“…Yoksa
siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık
sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka
değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz
değildir” (Bakara 85).
Biz
bu yazıda “İslâmcılık” derken, İslâm-merkezlilik yâni Kur’ân ve Sünnet üzere
olmayı anlıyor ve söylüyoruz.
İslâm’cılık derken kabûl ettiğimiz şey, 2. Abdulhamid ile başlayıp, DP, RP VE
AKP ile devâm eden süreçteki anlayış değil; 1960’lı yıllarda başlayan ve 28
Şubat ile ağır bir sekteye uğrayan, Mevdudi, Seyyid Kutub ve Ercüment Özkan ile
derinleşen anlayıştır. Zîrâ İslâm’ı her alanda hâkim kılma düşüncesini sâdece,
1960’tan sonraki bu İslâm’cılar savunmuş ve bu uğurda çalışmışlardır. Osmanlı yıkılırken
ve yıkıldığında da gerçek anlamda İslâm’cılıktan bahsedenler ve İslâm’cılığı
anlatan yazarlar vs. vardı elbette. Ama
bunlar hem görmezden gelindi hem de yeterli desteği görmediler. Mehmet Akif,
Necip Fazıl gibi şâirler, bahsettiğimiz anlamda İslâm’cı değillerdir.
İslâmcılık
nedir yada ne olmalıdır?. Yapılan İslâmcılık târifleri doğru mudur?. Aslında lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-muhâfazakâr
demokratlığa” yanlış olarak İslâmcılık denmektedir. Muhâfazakârlık ile İslâm, birbiriyle çelişen iki
kavramdır ve bu nedenle “muhâfazakâr İslâm’cılık” sözünün söylenmesi uygun
değildir (oksimoron). Muhâfazakârlıkla İslâm kelimeleri bir-arada kullanılamaz.
Zîrâ İslâm ayrı, muhâfazakârlıksa apayrı bir dindir. Lâkin İslâmcılık “İslâm-merkezli olmak” demektir. İslâm’a
yâni Kur’ân ve Sünnet’e göre düşünmek, söylemek ve amel-eylemde olmak demektir.
Oysa muhâfazakâr demokratlık İslâm-merkezli olmadığı gibi, İslâm-merkezli
olmaya da karşıdır. İslâm’ı merkeze almayan şeye “İslâmcılık” demek ve
İslâm-merkezli ol(a)mayanları İslâmcı saymak hem anlamsızdır hem de
ahmaklıktır. Eski sicillere ve sözlere bakarak bir kişiye yada gruba İslâmcı demek
yanlıştır. İslâmcılık eski söylemlere değil, mevcut amel ve eylemlere bakılarak
târif edilebilir. Bir kişinin İslâmcı olup-olmadığını anlamak için de onun
mevcut söylem-amel-eylemlerine bakılmalıdır. Muhâfazakâr demokratların amel ve
eylemleri ve aslında tasavvur, düşünce ve sözleri-yazıları İslâm-merkezli değildir
ki!. O hâlde niçin İslâmcı olsunlar?. İslâmcı olmak için İslâm-merkezli yâni
Kur’ân’a ve Sünnet’e göre düşünmek, konuşmak, yazmak ve amel-eylemde bulunmak gerekir.
Kur’ân’ı ve Sünnet’i işe karıştırmadan nasıl İslâmcı olunacak?. Oysa İslâmcı
zannedilen muhâfazakâr demokratlar lâik-seküler-modern merkezlidirler. Böylece
İslâm’a tavır almış olurlar. İslâm’a karşı olanlara hattâ İslâm düşmanı
olanlara “İslâmcı” demek ahmaklıktır.
İslâmcılık
kavramını ilk ortaya atanlar batı’lılardı ve sömürgeye karşı direnen müslümanları
diğer müslümanlardan, daha doğrusu muhâfazakâr demokratlardan kopararak ayırmak
ve böylece güçlerini-direnişlerini zayıflatmak ve kırmak istiyorlardı. Böylece
arzularını daha kolay gerçekleştirmeyi umuyorlardı. Belli oranda başarılı da oldular.
Bu bağlamda söz-konusu İslâmcılık kavramı müslümanlara ve İslâm’a âit değilse
de, İslâm ile ilgili olduğu için mecbûren Kur’ân ve Sünnet ile ilgili,
dolayısıyla da müslümanlarla ilgili olacaktır-olmalıdır. İslâmcılık, mü’minlerin
emperyâl hedeflere karşı bir direnişidir ve öyle olmalıdır. Çünkü
şeytânî-beşerî sistemlere ve sömürüye direnç, İslâm ve İslâm-merkezli olmakla ve
İslâm-merkezli olanlarla ilgilidir. O hâlde İslâmcılık, lâik-seküler-muhâfazakâr
demokrasiyle ve bunu destekleyenlerle ilgili değildir, olamaz. İslâmcılar;
şeytânî, nefsî, tâğûtî, beşerî ideoloji ve sistemlere karşı çıkanlardır. İslâmcılık
yâni İslâm-merkezli olmak bu demektir. İslâmcılıktan anlaşılması gereken şey de
bu olmalıdır. Buna “İslâmcılık” demeye mecbur değiliz tabi. Aslında bu kavramın
kökeninde “İslâm nedeniyle zulme karşı çıkmak” anlamı vardır. Bu nedenle İslâmcı,
“İslâm’a göre hareket eden” demek olmalıdır.
İslâmcı yada İslâmî
hareket, ancak Kur’ân ve Sünnet-merkezli yapılırsa İslâmî ve İslâmcı olur.
Yoksa demokratik, milliyetçi, partici ve vatan-millet Sakarya edebiyatı ile
yapıldığında İslâmî ve İslâmcı olmaz. Bu kavramı muhâfazakâr demokrasi ve
milliyetçilik bağlamında değil, Kur’ân ve Sünnet merkezinde anlamamız ve o
şekilde kabûl etmemiz gerekir. Aksi-hâlde emperyâllerin arzularına ve tuzaklarına
doğru evrilmesi kaçınılmaz olur ki modern müslümanlar bu tuzağa düşmüşlerdir. İslâmcılığı
târif edenler de bu bağlamda târif etmekte, İslâmcı zannettikleri muhâfazakâr
demokratlara bakarak, “İslâmcılık tasfiye oldu ve öldü gitti” demektedirler.
İslâmcılık
yada “siyâsî İslâm”, İslâm’ın kişisel hayat dışında sosyâl ve politik alanlarda
da yol gösterici kılınmasını hedefleyen "politik-ideolojik
hareketler" olarak tanımlanmaktadır. “Modern dönemlerde İslâm dîni
üzerinden hareket edilerek ortaya konulan ideoloji” denir. İslâmcılık, “İslâm’ı
sâdece kâlbinde, zihninde ve vicdânında yaşamak” demek değildir ve olmamalıdır.
İslâmcılık yada İslâmcılar, İslâm’ı iç-âlemlerinden sonra hayâtın
sosyâl-kültürel, ekonomik ve siyâsî her alanında yaşamak ve hattâ hâkim kılmak
isteyen düşünce ve kişilerdir.
İslâmcının gerici, yobaz, ilkel ve hattâ terörist olarak
görülmesi, İslâm-merkezli olduğu için olmalıdır. Yoksa sâdece milliyetçilikten
kaynaklanan bir tutumla bâzı şeyler söylemeleri ve yapmaları nedeniyle değil.
İslâmcılık ve İslâmcılar, moderniteye ve yada mevcuda aykırı görüşleri ve eylemleri
olduğu için düşman ve terörist olarak görülmektedir. İslâmcı yâni İslâm-merkezli
olanlar, İslâm düşmanları tarafından ilkel, gerici, yobaz ve terörist olarak
görüldükleri takdirde gerçekten İslâmcı yâni İslâm-merkezli olmuş olurlar.
İslâmcılıkta
“ittihad” yâni “müslümanların birleştirilmesi” ülküsü vardır ama İslâmcılık
sâdece bu değildir ve bu olmamalıdır. İslâmcılık Kur’ân ve Sünnet’e göre Dünyâ’yı
şekillendirme hedefidir. Bu hedef tüm peygamberlerin hedefidir. Zîrâ onlara bu
hedefi Allah göstermiştir:
“Allah, dinden Nûh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı)
ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya vasiyet ettiğimiz (farz
kıldığımız) ‘Allah’ın dînini hayâta
egemen kılın (ekîmûd dîn) ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin’ direktifini sizin için bir ‘hayat düsturu’
olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur Allah’a ortak
koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine
yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ 13).
İslâmcılık;
İslâm’ı, Kur’ân’ı ve Peygamberi sâdece iç-âlemin konusu yapmak değildir. İslâm’ı
iç-âlemlerden sonra; sosyâl, kültürel, ekonomik ve siyâsî alanda da hâkim kılma
ülküsüdür. O hâlde siyâseti İslâm’a göre belirlemekten vazgeçmek ve İslâm’ı
sosyâl, ekonomik ve hukûki-siyâsî hiç-bir alana karıştırmamak ve hattâ bunu
düşünmemek İslâmcılık değildir ve olamaz, zîrâ İslâm dediğinizde bunların hepsi
İslâm’a dâhildir ve bunları İslâm’ın belirlemesi Allah’ın emri olduğu gibi
Peygamber’in de örnekliğidir. O hâlde İslâmcılık “muhâfazakâr demokrasi
müslümanlığı” demek değildir.
“İslâmcılık
hareketi, modern Avrupa medeniyetinin İslâm dünyâsı aleyhinde oluşturduğu
tehditlere etkili bir karşı koymanın ancak modernleşmenin gereklerine uygun bir
zihniyet dünyâsı inşâ etmekle ve dînin kılavuzluğunda gerçekleşecek bir
modernleşme ile mümkün olacağı fikrine dayanır” denir. Fakat İslâmcılık “İslâm-merkezlilik”
demek olması gerektiğinden dolayı ve İslâm, kendi iç-dinamiklerine göre hareket
edeceğinden dolayı, bu târif çok da doğru değildir. Yapılan târif İslâmcılık
yada İslâm-merkezlilikle değil, muhâfazakâr demokrasiyle ve muhâfazakâr lâik
demokratlıkla ilgilidir. Zâten bu târif “batı’cılık” olur ki sonunda geldiği yer
orası olmuştur.
İslâm
hayâtın her alanında kendi iç-dinamiğini kullanır ve kullanmalıdır. İşte bu
nedenle İslâmcı yada İslâm-merkezli olmak demek, “İslâm’ı her alanda hâkim kılmak
ve İslâm’ı, her-şeyi kendi iç-dinamiklerine göre belirlemek” demektir. O hâlde İslâmcılık
sâdece, “müslümanların birliği-itthâdî İslâm demek” değildir. Çünkü önemli
olan, müslümanların hangi merkezde bir-araya gelecekleridir. Batı’nın beşerî
ideolojileri ve sistemleri merkezinde bir-araya gelindiğinde o şey İslâm’ın
hedefi olmuş olmaz. Bu nedenle de İslâmcı olmaz. O bir pakt olabilir ancak.
Bâzı yararları olsa da aslında İslâm, müslümanların Kur’ân ve Sünnet-merkezli
olarak bir-araya gelmelerini ve İslâm’ın
kendi iç-dinamiklerini ortaya koyarak Dünyâ’ya hâkim olmalarını ister ki İslâmcılık
demek bu olmalıdır. İslâm’dan bağımsız bir İslâmcılık olamaz. İslâm’dan bağımsız
bir İslâmcılık ancak, “İslâm’ı (daha doğrusu müslümanları) cıvıklaştırmak”
demek olur.
İslâmcı(lık)
zannedilen muhâfazakâr demokrasi ve demokratlar, İslâmcı falan değildir ve ona İslâmcılık
demek doğru olmaz. Çünkü İslâm’ı göz-ardı ederek İslâmcılık olmaz. İslâm ön-eki
varsa bir şeyde, orada Kur’ân ve Sünnet’in hâkimiyeti ve belirleyiciliği yada
en azından düşüncesi olmalıdır ve bu şarttır. İslâm’ı yâni Kur’ân ve Sünnet’i
hiç hesâba katmadan yapıldığı-olunduğu zannedilen şeye İslâmcı(lık) denmesi
absürdtür. Bu ister 2. Abdulhamid döneminde, isterse de AKP döneminde olsun
fark-etmez. İslâm’ın adını kullandığınız anda Kur’ân’a ve Sünnet’e göre hareket
etmeniz gerekir. Aksi-hâlde münâfıklık ortaya çıkar. İslâm ile ilgili olan şey,
“İslâm’ın hâkimiyeti yâni hayâtı İslâm’ın belirlemesi” ile ilgili olan şey demektir.
Oysa ne Abdulhamid ne de AKP, İslâm’ı merkeze almayı düşünmedikleri gibi siyâsetlerini
de İslâm’a göre yapmadılar-yapmamaktadırlar ve bunu ön-koşul olarak ortaya koymadılar
ve koymamaktadırlar. Abdulhamid Osmanlılık ve örf-merkezli, AKP ise muhâfazakâr
demokrasi merkezli bir anlayıştadır.
İslâmcı
zannedilen muhâfazakârlar sosyâl, ekonomik, hukûkî ve siyâsî hayâtı İslâm’a
göre belirlemiyorlar ve belirlemek de istemiyorlar. Hattâ “biz İslâm-merkezli
bir siyâsete karşıyız” diyebiliyorlar. Böylece, “biz sosyâl-kültürel, ekonomik,
hukûkî ve siyâsî alana İslâm’ı yâni hakkı ve hakîkati karıştırmayacağız” demiş
oluyorlar. İslâm-merkezli bir hayâta karşıyız” diyenler nasıl İslâmcı olacaklar
ki?. Onlar İslâmcı falan değillerdir ve liberâl-kapitâlist, lâik-seküler ve
muhâfazakâr demokrattırlar ve böyle olunca da bırakın İslâmcı olmayı, İslâm
karşıtı olmuş olurlar. Oysa İslâm bu düşünceyi yıkmak için gelmişken bu
merkezde siyâset yapanlara İslâmcı demek saçmalığın ve ahmaklığın daniskasıdır.
Başında
İslâm olan her-şey İslâm-merkezli olmak zorundadır. Zîrâ İslâm, “kullanılacak”
bir din ve isim değildir. Bu nedenle İslâmcılıktan, “Kur’ân’a ve Sünnet’e göre
olmak, hayâtı Kur’ân ve Sünnet’e göre belirlemek ve hattâ Kur’ân ve Sünnet’i
hayât hâkim kılmak” anlaşılmalıdır. Demek ki İslâmcılığın yâni İslâm-merkezliliğin
anlamı budur. Bu bağlamda İslâmcılığın yâni İslâm-merkezli olmanın tasfiye edilmesi
falan mümkün değildir ve İslâm kıyâmete kadar süreceği için İslâmcılık da kıyâmete
kadar sürecek demektir. İslâmcılık yâni İslâm-merkezlilik hayâta hâkim olma
ülküsü ve hedefini sonuna kadar koruyacaktır ve bunu gerçekleştirecek toplumu
beklemektedir:
“Ey mü’minler!; size ne oldu da ‘Allah yolunda savaşa
çıkınız’ dendiğinde yere çakıldınız. Yoksa dünyâ-hayâtını âhirete tercih mi
ettiniz?. Oysa dünyâ-hayâtının hazzı, âhiretin hazzı yanında pek azdır. Eğer
savaşa çıkmazsanız Allah sizi acıklı bir azâba uğratarak yerinize başka bir
toplum getirir. Siz Allah’a hiç-bir zarar dokunduramazsınız. Çünkü Allah’ın
gücü her-şeyi yapmaya yeter” (Tevbe
38-39).
Lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-feminist-muhâfazakâr
demokrasiyi ve reel-politiği din edinmiş ve bunlara meftûn ve râm olmuş olanlar,
İslâm-merkezli olmayı, dirâyetleri yetmediği, bunu kâlplerinde bile yaşatmak
istemedikleri ve vicdanları onları rahatsız ettiğinden dolayı artık İslâmcılığın
tasfiye olduğunu yada olması gerektiğini ve beşerî-şeytânî-tâğûtî-nefsî
ideolojilerin-sistemlerin bir kazanım olarak kabûl edilmesini ve böylece adı İslâmcılık
ama işlevi “şeytancılık” olan bir düşünceye girilmesini ve bu düşünce üzere gidilmesini
arzu etmektedirler. Yenilmişler ve artık İslâm’ın hayâlini bile kura(a)mayanların
İslâmcılığı ya aşırı ve yanlış yorumla başkalaştırılmaya yada tümden tasfiye edildiğini
söyleyerek ve oldu-bittiye getirilerek dîni hayattan ve hattâ kâlplerden bile
kovarak şeytana-nefse-tâğutlara ve beşere itaat edilmesini yâni tapınılması
beklemektedirler. Zîrâ İslâmcılık yâni İslâm-merkezlilik işlerine engel
olmaktadır. Çünkü İslâmcılık işlerine engel olduğu için yeterli desteği görememektedirler.
Bu yüzden de kendilerine hâlâ İslâmcı denmesinden rahatsız olmamaktadırlar. Çünkü
böylece İslâm’ın ve İslâmcılığın ne olduğunu yada olması gerektiğini
bilmeyenlerden bir destek görmektedirler.
İslâmcığın
yaptığı vatan savunması bile, beşerî ideolojiler merkezinde değil, İslâm
merkezinde olur. İslâmcılar bu savunmayı “İslâm’ı savunma” bağlamında yaparlar.
Yoksa salt vatan savunması değildir bu. Zîrâ mülk Allah’ın olduğu için mü’minler
için her yer vatandır. Fakat doğup büyüdükleri yâni yaşadıkları yeri korumak
ilk önceliklidir. İslâmcılar yâni İslâm-merkezli olanlar bunu Allah’ın rızâsı
ve emri doğrultusunda yaparlar. Yoksa muhâfazakâr duygularla değil. Zâten İslâmcılık
yada İslâm-merkezlilik duygusal bir şey değildir. Îman ile alâkalıdır.
İslâmcılık
elbette “kesin ve köklü” anlamında radikâldir. İslâmcılık elbette sosyâl,
kültürel, ekonomik, hukûkî ve önemlisi de siyâsal İslâmcılıktır. Fakat
muhâfazakâr demokratik -sözde- İslâmcılık İslâm’ı merkeze almaz ve bunu
düşünmez bile. Hattâ buna karşıdır.
Açıkçası
asıl İslâmcılar yâni İslâm’a göre hareket edenler ve: “Fitne
kalmayıncaya ve dînin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şâyet
vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir” (Enfâl 39) âyetine
göre İslâm’ı hayâta hâkim kılma ülküsünü temsil edenler; Türkiye’deki şâirler
ve bâzı yazarlar ve de sözde İslâmcı siyâsilerden çok, onların hiç sevmedikleri
Mevdûdi, Seyyid Kutub ve Türkiye’de de Ercüment Özkan ve tâkipçilerinin temsil
ettiği kişilerdir. Zîrâ İslâm’a yâni Kur’ân ve Sünnet’e göre hayâtı belirleme
ve düzenleme hedefinde olanlar bunlardır. Muhâfazakâr demokrasi ve
milliyetçiliğe göre düzenleme ise, İslâm’a göre olan bir düzenleme değildir.
Allah
bize “müslüman” adını vermiştir ve bu bizim için yeterlidir. Başka bir isim aramamıza
gerek yoktur. Fakat İslâmcılık, İslâm’la yâni Kur’ân ve Sünnet’e göre bir tutum
takınmakla ilgili olduğundan dolayı, kanımca “İslâmcı” adını almakta bir
yanlışlık yoktur. Bu nedenle İslâmcılık için, “İslâmca ve müslümanca bir
davranış şeklidir” demeliyiz.
Muhâfazakâr İslâm’cıların
milliyetçilik ve mezhepçilik merkezinde düşünüşleri vardır. Onlar için
İslâm’dan-Kur’ân’dan önce milliyetçilik ve örf gelir. Zâten bu kesim
Osmanlı’nın bir bakiyesidir ve son zamanlarda “Osmanlı’yı diriltmek”ten bahsedip
duruyorlar. Oysa diriltilmesi gereken, Asr-ı Saadet dönemidir. Osmanlı
bilindiği gibi, “İslâm-merkezli”likten ziyâde “örf-merkezli”ydi ve Osmanlı,
İslâm’dan önce “örfe göre şekil alan” bir devletti. Gerçi Osmanlı gayr-ı İslâmî
düşüncelere ve paradigmalara çok da îtibar etmezdi 19. yüzyıla kadar. İşte
muhâfazakâr İslâmcılık da İslâm’a aykırı olmasına rağmen, İslâm’dan-Kur’ân’dan
önce, “milli, reel-politik ve milliyetçilik” merkezinde, mezhep-tasavvuf-târikat
düşüncesine ve ilişkilerine göre biçimlemiş bir düşünceye sâhiptir.
Muhâfazakâr
İslâm’cılar “sağcı lîderci”dirler ve bu davranışa aşırı bağlıdırlar. Bu nedenle
de adâleti tam olarak yerine getirmeleri söz-konusu olmaz. Yine muhâfazakâr
İslâm’cılar haksız da olsa “güçten” yanadırlar ve “sözün gücünü” değil, “gücün
sözünü” dinlerler. Hattâ o merkezde bir düşünce/anlayışları vardır ve siyâsetleri
de o minvâlde seyreder. Meselâ günümüzdeki iktidâr olan muhâfazakâr İslâm’cılar
dış güçlere bağlıdır ve ABD-Avrupa-İsrâil güdümündedirler. Oysa Allah
Kur’ân’da: “Ey îman edenler!; mü’minleri bırakıp kâfirleri veliler (dostlar)
edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık olan kesin bir delil vermek ister
misiniz?” (Nîsâ 144) demesine rağmen oralı olmayarak yine de onlarla iş
tutarlar ve her zaman da onlardan ihânet görürler. Fakat onların desteği ile
iş-başına geldiklerinden dolayı yine de onlardan vazgeçemezler,
vazgeçmeyecekler.
İslâm,
“İslâm’cılık”tır. İslâm düşmanları -hâşâ- “İslâm bitti” diyemedikleri için,
“İslâm’cılık bitti” diyorlar. Oysa biten “İslâm’cılık” değil; “milliyetçi
muhâfazakârlık”, “mukaddesatçı sağcılık”, “muhâfazakâr demokratlık” gibi “seküler
muhâfazakârlık” türleridir. Çünkü İslâm’cılık kıyâmete kadar bitmez, fakat
muhâfazakârlık seküler modernite karşısında zayıflamış ve yitip gitmiştir.
Biten şey “İslâm’sız İslâm’cılık”tır. Çünkü onların müslümanlığı falan
kalmamıştır ve seküler moderniteyi din edinmişlerdir.
Evet;
İslâmcılık, muhâfazakâr-demokrat -sözde- müslümanlığı değil, hayâtın
sosyâl-kültürel-ekonomik-hukûkî-siyâsî tüm alanlarına İslâm’ı hâkim kılmak
isteyen dînin temsilciliğidir ve öyle olmalıdır. Zîrâ İslâm tüm bunları kuşatan
bir “hayat dîni”dir.
Muhâfazakâr İslâmcılık
diye isimlendirdiğimiz kişiler aslında İslâmcı değildirler. O nedenle onlara
İslâm’cı yerine “muhâfazakâr milliyetçi” demek daha uygun olur. İslâmcılıktan
kastımız; mü’minlik-müslümanlık-İslâm’lıktır. İslâm’dır yâni. Gerçek İslâmcılar,
İslâm’ı-Kur’ân’ı hayâta hâkim kılmak, Allah’ın sözünü hayâta hâkim kılarak
Asr-ı Saadet’i yeniden diriltmeyi amaçlayan ve hakkı-hakîkati ve adâleti-tevhidi
yeniden ortaya koymak ve hâkim kılmak için çalışan kişilerdir. Zîrâ bu,
Allah’ın bir emridir:
“Fitne kalmayıncaya
ve dînin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şâyet vazgeçecek
olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir” (Enfâl 39).
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder