26 Ekim 2020 Pazartesi

Modern Müslümanlık Yada Dudak Tiryâkiliği

 


“Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar, bir-birlerine hakkı tavsiye edenler ve bir-birlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr 3).

 

İçe çekilen duman mı, yoksa dışa üflenen duman mı insanı daha çok rahatsız eder?. Peki ya din?. İçine çekince mi yoksa dudakta kalınca mı daha etkilidir?. İçe çekilmeyen ve iç-âlemi inşâ etmeyen din, dudaklardan ve boğazdan aşağıya inmez, ciğere ve kâlbe sirâyet etmez. Böyle olunca da din “sindirilmiş” olmaz. Dudaklarda ve ağızda kalır. Böylece dudak tiryâkiliği başlar.

 

Dudak tiryâkiliğinin pek bir bedeli yoktur. Elini-konu bile oynatmaya gerek olmaz. Dudakta kalan öylece orada kalır. Hiç-bir zaman ciğere ve kâlbe inmez ve kana karışmaz. Böyle olunca da ciğerleri ve kâlbi etkileyecek söylemler ve eylemler görülmez dudak tiryâkiliğinde. Hep aynı şeyler hırıltı şeklinde çıkar iki dudak arasından. Bir söz kişinin neresinden çıkarsa karşıdaki kişinin de orasına gireceği için, dudaktan çıkanlar dudaktan aşağı inmez. Böylece bir dudak alışkanlığı olmuş olur.   

 

“İçine çekmeden dışarıya üflenen din”dir insana en çok zarar veren. Yâni içeride yaşandıktan sonra dışarıya sirâyet etmeyen ve sâdece ağızda dolaşan din. İçine çekip de onun tadını, etkisini ve coşkusunu hissetmeyenler, ancak ağızlarının ucuyla dinden bahsederler. Yapmayacakları şeyleri söyler dururlar. Dudak tiryâkiliği, yapılmayacak şeylerin söz-konusu edilmesidir. Zîrâ dudakta kalan ve içe sirâyet etmemiş olan dînin yaptırım gücü olmaz ve lafta kalır.

 

İnsanlar, dîni içlerine çekmeden dışarıya üflemeye çalışıyorlar. Yâni dîn ile hâllenmeden sâdece lafını ediyorlar. Zâten din hakkında en çok da dudak tiryâkileri konuşur. Lafları sözleri hiç bitmez. Bunlar dudak tiryâkisi olmuşlardır. Fakat şu da var ki, dînin bilgisi din değildir. Hiç-bir şeyin “sâdece bilgisi” o şeyin kendisi değildir. Îmânın bilgisi îman değildir meselâ. Îman, hayatta görülmedikçe îman edildiği belli olmaz.

 

Görenler-duyanlar dudak tiryâkilerini dindar zanneder. Bir şeyler söylemektedirler ama söyledikleri sözler dudaklarında gevelediklerinden başkası değildir. Çünkü ses içeriden yâni ciğerden ve kâlpten gelmiyor ki!. Ağzı ve dudağı olan konuşuyor. Ciğerinden üflemiyorlar, çünkü ciğerlerine çekmemişlerdir. Sigarada öyledir ya. Sigara, dudak tiryâkilerinin sürekli olarak dudaklarındadır. Onu geveler dururlar. Dudak tiryâkisi, biri bitince diğerini koyar dudak arasına. Dudaklarının arasından sürekli olarak duman tütüyor ya; insanlar “tamam” diyor. Duman çıkıyorsa ateş vardır. Hani “ateş olmayan yerden duman tütmez” misâli. Zîrâ insan duyduğundan ziyâde gördüğüne inanır. Gerçi duyduğunu çok da değerlendir(e)mez.

 

İşte bu nedenle dudak tiryâkileri çok daha popülerdirler. Çünkü onlar bir risk olduğunda geveledikleri şeyi dudaklarının bir tarafından diğerine alıverirler. Böylece “şüpheli” olmaktan kurtuluverirler ve hattâ onlardan şüphe edenlerle birlik olurlar. O yüzden sistem onları öne çıkarır ve örnek gösterir. Der ki: “İşte siz de böyle olun. Din dudaklarınızın arasından içeriye girmesin ve derinlere inmesin”. Bunlar oturdukları yerden duman yada din tüttürürler. Onlarda “kâl” çoktur ama “hâl” yoktur. Çünkü sisteme uygun olan “kâl”in bir bedeli yoktur ama İslâm ile hâllenmenin bedeli ağırdır. İnsanın belini büker, saçlarını beyazlatır. Din dudaklarından aşağı inmediği için din onların ağızlarında ve dudaklarında eğreti durur, sırıtır. Zâten yüzlerine de yansımamıştır söyledikleri. Zîrâ yapmadıklarını ve yapmayacaklarını söylemektedirler:

 

“Ey îman edenler!; yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü büyük bir suç teşkil etti” (Saff 2-3).

 

Dudak tiryâkiliğinde duman yada din dudaktan içeriye inmeyecektir. Onların niyeti zâten dumanı ciğerlerine çekmek değildir. Din adına konuşurlar fakat dîn için bir şey yapmazlar. Dîni dudak tiryâkiliğinden ibâret zannederler. Onlar sürekli olarak konuşmak ve dinlenilmek isterler. Fakat bir eleştiri, îtirâz, isyân yükseltemedikleri gibi, iş dîne uygun amel-eylem ve gayrete gelince yerlerinde çakılırlar ve sus-pus olurlar. “Bu zamanda devrim yapacak hâlimiz yok ya” derler. Tabî ki de yoktur. Çünkü içlerine inmemiş olan din onlara o enerjiyi ve hâli vermez. Esâsen dudaklarda kalan din, kişiyi hâlsiz bırakır. Bu yüzden ellerinden geleni de yap(a)mazlar. Bir eleştiri de mi yapamıyorsunuz peki?. Belki de buğz bile edemiyorlar. Çünkü onu yaptıklarında bile içeriye bir miktar duman kaçar ve öksürtür, rahatsız eder. Bunlar dudak tiryâkileridir ve nasıl ki dumanla sâdece dudaklarının ucuyla ilgiliyseler, din ile de öyledir; ucundan-kıyısından ilgilidirler:

 

“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).

 

Kendileri dudak tiryâkisi oldukları gibi, başkalarına da dudak tiryâkisi olmayı söylerler ve bu şekilde kalmalarını öğütlerler. Sürekli olarak dumanı yâni dîni içe çekmenin zararlarından bahsederler. Dumanı içe çekmenin bedeli vardır çünkü. Fakat bedel ödenmediğinde dudak tiryâkiliğinden kurtulunamaz ki!. Dumanı yada aslında dîni içlerine çekenleri ve dolayısı ile dudaklarından değil de içlerinden dışarıya üfleyenleri ve içlerinden gelen bir dürtüyle amel-eylemde bulunanları aşırı, yobaz ve terörist olarak yaftalarlar. Zîrâ dîni içlerine çekip de iç-âlemlerini aydınlatan, sonra da (din sâdece iç-âlemde kalamayacağı için) dîni dış-âleme yansıtanlar, dudak tiryâkilerinin yanlışlarını ve ciddiyetsizliklerini hatırlatırlar.

 

Dudak tiryâkiliği “sâdece îman etmek ama îmâna uygun davranmamak ve yaşamamak” gibidir. Dudak tiryâkileri îman ettiklerini söylemelerine rağmen din için, Allah için ve hak-hakîkat için kıllarını bile kıpırdatmazlar. Böyle bir niyetleri de yoktur. Zâten dudak tiryâkileri ellerini çok da kullanmazlar. Dînin sâdece dudak tiryâkiliğinden ibâret olduğunu zannedenler şu âyeti duymaktan hoşlanmazlar:

 

“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).

 

Âyet; “sâdece dudak tiryâkisi kalarak kurtulmazsınız” demektedir.

 

Evet, dudak tiryâkiliği dînin dudaklardan, dilden ve boğazdan aşağı inmeyecek şekilde sâdece lafta ve sözde kalmasıdır. Oysa dîni içlerine çekenler ve içlerini onunla inşâ edenler, daha sonra da din ile dış-âlemi de inşâ etmenin yoluna koyulurlar. Çünkü onlar dudak tiryâkisi değildirler. Onların dinleri dudaklarında kalmayıp ciğerlerine ve kâlplerine inmiştir. Sonra da oradan coşkuyla hayâta yansımaktadır.

 

Modernizm müslümanlardan sâdece dudak tiryâkisi olmalarını istemekte ve beklemektedir. Dînin boğazdan aşağı inmesini “riskli” görüp kötülemekte ve buna şiddetle karşı durmaktadırlar. Mü’minleri dudak tiryâkiliğinden ayıracak olan şey, her türlü bedeli göze alarak iç-âlemi ve sonra da dış-âlemi inşâ etmek, göklerdeki düzenin aynısını Dünyâ’da ve insanlar arasında da kurmaktır. Aksi-hâlde Dünyâ’da dudak tiryâkisi olanlar, âhirette de ateşin tiryâkisi olurlar.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2020

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder