“Allah’tan başka bir
hakem mi arayayım?. Oysa O, size Kitab’ı açıklanmış olarak indirmiştir.
Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak
indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu-hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan
olma!” (En-âm 114).
Dünyâ’da hak-hakîkat ve
adâlet-eşitlik ancak, Allah’ın kânunları olan Kur’ân ile hükmedildiğinde
gerçekleşir. Çünkü nefisler ancak, “İslâm’ın kânunları” ile dizginlenebileceği
gibi, kâlpler de ancak Allah’ın zikri olan Kur’ân ile tatmin bulabilir. Buna
rağmen İslâm’ın kânunları yerine beşerî kânunlarla Dünyâ’nın bir “barış
yurdu”na döneceğini beklemek, “boşuna bir bekleyiş”tir. Allah’ın kânunları
yerine beşerin çıkaracağı (sistem-içi) kânunlarla iyiliğe gidileceğini sanmak,
derin bir cehâlet ve ağır bir ahmaklıktır. İslâmî kânunların dışındaki tüm
kânunlar, deneme-yanılmayla çıkarılır. Fakat yanılgılar hiç-bir zaman bitmez.
Bu yanılgılarla da Dünyâ hiç-bir zaman barış yurdu olamaz.
Kur’ân’ın; etimolojik
değerlendirilmesine, kelimelerinin-kavramlarının didiklenmesine,
te’viline-yorumuna gerek olmayan ve “işlendiğinde affedilmeyecek tek günah”
olan apaçık bildirisi şudur: “Allah’tan başkalarının hüküm (kânun-yasa) koyması
şirktir”. Bütün Dünyâ eksiksiz bir-araya gelip
Allah’ın kânunlarına aykırı bir kânun ortaya koysa, o kânun yine de küfürdür,
şirktir. O kânunu koyanlar da müşrik, kâfir, fâsık, zâlim ve câhildir.
Şirk; Allah’ın kânunları dururken, beşerin, keyfine ve çıkarına göre kânun
yapmasıdır. Tevhid; Allah’ın kânunlarının gökte hâkim olduğu gibi, yeryüzünde
de hâkim olması demektir. Tevhid; göklerdeki düzenin aynısını yeryüzünde de
kurmak için “Allah’ın kânunları”na sarılmaktır.
Uygulanmayan kânun nasıl ki
işe yaramazsa, kânunların şâhı olan Kur’ân kânunları da, uygulanmadığında çok
da işe yaramaz. Meselâ zinânın Kur’ânî cezâsı olan “100 sopa”yı
kânunlaştırmadıkça, tecâvüzlerin önüne geçilemez. Bu dînin bir şeriatı (kânun)
vardır ve Peygamberimiz bu şeriatı “hayâta hâkim kılmak” için gönderilmiştir.
Seküler-lâik-beşerî
ülkelerin ve insanların kânunları “hukûkî” değil, “siyâsî”dir. Kânunlar ikiye
ayrılır: 1-Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın mutlak kânunları; 2-Bir-takım kaprisli
insanların, çıkarları için uydurdukları değişken beşerî yasalar. Mecliste kânun
çıkaran vekiller, “aleyhlerine olacak bir kânun” çıkarırlar mı?. Tabî ki de
çıkarmazlar. O hâlde çıkarılan kânunlar, “vekillerin ve zenginlerin lehlerine”,
garibanların ise aleyhine olacak kânunlardır.
Lâik-demokratik cumhûriyete
geçiş, İslâm kânunlarından, Roma-Yunan kânunlarına bir geçiştir. Bu geçişin
ideolojisi demokrasidir. Demokrasi, İslâmî-fıtrî kânunların iptâli;
şeytânî-tâğûtî-nefsî arzuların ikâmesidir.
Demokraside orman kânunları
hâkimdir, her zaman “güçlüler” kazanır. Demokrasilerde çıkarılan kânunlar her
zaman zenginlerin ve güçlülerin lehine, fakirlerin ve zayıfların ise
aleyhinedir. Demokrasinin ibâdeti olan oy kullanmak; “ben Allah’ın kânunlarını
değil, beşerin, keyfine göre çıkardığı kânunları istiyorum” demektir. Beşerî
sistemlere oy vermek, “kânunları Allah’tan değil de, bâtıl batı’dan almaya
devâm etmek” demektir.
İslâm âleminde-ülkelerinde,
hayatta olanlara; İsviçre, Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın lâik
kânunları; ölenlere ise İslâm’ın kânunları uygulanıyor. İslâm’ın kânunları
bir-tek ölüler için uygulanıyor.
Tüm beşerî sistemlerin
kânunlarında “boşluk” varken, bir tek Kur’ân’ın kânunlarında “boşluk” yoktur.
Beşerî kânunlar çok karmaşık ve sonuca ulaşamayan kânunlardır. Oysa İslâm’da
haram-helal ne kadar da açıktır. Allah’ın haram kılmadıkları eğer temizse ve meşrû
olarak elde edildiyse helâldir. Bir-kaç şey haramdır sâdece; ölü, kan, leş, ve
domuz eti. Kur’ân’ın yasaklamadıkları şeyler eğer temiz ve meşrû ise helâldir.
Kur’ân başka ek bir maddeye de gerek duymaz. Allah’ın kânunları açık ve nettir.
Bu nedenle de kısadır. İnsanların çıkardığı kânunların ise bir türlü sonu
gelmez. Sürekli eklemeler yapılır durur. İnsanlar Kur’ân’a uygun yorum
yapabilirler ama asıl önemli olan “Kur’ân’a göre hareket etmek”tir.
Devletin “değiştirilmesi
teklif dâhi edilemeyecek kânunları”na laf edemeyenler, Kur’ân’ın hükümlerinin,
“modern zamâna uymuyor(!)” diye değiştirilmesi gerektiğini savunuyorlar.
Dünyâ’da, “değiştirilemez” zannedilen ne “beşerî kânunlar” çıkartıldı ki,
şu-anda esâmisi bile okunmuyor. Allah’ın kânunları ise sapasağlam duruyor. İslâm’a
göre, Allah’ın kânunlarına rağmen bir kânun, teklif bile edilemez. Allah’ın
kânunları, beşerin nefsine uyana kadar yorumlanıp değiştirilirken, beşerin
kânunlarının değiştirilmesi teklif bile edilemiyor. Şirk denen pislik budur
işte. Değiştirilmesi teklif edilemeyecek ve hattâ düşünülemeyecek olan tek
kânun, “Allah’ın kânunları”dır. Kur’ân’da sürekli söylenen; “yalnızca Allah’a
kulluk edin” sözü, “yalnızca Allah’ın kânunlarına uyun” demektir.
Kimin
kânunlarına göre hareket ediyorsanız, onun dînindensinizdir. Türkiye’de Allah’ın
kânunlarına göre hareket etmek kânûnen yasak ve suçtur. (Anayasanın 24.
maddesi). Fakat Atatürk’ün beşerî kânunlarına göre hareket etmek şarttır.
İnsanlar seküler-beşerî kânunların “suç” dediğinden korkuyorlar da, Allah’ın
“günah” dediğinden korkmuyorlar.
Beşerî kânunlar ve kurallar;
küresel güçleri, sermâyedarları yâni tâğutları “halktan korumak için”
hazırlanmış beşerî metinlerdir. O yüzden gayr-i İslâmî sistemlerde kânunları
çıkaranlar kânunlardan üstündür. Prens prensipten üstündür. Beşerî kânunlar,
“ayrıcalıklı(!)” olanların, “ayrıcalıklarını korumak için” uydurduğu
metinlerdir.
Beşerî
kurallara aşırı bağlılık, kişiyi aptallaştırır. Allah’ın kânunları ise özgüven
verir.
Allah’ın seçtiği (Peygamber)
konuşunca şirk sayılıyor, insanın seçtikleri (meclis) konuşunca kânun oluyor.
Kânunları tek bir kişinin belirlemesi “yanlış” görülürken, tek-tek kişilerden
oluşan çoğunluğun belirlemesi neden “doğru” görülüyor?. Ne değişiyor ki?.
Sâdece Allah’a ibâdet etmek,
“sâdece O’nun kânunlarıyla hareket etmek” demektir. “Hükmün sâdece Allah’a âit
olması” budur. “Allah’tan başkasına tapmak” denile şey ise, “Allah’ın
kânunlarından başka kânunları istemek, benimsemek ve beşerî kânunlara uymak”
demektir. Aslâ affedilmeyecek tek günah olan şirk de küfür de budur.
Kur’ân okumak demek, “modern
kânunlara karşı gelmek”, “modern kânunları çiğnemek” demektir. Zîrâ:
“Hüküm vermek
yalnızca Allah’a âittir” (Yûsuf 40).
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder