk her zaman devletin düşmanıdır.

 

Kendini çok sevenler kendilerini cehenneme yakıştıramazlar ve cennetlik gibi görürler. Ne de olsa kimseye bir zararları yoktur. Fakat kimseye bir faydaları da yoktur. Zâten kimseye zararlı olmadıkları iddiâları, Allah’ın emir ve yasaklarına çok riâyet edip uymaktan dolayı değil, resmî kânunlardan ve kendilerine bir zarar ve sıkıntı dokunmaması için yaptıkları bir şeydir. Yâni çok da bilinçli bir hareket değildir. Çünkü birilerine bir faydalarının dokunması için bir şeyleri göze alabilmeleri yada en azından konforlarını bozmaları yada en azından konforlarını gevşetmeleri gerekir ki bu, kendini çok sevenler için çok zor bir şeydir.

 

Kendilerini çok sevenler, risk içerdiği için âlemlerin Rabbi olan Allah’ın emirlerini-kânunlarını birebir yerine getirmekten kaçınırlar ve hattâ bu emir ve yasakları çok da önemsemezler. Fakat iş beşerin-devletin yâni resmîyetin kânunlarını-kurallarını uygulamaya gelince iş değişir ve devletin dediğini ikiletmezler ve sorgusuz-suâlsiz tam olarak uygularlar ve uygulamak için her-şeyi yapabilirler. Fakat bu şirke girer. Allah’ın kânunlarını es geçerek beşerî kânunlara riâyet etmek ve hayâtı Allah’ın değil de beşerin kânun ve kurallarına göre yaşamak şirktir. Şirk zâten budur.

 

Kendini çok sevenler ve kendi kararlarını çok önemseyenler, bir konu hakkında size danışsalar ve sorsalar da sonunda yine de kendi bildiklerini yaparlar. Size danışmalarının nedeni, aslında danışıyormuş gibi yapıp kendi düşüncelerini onaylatmaktır.

 

Kişisel gelişimciler ve bâzı psikologlar, insanlara sürekli olarak “kendini affet”, “kendini sev”, “kendini önemse”, “kendini ödüllendir” vs. telkini yaparlar. “Nefsine zulmetme” deseler tamam anlaşılır. Fakat kendini affetmek, kişinin kendisine aşırı önem vermeye başlaması ve kendini aşırı sevmesine, bu yüzden de kılına bile zarar verecek risk olduğunda bundan uzak durmayı, kafa ve beden konforunu bozacak her-şeyden alabildiğince kaçmayı da yanında getirir. Öyle ki, kendini aşırı sevenler, kafa konforlarının bozulmaması için genellikle kötü haberlerin verildiği televizyon ve diğer haber kanallarını izlemekten kaçınırlar. Böyle yapmakla güyâ kendilerini affetmektedirler. Oysa insanı affedecek tek mercî Allah’tır. Kişinin kendini affetmesi “kendini ilah îlân etmesi” demektir. Böylece her türlü günahında, suçunda ve yanlışında kendini affedip rahatlayacak ve ona kırmızı çizgi koyacak bir mercî kalmayacaktır. Lâkin şu da var ki, kendilerini sürekli affedenler için öyle bir zaman ve durum ortaya çıkar ki, kendilerini affetmeleri hiç-bir işe yaramaz da çâreyi psikologlarda ve psikolojik ilaçlarda görürler ve kendilerini dandik terapilerin içinde kaybolmuş bulurlar. 

 

Tabi nefs “öldürülmesi” gereken değil “terbiye edilmesi” gereken bir şeydir. Zîrâ nefs bizim hayâtiyetimizi devâm ettirmemizi de sağlar. Arzularımız ve şehvetimiz hep nefistendir. Nefsini öldürmüş olanların dengeli bir yaşam sürmesi pek mümkün değildir. Zîrâ nefse zulmetmek de bir zulümdür. Bu nedenle insanın kendini ölçülü şekilde önemsemesi ve ölçülü bir şekilde sevmesi gerekir. Bizim, yazı boyunca eleştirdiğimiz şey, insanın kendini aşırı şekilde sevmesi ve önemsemesi, dolayısıyla kendine tapması durumudur ki modern insan bu aşırılıklarla mâlûldür.  

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2021

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder