“Ancak îman edip sâlih
amellerde bulunanlar, bir-birlerine hakkı tavsiye edenler ve bir-birlerine
sabrı tavsiye edenler başka” (Asr
3).
İçe çekilen duman mı, yoksa
dışa üflenen duman mı insanı daha çok rahatsız eder?. Peki ya din?. İçine
çekince mi yoksa dudakta kalınca mı daha etkilidir?. İçe çekilmeyen ve iç-âlemi
inşâ etmeyen din, dudaklardan ve boğazdan aşağıya inmez, ciğere ve kâlbe
sirâyet etmez. Böyle olunca da din “sindirilmiş” olmaz. Dudaklarda ve ağızda
kalır. Böylece dudak tiryâkiliği başlar.
Dudak tiryâkiliğinin pek bir
bedeli yoktur. Elini-konu bile oynatmaya gerek olmaz. Dudakta kalan öylece
orada kalır. Hiç-bir zaman ciğere ve kâlbe inmez ve kana karışmaz. Böyle olunca
da ciğerleri ve kâlbi etkileyecek söylemler ve eylemler görülmez dudak tiryâkiliğinde.
Hep aynı şeyler hırıltı şeklinde çıkar iki dudak arasından. Bir söz kişinin
neresinden çıkarsa karşıdaki kişinin de orasına gireceği için, dudaktan
çıkanlar dudaktan aşağı inmez. Böylece bir dudak alışkanlığı olmuş olur.
“İçine çekmeden dışarıya
üflenen din”dir insana en çok zarar veren. Yâni içeride yaşandıktan sonra
dışarıya sirâyet etmeyen ve sâdece ağızda dolaşan din. İçine çekip de onun
tadını, etkisini ve coşkusunu hissetmeyenler, ancak ağızlarının ucuyla dinden
bahsederler. Yapmayacakları şeyleri söyler dururlar. Dudak tiryâkiliği,
yapılmayacak şeylerin söz-konusu edilmesidir. Zîrâ dudakta kalan ve içe sirâyet
etmemiş olan dînin yaptırım gücü olmaz ve lafta kalır.
İnsanlar, dîni içlerine çekmeden
dışarıya üflemeye çalışıyorlar. Yâni dîn ile hâllenmeden sâdece lafını ediyorlar.
Zâten din hakkında en çok da dudak tiryâkileri konuşur. Lafları sözleri hiç
bitmez. Bunlar dudak tiryâkisi olmuşlardır. Fakat şu da var ki, dînin bilgisi
din değildir. Hiç-bir şeyin “sâdece bilgisi” o şeyin kendisi değildir. Îmânın
bilgisi îman değildir meselâ. Îman, hayatta görülmedikçe îman edildiği belli
olmaz.
Görenler-duyanlar dudak
tiryâkilerini dindar zanneder. Bir şeyler söylemektedirler ama söyledikleri sözler
dudaklarında gevelediklerinden başkası değildir. Çünkü ses içeriden yâni ciğerden
ve kâlpten gelmiyor ki!. Ağzı ve dudağı olan konuşuyor. Ciğerinden üflemiyorlar,
çünkü ciğerlerine çekmemişlerdir. Sigarada öyledir ya. Sigara, dudak
tiryâkilerinin sürekli olarak dudaklarındadır. Onu geveler dururlar. Dudak
tiryâkisi, biri bitince diğerini koyar dudak arasına. Dudaklarının arasından
sürekli olarak duman tütüyor ya; insanlar “tamam” diyor. Duman çıkıyorsa ateş
vardır. Hani “ateş olmayan yerden duman tütmez” misâli. Zîrâ insan duyduğundan
ziyâde gördüğüne inanır. Gerçi duyduğunu çok da değerlendir(e)mez.
İşte bu nedenle dudak
tiryâkileri çok daha popülerdirler. Çünkü onlar bir risk olduğunda
geveledikleri şeyi dudaklarının bir tarafından diğerine alıverirler. Böylece
“şüpheli” olmaktan kurtuluverirler ve hattâ onlardan şüphe edenlerle birlik
olurlar. O yüzden sistem onları öne çıkarır ve örnek gösterir. Der ki: “İşte
siz de böyle olun. Din dudaklarınızın arasından içeriye girmesin ve derinlere inmesin”.
Bunlar oturdukları yerden duman yada din tüttürürler. Onlarda “kâl” çoktur ama “hâl”
yoktur. Çünkü sisteme uygun olan “kâl”in bir bedeli yoktur ama İslâm ile hâllenmenin
bedeli ağırdır. İnsanın belini büker, saçlarını beyazlatır. Din dudaklarından
aşağı inmediği için din onların ağızlarında ve dudaklarında eğreti durur,
sırıtır. Zâten yüzlerine de yansımamıştır söyledikleri. Zîrâ yapmadıklarını ve
yapmayacaklarını söylemektedirler:
“Ey îman edenler!;
yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah
katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü büyük bir suç teşkil etti” (Saff 2-3).
Dudak tiryâkiliğinde duman yada
din dudaktan içeriye inmeyecektir. Onların niyeti zâten dumanı ciğerlerine
çekmek değildir. Din adına konuşurlar fakat dîn için bir şey yapmazlar. Dîni
dudak tiryâkiliğinden ibâret zannederler. Onlar sürekli olarak konuşmak ve
dinlenilmek isterler. Fakat bir eleştiri, îtirâz, isyân yükseltemedikleri gibi,
iş dîne uygun amel-eylem ve gayrete gelince yerlerinde çakılırlar ve sus-pus
olurlar. “Bu zamanda devrim yapacak hâlimiz yok ya” derler. Tabî ki de yoktur.
Çünkü içlerine inmemiş olan din onlara o enerjiyi ve hâli vermez. Esâsen
dudaklarda kalan din, kişiyi hâlsiz bırakır. Bu yüzden ellerinden geleni de yap(a)mazlar.
Bir eleştiri de mi yapamıyorsunuz peki?. Belki de buğz bile edemiyorlar. Çünkü
onu yaptıklarında bile içeriye bir miktar duman kaçar ve öksürtür, rahatsız
eder. Bunlar dudak tiryâkileridir ve nasıl ki dumanla sâdece dudaklarının
ucuyla ilgiliyseler, din ile de öyledir; ucundan-kıyısından ilgilidirler:
“İnsanlardan kimi,
Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla
tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü
dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir
kayıptır” (Hac 11).
Kendileri dudak tiryâkisi
oldukları gibi, başkalarına da dudak tiryâkisi olmayı söylerler ve bu şekilde
kalmalarını öğütlerler. Sürekli olarak dumanı yâni dîni içe çekmenin zararlarından
bahsederler. Dumanı içe çekmenin bedeli vardır çünkü. Fakat bedel ödenmediğinde
dudak tiryâkiliğinden kurtulunamaz ki!. Dumanı yada aslında dîni içlerine
çekenleri ve dolayısı ile dudaklarından değil de içlerinden dışarıya
üfleyenleri ve içlerinden gelen bir dürtüyle amel-eylemde bulunanları aşırı,
yobaz ve terörist olarak yaftalarlar. Zîrâ dîni içlerine çekip de iç-âlemlerini
aydınlatan, sonra da (din sâdece iç-âlemde kalamayacağı için) dîni dış-âleme
yansıtanlar, dudak tiryâkilerinin yanlışlarını ve ciddiyetsizliklerini
hatırlatırlar.
Dudak tiryâkiliği “sâdece
îman etmek ama îmâna uygun davranmamak ve yaşamamak” gibidir. Dudak tiryâkileri
îman ettiklerini söylemelerine rağmen din için, Allah için ve hak-hakîkat için
kıllarını bile kıpırdatmazlar. Böyle bir niyetleri de yoktur. Zâten dudak tiryâkileri
ellerini çok da kullanmazlar. Dînin sâdece dudak tiryâkiliğinden ibâret
olduğunu zannedenler şu âyeti duymaktan hoşlanmazlar:
“İnsanlar, (sâdece) ‘îman
ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).
Âyet; “sâdece dudak
tiryâkisi kalarak kurtulmazsınız” demektedir.
Evet, dudak tiryâkiliği dînin
dudaklardan, dilden ve boğazdan aşağı inmeyecek şekilde sâdece lafta ve sözde
kalmasıdır. Oysa dîni içlerine çekenler ve içlerini onunla inşâ edenler, daha sonra
da din ile dış-âlemi de inşâ etmenin yoluna koyulurlar. Çünkü onlar dudak tiryâkisi
değildirler. Onların dinleri dudaklarında kalmayıp ciğerlerine ve kâlplerine
inmiştir. Sonra da oradan coşkuyla hayâta yansımaktadır.
Modernizm müslümanlardan
sâdece dudak tiryâkisi olmalarını istemekte ve beklemektedir. Dînin boğazdan
aşağı inmesini “riskli” görüp kötülemekte ve buna şiddetle karşı durmaktadırlar.
Mü’minleri dudak tiryâkiliğinden ayıracak olan şey, her türlü bedeli göze
alarak iç-âlemi ve sonra da dış-âlemi inşâ etmek, göklerdeki düzenin aynısını
Dünyâ’da ve insanlar arasında da kurmaktır. Aksi-hâlde Dünyâ’da dudak tiryâkisi
olanlar, âhirette de ateşin tiryâkisi olurlar.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder